Bölüm Beş
Rüzgarın uğultusu ve dalgaların omurgaya çarparken çıkardığı sesler dışında sessiz olan güverteyi gözcünün bariton sesiyle inletti.
"Kara Göründü!"
Bir dakikaya kalmadan güvertede denizcilerin sesleri çınlamaya başlamıştı.Marte, dümenin başında uykusuz geçirdiği bir akşama rağmen gayet dinçti. Zaten artık uyumak onun için bir gereksinim olmaktan çıkmıştı, rüya görmekten korkar hale gelmişti.Sırf rüyasında o akşamı bir daha yaşamamak için...
Kaptan, Marte'yle büyük bir tezat oluşturarak gayet neşeli ve dinç bir şekilde güverteye fırladı.Aslında haklıydı.Haftalardır bu günü bekliyordu. Heyecanla içinde dürbününü çıkarıp Batı Hint sahillerini taradı.Hindistan ucuz baharat, işçi,köle ve kumaş bulabileceğiniz nadide yerlerden biriydi.Doğal olarak kaptan için ticari bakımdan paha biçilemezdi.
Marte haritalara tekrar bakmak için başını çevirdiğinde ona doğru sendeleyen Nico'yu gördü. Belli ki çocuk daha yeni uyanmıştı .Uyku sersemliğiyle etrafta ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.Marte'nin yanına geldiğinde de günaydın bile demeden soru sormaya başladı.
"Ne oluyor?"
"Batı Hint sahillerine vardık?"
"Peki ne zaman limana demir atmış oluruz?"
"On beş dakika falan sonra."
Çocuk aldığı cevaplardan pek tatmin olmamıştı.Fakat çenesini kapatmayı tercih edip genç adamın yanında dikilmeye devam etti.Marte çocuğun neşesini yerine getirebilmek için bir öneri ortaya attı.
"Baban izin verirse seninle biraz dolaşırız.Uzun süredir bir hançer almayı planlıyorum.Diğeri paslanmaya başladı."
Çocuğun gözleri bir anda parladı.
"Olur."
Genç adam, çocuğun neşeyle bir ıslık tutturup, sancak tarafına yürümesini izlerken hafifçe gülümsedi.Bu çocuğu gerçekten seviyordu.
Tam on beş dakika sonra gemi limana yanaşmış, bütün hazırlıklar yapılmış ve Marte'yle Nico kaptandan izni koparmışlardı bile.
Marte gemiden inerken yanındaki Nico'yla sohbet ediyordu.Hint mahallelerindeki pazarları görünce ikisinin de hayretten gözleri büyüdü. Her renkten, milletten ve dinden insan vardı.Pazar alanı sanki sonsuza kadar uzayıp gidiyordu.Bir tarafta rengarenk kıyafetler, bir yanda ikisinin de adını bile bilmediği meyveler, diğer yanda çeşit çeşit göz alıcı mücehverler...
İkisi de ne yöne döneceklerine bir türlü karar veremiyorlardı.Sonunda kendini ilk toparlayan Marte oldu. "Peki...Tamam, ilk önce ben biraz mercan taşı almak istiyorum.Oyacağım onca heykel motifi var daha."
Nico hiç ses çıkarmadı.Belli ki hala çevresinden gözlerini alamıyordu.Ancak Marte yürümeye başladığında onu takip edebilecek kadar kendine gelebildi. Genç adam hemen önlerindeki tezgahtaki adamla hızlıca Nico'nun anlayamadığı bir dilde konuşmaya başladı.En sonunda tezgahtaki adam, bir avuç renkli mercan taşını keseye doldurup genç adama uzattı.
O tezgahtan ayrıldıklarında Nico Marte'ye dönüp " Hintçe biliyor musun? " diye sordu.
"Hayır.O sadece Latince'ydi."
"Hımmm..."
"Şimdi bir silah dükkanı bulalım."
"Peki."
İkisi arka arkaya kalabalığın içinde yol alıyorlardı.Marte birden tabelası kırık dökük, kirli camları olan bir dükkana daldı.Nico da tam arkasında biraz şaşırmış olmasına rağmen teklemeden onu takip etti.
Dükkanın duvarları rutubetten soyulmuştu.Loş ışığın altında direk parlayan silahlar ilgi çekiciydi. Dükkanın sahibi olduğu belli olan yaşlıca bir adam oturduğu sandalyeden onları izliyordu.İçeride yüzü görünmeyen başka bir taraftaki müşteri daha vardı.
Nico kılıçlarıyla ilgilenirken Marte hançerlerin olduğu kısma yönelmişti.
"Kaç...Hemen!"
Genç adam duyduğu bu sesle donakalmıştı.Bu..bu imkansızdı.Çevresine bakındı fakat kızı göremedi.Belki de hayal etmişti.Belki de...
Marte adam bakışlarını diğer müşterinin üstüne dikti. Adam bu ısrarlı bakışlardan rahatsız olmuş olmalı ki kısacık bir an başını kaldırdı ve yüzü göründü. Marte şok geçiriyordu. Neredeyse koşmaya yakın bir tempoda adamın yanına ilerledi.
Geçerken de Nico'ya öyle bir çarptı ki çocuk az daha masanın üzerine devriliyordu.
Marte adamın yanına vardığında adam da dönüp ona baktı.
"Bapiste!"
Bu parçalanan eski gemilerindeki topçuydu.Fakat nasıl olmuştu da hayattaydı? Oradaki herkes ölmüştü.Knuckturn asla arkasında tanık ve ya canlı bir yaşam formu bırakmazdı.
Bapiste korkudan gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde "Kaç bu bir tuzak." diye fısıldadı.
Fakat artık çok geçti. Genç adam arkasına bile dönemeden boğazına dayanan bıçağın keskin ucunu hissetti.
"Yerinde olsam kıpırdamazdım. Yoksa hem sen hem de küçük dostun ölürsünüz." dedi saldırgan.
"Çocuğu bırakın.O bir şey bilmiyor."
"Olmaz.Çok konuşma."
Marte ense köküne yediği darbeyle sersemledi.Gözü kararırken tek dileği en azından Nico'nun kaçıp kurtulabilmesiydi.