Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - grikunduz

Sayfa: [1] 2
1
Duyurular / Bu Ay Roman Yazalım
« : 26 Temmuz 2016, 19:11:28 »
Merhaba

Amerikada her yıl uygulanan Kasım Ayı, Ulusal Roman Yazma Ayı nam bir etkinlik var. (detaylı bilgi: nanowrimo.org) Katılımcılar her gün 1667 kelime yazarak 30 gün içerisinde 50 000 kelimelik bir romanı tamamlamaya çalışıyorlar. Bunların bir kısmı kitaplarını yayınlatıyor bir kısmı ise yazmanın kendisini bir macera olarak kabul edip eserlerini hatıra diye saklıyorlar. Etkinliğin en güzel yanı ise yetiştirme çabası içerisinde cebelleşirken ne olduğunu anlamadan bir ayda 50 000 kelimelik bir kitabı yazmış oluyorsunuz.

İşin kötü yanı Kasım ayının Türkiyede tüm öğrenciler için sınav zamanı olması. Etkinliğe ilk defa geçen yıl katılmak istediğimde farketmiştim bunu. Bu senede katılamayacağımı anlayınca bir benzerini daha uygun bir tarihte yapabileceğimizi düşündüm ve bu fikri sizlere sunmaya geldim.

Demem odur ki; Gelin Ağustos 15'den Eylül 14'e kadar olan 30 gün içerisinde birer roman yazalım. Hem uyuyan kalemlerimizi dürter, yeni bir eser üretmek için kendimizi itmiş oluruz hem de kitabı yetiştirme meşgalesi içerisinde hiç farkında olmadan eksiklerimizi görür dilimizi geliştirme şansı elde ederiz.

Bu etkinliğe katılmanız için herhangi bir şehirde olmanıza gerek yok, bütün konuşmaları paylaşımları ve yardım isteklerini internet üzerinden halledebiliriz. Ayrıca sizinle aynı bölgede bulunan diğer katılımcılarla bir araya gelip beraberce de çalışabilirsiniz.

Elbette bir çok fikre hala ihtiyacımız var kısacası ne dersiniz?

Facebook Etkinlik Linki; https://www.facebook.com/events/281974872162474/

2


1

Serin Sümük hanı herkese hitap etmezdi. Elbette gelmek isteyen herkese kapıları açıktı ama siz de hoş göreceksiniz ki ormandaki her yaratık ağır ağır hareket eden ve yapış yapış sümükle kaplı bir canlının üzerinde geçireceği zamanı çok cazip bulmayacaktı. Elbette bu durum Hancı Temiz Burun için hiçbir sorun teşkil etmiyordu. Onun için Hanın dışında bir hayat olmadığından var olan herkes hana geliyordu. Zaten varlık hanın kapısında şekillenmiyor muydu?

Hancı Temiz Burunun bu dünyada en çok övündüğü şey koca bir karınca kolonisinin rahatlıkla yerleşebileceği kadar geniş ve bir o kadar da temiz burun delikleriydi. Her sabah uyandığında koca parmaklarını bir balıkçı ustalığı ile kullanarak temizliğini yapar, müşterilerin arasına öyle karışırdı. Hancı Temiz Burunun adını taşıyabilmesi dışında övündüğü bir diğer şeyde yine burnu kadar temiz ve boş olan koca kafasıydı. Hanın içinde yürürken kafasının temizliğini gören herkes anlasın diye her adımında sağa sola sallar ve ne zaman etrafında hanın dışındaki olaylar konuşulacak olsa ya koşar adımlarla oradan uzaklaşır ya da karnının derinlerinde bir yerlerden gelen gür ve boğuk sesiyle araya girer ve ‘kafasını bu tür saçmalıklarla kirletemeyeceğinden’ bahsederdi.

Elbette siz de çok iyi biliyorsunuz ki, dünya Serin Sümük Hanından ibaret değildi. Varlık, Hanın kapısında şekillenmiyor tam tersine toplumun ortak hayalinden yansıyan ışık hüzmeleri arasında dans ederek şekilden şekle giriyor ve herkese kendisini beğendirmeye çalışırken aldığı şekillerin arasında kendisini tanımlıyordu. Ama bütün bunları siz zaten biliyorsunuz. Hikâyeye biraz da olsa gerilim eklemek için Hancı Temiz Burun ’un neşeli ve sıkıcı hayatını atlayarak onu bir koza gibi koruyan Hanından çıktığı daha doğrusu çıkmak zorunda kaldığı olaylara kadar ileri saralım biz.

Başka bir deyişle sırf siz zevk alasınız diye hanında mutlu mesut yaşayan adamı dışarı çıkarıp bin çeşit harekete sokacağız. Umarım mutlusunuzdur.

3
Kurgu İskelesi / İstila Bölüm 5
« : 31 Aralık 2013, 16:16:23 »
Deli Adamın Hatıratı Sayfa 1 - Tuğrul Güç


Bugün istilanın resmi olarak 80. Yılı tamamlanmış durumda. Aslında istilanın tam olarak ne zaman başladığı hep bir tartışma konusu olmuştur benim için. Acaba herkesin dediği gibi ülkelere asker çıkarmaya başladıklarında mı başladı istila, yoksa yörüngemize ilk girdikleri anda mı? Hatta evrenimizdeki Ceytunlar için yaşanabilir tek gezegenin bizimki olduğunu da denkleme katacak olursak gezegenimiz dahi var olmadan önce Ceytunlar gezegenlerini terk etmeye hazırlandıklarında mı istila edilmiştik. Eğer o anda yeterli hesaplamaları, gerçekleri değiştirmeyecek şekilde yapabilecek biri ya da bir şey çıksaydı Ceytunların Arzı, gezegenimizi işgal edecekleri gerçeğine ulaşmakta zorlanır mıydı? Ve bu kadar bariz olan bir gerçek olmamış bir şey sayılabilir miydi? Peki ya bu işi biraz daha geriye götürecek olsam, Ceytunların var olduğu bir önceki gerçekliğe, denklem değişir miydi? Bütün bu olaylar silsilesi birbirini deviren domino sırası mıydı acaba, yoksa tek bir olay mı? Evrenlerin bitip yeniden var olacakları değiştirilemez bir gerçekti, başlangıcı olan her şey biter. Boş kalan her şey de dolar. Zaten boşluk, doluluğun seyrek hali değil midir? Tabi bütün bunları söylerken evrenlerin oluşumunda dış etkilerin olmadığı bir gerçeklik varsaydım. Ancak bu işi daha da karmaşıklaştıran bir durum daha var. Araştırmalarım sırasında Ceytunların artık kaybolmuş tarihleri üzerine yazılmış bir tahmin tezi ile karşılaştım ki bu bütün kabullerimi anlamsızlaştırıyor. İnsan düşüncesinin veya mantığın zayıf yönü de bu sanki. Denklemi ne zaman çözdüğünüzü, sonucu bulduğunuzu sansanız gene çok farklı bir sonuç kapının hemen arkasında bekliyor oluyor. Her şey bilinmeyenlerle dolu. Kabuller üzerinde yaşamanın doğal sonucu olsa gerek.

Konudan konuya atladığımın farkındayım. Veya tek bir düşünceyi bütün olarak incelemediğimin de. Ne zaman bir konuya bir argümanı kurmaya başlasam detaylarda kayboluyorum. Zaten bu bitip tükenmez doğruluk, gerçeklik tartışmalarım yüzünden asla kesin bir bilgiye sahip olamadım. Her zaman ettiğim laflardan, kurduğum cümlelerden şüphelendim. Bilinmeyenin olma ihtimalinden korktum hep. Sadece eşitliği olan sağlamasını yapabileceğim denklemler hoşuma gitti. Bana kendimi güvende hissettirdi. Genelde iddialarda bulunmaktan çok şunları doğru kabul edersek şunu doğru bulursunuz gibi varsayımsal tartışmalara girdim. Teknik olarak bu başkalarının fikirlerini rahatlıkla çürütmemi sağladı. (zira onların fikirlerinin temellerindeki kabulleri doğru kabul ederek başlayıp, fikirlerinin kendi içlerindeki tutarsızlıklarını bulmakta hiç zorlanmadım.) Tabi bu durumun doğal sonucu olarak da kendi fikirlerimi oluşturamaz oldum. Bu yüzden de beni dinlemeye hazır olmalarına rağmen kalabalıklar karşısında asla güç sahibi olamadım. Buna en çok muhtaç olduğumuz anlarda bile insanların karşısına geçip de “doğru şudur yanlış budur” diye bağıramadım. İsyan gruplarının teorik ideolojisini kuran tek akıl olmama rağmen örgüt içerisinde adımı duymuş insan sayısı iki elin parmaklarını geçmedi. Zira ben kendi içimdeki tartışmaları aşıp insanlara anlayabilecekleri tutunabilecekleri gerçekleri sunamadım. Filozoflarında sorunu bu olsa gerek, insanların çoğunun bizim kadar zeki olmadıklarını unutuyoruz. Onlar kesin gerçekler, belirli renkler istiyor. “Ceytunlar siyah biz ise beyaz” demek istiyorlar. Bir Ceytun’un yaptığı her şeyin yanlış olduğuna inanmak için şartlanabilmek istiyorlar. Kısacası rahatça küfür edebilecekleri acımayıp vahşetle yok edebilecekleri bir düşman istiyorlar. Ceytunların hareketlerinin onların cephesinden bakıldığında ne kadar gerekli ve normal olarak algılanabileceğini umursamıyorlar. Benim gibiler belirsizlikten başlayıp çözüm bulmaya giden yolu sever. Ama insanların çoğunluğu bundan korkuyor. Bunu anlamakta yaşadığım sorun beni her zaman başarısız etti aslında. Onlar Ceytunların haklı olabileceği hususunda düşünmek dahi istemiyorlar. Niye düşünsünler ki, Ceytunlar pürasa kötü varlıklar zaten. Düşman kötü diye şartlıyorlar kendilerini ve tek bir sonuca varıyorlar bundan. Benim hayatta kalmam için onların yok olması lazım, o yüzden bu yolda ölmem gerekse bile savaşmaya hazırım. Buradaki saçmalığı nasıl göremediklerini anlayamıyorum. Gerçeklerin bağlantılı olduğunu mu inkâr ediyor acaba beyinleri yoksa bütün olarak incelemekten korkuyorlar mı gerçekleri? Belki de hepsi tembellikten kaynaklanıyordur.

Neyse ki Koray bunlardan bahsetmemi istemiyor benden. Düşündükçe kızdığımın farkında galiba. Ayrıca bu tür karmaşık şeylerin işe yaramadığı kanısında. Ben her zaman düşünce kapasitesi gelişmiş kitlelerin, hayvan gibi güdülen, sürü mantığından daha üstün olduğunu iddia ettim. İnsanları eğitmeyi amaçladığım tartışmalara sürükledim. Kabulleri sorgulattım. Bu yüzden de etrafımda sadece birkaç kişi toplandı zaten. Ama Koray benim gibi değil. Farklı o, insanların aptal olduğu kanısına çoktan varmış. Sadece başarıya giden yoldaki detaylar olarak görüyor onları. “Sayılar bütünü” olarak düşünüyor belki de. Bazen örgütten kadınlarla düşüp kalkıyor, konumunun getirdiği karizmayla. Sinirden çılgına döndürüyor beni insanları böyle aldatması. Umursamamam gerektiğini söylüyor her zamanki sakinliğiyle. “Bu insanların umut ve arayışlarını kendi pis zevklerin için harcıyorsun” diyorum. Gülüyor, “bu kadar ciddi olarak kalabalık kontrol edemezsin” diyor. “Senin yaptığının yanlış olduğunu düşünseler de sana imrenmeliler. Hepsi senin yerinde olmak istemeli. Ve bu şekilde sisteme olan bağlılıkları artsın. Hem bu şekilde sana yaklaşanlara daha çok ayrıcalık sağlayacağını hissettirip herkesin senin için çalışmasını sağlayabilirsin” diyor her seferinde. İnsanların bu kadar dar olmalarını anlayamıyorum. Seviyorum Koray’ı olabilecek en iyi arkadaş belki de ancak mevzubahis fikirleri ve eylemleri olunca vücudumdaki son kıla kadar nefret ediyorum ondan.

Son bir hedefim var artık. Bir gün olur da beni anlayacak biri çıkar diye fikirlerimi anlattığım şu mektubu bitirebilmek. Çok yakında bitireceğim bu hikâyeyi eskilerin döneminden kalma mekanik bir makineyle. Tek hamle ve her yerde beyin parçaları... Bu silahları yapan insanlar oluşturacağı kirliliği çözmeye çalışmamış, hatta belki de o pisliği istemişler üretim sırasında. Bir ölüm aletinin nasıl çalışması gerektiği konusunda yıllarca felsefi tartışmalar yapmışlardır belki de. Ölüm pis bir şey olmalı diye düşünmüşlerdir onlar da tıpkı benim gibi. Burada biri ölmüş derken nefret ve tiksinti buruşmalı insanların yüzünde. Gerçekten bir insanın öldüğünü hissetmeli yaşayanlar derinlerinde bir yerde. Ve korkmalılar ölümden umutsuzca.  

Belki ölümümün ardından uzun zamandır ahmakça bekledikleri devrim denemesini de yaparlar.  Aralarında gerçekten Ceytunları yenebileceklerine inananlar var. Savaşların zafer için yapıldığını sanan bu ahmaklar, mağlubiyeti tadınca kaçacaklar anında. Bundan Koraya bahsettiğimde hiç ciddiye almadı beni. “Kendi kıyametine at sürüyorsun ahmak” diye bağırdığım zaman bile sonuç alamadım. Belki de benim bilmediğim bir şey biliyordur.


Neyse şu anda yazılarıma ara vermem gerekiyor. Sosyal Etkinlikler Sorumluluk Merkezi iki yüz bin kişilik bir miting için izin verdi bu sefer. Hiç anlayamadım şu mitingleri de zaten. Neyse Korayın miting konuşması üzerinde çalışmam gerekiyor. Kalabalıkları sarsacak bir şeye ihtiyacı var. Mitinglerde neden bağırılır acaba.[/img][/img]

4
Kurgu İskelesi / Toy Olan
« : 21 Haziran 2013, 12:33:45 »
Soğuk… Geriye sadece o kaldı. O ve ateşin sıcaklığı. Biraz daha yaklaşıyor ateşe, pelerininin alev alabileceği umurunda değil. Bir parçası, ahmak bir yanı bunu istemekte, aptalca olmasını hiç de umursamadan. Isındığı güzel günleri düşünmek istiyor. Yapamıyor, soğuk asla bitmeyecek gibi. Ayaklarının ısındığı bir zamanı tam olarak hatırlayamıyor bile. Sadece soğuk var. Biraz daha yaklaşıyor ateşe. Bir cesur adım daha atıyor meleğine. Aklı çığlık çığlığa, durmasını emrediyor. Algılayabilecek durumda değil. Geriye sadece soğuk kaldı. Isıran, yakan bir soğuk. Ne rüzgar, ne kar, ne de yağmur. Sadece soğuk. Meleğinin hayatını uzatabilecek parçalar için bakıyor sol yanına. Stoku neredeyse bitmek üzere.

İlk yola çıktığı günü hatırlıyor. Nasıl da neşeli, nasıl da umut dolu. Nasıl da kibirli. Kafasında o günden başarı planları kurmaya başlamış. İlk gün yola çıkacak; Neşeli bir gün, hafif sıcak. Kuşlar ise en az gün kadar neşeli ve sıcak. Her yerde kuşlar şakıyor, kırmızılı sarılı çiçekler açıyor. Attığı adımlar yorgunluk değil dinçlik getiriyor, arada serin bir rüzgar esiyor. Akşama doğru bir hana denk geliyor, kapıyı çalmasına kalmadan, şişman bir hancı göbeği kadar kocaman bir gülümsemeyle karşılıyor onu. Yarıya kadar eğilerek davet ediyor içeriye. Sıcak bir kalabalık var handa. Neşeli, seviyeli kahkahalar atılıyor. Küçük, şirin bir masa gösteriyor ona hancı. Oturuyor, yemek söylüyor. Yemek anında servis ediliyor. Yemeğe başlar başlamaz bir grup yanına gelip kibarca yandaşlık teklif ediyor. Hep beraber yemeye başlıyorlar. Kim olduğunu soruyorlar ona. O da başlıyor anlatmaya. Macera arayışına çıktığını, ne kadar özgür ruhlu olduğunu, o köye sığmayacak kadar büyük bir potansiyeli olduğunu anlatıyor. Ne kadar cesur bir hareket olduğunu hissettiriyor yer yer. Kadınlar hayranlıkla, erkekler gıptayla bakıyor ona. O ise anlatıyor, hayat felsefesinin ne kadar geniş olduğunu, algısının köyündeki arkadaşlarından ne kadar yüksek olduğunu, o köydekilerin onunla alay ederek ne kadar ahmak olduğunu anlatıyor. Kadınlar katılıyor ona iştiyakla, erkekler kızıyor ona bu yapılanlara. Bir zaman sonra yatması gerektiğini düşünüyor. Kalabalık dağılmak istemese de “yarın yolum var” diyor. Hak veriyor ona diğerleri. Masadan kalkıyor, odasına doğru yollanıyor. Arkasından hayran hayran konuşmaları duyuyor. Hancıyı takip ediyor.

Odası geniş ve temiz. Köydeki evinden kat be kat güzel. Bir tarafta banyo için bir küvet. “İsterseniz doldurayım”  diye teklif ediyor hancı. “Sabah” diyerek geçiştiriyor onu. Soyunup yatağa giriyor. Gece bir tıkırtı kapısında, uyanıyor hemen. Yavaşça açılıyor kapı. Bir kadın silüeti giriyor içeriye. Ondan yardım istemeye gelmiş. Meğer bir Ejder, ailesini esir etmiş. Cesur ve mütevazi bir şekilde kabul ediyor. Yola çıkıyorlar, Ejderi bulup hayatına son veriyor. Babası çıkıyor kızın. Sarılıyor ona. “Al” diyor “Kızım senindir bundan sonra.” Sevinçle sarılıyor birbirlerine genç aşıklar. Babası zengin. Geniş bir sarayda yaşıyorlar. Bir sürü atları ve hizmetçileri var. Mutlu bir hayata başlıyor orada. Ta ki bir gün macera hevesi tırtıklayana kadar boğazını.

Peki ne olmuştu planlarına. Çıktığı günü özenle seçmişti. Serin ve bir o kadar da güzel bir gün aramıştı. İçten içe, gün güzel olursa hayallerinin geriye kalanının da gerçek olacağına inanıyordu. Annesinin, babasının uyarılarına aldırış etmemişti. Serin bir gün bekleyerek yazı bitirdiğini algılayamayıp yola çıkmıştı. Hayal ettiği gibi oldu ilk başta. Gün güzeldi, yolculuk zevkliydi. Hayallerini daha da detaylandırarak devam etti yoluna. Akşam olduğunda ise o pembe rüyaları bozan ilk şey yağmur oldu. Umursamamaya, macerasına devam etmeye çalıştı. Kapattı bir an gözlerini, koca gülümsemesiyle hancıyı canlandırdı gözünde. Han hayaline sıcak bir şömine de ekledi. Devam etti. Gece yarısına doğru ıslanmadık yeri kalmadığında bir hana vardı. Tabi bu binaya han diyebilecek birisini bulabilirseniz. Parça parça taşların üst üste yığılmasıyla yapılmıştı. Çatı olarak ise birkaç odun, biraz da saman. Kapıyı çaldı, en azından içerisinin sıcak olacağını ümit ediyordu. Dakikalarca kimse cevap vermedi. Oracığa çökmeyi düşünmeye başlamıştı ki, somurtkan bir hancı açtı kapıyı. O "güleç adam" hayali de yıkılmıştı. Girdi içeriye. Tavan damlıyordu yer yer. Kuru bir yer bulmaya çalışarak oturdu. Sıcak bir yemek, temiz bir oda istedi kibarca. Homurdandı Hancı cevap olarak. Bir yemek koydu önüne, soğuk. Ardından bir de oda gösterdi, örümcek ağlarıyla kaplı. Kimse gelmedi gece. Buz gibi yatakta ısınmaya çalışarak döndü durdu. Sabah olduğunda her yeri ağrıdığı halde yola çıktı. Sessiz, ölü bir köydü bu. Kimse selamlamadı onu. Devam etti yoluna, umutlarına en az pelerini kadar sıkıca sarılarak. Bir sonraki gece han bulamayacağını fark edince kamp kurmaya karar verdi. Toplayabildiği kadar odun topladı, yığdı bir tarafa. Ateş yakmaya girişti. Hiçbir zaman iyi olmamıştı ateş işinde. Ateşi yakacağım, güçlendireceğim derken odunların neredeyse hepsini harcamıştı. Ve oturuyordu olduğu yerde umutsuzca.

Tekrar hayal kurmaya zorladı kendini. Unutmaya çalıştı soğuk geceyi, korkutucu sesleri. Birazdan bir kafile gelirdi. Zengin bir kafile. Görünce onu, duracaklardı hemen oracıkta. Ateşi güçlendirip battaniyelere sarıp ısıtırlardı onu. Sonra da arabaya, hanımlarının yanına koyar, bir sonraki macerasına yol açarlardı. Ateş zayıflamaya başlamıştı, kalan son bir odun parçasıyla besledi onu.

Ya da bir atlı gelebilirdi. Yaşlı ve tecrübeli bir savaşçı.  Bir iksir içirirdi ona. Toparlardı vücudu anında. Yedekteki atını ona verip beraber yola çıkarlardı. Ona bildiği her şeyi anlatır, ölmeden önce de "sen benden bile iyi olacaksın" diyerek ona olan umutlarından bahsederdi.


Saatler sonra, sabah güneşi kemiklerini ısıttı gencin. Bir sinek geldi, kondu dudaklarına. Kovmadı onu. Sıcaktan keyif almaya çalışır bir havası vardı sanki. Bir vakit sonra bir atlı geldi, eğilip kesesini aldı belinden ve uzaklaştı. Farketmemişti onu sabitlenmiş gözleri. Artık hiçbir şeyi fark edemeyecekti.

SON

Bu hikayeyi Blogumdan da okuyabilirsiniz.

5
Kurgu İskelesi / Çift Bıçak Zaroc 11
« : 16 Haziran 2013, 09:36:07 »
1
   Soğuk bir gün. Yıldızların acelesi olmasa gerek ki dünden bu yana hiç kıpırdamamışlar. Bütün şehir halkı bihaber bu durumdan. Ne korkudan sağa sola kaçışan, ne de Tanrı addediklerine sığınan kimsecikler yok ortalarda. Şehrin geneli uykuda,  gaflet koca bir ayı gibi çökmüş üzerlerine. Ortada sadece gecenin karanlığına elbise olarak ihtiyaç duyanlar dolaşmakta. Nadiren geçen devriyelerin isteksiz adımları dışında sokaklara sessizlik hakim.
   Koca çınar dahi soğuktan payını almış. Dalları gecenin soğuğuyla çevrelenmiş durumda. Defalarca kana bulanmış eller soğuğun ısırığını hissedebiliyor. Ancak pek umurunda olmasa gerek ki gözleri tek bir hedefe kilitlenmiş. Dünyada Büyük Yaratıcı Tapınağından başka görülecek hiçbir şey yokmuş gibi koni biçimli binayı izlemekte. Belinde sararmış bir parşömen asılı. Yeni görevi. Alalı çok olmamış, talimatlar açık. Ödeme yapılmış, geriye sadece işin yapılması kalmış. Zaroc kendi dalında “onurlu” olarak adlandırılabilecek bir süikastçi. Aldığı görev ne olursa olsun ödeme yapıldığı sürece umursamıyor. Günü geldiğinde ölecek olan herkes öldürülebilir. Yaratıcı dışında öldüremeyeceği kimse olmadığına emin. İhtiyaç duyduğu tek şey ödeme. Onun ödemeleri farklı, müşterilerden talebi bir grup metal veya taş değil. Zaroc onların anlamsız olduğunun farkında. Ona göre değer inançla ilgili bir kavram. İnsanlar sarı metalin değerli olduğuna inandılarından değiş tokuşlarını onlarla yapıyorlar.. Lakin Zaroc herkesin en çok değer verdiği şeyin farklı olduğunun bilincinde. Onun müşterilerinden istediği de bu. Bir ölüm karşısında dünyada en değer verdikleri şey. Bu kimisi için bir hayat oluyor kimisi için güzellik ve kimisi için de –enteresan bir şekilde- sarı metaller.  Onun istediği çok basit aslında, o hedeflerinin ölümlerini bir hiç için erkene çekmek istemiyor. Birisinin ölümünü isteyen bir başkasının, bunun için bazı şeyleri feda etmeye hazır olması gerektiği kanaatinde. Bu son müşterisi için hayat anlamına gelmişti. Bir ölüm için bir başka ölüm. Hem adil hem de saçma bir anlaşma. Zaroc böyle şeyleri eğlenceli bulur. Gülümsedi.

   Üzerinde gece mavisi bir pantolon ve yelek. Etinin açığa kalan tüm kısımları beyaz bir kumaş şeritiyle defalarca sarılarak kapatılmış. Sadece, elbisesi ile oldukça uyumlu mavi gözleri ve gece kadar karanlık saçları açıkta. Esen rüzgar saçlarını hafifçe okşayarak esti. Zaroc hiç istifini bozmadı, hala kuleye odaklanmış, kafasından yarın ki görevinin planlarını kurmakta. Şehir birkaç saate uyanacak ve haftalık kral selamlaması için meydana akacak. Kral, Büyük Yaratıcı Tapınağı diye adlandırılan koca koninin tek pürüzü olan alt balkondan halkı selamlayacak. Balkonun neden alt olarak çağrıldığını kimse bilmiyor. Bütün binadaki tek balkonun nasıl alt veya üst gibi bir sıfatı olabileceği gerçek bir merak konusu. Bu konu ile ilgili anlatılan bir çok efsane bulunmakta. Ama gerçeği sadece bir kişi biliyor. Zaroc. En değerli varlığı sırları olan bir adamdan öğrenmiş. Adamın ölmesini istediği kişinin, herkesten sır olarak sakladığı ve sonsuza kadar öyle kalmasını istediği metresi olmasını eğlenceli buluyor Zaroc. Balkona alt denmesinin nedeni ise Sır sahiplerinin hepsinden çok daha eski. Sır taşıyıcısı kütüphanesindeki antik bir kitaptan bulmuş bu bilgiyi. Oyuncağını paylaşmak istemeyen bir çocuğun kıskançlığıyla saklamıştı bu bilgiyi diğerlerinden. Günü gelip onunla Zaroc’a ödeme yapana kadar elbette.
   
         Zarocun devrinden binlerce yıl öncesinde varolmuş Tapınak. Kimisine göre Yaratıcı bizzat oraya dikmiş tapınağı, kimisine göre ise Tapınak yere düşüp sonra da zamanla koni şeklini alan bir göktaşı. Aslını hayatta olup da bilen iki ölümlü var. İki teorinin de tamamıyla doğru olduğunu bilen iki kişi etmekte bu. İnsanların Yaratıcıyı kendi kafalarındaki aciz güçlere sahip bir varlık olarak addedmelerini eğlenceli buluyor Zaroc. Sınırlı beyinleri ile onu anladıklarını iddia etmelerini izleyerek büyüdü. Bu tiksindirici bir şey. Balkonun sıfatı ise çok daha enteresan. Bunu teoride bilen iki kişi olsa da ilk sır tutucunun bildiği şeyin ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikri yok. Felsefenin derinliğini anlayacak bir algısı yok onun. Kelimeleri ezberlemeyi sever o. Balkona alt denmesinin, Yaratıcının bir meydan okuması olduğunu her ne kadar bilse de anlayamıyor.  Zaroc kafasında planın tüm detaylarını hazırladı, hedefini yok etmeye hazır. Kararlı bir şekilde doğruluyor ağaçtan.

Blogum

6
Kurgu İskelesi / Şenlik Gecesi
« : 02 Haziran 2012, 20:22:05 »
      Ünlü Dokuz Terazi Kulelerinin bulunduğu, Orta Doğunun en güvenli şehri, Beyaz Kent... 5 insan boyundaki muazzam cümle kapısından girildiği andan itibaren fark edilen müthiş şehir düzeniyle, insanların ilgisini üzerine çekmekteydi. Evlerin, hanların, demircilerin, fırınların ve pazarların en küçük ayrıntısına kadar düşünülüp tam nizami dağıtıldığı, bu zengin şehrin son 6 ayda yaşadığı değişim birçok kişi tarafından fark edilmişti. Değişim, ziyaretçilerin ziyaretlerini uzatıp şehre kök salmalarından kaynaklanıyordu. Bu yabancıları şehrin zenginliği ve huzuru tatmin etmemişti. Bazı insanların kibri, onların diğer tüm duygularını gölgede bırakabilecek büyüklüktedir.

Yabancıların geldiği, Sarı Ova şehrinin insanlarının büyük bir bölümü de bu insan tiplerinden oluşuyordu. Bu göçmenlerden bazılarının Beyaz Kent’e önceden ektikleri fitnelerin şu an ürün vermeye başlaması şehrin yöneticilerinin dikkatini çekmişti. Beyaz Kent’in yönetim binasının en büyük odasındaki topluluk, Ters Güvercin Hanı’nın sadece birkaç insanca bilinen bodrumundaki topluluk ne planlıyorsa onu yıkmaya, hatta planlayanları da halletmeye kararlıydı.Yönetim binasındaki dikdörtgen masanın sağında 12, solunda 12 seçilmiş yöneticiler ve masanın başında bu yöneticilerin başı, onun yanında da baş yardımcısı bulunuyordu. Toplantının sonlarına yaklaşılmıştı. Han Teşkilatından Bay S hanlardaki adamlarından elde ettiği bilgilerden bahsediyordu. Birkaç handan bahsettikten sonra sıra, Ters Güvercin Hanı’na gelmişti.

-Diğer hanlara göre alabildiğim en kısıtlı bilgi bu han hakkındadır. Yalnız bir adamımın bulunduğu bu hanın hepinizce duyulduğuna eminim. Ama oradaki adamım daha yeni bulduğum biri olduğundan ona çok güvenemiyorum. Gençliği ve ahmaklığı sayesinde kolay okunan yüzü bana anlattığı her şeyi yalanlıyordu. Hanın güvenilirliğinden ve masumluğundan bahsettiği konuşmasından tek çıkarabildiğim hanın güvenilmez bir yer olduğudur.

Şehrin kuzeydoğu bölgesini yöneten demirci T hiçbir zaman hoşlanmadığı bu hancının sözünü bitirmesine izin vermeden atıldı.

”Şehrin neredeyse en güvensiz ve en çok konuşulan hanından bahsediyoruz ve senin orada sadece bir adamın olmakla birlikte o adamda güvenilmez biri öyle mi? Şu an yabancılara çok da yer verilmeyen diğer hanlarda sorun yaşanmadığını hepimiz biliyoruz, öyleyse neden tüm öncelikler bu hana verilmedi de o handan hâlâ yeterli bilgi alamıyoruz? Size söylüyorum baylar bu tembellik ve beceriksizlikle şehrimizin eski ihtişamını koruyabileceğimizi düşünmemiz bile saçma değil mi?”

Diyerek hancıya sinirli ama dikkatli bakıldığında, şeytani bir gülümsemeden oluşan bir bakış attı. Hancıysa böyle bir karşılık beklemediğinden önce şaşırdı ardından savunmaya geçti.

”Bahsettiğimiz hanın sahibi bildiğiniz üzere (son iki sözcüğü söylerken demirci T’ye imalı bir bakış atarak) şehrimize daha 2 ay önce taşınmış biridir. 2 ayda yabancı kökenli bir han sahibiyle yeterli güvenilirlikte bir dostluk kurabilecek bir tanıdığınız varsa görevimden şu an istifa etmeye hazırım..”

      Demircinin çok da umurunda olmadığından cevap vermeye tenezzül bile etmedi. Onun istediği hancıyı biraz da olsa kızdırmaktı ve bunu da başardığını görebiliyordu. Toplantının başı, aynı zamanda şehrin yöneticisi olan Bay K konunun iyice saptığının ve saatin bayağı geç olduğunun farkına varıp toplantıya son vermeye karar verdi.

      -Beyler isterseniz toplantıya Çarşamba günü kaldığımız yerden devam edelim. Yarın bahar şenlikleri olduğundan toplantı yapamıyoruz. Çarşamba günü hepinizi tekrar bekliyorum. Umarım hepiniz çalışmalarınızı hızlandırırsınız. Bulunduğumuz zaman kötü bir zaman ve bahar şenlikleri işlerimizi geciktirecek. Diyerek sözünü sonlandırdığı zamanlar yaptığı gibi kollarını birleştirip toplantı masasına sırtını döndü. Camdan şehrine bakıyordu. Ne kadar güzel olduğu ve bu güzelliğini nasıl koruyabileceğini düşünüyordu. Gözünü etrafta gezdirirken Ters Güvercin Hanı’nın ilginç çatısını gördüğünde gözü oraya takılı kaldı. Arkasını döndüğünde odada kimse kalmamıştı. O da hiç uyumaya niyetli olmadığından şehirde bir tur atmak için yönetim binasından dışarı çıktı..

      Ters Güvercin Hanı’nın bodrumundaki masanın başında hanın sahibi, yanındaysa 6 ay önce hancıyla birlikte şehre gelen tek mesleği savaşmak olan , aynı zamanda keskin bir zekaya sahip Bay P vardı. Masanın sağında 6 solunda 5 kişi vardı. Odadaki tek yerli olan hancının yardımcısı görevini yerine getirdiğinden ve hanla ilgili hanın güvenilir bir yer olduğunun dışında kimseye bir şey söylemediğinden bahsediyordu. Bay P yardımcının sözünü keserek

“Güzel, görevini yerine getirmişsin, ama benim merak ettiğim sana hanla ilgili soru soran yani seni kendi casusu sanan şu adamların kim olduğu. Bu sayede kimlerin bizi aradığını öğrenmiş oluruz ve bu da işimizi oldukça kolaylaştırır.” Diğerlerinden de uğultu halinde tasdik etme sesleri çıktı. Ama delikanlının onların kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.

”Kim olduklarını ya da nerede çalıştıklarını bilmiyorum, ama aralarında biri vardı ki görüntüsü çok akılda kalıcıydı. Her zaman dik duran, çoğu zaman ellerini birleştirerek ve kendinden emin konuşan bir adamdı. Uzun boylu kıvırcık kahverengi saçlı , mavi gözlü keskin bakışlı bir adam...”

Genç belki de anlatmaya devam edecekti ama hancı onu durdurarak ve saflığını da gülerek;

 ”Bahsettiğin adam şehrimizin yöneticisi ve şu an tam karşı tarafında olduğumuz kişidir. Bahsettiğin özelliklerle birlikte çok da zeki bir adamdır. Onun bizi arıyor olması bizim için gerçekten kötü bir durum.”

Yabancılardan bir tüccar;

 ”Bence hiçbir kötülüğü yok. Arıyor dedin değil mi? Eğer hala arıyorsa bir sorun yok. Üç ayda bulamadığını bir gecede bulamaz ya!”

Bay P: “Yarından sonra kimlerden saklanmamız gerektiğini öğrenmiş olduk en azından.”

Tüccar:”Yarın bahar şenliğini altüst ettiğimizde bizi tanımayan kalmayacak zaten, dolayısıyla genci hiçbir bilgi vermediğinden tebrik ediyorum”.

Konuyu daha çok uzatmak istemeyen hancı: “Arkadaşlar herkes yarınki görevini tamamen anladıysa dağılabiliriz. Toplantıyı daha da uzatıp yarınki işimizi geciktirmek istemiyorum” diyerek sözünü bitirdi. Bay P hariç herkes selam vererek odayı terk etti.

Bay P yalnız kaldıklarını görüp hancıya yaklaşarak,

“Bu şehir diğerleri kadar kolay olacağa benzemiyor. Bir bahar şenliğiyle halledilebilecek bir iş olduğunu hiç sanmıyorum” dedi. Hancı tasdik eder bir şekilde ama aynı zamanda konuşmayı uzatmak istemeyen bir tavırla  

“Farkındayım, bu yüzden yarın sadece bir başlangıç olacak, gerisini zamanı geldiğinde düşünürüz. Unutma ki bu işte %100 orana sahip tek tanıdığın, ve benim de tek tanıdığım, benim. Bay P “ hah, bu yüzden senle çalışıyorum ya , %100 orana karşılık kendinden de %100 emin biri. Yarın görüşürüz” diyerek bodrum katından çıkıp hanı terk etti.

Bay P yönetim binasının sağında kalan arkadaşının evinde kalıyordu. Yarını düşünmek istediğinden yavaş adımlarla eve gidiyordu. Sokaklar dolunay sayesinde bayağı bir aydınlıktı. Etrafa sinir bozucu bir sessizlik hakimdi. Bu sessizlik yarının olaylı geçeceğini haber verir gibiydi. Karşıdan gelen adamın ayak sesleriyle düşüncelerinden kopmuştu. Bu saatte kimseyle karşılaşmayı beklemiyordu. Adamla neredeyse aynı hizaya geldiklerinde ikisi de birbirine baktı. Bay P bu adamı bir yerlerden tanıdığını düşünürken aklına gencin tarif ettiği adam geldi. Uzun boylu, mavi gözlü ve kahverengi kıvırcık saçlı, dolunay her ayrıntıyı görmesine yetiyordu. Adam hepsine uyuyordu yalnızca bakışlarında keskinlik yerine düşüncelilik ve dalgınlık hakimdi. Aynı hizaya geldiklerinde adamın ayağının taşa takılıp yere düşmesine de bu dalgınlık neden olmuştu.

” Geceleri yolu daha iyi izleyin bayım, gördükleriniz sizi yanıltabilir. Yolu düzgün gördüyseniz bile iki kere bakmadan emin olmayın. Ve bu söylediğim sadece yol için geçerli değildir” diyerek adama elini uzattı ve onu yerden kaldırdı. Adam üstünü silerken, bu garip konuşan adama, kendisinin şehrin yöneticisi olduğunu bilmemesine şaşırarak baktı.

“ Sağ olun , bildiğiniz gibi yarın bahar şenliği ve ben şenlik öncesi geceler hep dalgın olurum. Neyse siz de şenliğe geleceksinizdir herhalde (bunu söylediğinde karşıdakinde anlamını bilmediği bir gülümseme oluştu) şenlikte görüşmek üzere. İkisi de şenlikte görüşeceklerinden emindi ama Bay K’nın öngördüğü şenlik Bay P’nin öngördüğünden tamamen farklıydı.

Bunuysa sadece Bay P biliyordu. Diğerinden daha anlamlı ve ilginç bir imâyla söyledi: Şenlikte görüşmek üzere…

7
Kurgu İskelesi / Aslolan
« : 01 Haziran 2012, 19:33:13 »
1

Mor... Gökyüzünü kaplayan bu sonsuzluğa verilmiş ad. "Lakin dünyanın bu kısmı teşekkül ettiğinden beri burada duran bir şey için aceleci bir isim seçmişsiniz" diye fısıldadı bir gölge. Tanıdık geliyordu bu bir yerden. Ama hepsi, bir sis perdesinin arkasındaydı. Bazen el yordamıyla bir şeyler bulduğu oluyordu, yoklayarak, hissederek, anlamlar çıkarıyordu parça parça. "El yordamıyla" evet tanıdık gelen bir kelimeydi. "Aslında kelime sayılmaz" diye düzeltti beyni otomatikmen. Umursamadı bunu Genç. Bu kelime çok şey ifade eder gibiydi ona. Bir an sonra aklına gelen bir kaç parça şeyde, kaybolup gitti. Hiç sabiti yoktu, her şey batıp gidiyordu. O, batıp gidenleri sevmezdi. Bir şeyler çağrıştırdı bu aklında hayal meyal. Sisin içerisinde bir şeyin bir kenarını tutmuş gibiydi. Ama hemen sonra, tuttuğu parça sıyrılıp gitti ellerinden.

   "Sabit" evet şu anda kendisine kalan son şeydi bu. O da gitse, yitip gidecekti Genç. Sıkıca sarıldı ona. O sarıldıkça devamı gelir gibi oldu. "Sabit imkanın ispatıdır" diye fısıldadı bir gölge. Sabit olanı aramıştı, sabit olanı arıyordu, sabit olanı arayacaktı. O'nu yenmek için zatından hariç bir sabit bulmak. O'nun kurduğu bu hayalin dışından en az onun kadar gerçek bir sabit. O zaman amacına ulaşabileceğinin mümkün olduğunu görecek ve rahatlayacaktı. O zaman yitip gidebilirdi, bir başka meşgale bulana kadar. Kim olduğu çok da önemli değildi. Yeni bir kendinden oluşturmak da eğlenceli olabilirdi aslında. Ama önce mümkün olduğunu bilmeliydi. Hayatında hiç bir zaman başarıları önemsememişti. Onun için önemli olan mümkün olmasıydı. Hafifçe gülümsedi kendisini cesaretlendirmek için. Ve uzaklarda bir yerde, batmadan önceki son eğlencesinde olan mor güneşe doğru yürümeye başladı. "Segeney'in hatırına" diye fısıldadı bir ses. Gülümsedi Genç, sebebini bilmeden.

2

Mor bir daldan, mor bir kuş havalandı. Mükemmel bir diklikle gökyüzüne doğru yükselmeye başladı. "Ama bu imkansız" diye itiraz etti kafasındaki ses. Umursamadı Genç onu. Güneş, batmadan önceki son eğlencesindeydi.

Oturduğu beyaz taştan kalktı. Arkasını güneşe, önünü dağlara verdi. "Arkandan gelip önüne gidiyorsun" diye fısıldadı bir gölge. Anlamasa da gülümsedi Genç.  Günlerce yürüdü, yorulmadan, sarsılmadan, dinlenmeden. Durmak aklına bile gelmedi, "durmayacak mısın" diye sorsaydı birisi o an, başını kaldırıp bir an şaşkın şaşkın baktıktan sonra "durmak mı" diye sorardı, daha çok kendisine hitap ederek. Onun için varolan yürümekti. Aylarca, haftalarca, günlerce yürüdü. Ve kaldırdı başını yerden, dağlar hala aynı uzaklıktaydı sanki. Tekrar eğdi başını, yıllarca, aylarca, günlerce yürüdü. Ve kaldırdı başını. Dağlar bir parça bile büyümemişti. Sorun etmedi Genç. "Yürümeye devam etmek, aslolan budur" diye konuştu kendisiyle. Sonuç onu bulacaktı. Asırlarca, yıllarca, aylarca yürüdü Genç, inançla atarak adımlarını. Ve başını kaldırdı, dağlar bir parça bile yakınlaşmamış gibiydi sanki. Vazgeçti, "sen de sabit değilsin” diye bağırdı dağlara. “Kovaladıkça kaçan ateş böceği gibisin" Ardından çılgınlar gibi kahkahalar atmaya başladı.

Bir kaç adım gerisinde, tanıdık, beyaz bir taş vardı. Ona doğru yürüdü ve özenle oturdu. 5 saat 5 gün 5 ay dinlendi. Yorulduğu için değil, yürüyüşten sonra dinlenilmesi gerektiği için. Zamanı geldiğine karar verince kalktı taştan. Batmadan önce ki son eğlencesinde olan güneşe doğru yürümeye başladı. Asırlarca ve yıllarca yürüdü. Doğru an geldiğinde vazgeçti, bir kaç adım gerisindeki beyaz taşa yürüdü ve üzerine oturdu. Dinlendi, tekrar kalktı, bu sefer bir diğer yöne gitti.

Zamanı geldiğinde dinlendi, zamanı geldiğinde yürüdü. O var oldukça, farkında oldukça yürüdü. Kimileri "bu onun cezasıydı" dedi. "Aslolan itaat olduğu için." Kimileri "bu onun ödülüydü" dedi. "Aslolan arayış olduğu için."

Lakin herkesin mutabık olduğu bir şey vardı. O'nun aklındakini bir tek O bilirdi.

3

"Ancak aslolan oydu" diye fısıldadı İhtiyar. "İnsanlar ise sadece ahmaktı." "Ahmaklar" diye fısıldadi bir gölge. Gülümsedi İhtiyar.

SON

Yazarın Notu: Hikayede ki gence karşı her zaman melankolik hisler barındırdım. Acır gibiyim ona, idealleri uğruna yaşamış ölmüş ve mor diyara gitmiş, kapalı döngüye sıkışmış bir ölümlü. Hikaye muğlaktı farkındayım. Lakin gencin kafası da çok farklı değildi. O hissi vermek istedim okura, o ağırlık hissini, yorumlayamama hissini. Eğer başarabildiysem ne mutlu bana.

Ayrıca hikayenin içerisinde diğer bir çok esere gönderme de bulundum. Eğer aralarında fark edebildiğiniz varsa yorumlarda paylaşabilirseniz memnun olurum. Anlaşılmak arayışı türümüzün en eski arayışıdır malum.  


Bu hikayeyi blogumdan da okuyabilirsiniz.

8
Kurgu İskelesi / Eski Adam ve Kelebek 4
« : 30 Mayıs 2012, 14:39:13 »
                                           Eski Adam ve Kelebek
                                                                                                                                      
    -Sen kelebekleri görebiliyor musun evlat?

diye sordu Eski Adam. Baston tutan kuru elleri, üzerinde durduğu  korkuluk gibi görünen bacakları, titriyordu. Bir kitaptan veya şarkıdan kopup gelmiş gibiydi. "Sorunun basiti en çok şaşırtanıdır" derdi eskiler ya Delikanlı da şaşırdı. "Ne demek görebiliyor muyum" diye düşündü. Ama her zamanki gibi kibarlığı bırakmadan, Eski Adama gülümsedi;

   -Evet elbette görüyorum BeyAmca, Peki siz görebiliyor musunuz?

   -Evet dedi Eski Adam kıvançla, övünürcesine. "Biliyor musun bir gün gelip biz görenleri alacaklar."

Gözleri inançla parlıyordu Eski Adamın. Tecrübeli bir savaşçı bu gözlerden korkardı belki ama Delikanlı toy ve mağrurdu. Eski Adamla alay etmesini emretti kibri ve o da itaat etti.

   -BeyAmca niye böyle dedin, Kelebekleri herkes görmez mi ki?

Gözlerinin içinde alay ettiğini belirten minik ışıklar oynaşıyordu. Ama arif olanlar için gözün derinlerinde yanlışın mahcubiyeti, mahzun mahzun, sahibinden bile habersiz parıldıyordu. Eski Adam bunların hiçbirini fark etmeden cevap verdi. Sesi heyecanın etkisi ile şiddetlenmişti. Gözleri uzaklara bakıyordu.
   
        -Hayır evlat hepsi gördüklerini söyler. Ama hiçbiri görmez, yalan söylerler. Ohohoho diye heyecanla güldü, Eski Adam "Kendilerine dahi söylerler bu yalanı. Yalanın en büyüğü kendine söylediğindir derlerdi benim zamanımda” dedi bir anda sakinleşerek, bir saniye sonra az önceki heyecanı geri gelmiş, tam kaldığı yerden hiç durmamış gibi konuşmaya başladı. "Kendi kafalarında bir kelebek oluştururlar ve ona inanırlar. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Neden mi" diye sordu, sesinde hafif bir şaşkınlık vardı.

       Genç neden diye sormadığını söylemek için ağzını açsa da, bir an sonra vazgeçerek dinlemeye ve alay etmeye devam etti. En azından kendisine böyle dedi.

   -Çünkü herkes kelebekleri gördüğünü söyler de ondan evlat. Ve onlar toplumdan farklı olmaktan korkarlar.

İhtiyar sözünün burasında derin bir nefes aldıktan sonra, biraz daha sakinleşerek konuşmasına devam etti.
   
        -Ama bazıları vardır evlat, onlar toplumdan farklı olmaktan korkmazlar. Çok sevdikleri aileleri, onları toplumun söylediği doğrudur diye eğitir. Ve biliyorsun sevdiklerimize inanırız biz. O yüzden de biz kelebekleri ararız her yerde -ihtiyar burada farkında bile olmadan bazıları dediği gruba biz demeye başlamıştı ama bunu o kadar doğal yapmıştı ki pür dikkat dinleyen genç bile bunu fark edememişti- o kadar masumane bir şekilde bakarız ki onlara, sırf bizim için gelirler uzak diyarlarından, güzelliğin ve masumiyetin yaratıkları. Ve biliyor musun bir gün bizleri almaya gelecekler. Bu sözlerindeki inanç, toy delikanlının bile gözünden kaçmamıştı. Eski Adamın sözünü bitirdikten sonra, aldığı derin nefeslerden heyecanlandığı ve yorulduğu belli oluyordu. Delikanlı dikkatini Eski Adamdan alabildiğinde, hastanenin kapısından çıkmış beyaz önlükleriyle kendisine doğru gelen iki kişi gördü.
   
       -Şunlara bak dedi Eski Adam hafiften kıkırdayarak "Bizim gibi olmadıklarını kendilerine hatırlatmak için giyiyorlar o şeyleri"

      Genç bir an Eski Adamın sözüne kulak verdi, komikti gerçekten, gülümsedi bir an. Bir sonraki an ise soldaki sarışını gördü, kıza düzgün görünmek için hemen düzeltti gülümsemesini ve ciddi bir şekilde hemşireyi izlemeye başladı. Hemşire ise onu hiç ciddiye almadan Eski Adamın yanına geldi ve "nasılsın kelebek dayı güzel bir gün değil mi" diye sordu. Adam sessizce onayladı onu, yüzünde huzurlu bir insanın gülümsemesi vardı. Doktor ise hiç durmadan hemşirenin arka tarafını izleyen gencin yanına geldi ve söze başladı.
   
         -Eee nasıldı hastanemiz romanınız için yeterince gözlem yapabildiniz mi bari. Doktor bir anda kendine gelen gence gülümseyerek, "yoksa gözlemlemek istediğiniz başka şeyler var mı hala" diye ekledi. Genç espriyi anladığını belirtircesine gülümsedi doktora. Bunu sadece kibarlık için yapmış olsa da, doktor daha ileri gitmek için bir yol olduğunu düşünerek söze başladı tekrar.
   
         -Onun güzel olduğunu düşünüyorsanız bir de yatakta görmelisiniz

       Doktor gence imalı imalı gülümseyerek baktı. Genç buna cevap vermedi, bir kaç saniyelik sessizlikten sonra, Doktor konuştu yeniden, "Evet isterseniz size kapıya kadar eşlik edeyim, tabi başka bir planınız yoksa diyerek, bir imalı espri daha yaptı. Gencin içten içe esprilerden de, espriyi yapandan da, o yağlı gülümsemeden de tiksinmesi, gülümsemesine engel olmamıştı. "Hayır teşekkürler, başka zamana artık."
Bunun üzerine doktor "Bu taraftan o zaman" diyerek gence yolu gösterdi. Doktor yoldaki sessizliğe dayanamamış olsa gerek ki "E artık kitabınızda bize de teşekkür edersiniz değil mi" diye ekledi. Gene o yağlı gülümsemesiyle. Genç kendini zorlayarak "Elbette efendim" diye cevapladı Doktor'u. En son kapıdan çıktığında o yağlı gülümsemeyi arkasında bıraksa da kendisini hala kirli hissediyordu Delikanlı. "Tımarhaneye başdoktor yapmışlar bir de bunu" diye söylendi kendi kendine. Aklına Eski Adamın önlükler hakkındaki yorumu geldiğinde gülümsedi ve kitabı yayınlandıktan sonra kavuşacağı ünü düşünerek uzaklaştı oradan. Tanrım ne kadar kibirliydi.

-0-0-

     Hastanenin bir köşesindeki kelebek, henüz üzerinde durduğu sarı çiçekten sıkılmış olsa gerek ki zarif bir şekilde havalanıp biraz ilerideki kırmızı çiçeğe doğru kanat çırptı.

-0-0-

       Zaman geceyarısını daha yeni geçmişti, Eski bir Adam sandalyesinde oturmuş pencereden gökyüzünü seyrediyordu. Semadaki tüm yıldızlar gözbebeklerine aksetmişti. Biliyorum dedi kendi kendine, bir gün geleceksiniz. Gözbebeklerinin içindeki o uzayın arkasında, daha derin bir şey yatıyordu. Yıldızların da ötesinde, derin bir kuyu vardı orada. Eski bir adamın inancı vardı orada.
 
-0-0-

       Uzak bir yıldızda kraliçe kelebek kanatlarını çırptı şiddetli bir şekilde. Ardından etrafındaki kelebekler de bir dalga gibi kanat çırpmaya başladılar. Aslında bu kelebeklerin sadece kendilerinin bildiği gizli dilleriydi, Umalım ki bu antik dilde eski Adam için iyi şeyler telaffuz edilmiş olsun. yani daha doğrusu çırpılmış olsun.                                              

9
Arkadaşlar Yurtdışında yayına çıkan Miras Şubat ayında Türkiye'ye gelecekmiş.(En azından Altın Yayınevinden konuştuklarım öyle dedi.) Ama sitesinde okumak isteyenler için her bölümün ilk sayfasını koymuşlar. Linkten bakabilirsiniz. (soldaki pencereyi tıklatın)

10
Miras Döngüsü / 4. Kitaptan alıntı
« : 29 Eylül 2011, 18:21:29 »
Spoiler: Göster
Miras Döngüsünün son kitabı Mirasın ön okumasıdır[*]kitaptan alıntıdır. Fırtınakıranın uyarısından sonra düzeltilmiştir.[/*]


The sound was stabbing, slicing, shivering, like metal scraping against stone. Eragon's teeth vibrated in sympathy, and he covered his ears with his hands, grimacing as he twisted around, trying to locate the source of the noise. Saphira tossed her head, and even through the din, he heard her whine in distress.

Eragon swept his gaze over the courtyard twice before he noticed a faint puff of dust rising up the wall of the keep from a foot-wide crack that had appeared beneath the blackened, partially destroyed window where Blödhgarm had killed the magician. As the squeal increased in intensity, Eragon risked lifting a hand off one ear to point at the crack.

"Look!" he shouted to Arya, who nodded in acknowledgment. He replaced his hand over his ear.

Without warning or preamble, the sound stopped.

Eragon waited for a moment, then slowly lowered his hands, for once wishing that his hearing was not quite so sensitive.

Just as he did, the crack jerked open wider--spreading until it was several feet across--and raced down the wall of the keep. Like a bolt of lightning, the crack struck and shattered the keystone above the door to the building, showering the floor below with pebble-sized rocks.



Spoiler: Göster
Not: İngilizceden çevirmeyi düşündüm ama büyük ihtimalle saçmalarım diye vazgeçtim



11
"Gecenin bu saatinde beklemek için çok şaşırtıcı bir yer seçmişsiniz Hanımım" diye konuştu Bey.

Genç kadın zarafetle arkasına dönüp Beyle göz göze geldi, gözlerinde aşkını kalbine gömmüş genç bir kızın dalgın ifadesi vardı, Beyi uygun bir şekilde selamlayıp yüzünü tekrar gecenin karanlığında parlayan yıldızlara döndü.

Derin bir iç çekerek "Bilmiyorum Beyim, geceleri gökyüzündeki yıldızları izlemekten her zaman hoşlanmışımdır." diye cevapladı.

Bey hanımın enteresanlıklarını daha önce de duymuştu. Dünyanın en büyük zalimleri hayatlarında hiç acı çekmeyenlerdir derdi eski bir söz. Bey o anda bu sözü söyleyen ilk insanın neler düşündüğünü hissedebiliyordu. Zalim komutanlar görmüştü, zalim hükümdarlar görmüştü, ama bir tek  dedikodu yapan hanımların zalimlikleri karşısında dehşete kapılmıştı.

Bunları düşündükçe genç hanıma duyduğu saygı da artıyordu. Onca zulme ve haksız çekiştirmelere karşın hala dimdik ayakta durabiliyor, yalandan da olsa o güzel yüzüne minik bir gülümseme kondurabiliyordu.

Bey kibar bir ses tonuyla, "İçeri geçmek istemez misiniz Hanımım burada üşüteceksiniz." diye sordu."

"Teşekkürler beyim ama içerideki insanların soğuk sıcaklığındansa, dışarının sıcak soğukluğunu tercih ederim." diye cevapladı Hanım.

Bey çok bilge bir insan değildi, sözlerden pek bir şey anlamamıştı, ama söyleyenin bütün kalbiyle konuştuğunu hissedebiliyordu.

"Bende sizinle birlikte yıldızları izleyebilir miyim hanımım?" diye sordu bey,

Hanım kibar bir şekilde başını sallayarak Bey'in ricasını kabul etti. Bey birkaç kez konuşma girişiminde bulundu. Ama her seferinde Hanım kibar ve kısa cevaplarla Beyin konuşmasına fırsat vermiyor, yıldızları seyretmeye devam ediyordu.

Birkaç saat sonra Bey artık dayanamamış olmalı ki içerideki misafirlerle ilgilenmesi gerektiği konusunda birkaç zayıf bahaneyi öne sürerek Hanımın yanından çekildi. Beyin ayrılmasından hemen sonra Hanımın yüzüne bilmiş bir gülümseme yayıldı. Gökyüzünün o muazzam güzelliğinin karşısında Hanımın yüzünden o minik gülümseme de silinip gitti zamanla.

Hanım o gece bitene, sabah güneşi tan yerini ağartana kadar gökyüzünü izledi. Ve yatağına bambaşka bir insan olarak geri döndü, güneş batana kadar yatağından ayrılmadı. Tekrar gece olduğunda ise Hanım tekrar balkondaydı ve gene bütün gece boyunca gökyüzünü izledi. O gece de, yatağına döndüğünde bambaşka biri olmuştu. Değişimin bu kısır döngüsü haftalarca sürdü.

Bey Hanımdan istediklerine bir türlü ulaşamıyordu. Hanım sabaha kadar gökyüzünü izliyor akşama kadar da uyuyordu. Halbuki Bey'in Hanım'ı davetinde çok daha farklı beklentileri vardı. İstediğini alamayacağını artık tamamıyla idrak etmiş olan Bey Hanım'a her ne kadar saygı duysa da artık Hanım'ın varlığından rahatsız olmaya başlamıştı.

Artık Hanım'a sürekli memleketini özleyip özlemediğini sorar olmuştu. Sık sık yanına gidip memleketinden gelen haberlerden bahsediyordu. Hanım bütün bunlara aynı kibarlık ve netlikle yanıt veriyor Bey gittikten sonra o bildik gülümseme bir anlığına tekrar yüzüne yayılıyordu.

Birkaç gün sonra Hanım Beye teşekkür edip memleketine dönmek için iznini istedi. Bey bu isteği hemen kabul etti ve Hanımında ısrarları üzerine kafileyi güneş battıktan sonra yola çıkardı.

Yazıktır ki o gece yola çıkan tek kişi hanım değildi. Muazzam kara kanatlarıyla ölümün soğuk nefesini üfleyen ölüm meleği de işe çıkmıştı o akşam. Listesinin başında ise Hanımın adı vardı. Genç hanımların canını almaktan nefret ediyordu. Saatlerce şaşkın şaşkın soru soruyor ve bir türlü öldüklerini kabullenmiyorlardı.

Hanım ise meleği yaklaşır yaklaşmaz gördü ve gülümseyerek selam verdi. Melek şaşkınlıkla hanımın selamına karşılık verdi. Hanım gülümseyen yüzüyle kabul ettiğini söylemek ister gibi gözlerini hafifçe yumup geri açtı.

Melek, Hanımın ruhunu göğsünden yumuşakça alıp çıkardı. Hanım hiç  itiraz etmeden meleğin peşine katıldı ve kendisini adaletin yüksek kapılarına kadar götürmesine izin verdi.

Meleğin gelişi ile devasa adaletin kapıları azametle açıldı. İçeride koca bir melek oturuyordu. Meleğin varlığından dışarı gerçeklik sızıyor gibiydi. Odada bir ağırlık vardı. Bu yüzlerce yıldır adalet dağıtmış bir varlığın gerçeklik seviyesinin varlıklar üzerinde oluşturduğu bir ağırlık olduğunu açıkladı ölüm meleği hızlıca. Hanım bunun umurunda olduğuna dair hiçbir tepki vermeden meleğin karşısına geçti.

"Evet kızım" dedi otoriter bir ses tonuyla adalet meleği, "Bir bakalım dosyanda neler yazıyor."

Önündeki koca kağıt rulosunu kaldırdı, çok hızlı bir şekilde göz attı, acıma duygusu ile dolduğunu belli eden bir ifade ile hanıma baktı.

"Çok cefa çekmişsin kızım suçun neydi?" diye sordu.

Hanımın yüzünde her zamanki kabullenmiş gülümsemenin yerini bir anda hırçın bir asilik aldı, gururlu ve mağrur bir idam mahkumunun suçunu kabullenmiş metanetiyle;

"Hayal kurdum efendim" diye cevapladı.

Suratındaki ifade her türlü saldırıya hazır  bir itirafçının soğukluğuyla gerilmişti. Melek bilmiş bir şekilde gülümsedi, başını iki yana sallayarak;

"Gerçekleşmek için yanlış gerçekliği seçmişsin be güzelim." diyerek, Hanımın bilgilerinin yazdığı kağıda bir şeyler karaladıktan sonra ruloyu kapattı. Ruloyu bir anda ölüm meleğine uzattı.

Ölüm meleği yaptığı işi iyi bilen memurların edasıyla Hanımı sonsuz farkındalığını yaşayacağı yere doğru yolculuğuna çıkarırken, Hanımın sakinliği karşısında duyduğu şaşkınlığı daha yeni yeni üzerinden atmaktaydı.

12
 
Spoiler: Göster
 Arthur Schnitzlerin; Böylece onlar hayatın ne kadar garip ve tezatlarla dolu bir şey olduğuna dair yeni bir delil daha bulmuş oluyorlardı sözünden ve Game of Thrones daki; It is known repliğinden esinlenilerek yazılmıştır.

                      

                                          GÜZEL BİR GÜN
                                                                                  
Bir gün bugünden daha güzel, daha iyi başlayabilir miydi? Gökyüzü açıktı, arada parça parça bulutlar göze çarpıyordu, güneş gökyüzündeki tahtına azametle kurulmuş, aşağıda bir o tarafa, bir bu tarafa koşuşturan insancıkları seyretmekteydi.

Havada hafif bir esinti kendilerini evrenin en önemli objesi sayan insanların yüzlerini yalayıp geçiyordu. Bir gün, daha ne kadar güzel olabilirdi ki? Bu her yönüyle güzel bir gündü. Bizzat kavram kitabının kendisinde yazıyordu. Kitabın tam ortasında kalın punto ile güzel günler yazılmış bir noktalı virgül atılmış ve hemen ardından da güzel günlerin tasviri yapılmıştı. Bir günün güzel olması için gerekenlerin içinde, havanın açık olması, çok hafif bir esintinin insanları serinletmesi gibi yüzlerce şart vardı.  Ve ne kadar şanslıydılar ki, böyle bir güne denk gelmişlerdi.

Yanına aldığı köpeği ile birlikte dışarıya gezmeye çıkmıştı, dışarıda onun gibi köpekleriyle yola çıkmış yüzlerce insan vardı. Hayatı ne kadar güzeldi, kimse kimsenin kulvarına girmiyor, parkın etrafında sakince dolaşıyorlardı . Herkes mutluydu, elbette mutlu olacaklardı bugün mutlu olunacak günlerdendi.

Güzel havanın insanı rahatlatan atmosferinde aklı birkaç gün öncesine kadar gitti. Yıl içerisinde sık sık görülen normal günlerden biriydi o gün. Arkadaşını  uzun süredir görmemişti. Evet artık onu beklemiyordu, ama o gün gelmesini hiç beklemiyordu.

Bir Normal günde onu görmeye gelmişti, ne terbiyesizlikti. Misafirliğe sadece İyi ve Kötü günlerde gidilirdi. Ama o ne yapmıştı? Yüzyıllık adetleri hiçe sayıp Normal bir günde gelmeyi tercih etmişti. Ne kadar kaba birisi diye düşündü. Ama misafire bunu söyleyemezdi. O yapması gerekeni yaptı, gülümsedi ve çay teklif etti. Misafir bunu kibarca kabul etti, en azından bunu doğru yapmıştı. O bir ev sahibiydi bu yüzden misafirine karşı saygılı olmalıydı ve o da öyle oldu.

Güzel bir muhabbet konusu açtı, bir süre tatlı tatlı konuştular. Yarım saat kadar sonra konu güzel günlerin ne kadar sevildiğinden açıldı. Bu sorunun cevabı belliydi. O ülkede ki insanlar genelde ezbere konuşurdu. Her sorunun bir cevabı ve her cevabınsa bir devam cümlesi vardı. Burada misafirinin kendisine katılmasını bekliyordu. Söz sırası arkadaşına geldiğinde arkadaşı;

“Bilmiyorum” dedi. “Ben yağmurlu günleri daha çok seviyorum, ne bilim güzel günler bana o kadar da cazip gelmiyor”

İşte buna şaşırmıştı. Ve o yıllardır şaşırmıyordu. Şaşırmayı sevmezdi, şaşırma her zaman yanında sorunlar getirirdi

“Ama” dedi içindeki şaşkınlığı dışarı vurmaktan çekinmeyerek “yağmurlu günler kötünün alt seviyesi günlerdir, onları nasıl sevebilirsin ki?”

Arkadaşı derin bir iç çekti,  “bilmiyorum dostum, güneşli günlerde köpeğimle gezintiye çıkmaktan hoşlanmıyorum, ama yağmurun altında durmak öyle mi. gökyüzünden düşen milyonlarca damlanın yüzüne tatlı bir sertlikle inmesi, etrafında insanlar koştururken yağmurun altında öylece durmak, soğuğun içine işlemesini hissetmek çok daha zevkli.”  

“Nasıl yani” dedi adam. Bir an arkadaşının şaka yaptığını sandı, ama hayır uzun süre görüşmeyen iki arkadaş bir araya geldiğinde şaka yapılmazdı ki, şaka yapmak için en az bir kere daha görüşmeleri gerekirdi.

Hayır şaka yapıyor olamazdı, arkadaşının suratına baktı bir süre, tekrar “nasıl yani” dedi “yağmurlu günler kötünün alt seviyesi günlerdir.”

Arkadaşı bir an suratını buruşturur gibi yaptı ve esefle içini çekti “boş ver” diyerek konuyu kapattı ve çayından bir yudum daha aldı. Adam şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı, ama ev sahibi olarak görevleri netti, yeni bir konu açmalıydı.

Kadınlardan girdi konuya bir süre onları konuştular doğru bir şekilde. Adamın kafa karışıklığı dağılmıştı iyice, olanları unutmuştu zaten daha sonra aklına geldiğinde de umursamayıp geçecekti.

O gün arkadaşını uğurlarken gözlerinde bir şey fark etti. Gözlerinin derinliklerinde, en derin korkuların saklandığı o yerde, bir korku vardı orada, dehşete kapılmış saf karanlık bir korku… Bu durum karşısında hiç bir şey yapmamaya karar verdi içinden. Böyle bir durumda ne yapılması gerektiği üzere bir ahlak kuralı yoktu, yani onu ilgilendiren bir şey değildi ve o da umursamadı. Arkadaşını uğurladı. İçeriye geçip akşam yemeğini hazırlamaya koyuldu.

Aradan birkaç hafta geçti ve telefonu çaldı öğle saatinde. Üzüldü bir an, çünkü bu saatte sadece ölüm haberleri için aranırdı. Yavaş yavaş telefona gitti ve telefondan arkadaşının öldüğü haberini aldı. Bunun üzerine o da yapması gerekeni yaptı ve gardırobundan siyah elbiseler çıkardı, 3 gün öyle gezdi.

Etrafındakiler onunla ciddi konular haricinde hiç konuşmadı. Bir yakınının öldüğü çok açıktı ve onlar bir yakını ölen birisiyle konuşmamaları gerektiğini bilecek kadar kültürlüydüler.

13
Eğlence & Mizah / Linyitspor Messi'yi reddetti.
« : 02 Mart 2011, 23:08:11 »
Spoiler: Göster
İnternetten görüp çok güldüğüm bir haberi sizinle paylaşmak istedim. Evet forumun genel yapısı ile bir ilgisi olmasada biraz da gülelim değil mi.




Bank Asya 1. Lig'deki ilk sezonunda ilk 5 maçında gol dahi atamadan ligin dibine demirleyen, ancak son 11 haftada yenilmeden 25 puan toplayıp 3 takımla zirveyi paylaşan TKİ Tavşanlı Linyitspor'un taraftarlarının Avrupa'nın ünlü takımlarıyla oynama hayalleri, internetteki sosyal paylaşım sitelerinde ilgi görüyor.

Kütahya'nın 60 bin nüfuslu Tavşanlı ilçesinde 68 yıl önce 'kömür işçileri ve ailelerinin spor yapması amacıyla' kurulan TKİ Tavşanlı Linyitspor, Bank Asya 1. Lig'de aldığı başarılı sonuçlarla spor otoritelerini olduğu kadar taraftarını da şaşırtıyor.

Kırmızı-siyahlıların taraftar gruplarından Neşter'e ait internet sitesi, hem bu takımın taraftarları hem de takımı merak eden futbolseverlerce ilgiyle izleniyor.

Son Adanaspor galibiyetiyle aynı puanla zirveyi paylaşan 4 takımdan biri olan TKİ Tavşanlı Linyitspor'un 'önlenemez yükselişi', Neşterin internet sitesi ve bazı sosyal paylaşım sitelerinde taraftarlarının hayal dolu esprilerine konu oluyor.

Adanaspor galibiyetinden sonra Spor Toto Süper Lig'e yükseleceklerine iyiden iyiye inanan taraftarlar, zirvede olmanın tadını çıkarıyor.

Yapılan esprilerle aynı zamanda Tavşanlı'da yaşayan bazı vatandaşların takımın başarısının farkında olmaması ve sezon başından bu yana Ada Stadı'nın tadilatının bitirilememesine göndermelerde bulunuluyor.

'BARCELONA, LİNYİTSPOR KARŞISINDA EZİLDİ'

Kırmızı-siyahlı takımın taraftarı Ayhan Gün'in, hayal gücünün sınırlarını zorlayarak hazırlayıp internette paylaştığı espriler şöyle:

Daily Sport: 'Barcelona, Linyitspor karşısında ezildi'

La Gazzetta dello Sport: 'Totti, 'Linyitspor çok güçlü. Hiçbir şey yapamadık' dedi.'

Daily Sport: 'Linyitspor, Messi'yi reddetti.'

The Time: 'Linyitspor, futbolda devrim yaptı.'

The Daily: 'Çok ilginç! Tavşanlı'nın nüfusu 60 bin, ancak Linyitspor'un 2 milyon taraftarı var. Bu nasıl olabilir?'

Önde gelen Türk medyası: 'Linyit şansıyla gidiyor', 'Tamamen tesadüf, bu maçta kesin kaybederler', 'Öldük herhalde, olmaması gerekenler oluyor.'

Sergen Yalçın: 'Linyit'e stat, yanına da hipodrom yapılsın.'

Hakan Şükür: 'Seve seve gider, hizmet ederim.'

Rıdvan Dilmen: 'Linyit gol olur, Leeds'e yağar.'

İleri gelen kulüp başkanları: 'Alın size taraftar, alın size stat! Gelin İstanbul'da oynayın!'

Tavşanlı halkı: 'Ben bu çocuğu dün televizyonda gördüm (İlçede gezen futbolculara ithafen)', 'Ada'yı istiyoruz', 'Eto'o kim ki, bulup bulup geliyorlar? Pek de çelimsiz!'

Yerel gazetelerimiz: 'Ada'yı istiyoruz dedik!'

İngilizler: 'Gelin burada antrenman yapın. Ada'yı vermeyiz!'

Bir sosyal paylaşım sitesinde bir taraftarın şu ifadesine yer verildi:

'Şahsen ben, Linyitspor'un Spor Toto Süper Lig'e çıkmasından yana değilim. Hep, Linyitspor-Galatasaray mücadelesini, Ada Stadı'nda seyretmeyi hayal ederim. Bu gidişle Galatasaray küme düşecek, Linyitspor da Spor Toto Süper Lig'e çıkacak. Hayalim gerçekleşmeyecek. Bank Asya 1. Lig'in kalıcı takımı olalım. Bakarsınız Galatasaray'la maç yaparız.'

Mynet den alıntıdır

14
HIRS

0. Bölüm- İhanet
Demirci bir elinde çekiç, diğer elinde maşa, kılıcı dövüyordu. Koca demircinin kılıcı bir şekile sokmak için gösterdiği çaba, yüzünde damlalar halinde parıldıyordu. Kömürden yayılan ısı görünmez bir duman gibi yükseliyor, zaten çatlamanın eşiğindeki mağaranın daha da ısınması hususunda elinden geleni ardına koymuyordu. Demirci ise öfkesinden taşı çatlatacak sıcaktan etkilendiğine dair hiçbir belirti göstermeksizin düzgün bir ritimle çekici kaldırıyor, indiriyordu. Bu şekilde saatlerce çalıştı Demirci. Kılıç kemale erinceye dek durmak, dinlenmek bilmedi. Yıllar sonra, şafağa en yakın, gecenin karanlığının en güçlü olduğu bir anda kılıç tamamlandı.

Dünyanın kırk ayrı yerinden kırk ayrı demir cevheri toplamıştı demirci. Üç yıl boyunca topladığı demirleri dövmüş, birbirleri ile kaynaştırıp mezc edene kadar kızgın ateşte ezmişti. Her soğutması gerektiğinde tekrar dövebilecek kadar yumuşak kalması için kılıca su değil kan vermişti. Ve kan bir şekilde ateşin, demiri sertleştiren kızgınlığını yumuşatıp, almıştı. Yaratıcıya kurban edilen canlıların kanlarıyla üç yıl boyunca defalarca soğutulan kılıç kanın tadına doymuş, doydukça kana olan iştiyakı artmıştı. Demirci kılıcı tamamladığında, sol eline aldığı başyapıtına tutku ile gözlerini dikti. Artık görevini tamamlamıştı. O anda kalbinde, Yaratıcının sıcaklığını hissetti. Böyle yüce bir varlığın azameti ile Demirci kendisini dizlerinin üzerinde buldu. Yaratıcı kılıcın sahibini seçmiş ve kılıcı “şey” olmaktan çıkarıp “o” yapmıştı.

Yaratıcı belki demircinin hatırına, belki demircinin emeğinin hatırına, belki de bilinmeyen başka bir amaç uğruna kılıca can vermişti.Ve kılıcın iradesi kendini bildi. Kılıcın kanıksız susuzluğu karşısında, yapımcısına olan sadakati hiçbir şeydi. Ve hafifçe uzandı iradesiyle Kılıç. Sevgi bekleyen yorgun gözlü yaşlı adama doğru. Kanının tadına baktı çenesinin hemen altından yavaşça. Tadını çıkarta çıkarta girdi içine babasının. Her damlayı tek tek hissetti. Ve bir sonraki ziyafetini beklemek üzere kanlar içerisindeki Demircinin elinde keyif türküleri mırıldanarak beklemeye başladı.

Ah ılık kanın o mırıltısı…

Güneş batmadan önceki son eğlencesindeydi. Ah Segeney diye fısıldadı gölgeler.

15
Televizyon / KİTT
« : 21 Eylül 2010, 21:18:34 »

   Bir zamanları kasıp kavuran dizi KİTT şimdi tekrar yayında izlemeyenlere özenle tavsiye edilir. Her ne kadar ana konusu yok gibi görünsede öyle değil. Harikulade bir dizi mutlaka izleyin izleyenlerin yorumlarını merak ediyorum.

Sayfa: [1] 2