Kayıp Rıhtım hiçbir şeyi beğenmeme timinin elebaşı olarak bu dizinin beni hayal kırıklığına uğrattığını söylemek istiyorum.
Giriş müziğini duyduğumda heyecanlanmıştım, umutlanmıştım. "Sonunda güzel bir şey yapacaklar galiba" demiş, yerimde duramamıştım.
Ama sonrasında büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.
Zamanında herkül, zeyna gibi diziler vardı ya; bu da onlarla aynı kafada bir yapım olmuş.
Tamam, tarihsel gerçekleri birebir yansıtsın demiyorum, ama Da Vinci karakteri çok baştan savma ve yapmacık. "Deri ceket giyen, kirli sakallı ve hafif serseri bir mucit işte ehe ehe" diye düşünmüş sanırım yapımcılar.
Hayır, o dönemde o tip deri ceketin olmamasına hiç mi hiç takılmıyorum. Sorunum son on yıldır yapılan tüm benzeri çalışmalarda ana karakterlerin yukarıda söylediğim şekilde "cool" bir imaja büründürülmeye çalışılması. (Sonradan gelen ekleme: Aslında deri ceketine içten içe gıcık oluyorum galiba. Adam onbeş-onaltıncı yüzyılda Mad Max gibi geziyor)
Da Vinci'nin kişiliği de çok yüzeysel. Adam hiç üretim sancısı çekmiyor, ciddi iç çatışmalar yaşamıyor (ki bu karakterin gerçek kimliği ile ilgili araştırma yaparsanız böyle bir dizinin senaryosu için inanılmaz fırsatlar sunacak psikolojik buhranları olduğunu görürsünüz).
"Öyle deme ama ryuk, bir kere babası onu hiç sevmiyor ve annesini de çok özlüyor tamam mı" gibi yaklaşımlarla gelmeyin lütfen. Ya da gelin neyse. Ama bunların dışında en ufak bir buhran ve derinlik var mı dizideki karakterde?
Adam çok
cool, çalımına herkes hasta, çok iyi kılıç kullanıyor, çok süper aletler icadediyor ve çok da güzel resimler yapıp tüm sanatseverlerin kalbini çalıveriyor. Bir yandan da annesini çok özlemesi ve babasından hiç sevgi görmemesi de onu
acıların çocuğu yapıp sempatikleştiriyor.
Hmm. Daha önce hiçbir yazarın, senaristin aklına gelmemişti bu zaten.
Üçüncü Bölüm
KARŞILAŞTIRMA
Örnek olması için iki fantastik yazarı karşılaştıracağım şimdi: Robert E. Howard ve Salvatore.
Burada Salvatore'un karakteri olan Drizzt Do'urden'i görmekteyiz. Kendisi nasıl da kasım kasım kasılıyor değil mi?
Burada da Howard'ın karakteri Conan. Kendisini örneğimde kullanmamın nedeni, önerime uyup filmini izleyidseniz ve üzerine biraz araştırma yaptıysanız artık size tanıdık gelecek bir karakter olması, aynı zamanda çok göze batan ve vurgu yapmak istediğim özellikleri açıkça taşıması:
İki karakter arasındaki temel fark şudur: Biri özellikle karizmatik ve etkileyici olması için binbir şekilde makyajlanıp şişirilmiştir, diğeri ise doğal ve "olduğu" gibi, yazarın içinden geldiği gibi anlatılmıştır.
Robert E. Howard, yarattığı Barbar Conan karakteriyle, kendi yarattığı dünyayı gezdirir size. Eserlerinde esas oğlan Conan olsa da asıl anlattığı Conan değil, olayın geçtiği çağ, dünyadır. Conan karakterini bir arazi aracına benzetebiliriz (lada niva gibi mesela) araziyi gezmek için onu kullanırsınız fakat asıl odaklandığınız, gezdiğiniz yerdir; onun coğrafyası, kültürü, efsaneleridir.
Diğer yandan Salvatore ve onun karakteri Drizzt’i ele alalım. Burada durum tam tersidir. Drizzt, hep merkezdedir burada ve hikayelerde olaylar, mekanlar pek de önemli değildir. Ciltler dolusu kitapta anlatılan, Drizzt’in kendi kişiliği, savaşçılığıdır. Bütün seri, Drizzt’in ne kadar felsefi, ne kadar cengaver, ne kadar süper bi kişi olduğunu anlatır size ve bunda kabak tadı vardır.
Saygı duyduğum biri şunu söylemişti : “Drizzt’in hikayelerinde çok sık kullanılan bir benzetme vardır : ‘girdap gibi dönen palalar’. Drizzt’in palaları girdap gibi döndüğü ve önüne geleni kesip attığı için artık hikayelerde ilginçlik kalmamıştır. Drizzt her macerasında palalarını girdap gbi döndürecek; ork kesecek, drow kesecek, lich kesecek, kesecek de kesecektir. Bir Loth’u kesmediği kaldı.”
Seçtiği hedef kitlenin istediğini veriyor onlara Salvatore. Kendileri bir fantastik dünyaya düşseler olmak isteyecekleri kişiyi anlatıyor: iyi kılıç kullanan(savaşlarda hep yener), karizmatik(kızlar hasta olur). Yani imrenecekleri bir “süperkarakter” yaratıyor. (Twilight’a ne kadar çok benziyor değil mi)
Şu linkteki yazıyı lütfen okuyun
Bir süper karakter yaratmak kolaydır. Onu sayısız savaşa sokun, canlı çıksın. Karizmatik sözler sözlesin ve taşıdığı erdemleri olsun, eli yüzü de düzgün olmalı tabi. Biraz da sevimlilik katmak için karakterinize iç çatışmalar ekleyin. Bu kurallara uyarsanız siz de Salvatore’un Kara elf serisi gibi ne bileyim bir “kapkara elf serisi” yazabilirsiniz. Fakat buna ihtiyacımız olmadığını anlamışsınızdır.
Sizlerden rica ettiğim bir şey var dostlarım. Yarattığınız karakterlerde mutlaka en azından bir kusur bulunsun. Ama lütfen bu kusur artık Drizzt'inki gibi "çok iyi kalpli olmak" olmasın.
Fantastik kurgunun ölümden kurtulmak için saçmalıklara ve şişirilmiş karakterlere değil, özgünlüğe ihtiyacı var.
Strahd von Zarovich'in sözlediği gibi:
Kan! Bir çeşmeden akar gibi.
Yaşam. Eğer almaya cüret edersem.
Kendi yaşamım hızla sona ermekte olduğu için asıl almamaya cüret edemezdim.
İçtim! Doyasıya.
Ve yaşadım... Bir kez daha.
Strahd Von Zarovich’in nasıl kana ihtiyacı olduysa, fantastik kurgunun bir kez daha yaşayabilmesi için; eskiden olduğu gibi, bir ruha ihtiyacı var.
Bu bölümün sonunda bir anime öneriyorum size : Gedo Senki
Çok daha güzel olabilirdi Da Vinci's Demons, yazık ettiler. Tabi "peki sen olsan ne yapardın ryuk?" diyebilirsiniz. Mükemmel bir örnek önereceğim size :
İstanbul Kanatlarımın AltındaEvet. Bu filmde yetenekli ve yaratıcı bir adamın tüm yaratım sancılarının, duygusal buhranlarının, kişisel zaaflarının, zevzekliklerinin, bunun yanında zekasının ve başarısının ne kadar başarılı işlendiğini görebilirsiniz. Böyle bir senaryoya azıcık fantastiklik katarak ve birer saatlik bölümlere ayırarak harika bir dizi çekebilirsiniz.