The Gunslinger, bende, bu başlıkta yazan çoğu arkadaşımın dediği gibi, bir kovboy filmi havası estirmiyor. Yazarın Amerikalı olması, arkadaşlarımın "Kara Kule bir kovboy romanı" demesinde sanırım haklı olduklarını gösterir ama hangi yazar, kitabını yazarken kendi kültürünü de içine katmaz ki ama değil mi?
Bendeki en büyük eksiklerden birisi sanırım yan karakterleri çok fazla anlayamamam.. Silahşor'un çocukluk arkadaşları, Alice, Brown hatta Marten'i bile yeterince anlayamadım.. :/ Bunun için buradan bolca yararlanacağım..

Silahşor'un çöldeki yolculuğu boyunca, neredeyse hiç sayılabilecek kadar az suya gereksinim duymasının nasıl olduğunu King amca daha bi açıklasaymış bence daha iyi olacaktı.. Küçük küçük ayrıntılara bol bol yer veren King'in bunu atlaması yazık ama diğer kitaplarda anlatmışmıydı hatırlamıyorum, okuyup göreceğim..

Bir de Roland'ın Tull'da katliam yapması, Jake'le yolculuğu boyunca bolca kurşun harcaması filan.. Nasıl oluyor da kurşunu bitmiyor hala akıl erdiremediim

Önce katır üstünde sonra yaya yolculuk eden birisi sanırım binlerce mermiyi yanında taşıyamaz değil mi? Bence kitaptaki en büyük boşluk bu..

Gözümün önünde canlanan en etkileyici sahneler; Tull katlimaı, Silahşor'un öğretmeniyle dövüştüğü ve "Silahşor" olduğu sahne, ve Ağır Değişkenlerle olan maceralarıydı.. Şimdi ilk kitabı tam olarak bitirmedim, Silahşor ve Siyahlı Adamı da okuduğumda daha güzel bir şeyler yazabilirim sanıyorum..