Bölüm 20:Ozetreth karmaşık mizaçlı bir büyücüydü. Bunun başlıca sebebi kimilerine göre birden çok kişiliği memnuniyet ile taşıması ve her birinin bir ötekinin kendilerine has güçlerinden yararlanmasıydı. Hiçbir meslektaşı Ozetreth ile yollarının çakışmasını istemezdi. Ozetreth’in, geçmişi nereye dayandığı bilinmeyen, eski bir davranışı vardı, büyücülerin belli şeyleri yapmasını sevmez ve bunlara katı yöntemler ile engel olurdu. Byakkoya gezegeninin hiçbir ülkesinde, hiçbir şehirde büyücülere ait bir lonca yoktu, olmadı ve olmayacaktı. Buna rağmen tarih boyunca kudreti ozanların dağlar ve gök ile kıyaslayamadığı kadar büyük nice büyücü, araştırmalarına boğularak oldukça içe kapalı ve basit hayatlar sürdüler. Sözsüz ve yazısız bir kanuna dayalı düzenleri vardı; Ozetreth’e bulaşma.
Ozetreth gücünü diğerlerini ezmek için kullananları tamamen kişisel sebeplerden ötürü rahatsız edici bulurdu. Başkalarına ciddi zararlar vermedikleri ve hatta verseler bile bunu güçlerini kullanmadan yaptıkları sürece hiçbir meslektaşı ile alıp veremediği olmazdı. Ne var ki Ozetreth kimse ona bulaşmak istemese bile bizzat diğerlerine bulaşırdı. Şüphelendiği büyücüleri gizlice takip eder ve gerekirse uyarırdı. Eğer uygun olduğunu düşünürse hasmını en hazırlıksız olduğu anda yakalayarak infaz ettiğine dair söylentiler bile vardı. Ancak bunun gerçek olduğuna tamamen emin olan onlarca büyücüden oluşan bir heyet bile ellerinde somut kanıtlar olmasına rağmen, Ozetreth’in önüne çıktıklarında, hiçbir yaptırım gücüne sahip olmadıklarını onun sevimli ve kendinden emin gülümsemesini gördüklerinde anlayabiliyorlardı.
Ozetreth Byakkoya’nın kemiklerinden bile eskiydi. Hep gençti ve diğer büyücülerin aksine kendisine sonsuz bir öz güven sahibiydi. Asla arkasından bıçaklanacağını düşünerek duvara yaslı oturup uyumazdı. Hiçbir zaman ardını kollayacak bir savaşçı tutmaz ve asla gücünü gerekmedikçe sergilemezdi. Sıradan insanların önünde sıradan bir genç adamdı. Yine de büyücüler gibi gücü kullanmasını bilmeyen insanlar da ondan içgüdüsel olarak çekinirlerdi. Ozetreth davranış olarak olağan tavırlar sergilese de en anlayışsız insanın bile ondan sakınmasına sebep olan bir havaya sahipti. İçki ve tütün tüketmez, yaşının gösterdiği gibi konuşmaz bir iyilik gördüğünde teşekkür etmez ve aynı şekilde beklemezdi. Sanki hiçbir canlının onun gözünde tek bir su damlası kadar bile değeri yoktu.
Ozetreth size öyle bir bakardı ki ruhunuzun en içi alazlanırdı. Arzulasa kalbinizi sadece o bakışları ile söküp, göz kapaklarını yumduğunda da midesine indirecekmiş gibi olurdunuz. Efsaneye göre Byakkoya üzerinde kimse onunla on dakikadan uzun bir konuşma sürdürebilmiş değildidir. Kimileri onun kendisini gizleyen bir radohin olduğunu iddia ediyorsa da doğruluğu su götürür. Kesin olan tek şey, büyücü Ozetreth’in bir insan olmadığı gerçeğidir.
***
Ozetreth sağ eli ile havaya kaldırarak en yakın meşeye yasladığı altın nefes Neshardin’in boynunu zarifçe kırdı. Neshardin’in dehşet ile açılmış gözlerinden sarı, soluk bir buhar kümesi çıkarken Ozetreth adamı yere indirdi ve boşalan eli ile havada asılı kalan buhar kümesini yavaşça kavradı. Eli alev alırken tiz ve yankılanan sessiz bir çığlık tüm ormanı sardı. Sessizdi ama duyulmayacak gibi değildi. “Şimdi, sıra yanardönerli kılıcını savurarak etrafta dolaşan şempanze ile tanışmaya geldi” dedi kendi kendine, yapacağı bir sonraki şeyi düşünürken. Neshardin’in ölü bedenini bırakıp giderken adamı yasladığı ağaç önce hafifçe çıtırdadı ve ardından tam ortasından yarılarak her yere talaş ve kıymıklar saçtı.
Tengu yaklaşık bir gündür Alice ile sessiz bir yürüyüş içindeydi. Kendisi yorulmuyordu ve zor acıkıyordu ama görünüşe bakılırsa Alice bunlara ek olarak gittikçe hızlanıyordu. Adam kadını yavaşlattığını düşünmeye başlamadan edemedi. Ayrıca Hadrhune uzun sessizliği bozacak gibi değildi ve Alice’in de konuşmaya pek niyeti yoktu.
Hadrhune ile aynı bedeni paylaşmaya başladıklarından beri Tengu belki isteyerek belki de istemeden aklında hayali bir mekan yarattı. Öyle ki bu konaklama yerinde Hadrhune ile konuşabiliyordu ve o rahatsız edici geriye bastırılma hissini duyumsamıyordu. Basitçe yıldızlı bir gecede ateş yakılmış basit bir kamp yeriydi. Hadrhune bedeni yönettiğinde yere yatırılmış bir kütüğe oturur beklerdi. Bazı zamanlar Hadrhune da onunla oturmaya gelirdi. Böyle olduğunda sanki bedeni ikisi birden ortak bir irade ile yönetiyorlarmış gibi hissederdi. Alice ile yürürlerken işte bu zamanlardan birini yaşıyordu Tengu.
Hadrhune karşısına oturdu ve gölgelerden oluşan bedenini Tengu’un bedenine biraz olsun benzeterek yeşil parlak gözlerini ona dikti. Direk olarak konuya girdi. Tengu’ya göre bir şeyler Hadrhune’u bir süredir oldukça rahatsız ediyordu. Golem ile olan karşılaşmasından beri aylar geçmişti ve bu süre zarfında kasabadan kasabaya Alice’in peşinde dolanmışlardı. Alice Tengu’ya alışmıştı ama sanki o yokmuş gibi davranıyordu. Daha onun ne aradığını bile bilmiyorlardı.
“Ne yapıyoruz böyle ha? Ona âşık isen bunu söylemelisin, karşılık verir veya vermez – ki bunu düşünmek dahi biraz hayalperestlik gibi geliyor bana- sonuçta bu senin hayatın ve karar vermek bana düşmez ama sinirimi bozuyorsun be adam. Geri kalan ömrünü seni bir orman sincabından daha çok düşünmeyen birisinin peşinde dolaşarak mı geçireceksin?” dedi iğneleme dolu sesiyle. Tengu onun ne demek istediğini biliyordu. Yaptığı aptalcaydı ama uyandığında en sevdiği kişiyi bir kol mesafesinde bulabilmek tek başına onun için yeterliydi. Gümüş saçlı kadının ona karşı aynı hisleri beslemediğine adı gibi emindi ve Tengu’nun ne düşündüğünü dilsiz olmasına rağmen Alice’in de bildiğinden şüphe etmiyordu. Nihayetinde kaç erkek tek kelime etmeden ve ona el uzatmadan bir kadını yüzlerce kilometre takip eder ve büyücüler ile onların golemlerinden kurtarır?
Bu düşüncesini Tengu dile getirmeden de Hadrhune ateş başındaki mekanlarında duyumsayabiliyordu. Tengu yavaşça ama güçlü bir şekilde konuşmadan derdini anlatabilmeyi benimsemişti. Eskiden nasıl ustası onu anlayabiliyorsa artık bu yeteneğe sahip olmayan insanlar ve hatta hayvanlar dahi Tengu’nun ne söylediğini akıllarında duyabiliyorlardı. Bu durum Hadrhune’un günlük yaşamdaki kaçınılmaz gerekliliğini de ortadan kaldırmıştı kaldırmasına ama Alice ile gittikleri kasabalarda başlarda pek hoş karşılanmadılar.
Bunun yanında Tengu ile Alice nereye giderlerse gitsinler oradan ayrılırlarken arkalarında iyi birer izlenim bıraktılar. Ne kadar kötü karşılanırlarsa karşılansınlar ve gittikleri yer ne kadar kalabalık olursa olsun onlar hep hatırlanan kişiler oldular. Bunun Alice’in gerçekten çok güzel olması veya Tengu’nun büyüklüğü ile ilgisi yoktu. İnsanlara yardım ediyorlardı ve hiçbir karşılık beklemiyorlardı. İkilinin gittikleri yerlerde tek istedikleri şey bilgiydi. Kendisine altın nefes diyen bir büyücüyü arıyorlardı.
Normalde Byakkoya da kimse bir büyücüyü aramazdı. Bu bas bayağı delilik olarak kabul edilirdi çünkü bir toprak lordu dışında kimsenin onlara ihtiyacı olmazdı. Büyücüler hayatı geri getiremezlerdi, Gond rahipleri gibi iyileştirme güçleri bile yoktu. Ellerinden ancak ve ancak yıkım gelirdi. Yaratmayı amaçladıklarında bile ortaya çıkan şey her zaman daha çok yıkıma sebep olurdu. Kasaba ve köy insanları Alice ile Tengu’yu her defasında deli olarak görmeyi seçtiler. Ancak birkaç gün konakladıklarında Tengu’nun ertesi sabaha onlarca at nalını onarması ve Alice’in dağlardan onlara buz getirmesi tuhaftır, istisnasız, yüreklerini ısıtırdı. İkili her gittikleri yerde ihtiyaç olunan bir şeyler buluyorlardı. Tengu’nun mizacı yardım edebilecekken yardım etmemeyi kabul edemiyordu ve Alice için ilgilenilmesi gereken birkaç eşkıya veya koyunları tehdit eden aç kurt sürüsünün hakkından gelmek sorun olmuyordu.
Sonuç olarak gittikleri her yerde bedava aş ve çatı bulabiliyorlardı ancak büyücüden eser yoktu. Ara sıra hakkında bilgi sahibi olabilecek insanlara buzdan kılıcı bir genç adamı da sormuyor değillerdi fakat bu soru ya korku ya da anlamazlık dolu bakışlara sebep oldu. Korkanların yüreklerinden geçeni Hadrhune söküp alabiliyordu ama asla elle tutulur bir bilgi olmazdı.
Ortada olan ve sahip oldukları tek bilgi kısa zaman içinde Radohinler arasında tek bir insan yüzünden büyük bir savaşın patlak vermesi ihtimaliydi. Her nasıl olduysa birileri büyük bir tezgah hazırlamıştı. Sönmüş intikam ateşleri geri yakılmış, gönlü daha büyük zenginliklerin hayalleri ile dolu krallar yüreklendirilmiş ve savaş meydanlarının tozu alınmıştı. Tüm parmaklar Ramuthra’yı katleden kılıçlıyı gösteriyordu. “Wilvarin’in kılıcı” demişti Alice bir ara. Hadrhune Tengu’ya bahsi geçen Wilvarin’in kim olduğunu anlattığında Tengu’nun kalbi hüzünle doldu.
Günün sonunda varmak istedikleri noktaya varmışlardı. Savaş için yanıp tutuşan paralı askerlerin ve paranın kokusunu alan fahişelerin cirit attığı birkaç saate kadar alevler içinde kalacak bir kasabaydı. Basitçe kasabanın toprak lordu krala vergi vermeyi reddetmişti. Kral öteki lordlarının ona karşı saygınlığını kazanmak için yaklaşan büyük savaş öncesi bu kafa tutan çıbana bir ders vermek istiyordu. Ne var ki lordun paralı askerlerden toparladığı ordu bile kraliyet birliklerinin üçte biriydi. Çıban büyüktü ve rahatsız edici olmaktan fazlasıydı. Lord ekstra mükafat karşılığı paralı askerlerinin krala katılmasını önermişti ancak kral bunu gururuna yediremedi ve birliklerini bölerek lordun ikamet ettiği kasabaya yürüyüşe geçti.
Paralı askerler para için hayatlarını ortaya koyarlardı ama aptal değillerdi de. Söylenti çabuk yayıldı, lord bir büyücü kiralamıştı. Söylenti öyle büyüdü ki dört yüz kilometre uzaktan Alice ile Tengu bile bunun izini sürme ihtiyacı güttüler. Tengu daha önce gerçek bir savaşın ortasında bulunmuş değildi ancak ortama ayak uydurabilecek biriydi. Alice ise sanki oldukça tecrübeliydi. Zaman kaybetmeden paralı askerlerin başvuru yaptıkları standı bulmasını bildi ve isimlerini yazdırarak ödemelerinin yarısını peşin alabildiler. Tengu ona gerçekten savaşıp savaşmayacaklarını bile sordu ama Alice ciddi bir tavır ile hayırladı. Sadece kalabalığa karışmalılardı. Hangi gruba ait olduklarını gösteren bir kol bandıydı tek ihtiyaçları.
Alice’in söylediğine göre sonraki adım büyücüye ait taze söylentiler bulmaktı. Onun gerçekten varsa nerede konakladığını, potansiyel suikastçılar oldukları düşünülmeden, öğrenmelilerdi. İkili sert cevizlerden bir şeyler sökmeleri gerektiğinde Tengu’nun kaba kuvvetini kullanıyorlardı. Ancak pis ve gözü fır dönen tipler Alice’İn işiydi. Kadın gerektiğinde gerçekten iffetini kullanabiliyordu. Ancak fazla uzayan ellerin buz kestiği de olmadık şey değildi. Kraliyet birlikleri ufukta belirdiğinde hava tekrar kararmaya başlamıştı bile ve onların elleri boştu.
Alice ve Tengu sıkça baş başa kalırlardı. Bu zamanların büyük kısmı koyu bir sessizlik ile boyanır ve öyle kolayca ortadan kalkmazdı. Kasabanın derme çatma tahta surlarının birkaç kilometre ötesinde kralın askerlerinin meşaleleri geceyi renklendirirken ikisi bir duvarın ardında onlara emanet edilmiş oldukça adi silahlarını kuşanmış biçimde omuz omuza bekliyorlardı. Sessizlik yine hüküm sürerken Hadrhune artık buna gerçekten dayanamadığına karar verdi. “Biliyor musun Alice, Tengu’nun büyük annesi onun düşündüğü gibi biri olmayabilir” dedi aniden.
İkisi de bu hızlı çıkışa bir anlam veremediler ve bakıştılar. Eflatun gözlerin içinde yeşil bir parlama belirdi ve Tengu’nun bedeni konuşmaya devam etti, “Alice, sen pek bilmiyorsun ama Tengu hep böyle değildi. Aslında bir insan için bile oldukça zavallıydı. Ona bir insan gibi davranan ve onu eğiten tek bir kişi vardı, babaannesi. Tengu’ya acıdığı için midir dersin? Hmm, hayır hiç sanmıyorum. Bence o Tengu’nun aslında ne olduğunu bildiği için böyle davranıyordu.” Dedi hınzırca.
Tengu’nun sözleri ikilinin sırtlarını verdikleri duvar kenarının sağından yaklaşan ağır bir his ile kesildi. Öyle ağır bir havaydı ki solumak için gerçekten çaba sarf etmek gerekiyordu. Sanki tüm oksijen emilmiş ve yerine su basılmıştı. Yine de nefes alabiliyordunuz ama bu kez de düşünmek zorlaşıyordu. Hadrhune sadece ağzının değil tüm bedenin yönetimini ele alana kadar Tengu yutkunamadı bile. Adam aklındaki ortasında iç ısıtan bir ateş yanan mekanına geri çekilirken Hadrhune’un söylediklerinin ne anlama geldiğini düşünmeden edemedi.
Ozetreth onları burada bulmayı ummuyordu. Aradığı adamın bir büyücü olduğunu düşünüyorsa da elinde yeterince kanıt yoktu ve geçen bir ay boyunca izlediği üzere insanlara sadece yardımcı olmuştu. Tam izlemeyi bırakıp keyif için bir iş kabul ettiğinde savaşın ortasında bu adamı da bulmak ilgi çekiciydi. Aslında toprak lorduna yardım edeceği yoktu. Parayı alıp arkasına bile bakmadan gidecekti, sonuçta sadece orada bulunmak için söz vermişti, savaşmak için değil. Ancak kendisine Tengu diyen bu adamı oldukça kötü hazırlanmış bir mızrak ile görünce merakını bastıramadı. ‘Savaşacak ama büyü kullanmayacak mı? Neden?” Ozetreth onu anlamıyordu. Yanındaki kadını da anlamıyordu ama onun bir radohin olduğunu ta Gond’dan anlayabilirdi. Radohinlerin işlerine bulaşmayı pek sevmezdi ama ikili ile konuşmaya karar verdi.
İlk fark ettiği şey adamın mizacının birden bire tamamen değiştiği oldu. Kadın aynıydı, ikili onun varlığı altında ezilip bükülmeden akıllarına mukayyet olabiliyorlardı. Omuz omuza verip duvar yanında sıra olmuş yüzlerce paralı asker o anda ya delirmek üzere ya da baygındılar. Ozetreth bir yerde gereğinden uzun kalmamasının gerekliliğini can sıkıcı buluyordu. Ancak bu ikisi ile yeterince doyurucu bir diyalog kurabileceğini düşünmeden edemedi.
Hadrhune ayağa kalktı. Karşısındaki bir insan olamazdı, çok güçlüydü. Hiçbir insan bu kadar gücü bir şeyleri feda etmeden zapt edemezdi. Koyu mavi yeleği ve siyah bol pantolonu ile sıradan bir görüntü sunan sıradan bir gençti. Hadrhune konuya direk girmeyi severdi, vurulmadan önce vurmayı da severdi ama en çok umulmadık bir cümle sarf etmekten haz duyardı. Karşılarındaki mavi yelekli adamın gözlerinde bir an için gördüğü kıvılcım ona eğlenceli bir koz vermişti.
“Huzurunuzda bulunmaktan onur duyarım, üzerinizde Zhyn Zhenephret’in mührünü taşıdığınızı görmeden edemedim. Adınızı bağışlayabilir misiniz? Benim adım Tengu’dur, bu da sevgili yol arkadaşım Kuzey’in Buz Nefes Alice’i”. Kesintisiz cümlesi bittiğinde Tengu’nun yüzünde muzaffer bir gülümseme olduğuna emindi Hadrhune. Bunu bastıramıyordu, Tengu’nun bedenine hapsolduğundan beri karşılaştığı en kudretli varlığın beklenmedik bir karşılık görmesi onun için inanılmaz eğlenceliydi. Eğer konuşanın Hadrhune olduğunu öğrenirse mavi yelekli adamın ne yapacağını da ayrıca merak ediyordu çünkü o ana kadar Tengu’ya karşı sadece merakla karışık bir küçümseme duyumsadığına emindi.
Ozethret binlerce yıllık ömründe nadiren bu denli şaşırmıştır. Saniyelerce ne diyeceğini bilemedi. Byakkoya da nefes alan herhangi birinin Zhyn’in tam adını korkusuzca zikredebileceğine inanamıyordu. Bu bir yana ondan başka birilerinin efendisi Zhyn’in adını bilmesi bile tam bir fiyaskoydu.
Ozetreth tek bir varlığa hizmet ederdi. Ne sesini, ne cismini ne varlığını duyumsadığı ama orada olduğundan gücü sayesinde emin olduğu Zyhn Zhenephret. Sadece kendisine sakladığı Grimore’sinde onun imzası vardır. Geleneksel büyünün aksine büyücünün direk olarak iç enerjisini değil önce çevresindeki enerjiyi kontrol ederek içine çekmesini ve ardından kullanmasını öğütlerdi. Sonuçta hiç tükenmeyen bir yaşam enerjisi ile hayatına sonsuz gibi gelen bu süre boyunca devam etmiş olan Ozetreth birilerinin daha usta Zhyn’den haberdar olmasını şaşkınlıkla karşıladı. Kendi gücüne olan sonsuz güveni alelade bir insanın bir çırpıda söylediği şeyler altında zorlanarak sınanıyordu. Tez vakit Tengu’nun kimliği ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye sahip olmalıydı.
Ancak Hadrhune harika bir zamanlama duygusuna sahipti ve bir sonraki dakikada ilk mancınık güllesinin tam olarak nereye isabet edeceğini kestirebilirdi. Yanı başlarındaki ev ilk gülle ile yerle bir olurken yüce Ozetreth aklına gelen sayısız suali yuttu ve kendisine olan anlık şüphesinden doğan öfkesini aslında amaçlamamış olsa da kraliyet birliklerine doğru yönlendirmeye karar verdi. Tengu bekleyebilirdi. Birlikler üzerilerine gelen mavi alev toplarına anlam veremeden bakarlarken ölüm başlarına gelecek en basit şeydi.
[*]Aslında bu bölümde özellikle anlatmak istediğim bir mevzu vardı ama 21'e erteledim. Lotro yüzünden gecikiyor bölümler ama koyubeyaz dışında son bölüme kadar okumuş olan da henüz yok sanırım.[/*]