İsim konusu benim de vaktinde bir hayli takıldığım bir olaydı. Sonradan basit bir şekilde aştım. Şu şekilde açıklayabilirim sanırım:
Eğer yazdığım öykü bizim dünyamızda geçiyorsa, öykünün gidişatına göre karakterlerimi Türk seçiyorum. Sonuçta gelenek, görenek, kültürlerini en yakından izleyebildiğim millet; yine kendi milletimiz değil midir? Bir Arap'ın günlük yaşantısını anlatmak mı, bir Türk'ün günlük yaşantısını anlatmak mı daha kolay gelir? Elbette öykünün gidişatına göre, eğer bir yabancı karakteri hikâyeye dahil etmem gerekiyorsa ona da kendi milletinden bir isim veriyorum ve karakteri elimden geldiğince o milletin davranışlarına uygun bir sistemle şekillendiriyorum.
Eğer fantastik kurgu yazıyorsam... Yani tamamen hayali bir dünyada, tamamen hayali bir olaylar zincirini başlatacaksam... O zaman da kendim isimler bulmaya çalışıyorum. Mesela "Kış Çarkı" adlı öykümde bunu epey keyifli bir şekilde yaptığımı düşünüyorum. Bazı karakterlerin isimleri şöyleydi: Denizyelesi, Batak, Camay, Aruzöpücüğü... Görüldüğü üzere hepsi aşina olduğumuz kelimeler, harmanlayıncaysa ortaya böyle -bence- göze hoş gelen isimler çıkıyor. Bu da kullandığım diğer yöntemlerden birisiydi.
Sonuç olarak, konunun belki de var olma sebebine gelirsek; "Hamdi elindeki silahı, yaratığın beynine doğrulttuktan sonra 'Seni vurmak kurtuluş mu?' diye sordu." demekten hiç çekinmiyorum. Bu dünyada, Türk karakterler bir yaratığın ağzına silah dayayamayacak diye bir kural yok çok şükür.

Naçizane görüşlerim bu şekilde...
