Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar -

Sayfa: [1] 2 3
1
Dünyada "Edebiyat Teröristi" olarak yeni bir akım başlatacağım ve Martin, Rotfuss gibi serileri bir türlü bitiremeyen/bitirmeyen yazarları kaçırıp kalan kitaplarını gerekirse zor kullanarak yazdıracağım.

2
Televizyon / O Ses Türkiye - Gökhan Özoğuz
« : 07 Kasım 2013, 10:33:44 »
       O Ses Türkiye'yi bir kaç hafta öncesine kadar hiç izlememiştim. Evime gelen bir misafirim istediği için açıp seyrettiğimde ise Gökhan Özoğuz'un inanılmaz eğlenceli kişiliğini tanıma fırsatım oldu. Artık sadece Gökhan için izliyorum programı ve mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Gökhan Özoğuz saatlerce oturulup muhabbet edilecek, insanları; amacı güldürmek olmamasına rağmen güldürüp eğlendiren %100 doğal eğlenceli biri. İnternetten programın videolarını izleyin ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
       Ayrıca O Ses Türkiye'nin web sitesinden Hasan Doğru adlı yarışmacının 23 dakikalık videosunu mutlaka izleyin. Böyle bir yetenek ve kişiliğin ülkemizde olması gurur veriyor insana...
       

3
Çizgi / Ynt: "Morgoth'un Eli" ve "Feanor"
« : 24 Eylül 2013, 11:48:58 »
Sorun zaman ayırmakta değil, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan. 15dk oturayım desem bitirirene kadar kalkamıyorum ve bazen 1-2 saati buluyor. Ama tavsiyen için teşekkürler. Yeni çizimlerim olursa paylaşacağım.

4
Çizgi / "Morgoth'un Eli" ve "Feanor"
« : 19 Eylül 2013, 23:57:10 »
Çizmeyi ve paylaşmayı seviyorum. Ne yazık ki çizimlerimi saklamadım bu zamana kadar.(Bir kaç tanesi hariç) Çizdikten sonra her zaman beğenen arkadaşlarıma hediye ederdim. Ne yazık ki uzun zaman önce çizim yapmayı bıraktım. Çünkü insan büyüdükçe zamanı kalmıyor. Çizerken ise tam tersine zaman akıp geçiyor. Bilgisayarımda bulduğum 2 eski çizimi beğenilerinize sunuyorum.

İki çizimde Silmarillion'u okuduğum zaman ortaya çıkmıştı.  "Morgoth'un eli" ve "Feanor"






5
Sinema / Ynt: The Machinist- Makinist
« : 19 Eylül 2013, 09:59:46 »
Bende geçen hafta televizyonda görüp izledim ilk defa. Daha önce film kiralarken bir kaç kez gözüm çarpmıştı ama almamıştım. Film korku filmleri bölümündeydi. İzledikten sonra korku filmi değil gerilim olduğunu gördüm. C. Bale in o kadar zayıfladığına gerçekten çok şaşırıyor insan. Tam kitap okumaya giderken filme denk gelince sonuna kadar izlemeden bırakamadım. Merak ettirdi. Ama bi daha izler miyim ? Hayır :)

6
Kurgu İskelesi / Ynt: Son Nokta
« : 13 Eylül 2013, 14:33:22 »
Sallanan sandalyede oturmuş, odadaki antika saatin tik-taklarıyla eş zamanlı olacak şekilde bir ileri bir geri yavaş yavaş, düşünceli bir şekilde sallanıyordu. Elinde tuttuğu nesneye dikkatle bakıyor, ahşabın çıkardığı kulak tırmalayıcı gıcırtıları duymuyordu bile. Ne kadar zamandır o odada oturduğundan emin değildi. Derin bir nefes aldı, ardından elindeki küçük tüpteki zehiri bir dikişte içti. Zehir damağında herhangi bir tad bırakmasa da, artık geri dönüş olmadığını bilmek midesinde yanma hissetmesine neden oldu. Şimdi hissettiği heyecan ve korkuyla sallanan sandalyenin ritmleri gitgide hızlanıyor, antika saatin tik-tak ları büyük bir gürültüyle beyninde yankılanıyordu.

Gözleri vitrine takıldı. Vitrin plaketlerle, teşekkür ve onur belgeleriyle doluydu. Cinayet masasından Komiser Oğuz Gültekin. Plaketlere baktıkça anılar birer birer hafızasında canlanıp soluyordu. "Hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçmek" böyle bir şey mi? diye düşündü. Evlenmediği için mutluydu. Ölümünden sonra geride onun için ağlayacak eşi ve çocukları olmamasından biraz teselli oldu. Olsaydı intihar o kadar kolay bir karar olmazdı. Kolay bir karar olmasının nedeni yaklaşık 3 ay kadar önce kanser olduğunu öğrenmesiydi. Doktor her ne kadar "hala bir şansımız olabilir" konuşması yapmış ve iyi niyetli olasılıklarla sonsuz bir hayat vaad eder gibi konuşmuş olsa da gerçekleri ondan saklayamazdı. Hayatını cinayet soruşturmalarıyla geçirmiş, sayısız ağızdan sayısız yalanlar duymuş ve yalanları insanların gözlerinden okumayı bilen birine "umut var" demek yararsızdı.

Hayatı sırları çözmekle geçmişti. Şimdi çözülecek son bir sır kalmıştı. Yine bir cinayet diye düşündü. Ama sır cinayetin sırrı değil, ölümün sırrıydı. İnsanoğlunun varoluşundan bu yana çözülemeyen en büyük sırlardan biri. Bu düşüncenin uyandırdığı merak ona ihtiyacı olan cesareti veriyordu. Her gün insanların nasıl ve neden öldüğünü araştırırdı. Şimdi ise ölümün nasıl olduğunu tecrübe edecekti. Ve bunun için yalnızca bir tek şansı vardı. Ve sonra... İşte en büyük soru işareti buradaydı : "Sonra". "Sonra" var mıydı? "Sonra" ne olacaktı. Ama bunu sonra öğrenecekti. Şimdi ölmeliydi. Ölmek nedir öğrenmeliydi. Ölmeden, ölümden sonrasını bilemezdi.
Birden sallanan sandalyenin gıcırtısıyla kulakları yırtılacak gibi oldu. Terlediğini farketti. Sandalyenin sallanışları yavaşlamaya, vücudu bitkin düşmeye başladı. Kaslarını güçlükle harekettirebiliyor, hatta bazılarını hissetmiyordu bile. Aniden soğukkanlılığını parçalara ayıran bir panik şokuyla titremeye başladı. "Ne yaptım ben??? Ne yaptım? diye düşündü ama bu sözcükleri söylemesi komutunu veren beyni o anda konuşamadığını farketti. Gözleri yuvalarında dönmeye başladığında artık karanlıktaydı. Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Her nefes daha zor hale geliyor ve git gide kulaklarında canını yakan bir çınlama sesi büyüyordu. Hissettiği acı nefes almasını engelliyor, nefes alamamaksa daha çok acı veriyordu. Sonunda kulaklarındaki çınlama tarifsiz bir acıyla patladı. Bu patlamanın üzerinden ne kadar geçmişti, ne olmuştu, neredeydi bilmiyordu. Hiç bir şey bilmiyordu. Artık acı hissetmiyordu. Hiç bir şey hissetmiyordu. Duymaya, görmeye çalışıyordu ama onları da yapamıyordu. Sadece düşünebildiğini farketti. Sakinleşmeye çalıştı. Acıdan kurtulunca amacını, merakını hatırlayarak durumu gözden geçirdi. "Düşün..Düşün.." Ve artık düşünmekten başka birşey yapamadığını anladı. Varlığının düşünmekten ibaret olduğunu kabullendiğinde artık sadece birtek şey düşünebiliyordu: "Ölüm". Düşünceler de gitmişti. Ölüm düşünememekti.

NoT: Hikayedeki isim o anda aklıma gelmiş olup kimseyle bir ilgisi yoktur.

7
Yüzüklerin Efendisi / Ynt: Yüzüklerin Efendisi
« : 10 Eylül 2013, 10:24:17 »
Fantastik edebiyatın başyapıtı, Stephen King'e Kara Kule yi R.A. Salvatore'ye Unutulmuş Diyarları ve daha birçok yazara esin kaynağı olan müthiş eser.  
Çoğu kimsenin ilk okuduğu fantastik seri. Öyle ki öyküden aldığınız tad damağınızda kalıyor. Bitince boşlukta hissediyorsunuz. Hani forum sayfalarında serilerle ilgili istenen tavsiyelerde : "Okumalı mıyım?, Sürükleyici mi?" diye sorulan soruların altındaki  "Yüzüklerin Efendisi gibi mi?" anlamını kazandırmıştır bence. Yani ağzımız "Okumalı mıyım?" desede, kalbimiz "Yüzüklerin Efendisi gibi mi?" diye soruyor aslında. O yüzden soru sorulmadan okunması gereken bir eser.
Sitedeki C. Tolkien röportajında; üzerinde tarih yazılı olmayan, tasnif edilmemiş, sıralanmamış kutularca not ve yazı olduğunu söylemiş. Düşünsenize orta dünyanın bilmediğimiz daha nice hikayeleri o kutuların içinde. Biz okurların sahip olduğu ise o notlardan başka kitaplar çıkar mı? diye beslediğimiz umutlar.  

8
Buz ve Ateşin Şarkısı / Ynt: 5.Kitap: Ejderhaların Dansı
« : 28 Ağustos 2013, 23:04:13 »
Ön okuma için teşekkürler. 5. kitaptan merakla beklediğim kısımları içermiyor ama olsun. Jon Snow'u öyle bir yerde bıraktı ki çatlatacak bu adam bizi :). Bende kendimi diğer tüm kitapları çıkmış serilere vurayım bari. Şöyle bir sonraki kitabı bekleme derdi olmadan yeni serilere başlamanın tadını çıkarayım.

9
Buz ve Ateşin Şarkısı / Ynt: 5.Kitap: Ejderhaların Dansı
« : 28 Ağustos 2013, 17:33:13 »
Ben fantastik öğelerin zorlama konulmuş olduğuna yada fantastik öğelerin azınlıkta olduğuna katılmıyorum. Aslında çoğu fantastik romanda rastlanmayan, Buz ve Ateşin Şarkısı Serisine özgü fantastik varlıklar olması; hatta Martin'in mitolojik yaratıkların dışında kendi hayal gücüne özgü varlıklarla bizleri tanıştırması romana gerekli fantastik zenginliği katıyor.
Yüzüklerin Efendisinden sonra birçok eserde elfleri, cüceleri, ejderhaları farklı kimliklerle tanıdık. Hatta yaradılışlarından karakteristik özelliklerine kadar öyle kanıksadık ki akraba olduk. Buz ve Ateşin Şarkısı'nda akyürüyenler, soğuk el, ormanın çocukları, her diyarın kendine özgü tanrıları gibi yeni yüzlerle tanıştık.
Bence Fantastik Edebiyat'ın temelinde fantastik, mitolojik yada hayalürünü varlıklardan ziyade "insan" vardır. Ama ne yazıkki insan sınırlıdır. İnsanı değiştirmek mümkün değildir. İnsan 1000 yıl önce de, 1000 yıl sonrada, fantastik öykülerde de üzülür, sevinir, nefret eder, güç arzusuyla kötülük yapar, tutkuları ve korktuğu tanrıları vardır. Kısacası yaşayışı, kullandığı teknoloji, yaşadığı ortam, silahları, kanunları vb. değişebilir ama duyguları değişmez. İnsanı insan yapan düşündükleri değil hissettikleridir aslında. Çünkü eylemlerini ve düşüncelerini etkileyen hatta oluşturan da hissettikleridir. İnsandan hislerini çıkarabilirsiniz belki. İyiliği yada kötülüğü alabilirsiniz öykülerinizde; ama yeni bir his koyamazsınız. İlgimizi çeken sonsuza kadar yaşamanın, ejderhanın sırtında uçmanın, kimsede olmayan güçlere sahip olmanın, savaş atının sırtında savaşa girmenin nasıl bir his olduğudur aslında.  Mesele elfler gibi düşünmek, ejderhaların sırtında uçmak, büyü yapmak, kılıç ve okla savaşmak, uzayın bilinmeyen köşelerine yolculuk yapmak  değil; bu gibi öğelerin ve her şeyin mümkün olduğu gizemli fantastik dünyalarda "İnsan" olmaktır. Bu nedenle Buz ve Ateşin Şarkısı "fantastik edebiyat" dünyasına büyük bir kapı açıyor benim için. Her satırı yeni bir keşif, her satır yeni bir keyif oluyor.  
Düşüncelerimi olumsuz eleştiri olarak algılamayın lütfen. Ben kitaptan aldığım tadı paylaşmak istedim sadece. Bazen kendimi kitabın aksiyonuna kaptırıp "Akyürüyenlerin sırrı açıklansın artık yada savaş başlasında hangi şovalye daha iyi görelim" dediğim oluyor. 5. kitap bittiğinde yine sizi merakınızla ve sabrınızla başbaşa bırakacak. Ama bu kitapta en azından ormanın çocuklarının gizemi büyük ölçüde çözülüyor.



10
Kubbe'nin Altında'yı karıştırıyorum.

Sai King'den okuduğum en ağır roman olacak herhâlde. Karakterleri daha iyi tanıyabilmemiz ve bu uzun yolculuk içerisinde onların nelerle uğraştıklarını anlayabilmemiz için hazırlanan karakter listesi çok iyi olmuş. Bunun yanı sıra okuyabildiğim yere kadar yaşanan olayların başka başka karakterlerin açısından önümüze getirilmesi bu romanın anlatım tarzını da genişletiyor.

Post apokaliptik kurguya çok ihtiyaç duyduğum şu dönemlerde ilaç gibi geliyor. Elbette terimin bildiğimiz anlamının az dışında seyrediyor.

Karakterlerin birbirlerini yemelerini bekliyorum. Fiilen değil tabii.

Kitap çıktığında gidip almıştım.Kalın bir kitap olmasına rağmen çok çabuk bitmişti. King, Kaotik düzen yaratıp bu düzendekileri insanlıktan çıkarmayı iyi biliyor. Kitabı okurken artık sizde karakterler gibi sırrı çözülemeyen kubbeye alışıyorsunuz, merakınız kubbenin sırrına değil insanların ne yaptığına doğru kayıyor: bir sonraki bölümde neler olacak, o karakter ne yapacak vs... gibi. King'in tarzı bu bence, sizi sağlam detaylarla ana konudan uzaklaştırıp, romanın sonunda ana konuyu balyoz gibi indiriyor birden kafanıza.

11
Üye olduğum kitapçıdan bugün mesaj geldi. 09/07/13 itibariyle kitaplar Eskişehirde diyebiliriz. (D&R 'a daha önce gelmiş olabilir...)

12
5 Temmuz tarihi ön sipariş tarihi olarak geçiyordu. Sanırım bir süre daha bekleyeceğiz.

13
Korku & Gerilim Eserleri / Ynt: Göz // Stephen King
« : 08 Temmuz 2013, 09:09:31 »
Yakın zamanda okumuştum. Bence Stephen King'in kitapları ne kadar kalın olursa o kadar iyi oluyor. Göz iyi bir roman ama ustanın en iyilerinden değil. Bende King'in ilk romanı olduğu için merak edip okumuştum.

Bir de işin çok garip bir tarafı var tabii. Kitap isminin çevirisi. Carrie bir özel isim ve onu Göz diye çevirmek oldukça saçma.
Kitabın çevirisi resmen fiyasko. "Göz" hakikaten ne alaka anlamak mümkün değil. "Thinner" adlı romanı da "Falcı" diye çevrilmişti. Sanırım kitap adı çevirilerini aynı kişi yapıyor :)

Ayrıca kitapla ilgili aklımda kalan King'e özgü detaylardan biri de Carrie'nin aşırı dinci babasının hergün işe giderken yanına incil ve tabanca almasıydı. İncil okumak için, tabanca ise deccal ile karşılaşırsa diye. Gerçekten Amerikada böyle insanlar var mı diye merak etmiştim...

14
Televizyon / Ynt: Under The Dome
« : 05 Temmuz 2013, 09:52:29 »
Diziyi henüz izlemedim ama kitabı sürükleyiciydi. Aslında neden film  olarak değilde dizi olarak yaptıklarını anlayamadım. Zira olaylar hep aynı kasabada ve çok geniş olmayan bir zaman bölümü içinde olup bitiyor. Yani kaç sezon çekilebilir ki ?
Spoiler vermeyeceğim ama sürprizlere ve acımasız, insanın kanını donduran sahnelere hazır olun derim (Tabi yönetmenin başarısına bağlı). Birde dizinin sonuna kadar sırrı çözülemeyen "Kubbe" meraktan çatlamanıza neden olacak.

İlk 2 bölüm fena değildi, izlenebilir bir dizi.
Konusu da gayet ilgi çekici ama benim dizi de tuhafıma giden şey kubbe oluştuktan sonra herkesin aşırı derecede "rahat" davranmaları, bu olmamış.
Onun dışında hızlı başladı bakalım dizi, takipteyiz. 8)
Bölümler ilerledikçe Kubbenin altındakiler kadar izleyici de rahatsız olacak emin ol  :blink

Son olarak; kitabı okumaya niyetliyseniz mutlaka diziyi izlemeden önce okuyun.  

15
Buz ve Ateşin Şarkısı / Ynt: En sevdiğiniz hanedanlık?
« : 26 Haziran 2013, 17:21:47 »
1- Targaryen -  Kesinlikle Westerosun en güçlü hanedanlığı, tarihten silinmiş gibi gözükse de Daenerys geliyor...

2- Stark - Mücadeleyi savaş meydanında kazanan, masabaşı oyunlarıyla kaybeden en onurlu hanedan.

3- Martell - Doran Martell aklı, sabrı ve politik yetenekleriyle hafife alınmaması gereken bir isim bence.


Ayrıca Tyrion Lannister hayranlığının nasıl Lannister sempatisi doğurduğunu anlayamıyorum. Çünkü Tyrion "Lannister" ismini bir lanet olarak görüyor neredeyse.
Dikkat Spoiler!
Spoiler: Göster
Babasını öldürerek Lannister ismini reddetti zaten


Lannister Hanedanında Tyrion'dan başka sevilecek biri yok. Dolayısıyla Tyrion'u sevmek farklı, Lannister ismini sevmek farklı. Bu benim düşüncem tabi herkesin nedenleri vardır mutlaka.

Sayfa: [1] 2 3