Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Canina

Sayfa: [1] 2 3 ... 77
1
Düşler Limanı / Kırmızı Kapının Ardında
« : 20 Aralık 2016, 08:38:05 »
Başını çevirip yatağındaki kadına baktı. Bilgisayar ekranından yayılan soluk mavi ışık ince pikenin altından çıkmış biçimli bir bacağı aydınlatıyordu. Yarattığı bütün klavye tıkırtılarına ve bilgisayarından gelen fan sesine rağmen uykusuna devam ediyordu kadın. Başını iki yana doğru sallayarak paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Ona kırmızı bir kapıyı hatırlatan anlık dejavu hissini içinden atmaya başladı. Siyaha boyanmak istenen kırmızı bir kapı. Stones şarkısındaki gibi. Hayatında hiç bir renk olmayan ve olmasını da istemediği bir dönemde benzer bir şey yaşamıştı. Eski odasında ufak kuleler oluşturan mizah dergileri yatağın altında kutulanmış duruyordu. Odanın işgalini kitaplar devralmıştı şimdilerde. O zamandan bu zamana yaşadıklarını düşündü. Ne kadar değişmişti? Veya ne kadar değiştiğini zannediyordu?

Bu düşünce onu rahatsız etti. Zira etrafındaki herkes hayatında bir ilerleme kat ediyordu fakat o hep yerinde sayıyormuş gibi hissediyordu. Yanlış anlamayın bulunduğu yerde pek bir sıkıntı yoktu ama oyunlarda olduğu gibi bir kaç seviye atlamış olsa fena olmazdı hani. Değişmek. Bir şeyin artık eskisi gibi olmaması. Can sıkıcı bir şey özünde. Alışkanlıklarından kolay vazgeçen biri değildi. Bu çoğu o zaman ona pahalıya patlamıştı ve özünde inatçı bir insan olmasından kaynaklanıyordu. Özellikle de yalnızlık alışkanlığını bırakmamak için vazgeçtiği ilişkiler ve karşı tarafa alıştığı için bırakamadığı ilişkiler.

Romantik ilişkilerde hep mutsuz olmuştu. Başlarda her şey güzel gider bilirsiniz. Yeni birini tanımak, onun hayatına girmek her zaman ilgi çekicidir. Ama eninde sonunda tanıyacak, öğrenecek şeyler tükenir ve o kişinin yalın hali ile baş başa kalırsınız. Anlatabileceği her şeyi anlatmış olan biriyle vakit geçirmek zordur. Zira aynı zamanda o kişiye katlanabilmeyi ve birlikte vakit geçirebilmeyi gerektirir. Eğer pek ortak noktanız yoksa bu inanılmaz derecede zor olabilir. Onun çoğu ilişkisinde de böyle olmuştu. Bir süre sonra yapacak, anlatacak, dinleyecek bir şey kalmamıştı ve geriye sadece kavga etmek, surat asmak ve eninde sonunda ayrılmak kalmıştı. Tıpkı başarısız olan her ilişki gibi. Eskitmediği ilişkilerinde ise parteri değişmişti. Ve alışkanlıklarına bu kadar önem veren biri değişen biri ile de yapamazdı… Öyle değil mi?

Küçük şeylerden zevk alan biri değildi pek ama sessizliği her zaman sevmişti. Karşısındaki ile sessiz kalabilmeli insan. Bir şey söylemeden, bir şey yapmadan, hatta belki bakışmadan bir süre rahatsız hissetmeden oturabilmeli. Karşındaki kişinin sadece yanında olma hali bile diğer seçeneklerden çok daha iyi olmalı. Yoksa nedir ki karşındaki? Bir  tür oyalanma hali mi? Yoksa kendini haklı kılmanın kılıf uydurulmuş hallerinden biri mi? İkiliden birinin motivasyonu hakkında da düşünmek gerekir. Günün sonunda yatağa girmek için gün boyu uyum sağlayan insanların, yazının tam ortasında tarzını değiştiren bir yazardan ne farkı var? Düşünün ikisinin de bir derdi var. Anlatacak, yapacak, edecek. Yolunu hazırlıyor.

Tüm bunları düşününce aklına tekrar kadın geldi. Başını ellerinin arasına aldı. Peki biz? Biz hiç bir şeyiz. Ne bir şeydik, ne de bir şey olacağız. Neden peki? Nedeni yok, sadece yarım saatlik bir egzersiz. Bedenlerin kullanıldığı, para yerine zevk takaslanan bir alışveriş. Sadece o kadar mı? Sadece o kadar seni moron.

Pencereye baktı. Yakında sabah olacaktı. Kadın giyinip gidecekti ve o aşılmaz yalnızlığına hala sahip olacaktı. Neydi şimdi bu, gerçekten bir takas mı? Sanırım öyleydi çünkü kendini dolandırılmış hissediyordu. Sanki bir şey kaybetmişti. Sanki yenilmişti. Erkekler hep zafer kazandıklarını hisseder zannederdi.Olmadığı biri gibi davrandığı için suçlu, bitkin ve tuhaf hissediyordu.

Bir kaç gün şehir dışına çıkmalıydı belki de. Kaçacak mısın? Kaçmak değil bu. Sadece geri çekilmek. Bir kaç adım geri gidip daha geniş bir açıdan bakmak. Ya ararsa? Aramaz. Şimdiye kadar hiç aramadılar. Ya bu farklıysa? Bekaretini kaybetmiş köylü kızı gibi davranmayı kes. Acımı gördü, beni gördü. Dün gece hayatının en iyi gecesiyse bile aramayacak. Ya ararsa? Ya ararsa…

Başını iki yana salladı. Ayağa kalkıp diğer odaya geçti ve çabucak üzerindekileri değiştirdi. Bilgisayarı kapattı. Yatağın yanındaki sehpanın üzerine “Çıkmam gerekti, dolapta kahvaltılık var.” yazan bir not bıraktı. Ceketi bir çırpıda üzerine geçirip çıktı evden. Sabahın ilk ışıkları sokakları aydınlatmaya başlamıştı. Mavi bir İstanbul. Denizden sokaklarına kadar. Mutlu bir düşünceydi. Denizi düşününce adımlarını sahile doğru çevirdi. İşe giden insanlar çoktan kalkmış takım elbiseleri ve çantaları ile otobüs duraklarına dizilmişlerdi. Bu… bu başka bir zamanın konusu.

Duraklar önünden geçerken simit aldı. Sahilde kimsecikler yoktu. İstanbulun silüetini izledi simidini yerken. İnşaatlar, inşaatlar. Diken diken bir kültür başkenti. Kendi de böyle hissediyordu bazen. İstanbul gibi. Uzaktan bakınca bir beton yığını. Yakına gelip, sokaklarında yürüdüğünde bir cennet. Ama o kadar çok trafik var ki bir türlü yakınına giremiyorsun.

2
Gezginler Kamarası / Ynt: Deli İtiraf Ediyor
« : 31 Mart 2015, 00:46:01 »
Son on dakikadır klavyesindeki tuşu dövüyordu ama tepkisiz ekran en sonunda pes etmesine neden oldu. Oflayarak başını kaldırıp modemde yanıp sönen kırmızı Işığa baktı. "Siktir." dedi. Sandalyesinden kalkarak mutfağa gitti. Buzdolabının kapısını açarak bir süre serinliğin tadını çıkartarak durdu öylece. En sonunda cam soda şişesini alıp mutfak tezgahınına vurarak açtı. Balkona geçip sigarasını yaktı ve karın sessizce yeryüzüne düşmesini izlemeye başladı.

On altı senedir bu evde yaşıyordu. İğrenç bir muhitti ve komşularından nefret ediyordu. Her gün eve gelmek için kullandığı yolda oluşan trafikten tiksiniyor, markete gittiğinde konuşmak zorunda kaldığı insanları görmezden geliyordu. Arkadaşları ile asla burada buluşmuyor semtteki hiç bir restoran ve kafeye uğramıyordu. Kelimenin tam anlamıyla yaşadığı yerden nefret ediyordu.

Ama balkonunun önünde titreyerek yanan bir sokak lambası vardı ve bu kış gecesinde düşen karlar o Işığın altında çok huzur verici, hatta romantik görünüyordu. Mutluluğu küçük şeylerde bulabilen biriydi ve evet o titreyerek yanan sokak lambasının aydınlattığı iki bina arasındaki otoparka düşen kar taneleri onu mutlu ediyordu. Yılda bir kaç günlüğüne de olsa yaşadığı bu semt ona cehennem gibi gelmiyor aksine rahatlatıyordu.

O anda evrende sadece o ve titreyerek yanan bir sokak lambası varmış gibiydi. Ne eve gelip her şeyini götürmeye çalışan haciz memurları, ne o onu terk eden eski karısı, ne arabasını çizen küçük veletler ne de akşamları çöp toplamaya gelen dünyanın en suratsız kapıcısı. Sadece o ve titreyerek yanan sokak lambası.

"İnsanın kendini bütün dünyadan soyutlaması ne kadar kolay" diye düşündü. Sadece iki sene yetmişti. İnsanlarla olan bütün ilişkilerini koparmış, işi haricinde kimseyle muhattap olmaz hale gelmişti. Mal varlığının hepsini kaybetmişti. Sigarasını balkondan aşağı attı ve içeri geçti. Sadece toz ve ayakizleriyle dolu eşyasız salonuna bakarak yarım ağızla gülerek yatak odasına gitti. Evin kullandığı tek oda. Isınmak için kollarını vücuduna sürterek yatağına sırt üstü uzandı ve düşünmeye devam etti. "36 saattir hiç bir insan evladıyla konuşmadım. Bu gece uyurken ölürsem en az bir hafta kimse yokluğumu fark etmez. O zaman bile işten bir kaç kişi beni arar, ulaşamaz, en sonunda sabredemeyip kovulduğumu ve bir daha ofise gelmeme gerek kalmadığına dair bir mail atarlardı. Ve cesedim kokup, ev böcekleninceye kadar kimse yokluğumu fark etmez. Haftalar belki aylar."

Dünya üzerinde bu kadar az etkisi olduğunu fark ettiğinde adam garip bir şekilde huzurlu hissetti. Neredeyse yok denebilecek kadar az sorumluluğu vardı ve yakın zamanda yenisi eklenmeyecekti. Kendi zamanını kendi istediği gibi değerlendiriyor, kendinden başkasının kaprisleri ve acılarıyla uğraşmıyordu. Yalnızlığının içinde çürüyüp gidiyordu ama en azından yaşadığı bütün acıları kendi kendine yaşatıyordu. Kimseyi suçlamasına gerek yoktu. Kimseye darılmasına gerek yoktu. Kimse ona acımıyordu. Kimse ona yardım etmiyordu. Ve işin aslı adamın bununla hiç bir sorunu yoktu. Tek başına olması ona yetiyor gibiydi.

Başını çevirerek modeme baktı. Kırmızı yanıp sönen Işığın, sabit bir yeşile döndüğünü görünce gülümseyerek bir anda doğruldu ve masasının başına geçti. Ve her gece olduğu gibi o ekranın karşısında, o koltukta, o mavimsi Işıkta, tek başına çürümeye devam etti.

3
Gezginler Kamarası / Ynt: Delinin günlüğü
« : 11 Aralık 2013, 13:59:14 »
Her şey çoğu zaman olduğu gibi bir sigarayla başladı. Tanrı masasının başına oturdu ve sigarasını yaktı. Tanrı önce kağıdı yarattı. Önce kağıdı yarattı ki diğer yaratımları kağıdı kullanarak bir şeyler üretsinler. Tanrı sanatı yarattı. Kendi yarattığı sonsuz boşluk içinde sıkıntıdan yıldızları öldüren Tanrı, sanat yapsın diye insanı yarattı. Ve sanat, Tanrı'nın koyduğu fizik kurallarını bozdu. Bir şeyi sadece Tanrı'nın yoktan var edebileceği veya yok edebileceği kuralı, sanat ile bozuldu. Daha önce hiç bir yerde ve mekanda bulunmayan resmi tuvale işleyen ressam Tanrı oldu. İnsan yarattı. Tanrı izledi. İnsan önce Tanrıyı yarattı, ihtiyacı kalmayınca yok etti.

4
Şişedeki Mısralar / Satır Arası
« : 31 Temmuz 2013, 01:38:26 »
1

Hayatın bittiği yerde
Aşk başladı
Ve aşkın bittiği yerde
İlk şişe açıldı
Şişenin bittiği yerde
Kafalar masaya düştü
Kafalar onları uyandıranlara aşık oldu
Aşklarının bittiği yerde
Şişeler açıldı…

5
Oyunlar / Ynt: Minecraft
« : 25 Temmuz 2013, 05:35:35 »
Yeni güncelleme ile oyuna AT geldi.

6
Güncel / Ynt: Bayram
« : 04 Temmuz 2013, 01:20:20 »
4 Temmuz'unuz Mübarek Olsun.

7
Tartışma Platformu / Ynt: Nüfus Konusu
« : 11 Haziran 2013, 13:13:03 »
Nasıl bir krallık hayal ediyorsan o kadar nüfus ekleyebilirsin bence. Eğer Çin gibi kalabalık ve köklü bir krallıksa milyarla ifade edebilirsin. Soğuk ve sakin İzlanda krallığından söz edeceksen yüzbinler yeter. Krallık senin hayalgücü senin. (her salataya limon olmuyorum değil mi?)

Milyar işi biraz zor aslında. Zira eskiden Dünya bu kadar kalabalık değildi. Bir insanın iki çocuğu oluyor o iki çocuğunda iki çocuğu oluyor şeklinde zaman ile doğru orantılı olarak nüfus artıyor. Bunun yanı sıra tıp çok daha ilerlemiş olduğu için ölü doğum sayısı az oluyor ve doğanların sayısı eskisi kadar olmuyor.

En basitinden eskiden insanlar gripten ölürlermiş şimdi ise senede 2-3 kere olup umursamıyoruz bile. O yüzden nüfusun daha düşük sayılarda olması en mantıklısı bana göre.

8
Düşler Limanı / Duyulmak İstenmeyenler
« : 05 Mayıs 2013, 01:37:23 »
“Okudun mu?” dedi kadın heyecanla. Adam önündeki kızarmış patateslerden iki tanesini ağzına atıp başını yukarı aşağı salladı. “Otursana.” Dedi karşısındaki boş sandalyeyi göstererek. Kadın sandalyeye oturdu. Tam konuşmak için ağzını açmıştıki adam önce davrandı. “En sevdiğin türk şair kim?” diye sordu gelişigüzel bir tavırla. Kadın “Nazım Hikmet.” Diye cevapladı. Adam hafifçe tebessüm etti.  “Kaç tane şiirini okudun?”  dedi hamburgerinden bir ısırık daha alarak. Kadın hafifçe düşünürek “Yani… hepsini okumadım tabiki ama 15-20 tane okumuşumdur, okuduklarım epey hoşuma gitmişti. Pek şiir sevmem biliyorsun, neden sordun ki?” dedi. Adam omuz silkerek “Merak ettim bir ilgisi yok.” Dedi ve yemeğini yemeğe devam etti. Kadın beklemekten sıkılmış olacak ki sordu “Ee nasıl buldun?”

“Berbat.” Dedi yemeği ile göz temasını sürdürürken. Kadın kaşlarını çattı. “O kadar mı? Neden berbat söylesene geriye dönüş yap, bir dahakine aynı hataları yapmam.” Dedi. Adam başını iki yana salladı. “Bir dahaki sefer olmasa senin için daha az hayalkırıklığı olur. Anlatayım. Birincisi okur için yazmıyorsun. Kendin için yazıyorsun. Bu normalde iyi bir şey ama senin durumunda okuyucu hiç bir şey anlamıyor. Sürekli birilerine bir şeyler anlatmaya çalışıyorsun yazılarında. Kadın gibi yazıyorsun. Bunu seksist bir hakaret olarak algılama. Erkek gibi yazmak da kötü bir şey. İkisinin ortası, siktir, her şeyin ortası olmalısın yazarken. Saf objektifizm her zaman yazarın işine yarar. Kadın gibi yazıyorsun demek istediğim şu; Sürekli eski sevgililerine, sevmediğin insanlara göndermeler yapıyorsun. Ama bunu bariz bir şekilde sıradan okuyucunun bilmesini istemiyorsun dolasıyla yazının içine saklamaya çalışıyorsun. Bu da yazıyı senin dışında okuyan insanlar için anlaşılamaz kılıyor.”

“Amacım sana zarar vermek falan değil. Yazını kötüleyerek elime bir şey geçmiyor sonuçta. Sadece bariz gerçekleri söylüyorum bunlar fikirlerim bile değil, gerçekler. İkincisi olaylar çok çabuk gelişiyor. Bu benim de zaman zaman yaptığım bir şey. Bunu engellemek için yalın durumlar kullanırım ben mesela. Sade odalar, basit kıyafetler. Ne bileyim zaten kısa hikayeler yazıyorum böylesi daha doğru geliyor. Okuyucunun, iki sayfalık öyküde yaşayan bir karakterin ayakkabısını nereden aldığını bilmesine gerek yok. Senin durumunda ise karakterler karmaşık durumlara giriyor. Fakat betimlemeler yok. Atmosfer yaratmaya çalışıyorsun belli ama bu çabaların karakterin ruh halini vasat bir iki cümleyle anlatmaktan öteye geçmiyor. Bazen ise gereksiz veya ayrıntılar veriyorsun. Son yolladığın şeyde mesela. Ana karakter neden yolda yürürken gördüğü banka bakıp gülümsüyor? Açıklamana gerek Burçin’le sabahladığınız bank o değil mi? Köşedeki bakkalı anlatışından anladım sizin mahalle olduğunu. Bunu ben fark ettim ama ayrıntılara takılmayan veya seni tanımayan herhangi başka biri o gülümsemeden hiç bir şey anlamayacaktır. Kendin için yazmak derken bunu kastediyordum. Yazdıkların kısa hikaye falan değil. Günlük bildiğin. Yazar değilsin. İyi bir okuyucu da değilsin. Annenin kitaplığında gördüğün ilginç kapaklı kitaplarla veya üniverte arkadaşlarına uyum sağlamak için yarım yamalak okuduğun felsefe kitaplarıyla bir yere varamazsın. Her şeyi okuyacaksın. Yolda kağıt bulsan alıp okuyacaksın. O kağıtta yazan solarium bozması kerhane sana bir hikaye fikri verecek ve okuduğun diğer adam gibi kitaplardan alışıp kendince harmanladığın bir üslup ile hikayeyi yazacaksın. Öykü böyle oluşur. Kimse arkadaşınla kahvecide otururken yaptığın dedikoduları okumak istemiyor.”

Adam peçeteyle ağzını silip yemek artıklarını ve az önce ağzından dökülen kelimelerin bıraktığı duyguyu sildi. Gazozundan bir yudum alarak ağzının tadını yerine getirdi ve arkasına yaslanıp kadın baktı. Kadın “Bu söylediklerin çok kırıcı ve saygısızca.” Dedi sinirli bir şekilde. “Fikrimi istedin söyledim. Keşke biri yazdıklarım hakkında bana böyle şeyler söyleseydi. Ama sen dahil, pek çok kişi bana “Çok güzel olmuş” diyip susuyor. Bunu ben de sana yaptım aslında. Berbat dedim. Çok güzel olmuşun karşıtıydı berbat. Sen daha fazlasını istedin, daha fazlasını aldın. Söylediğim şeyler hakaret değildi. İyi yazamaman veya düzgün kitaplar okumaman seni ezik veya kötü biri yapmaz. Kitap okumamak seni eksik biri yapar o ayrı konu. O eksikliğini ya doldurmaya çalışırsın yada kabullenir göz ardı edersin hayat böyle. Kimse mükemmel değil. Ben de yemek yapamam mesela. Sen baya iyisin o konuda, geçen gün yaptığın o mantarlı şeyi çok beğenmiştim. Sonra ben resim çizemem, senin bana gösterdiğin kara kalem çalışmalar güzeldi epey. Demek istediğim söylediklerim hakaret değildi. Saçların siyah demem gibi bir şey anlıyor musun? Senin hakaret olarak algılama nedenin aklında bir “Herkesin saçı sarışın olmalı” fikri olması. Metafor tabi bu.” Dedi adam. Buna karşılık kadın üst dudağını tiksinti ile kaldırarak “Biliyor musun? Boktan herifin tekisin. Umarım bir çukura düşüp ölürsün.” Diyerek hızlıca kalkıp gitti.

9
Düşler Limanı / Haklı Adam
« : 27 Nisan 2013, 04:09:21 »
Bangır bangır çalan müziğin ve yanıp sönen ışıkların arasında tek başına durmuş sigara içiyordu. Mavi, yeşil ve kırmızı ışıkların bir saniyeliğine aydınlatıp söndükleri yerlerde havada asılı olan sigara dumanını seçebiliyordu insan. Bu havasız, bodrum katından bozma gece kulübünde alkol ateş pahası olsa da insanların boğazından su gibi akıyordu. Erkekler garson, kızlar orospu gibi giyinmişti. Kulaklarını kanatacak kadar yüksek sesli müzik çalan bu ortamda tek iletişim şekli dans ederken birbirine sürtünmek olunca buna şaşırmak pek zor olmuyordu insan için. Ve işte o, neden orada olduğunu merak edip gecenin kim bilir kaçıncı sigarasını yakarken birinin koluna dokunduğunu hissetti. Soluna döndü ve Joker’i kıskandıracak derecede makyajı akmış bir kız figure gördü.

Dağılmış makyajlı yüze vuran bir kaç saniyelik ışıkta kızı tanıdığını fark etti. Sadece tanımakla kalmıyordu düpedüz arkadaşıydı. Üç sene kadar önce tanıştığı Selin’in dediklerini anlayabilmek için başını kızın omzuna uzattı. Malboro Mentol içmekten sesi çatlamış, bütün gününü konken oynayarak geçiren bir kadının homurdanmasına benzeyen seslerden başka bir şey duymayınca kulağını göstererek elini iki yana salladı. Kız telefonunu çıkartıp ekrana bir kaç kez dokunduktan sonra adamın suratına tuttu. Telefonun mesaj uygulamasını açmış ve tek bir cümle yazmıştı. “Dışarı gel.” Zeki kız. Adam başını evet anlamında salladıktan sonra içkisinden son bir yudum alarak dışarıya çıktı.

Ses yalıtımı her zaman adamı büyülemişti. Daha merdivenleri çıkarken kulüpten gelen pop müzik kesilivermişti. Kapının dışında Selin’in çoktan sigarasını yaktığını ve ayağını sert bir ritimle yere vurduğunu gördü. İyi bir işaret değil. “Burada olduğumu nereden bildin?” dedi ceketini çıkartırken. Kız ona doğru döndü ve “Ahmet’i aradım. Seni buraya bıraktığını söyledi. Böyle yerlerin senin tarzın olmadığını sanıyordum. Kız kaldırmaya falan mı çalışıyorsun?” Dedi. Adam ceketini kızın omuzlarına bırakarak kaldırımın kenarına oturdu. Sağ tarafındaki boşluğa eliyle vurarak Selin’e oturmasını işaret etti. “Buradan geçerken içeri bedava girip giremeyeceğimi merak ettim. Sarhoştum. Epey zorluk çıkardılar ama en sonunda onlara sünger gibi bütün içkileri içeceğimi söyledim. Gözleri dolar işaretine dönüştü ve beni içeri aldılar. O zamandan beri içeride sigara içip etrafı izliyorum. Dilim damağım kurudu aptal yerde bira bile on beş lira. Senin böyle sürpriz yapma adetin yoktur neden geldin? Yüzünün halini sormak bile istemiyorum.” Dedi kız yanına otururken.

Selin önce alt dudağını ısırdı. Tereddüt eder gibiydi. Bir kaç saniye sonra çözülerek iki elini havaya kaldırdı ve konuştu. “Haklıydın.” Dedi. Adam yüzünü buruşturarak, “Son zamanlarda sevmediğim bir özelliğim. Bu gece de farklı olmayacak gibi. Hangi konuda haklıydım?” Kız bir an ağlayacak gibi oldu ama sonra burnunu çekti ve toparlandı. “Hepsi senin suçun. Çok ibnesin bunu biliyorsun değil mi? Senin yüzünden hepsi!” diyerek adamın omzuna bir yumruk salladı. Adam gülerek omzunu ovuştururken “Haklı olabilirim ama medyum değilim anlatmazsan ne olduğunu bilemem değil mi?” dedi. Kız “Yılışıklık yapma.” Dedi. Avuçlarını gözlerine bastırdı ve konuşmaya başladı. “Senin söylediklerini düşünüyordum bugün. Onu aradım. Akşam buluşalım dedim. Toplantım var gelemem yarın bir şeyler yaparız dedi. Halbuki bir kaç gün önce bugün için bir planı olmadığını aksine yarın toplantısı olduğunu söylemişti. İşkillendim. İşten çıkmasına yakın ofisine gittim. Pardesü falan giydim salak bir dedektif gibi. Gülmesene be! Neyse… Takip ettim. Önce o orospuyu evinden aldı. Bizim orada o lunaparkın oradaki restorana gittiler. Aylardır oraya gitmek istediğimi söylüyordum ona. Piç herif. Sonra bir eve gittiler herhalde kızın evi. Sonra göt herif lastiği unutmuş olacakki evden çıktı bakkala girdi. Siyah bir poşetle çıktı içeriden. İçinde küçük bir kutu olduğu belli oluyordu. Ondan sonra arabada ağlamaya başladım. Bir yerden sonra o boktan herif için değmeyeceğine karar verip seni aradım açmadın. Ben de Ahmet’i arayıp buraya geldim.”

Ufak bir sessizlik oldu. Adam bir kaç saniye sonra, “Evet tamamen benim suçummuş. Ama şanslıyımki bunları söylemek için yanıma geldin. Sana kendimi affettirebilirim. Yapacağımız şeyi anlatayım. Şimdi senin o güzel alman malı arabana binip evine gideceğiz. Önce yüzünü gözünü güzelce temizleyeceğiz. Sonra sana üç numara bol gelen bir pijama giyeceksin. Ben o sırada gidip yüzlük rakı alacağım. Bakma bana öyle geldiğimde ağlarsan eline bir dondurma kutusu verip bütün şişeyi ben içerim. Ev dediğin o minimalist kutuda ne varsa onu meze yapacağız ve kusana kadar içeceğiz. Eğer şişe bitene kadar kusmazsak ikinciyi açacağız. Senin kustukların o adama karşı olan duyguların olacak. Benimkilerse… Eh ben büyük ihtimalle safra ve alkol kusacağım. Sonra sen anlatmaktan ve kusmaktan yorgun düşünce seni o yere yakın japon yatağına taşıyacağım. Üstünü örtüp, salona gidip geri kalan ne varsa içeceğim. Son kısım evinde adam gibi bir kanape olmadığı için sana ceza.  Hadi kalk bakalım!.” Dedi kızın koluna girip ayağa kalkarken.

“Bunun pek iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum. İçip içip sana yapışmak istemiyorum. O noktadan sonra geri dönüşü olmuyor biliyorsun.” Dedi Selin. Adam gülerek, “Umutlarını yıkmak istemem ama suratının haline bak, seninle yatmam için alkolden çok fazlası gerek. Hem aşk olsun ben öyle bir insan mıyım?” dedi. Ve yürümeye başladılar. Selin çoktan topuklu ayakkabılarını çıkarmış yalın ayak serin ve pislik dolu kaldırım taşlarına basıyordu. “Araba şurada.” Dedi Selin bir ara sokağı göstererek. Yavaş adımlarla gri BMW’ye doğru yürüdüler. Yaklaştıklarında Selin çantadan anahtarı çıkartıp “Sen kullan.” Dedi. Adam gülümseyerek “Memnuniyetle.” Dedi ve anahtar yerine geçen, üzerinde bir kaç tuş bulunan kumandayı aldı.

Uzaktan arabanın kapılarını açtı. Sinyal ışıkları yanıp söndü, kapı kollarını aydınlatan ışıklar yandı. Üstün Alman teknolojisinin yanına gelmişlerdi ki adam tam kafasının arkasında metalik bir tıkırtı duydu. “Sakın kıpırdamayın yoksa anam avradım olsun beyninizi dağıtırım.” Dedi Fikret silahı adamın ensesine dayarken. “Arabanın anahtarını, cüzdanı telefonu melefonu ne varsa çıkarın adamı hasta etmeyin sıkarım bir tane ense köküne.” Dedi. Adam  “Sakin ol. Yanlış bir şey yapma. Bir şey denemeyeceğiz ne istiyorsan vereceğiz. Sadece sakin ol. Aptalca bir şey yaparsan hapislerde çürürsün sakin ol.” Dedi cüzdanını çıkartırken. Fikret hafif bir gülme sesi çıkardı ve “Hapsane dediğin yer beleş yemek, sıcak ev demek amına koyim ne çürümesinden bahsediyorsun sen?” dedi adamın ve Selin’in elinden ganimetlerini toplarken. Hepsini belinde asılı olan çantasına tıktı ve “Arkanızı dönünde bir bakayım size.” Dedi. Ve arkalarını döndüler. Adamın ilk hissettiği şey karnında bir sıcaklık oldu. Sonra acı geldi. Sonra yere düştü. Sonra yere biraz kan tükürdü. Sonra başını kaldırdı. Sonra adamın Selin’in kafasına silah dayadığını gördü. Sonra adamın Selin’in elbisesinin eteğini yukarı kaldırdığını gördü.

Kulakları uğulduyordu ama Selin’in çığlık atmak isteyip adamın eliyle ağzını kapadığını görmek için kulaklarına ihtiyacı yoktu. Ve adam orada kanamaya devam etti. Bilincini kaybedene, Fikret ikinci kere boşalana kadar.

10
Düşler Limanı / Kahveci, Kitap ve Hanımefendi.
« : 20 Nisan 2013, 04:23:39 »
Yüzünde hafif bir gülümsemeyle kitabın kapağını kapatıp masaya koydu. Oturduğu sandalyede gerinerek masada duran kitaba baktı. Sandalyenin arkasına geçirdiği ceketinin cebindeki sigara paketinden  bir sigara çıkarıp dudaklarının arasına koydu. “Şimdi ne yapacaksın?”  diyen bir kadın sesi duydu yan tarafındaki masada. Yakılmamış sigarası dudaklarının arasında başını çevirdi ve yirmili yaşlarına yeni  girmiş büyük ihtimalle onun gibi üniversite öğrencisi olan genç bir hanım gördü. En başta sorunun kendine yöneltilmediğini düşünse de kızın ona baktığını görünce parmağıyla kendini işaret edip “Ben mi?” dercesine kaşlarını kaldırdı. Kız başını yukarı aşağı sallayarak onayladı. “Evet sen. Son iki saattir başını bir kere bile kitaptan kaldırmadın.” Dedi. Gözleri adamın dudaklarının arasında hala yakılmamış sigaraya takılmış olacak ki ekledi; “Sigara bile içmedin. Pür dikkat kitap okuyordun. Kitabın bittiğine göre şimdi ne yapacaksın eve mi gideceksin?” diye tekrarladı sorusunu.

Adam sigarasını yakıp bir nefes çekti ve havaya üfledi.  Gerçekten saatlerdir sigara içmemişti. Ciğerlerine bir kez daha zehiri doldurup havaya üfledikten sonra, yanındaki boş sandalyede duran çantasına elini attı ve başka bir kitap çıkardı. “Sanırım okumaya devam edeceğim.” Dedi elindeki kitabı göstererek. Kız kaşlarını kaldırıp başını çevirdi. Bir saniye sonra masasında açık duran dizüstü bilgisayarını kaldırıp adamın masasına yürüdü ve “Oturabilir miyim?” dedi. Başıyla evet işareti yaparak karşılık veren adama bakarken, kız adamın karşısındaki sandalyeye yerleşmişti bile.

“Bakalım doğru anlamış mıyım? Buraya gelip saatlerce kitap okuyorsun. Belli ki gerçekten saatlerce kitap okumayı planlıyordun çünkü kitabının bitmesi ihtimaline karşılık yanında başka bir kitap daha taşıyorsun. Sigara kullanıyorsun. Bu yüzden dış kısıma oturuyorsun. Ama kitap okumaya o kadar dalıyorsun ki sigara içmeyi unutuyorsun. Neden burada okuyorsun? Dur tahmin edeyim evde annen var ve evde sigara içemiyorsun o yüzden sigara içmek için böyle yerlere kaçıyorsun. Pek arkadaşın olmadığı için de çareyi saatlerce kitap okumakta buluyorsun? Doğru mu?” dedi bilmiş tavırlarla.

Adam ciğerlerindeki dumanı boşaltırken kafasını iki yana salladı. “Nedir bu? Psikanaliz yapmaya mı çalışıyorsun?” dedi Psikanaliz’i doğru anlamda kullanıp kullanmadığını düşünerek. “Soruların cevabı hayır. Evimde beni sigara içmemeye zorlayan bir annem yok. Arayıp bir şey yapabileceğim arkadaşlarım da var. Ama arkadaşlarımla birlikteyken onları görmezden gelip kitap okumak biraz kaba bir davranış olurdu öyle değil mi? Ve sigara içmeyi unutmuş değilim, sadece kitap okurken sigara içmiyorum. Kokusu kitaplara siniyor.” Dedi.

Kız dudaklarını bükerek, “Nedir o zaman? Neden burada okuyorsun müzikleri falan mı beğeniyorsun?” dedi. Adam kaşlarını çatarak boşluğa baktı. Çatılan kaşları bu sefer yukarı kalktı. Kız gülerek “Burada müzik çaldığını şu an fark ettin öyle değil mi?” dedi gülerek. Adam kızın gülümsemesine karşılık vererek başıyla onayladı. “Müzik yüzünden değil. Sadece bugün hava güzeldi ve bilgisayar karşısında vakit öldürmek istemedim. Çok sık yaptığım bir şey değil.” Dedi. Kız yüzünde bir sırıtma ile “Ve sır perdesi sonunda aralanıyor.” Dedi. Adam “Peki ya sen? Neden bu kahveciye gelip saatlerce kitap okuyan bir adamı izliyorsun? Benimle konuşmak için kitabımın bitmesini beklediğine göre anlayışlı denilebilecek insanlardan olmalısın.” Dedi. Kız küçük bir kahkaha atarak “Buraya sık sık gelirim. İnsanları izlemeyi seviyorum özellikle ilginç olanları. Uzun zamandır bu derece kitaba dalan birini görmemiştim. Kitap okumayı sevdiğin aşikar.” Dedi.

Adam boğazını temizlerken sigarasını masada duran küllükte söndürdü. “Sevdiğim şey kitap okumak değil. Sevdiğim şey hikayeler. Kimi insan pul toplar, kimi para, kimisi kelebek koleksiyonu yapar. Bense hikaye topluyorum. Film, müzik, kitap, televizyon şovları, japon animasyonları. Bir şey anlatan, bir hikayesi olan her şey. Sanat benim için din gibidir. Özellikle müzik. Müzikle ilgili her şey…” çalan telefonla bölündü adamın sözü. Kız telefonunun ekranına bakarak. “Üzgünüm bunu açmam gerek. Alo? Hı geldin mi? Neredesin? Tamam gördüm geliyorum şimdi yanına.” Dedi yol kenarına yanaşmış beyaz bir sedana bakarken. “Kusura bakma gitmem gerek konuştuğumuza sevindim.” Diyerek dizüstü bilgisayarını kapatıp hızlı adımlarla arabaya doğru yürümeye başladı.

Adam hayatına beş dakikalığına girip daha lafını bitirmeden çıkan kızın arkasından bakakalmıştı. Saatine baktı, sekize geliyordu.  Üçten beri burada oturuyordu. Demek ki kız saat altı civarında buraya gelmişti. Belki yarın da gelirdi. Masada duran iki kitabını çantasına koyup ceketini giydi. Çantasını alıp gitmek üzereyken aklına gelen fikir ile kahvecinin içine girdi ve ortalığı temizleyen adama sordu. “Abi az önce oturduğum masayı görüyor musun?” Adam evet anlamına gelen bir homurtu çıkardı. “Az önce orada bir hanımla oturuyordum. O kız kim biliyor musun buraya geliyor mu sürekli?” diye sordu. Adam kaşlarını çattı ve konuştu “Ne diyon oğlum sen? Saatlerdir bir fincan kahveyle tek başına oturuyon orada azdın mı naptın ne karısı ne kızı?”

11
Çizgi & Anime / Ynt: One Piece
« : 27 Ocak 2013, 15:15:45 »
One Piece biterse çocuğumu keserim.

12
Duyurular / Ynt: Kayıp Rıhtım 5. Yıl Buluşması
« : 10 Aralık 2012, 23:18:59 »
Birazcık yeniyim ama Canina ile geliyorum.

Birazcık... [*]facepalm[/*]

13
Düşler Limanı / Ynt: Rastgele Düşünceler
« : 28 Kasım 2012, 17:00:08 »
Sen, hiç kendi içinde kayboldun mu?

Hiçbir şey yapmazsın böyle. Sabah kalkarsın birkaç adım atar bir koltuğa oturursun. Bu arabanın koltuğu, otobüs koltuğu,  işte veya evde bilgisayarın/televizyonun karşısında ki bir koltuk olabilir. Bütün gün tuvalet ve yemek gibi şeyler haricinde o koltuktan kalkmazsın, ha belki başka koltuklara oturabilirsin ama bu o kadar da önemli bir ayrıntı değil. O koltuktan kalkmazsın kaybolursun zamanla. Hayatının ne kadar anlamsızca akıp gittiğinin farkında olsan bile hiçbir şey yapmazsın çünkü çoktan koltuk seni esir almış ve hareket etmeyecek kadar tembelleştirmiştir. Eskiden sevdiğin şeyleri bile yapmaz olursun, çünkü çok fazla efor sarf etmeni gerektirirler. Sadece koltukta oturur kanlı gözlerle bir ekrana bakarsın.

Ve şaşırtıcı bir şekilde, insanın kendi içinde bu denli kaybolması kolay bir şey değildir. Çoğu kişi bu duruma geldiklerini sanırlar çünkü işleri gereği birkaç saat bilgisayar ekranına bakarlar, eve geldiklerinde de en sevdikleri diziyi yine bilgisayar veya televizyon ekranında izlerler. Ama gerçekten kaybolmak özveri ve bağlılık ister. Umursamazlık ister. Öyle bir umursamazlık ki, o koltukta oturduğunuz her saniye yavaş yavaş öldüğünüz gerçeği sizi rahatsız etmemeli. Bunu nasıl insanlar yapabilir ki?

14
Gezginler Kamarası / Ynt: Deli İtiraf Ediyor
« : 07 Kasım 2012, 20:02:04 »
Dar antreyi aydınlatan lambanın düğmesine basıp, anahtarını kapının yanındaki sehpaya bıraktı. "Ben geldim." diye mırıldandı ve omzuna asılı çantayı yavaşça omzundan sıyırıp yere bıraktı. Sol ayağının topuğu ile sağ ayakkabısını çıkartıp aynı işlemi diğer ayağı için de yaptıktan sonra üstündekileri çıkarta çıkarta yatak odasına doğru ilerledi. Tuvalete girdikten ve duş aldıktan sonra, üstüne beş senelik yırtık pırtık bir tişört ve bol bir şort giyip mutfaktaki buzdolabını açtı. Raflara şöyle bir göz gezdirdikten sonra kapağın en altındaki raflardan bir bira şişesinin kapağını çevirerek açtı. Kapağı tezgahın üstüne gelişi güzel fırlatarak mikrodalga fırının üstünde duran üç cips paketinden baharatlı olanı alıp salondaki kanepeye oturdu.

Kaç senedir kendi kapısını kendi açıyordu? En son ne zaman biri ona hoş geldin diyerek yemek kokuları ile karşılamıştı? Belki lisedeyken annesi. Onun dışında? Kimse. Birasından bolca bir yudum alıp ağzına bir cips atıverdi. Evin içi sıcaktı. Şişesini ve cips paketini kaptığı gibi evin balkonunda buldu kendini. En ufak harekette gıcırdayan şezlonga büyük gürültüler eşliğinde oturarak ayaklarını balkonun demirlerine uzattı.

Gecenin sessizliğinde tembelce salınan ağaçları ve onların yapraklarını dinledi. Sokağın karşısında titreşen sokak lambasına baktı. Cebindeki bir paketten sigara çıkartarak dudaklarının arasına yerleştirdi ve yakarken düşündü; "En son ne zaman biri beni sevdiğini söyledi?". Hayatında bir yada iki kadın olmuştu. Gerçekten sevmişti onları, tam anlamıyla bağlanmıştı. Ama sonra belki onun yüzünden belki de kadınların yüzünden bitmişti. Büyük ihtimalle onun yüzündendi. Büyük ihtimalle sadece onun yanında olmak bile kadınları üzüyordu. Ama yine de sevmişti. Ama yine de bitmişti. Şimdi tek başına, evinin balkonunda şortuyla oturup sigara içiyor ve sokağın karşısındaki lambanın titreşmesini izliyordu. Oysa ne kadar az şey istiyordu şu hayatta. Birini istiyordu sadece. Değer verecek, sevecek ve karşılık görecek birini istiyordu. Yanına gelip, elini tuttuktan sonra,  "Her şey yoluna girecek, benimle gel." diyecek birini istiyordu. Ama bunun yerine tek başına, evinin balkonunda şortuyla oturup sigara içiyor ve sokağın karşısındaki lambanın titreşmesini izliyordu.

15
Arkadaşlar, Denna hangi çiçeği seviyordu? Teşekkürler.

Kitaba bakmaya üşendiğim için internette kısa bir araştırma yaptım. Cevap "Selas" fakat kitapta bu çevrilmiş/türkçeleştirilmiş olabilir.

Düzeltme: Özür dileyerek ekliyorum ki Selas ana karakterimiz Kvothe'nin en sevdiği çiçekmiş. Mesajı silemediğim için ekleyeyim dedim.

Sayfa: [1] 2 3 ... 77