Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - JeepeRs

Sayfa: [1] 2
1
Zaman Çarkı / Ynt: Zaman Çarkı
« : 06 Kasım 2010, 17:21:22 »
Eveet. Bir kaç saat evvel 13. cildi dinlemeyi bitirdim. Zaman Çarkını düşününce karakterler kafamda ingilizce konuşuyor. Kitap hakkında spoiler verip kimseyi üzecek değilim. Benim gibi ingilizcesini edinip okuyanlar ile delicesine kitabı tartışmak istesemde, forumdaki bir çok Zaman Çarkı okuru arkadaşın türkçe çevirisini bekleyeceğini biliyorum.

Ama kitap hakkındaki genel düşüncelerimi belirteyim. The Gatherin Storm(Fırtına Toplanıyor(ekonomik sebepler nedeniyle daha türkçesini okuyamadım(bi hediye edenim yok ki :( )))'u beğenmiştim. Brandon Sanderson'un yazdığını genel olarak ayırt edemediğimi söyleyebilirim. Güzel bir kitaptı. Belki 4. cilt kadar yada 9. cilt kadar beni kendine çekmedi ama yinede kitabın farklı bir albenisi vardı. Towers of Midnight ise tamamiyle ayrı bir mesele. Serideki en sevdiğim kitaplar arasında yerini aldı. Matrim Cauthon zaten gönüllerin kahramanıydı. Bu ciltte Rand'al Thor da takdir ettiğim karakterler arasına girdi. Bir önceki cilt bir dönüşümün geleceğini belli etmişti ama bu kadarını beklemiyordum. Bu cilt bir önceki gibi genel olarak durağan değil. Okumak zorunda hissettiğim çok az bölüm oldu. Ne yalan söyleyeyim genel olarak Perrin efendiyi pek sevmiyorum. Onun olduğu bölümleri okumak zorunda hissediyorum kendimi. Keza Elayne de öyle. Bu kitapta o zorunluluğu çok az hissettim. Bir haraketinden ötürü kendisi takdirimi kazandı artık.

Sizi gerçekten şaşırtacak bölümleri olduğu gibi, yüzünüzü güldürecek bölümleri de var. Bazı bölümlerde ise gözlerinizi nemlenmekten alıkoyamayacaksınız. Tarmon Gaidon artık kapıda. 14. cildi okumak için sabırsızlanıyorum. :)

2
Kurgu İskelesi / Ynt: Aşkın iki yüzü
« : 06 Mart 2010, 22:09:11 »
Evet biraz öyleyim... :)

3
Kurgu İskelesi / Aşkın iki yüzü
« : 06 Mart 2010, 21:37:44 »
Fantazya üzerine olmasa bile bugün uğraşıp yazdığım ufak bir yazı. Beğenmeniz dileğiyle.


Aşkın iki yüzü.

[Erkek]
   Ne güzel parlıyor gözlerin. Dile gelip biz mutluyuz diyorlar sanki. Küçük tebessümler dağıtıyorsun çevrene. İnsanlar daha mutlu oluyor senin yanında. Ben ise daha da fazla mutlu oluyorum seninle birlikteyken. Sanki kalbim yerinden fırlayacakmış gibi oluyor ama belli etmiyorum. Canımı acıtıyor sana bu kadar yakınken bu kadar uzak olmak.
   Haykırmak istiyorum yüzüne, seni sevdiğimi. Ama korkuyorum. Bana gülümsediğinde milyonlarca parçaya bölünüyorum. Bir tarafım seviniyor, havaya uçuyor mutluluktan, diğer yanım ise öyle bir acı çekiyor ki kelimelere dökmek mümkün değil. Biliyorum, ben senin sadece arkadaşlarından biriyim.

[Kız]
   Ne güzel parlıyor gözlerin, dünyadaki en mutlu insan sensin sanki. Ama neden sadece gözlerin mutlu? Neden acı çekiyorsun bana baktığında? Dudaklarındaki yapmacık gülümseme ile kimi kandırabilirsin ki? Beni değil…
   Keşke anlatabilsem sana duygularımı. Cesaretim olsa keşke. Göremiyor musun gözlerimdeki aşkı? Yanlış zaman, yanlış mekan. Yakın arkadaşım olmak zorundaydın. Beni böyle iki arada bir derede bırakmasan olmazdı, değil mi? Seni üzen o kızı bir elime geçirsem biliyorum ne yapacağımı. Onun yüzünden acı çektiğinin bile farkında değilsin sanki.  Hele benim yanımdayken acın katlanıyor. Sana onu mu hatırlatıyorum? Sana bu kadar yakın iken bu kadar uzak olmak nasıl canımı acıtıyor bilemezsin. Ama benim böyle düşünmeye hakkım yok. Ben senin arkadaşlarından biriyim sadece.

[Erkek]
   Seninle konuşurken, bana o kadar yakın oluyorsun ki bir umut doğuyor içime. Acaba diyorum. Neden olmasın? Ama sonra korktuğundan bahsediyorsun, yeni bir ilişki istemediğinden. Tüm düşüncelerim kafamdaki bir kuruntudan ibaret oluveriyor anında. Fakat yanındayım ya, yanımdasın ya, o anki acıya katlanabilmemin tek açıklaması o.
   Yanında dilim bülbül gibi şakıyor, durduramıyorum. Bıraksan saatlerce anlatırım kendimi, sana. Beni daha iyi tanıyabilmen için. İçimi görebilmen için. Beni anlayabilmen için. Ama bazen uzaklaşıyorsun benden durduk yerde. Aramıza bir buzdağı giriyor sanki. Onu mu hatırlatıyorum sana? Yeni bir ilişkiden korkmana sebep olanı mı? Böyle düşünmek daha da üzüyor beni. Her an seni düşünüyorum ama artık düşünmek yetmiyor bana.

[Kız]
   Seninle konuşurken, bana o kadar yakın oluyorsun ki, korkuyorum sana olan duygularımın farkına varacağından. Benim olmasan bile benimlesin en azından. Bunu da kaybetmekt istemiyorum.  Nedenini soruyorsun korkumun. Sana nasıl “Seni yitirmekten korkuyorum” diyebilirim ki.
   Yanındayken kozasından yeni çıkmış bir kelebek gibi oluyorum sanki. Bir günlük ömrüm var kendimi anlatmak için sana. Her saniyem önemli. Saatlerce dinliyorsun ben, beni anlatırken. Anla istiyorum aslında, ben söyleyemesem de anla sana olan duygularımı. Ama bazen sebepsiz uzaklaşıyorsun benden. Uçurumlar giriyor aramıza. Sesimi sana duyurmak için bağırmam gerekiyor. Gücüm yetmiyor artık yoruluyorum. Neden dalıp onu, senin kalbini kıranı, düşünüyorsun benim yanımda. Her an seni düşünüyorum ama artık düşünmek yetmiyor bana.
   

4
Öykünün devamını şubat ayı öykü seçkisinden okuyabilirsiniz.

5
2. Yıl / Ynt: 2. Geleneksel Satranç Turnuvası!
« : 29 Ocak 2010, 16:09:22 »
Bende katılmak istiyorum.. :D

6
Eleştirileriniz için teşekkürler.

Bir bakıma Dr. Manhattan'ı andırıyor olabilir. Yani insanlığa bakış açısındaki farklılık olsun, olağanüstü güçler olsun. Ama onun gibi bir zamanlar insan olduğunu unutmuş değil. Sonra karakterimin, insanlığı enine boyuna incelemesi için çok fazla zamanı var. Dolayısıyla bir çok şeyi tecrübe ederek öğreniyor. Son olarak da benim karakterim mavi değil, normal insan gibi görünüyor.

Benzerlik kısmına gelince, bu hikaye aklımda belirmeden önce Watchmen daha vizyona girmemişti ve çizgi romanlarını bir şekilde okumamıştım. Yani Dr. Manhattan'ın varlığından haberim yoktu. Ama Watchmen'i izledikten sonra karakterim hakkındaki düşüncelerimde bir değişme olmamıştır diyemem gönül rahatlığıyla.

7
Başka Kurgular / Ynt: On Küçük Zenci - Agatha Christie
« : 14 Ocak 2010, 14:27:11 »
Agatha Christie'nin okuduğum ilk kitabı yanlış hatırlamıyorsam on küçük zenci idi. Aradan o kadar çok zaman geçmiş ki ne vakit okuduğumu dahi hatırlayamıyorum. Ancak daha sonra yazarın diğer kitaplarından bir kaçını okuduktan sonra, bana bu kitabın verdiği heyecanı alamadım..

Pairot, iyi dedektif tamam da, kitabın sonunda onun bir şekilde olayı çözeceğini biliyoruz nasıl olsa ama on küçük zenci'deki belirsizlik beni gerçekten etkilemişti.

8
Aslında uzun soluklu bir şey yazamayı düşünmüyordum. O ilk, soru cevap biçiminde olan öyküdeki gibi öyküyü, yani günümüzde geçen öyküyü anlatırken geçmişi de satır aralarında vermeyi düşünmüştüm ancak karakterime yaşattığım hayatın farklılığı ve ilginçliği beni o geçmişi de incelemeye itti.

Şimdi karakterin gelişimini, üstteki gibi kısa parçalarla okuyucuya verip, ara ara da şuanki zamana değinmeyi düşünüyorum. Aslında dediğiniz gibi uzun soluklu roman tarzında bir hikaye çıkıyor ortaya ama kendime hala güvenemiyorum uzun bir şeyler yazabileceğim konusunda.

9
Aynı altyapının üstüne yazılmış başka bir yazı ile devam ediyoruz.



Yakıcı güneşin, her dakika etkisini daha da artırdığını görmezden gelebilseydim, bir savaşın tam ortasında olduğum gerçeğini unutmam bir nebze daha kolay olurdu.

Evet, lanet bir savaşın ortasındaydım ve hangi tarafın haklı olduğu umrumda değildi. Zaten savaşları oldum olası sevemedim. Binlerce insan, birbirinin boğazına gözü dönmüşcesine saldıran, leş gibi ter kokan binlerce insan. Akan kan yüzünden çamur olmuş, yürüdükçe yılan derisi gibi esneyen toprak. Çığlıklar, ahh kulaklarım olduğunu unutmak, bu kadar iyi duyamıyor olmak isterdim. Lanet insanlar, madem savaşmaya bu kadar niyetlisiniz, iş ölmeye gelince de çenenizi kapalı tutun.

Dört gün oldu sanırsam, uyandığımdan beri dört gün. Savaşın, kanın, terin, çığlıkların, çevreye yayılmış insan parçalarının, iğrenç bir kokunun etkisiyle yıllar gibi gelen dört gün. Bir dahaki sefere uyanacağım evreni dikkatle seçmeliyim diyorum kendime, daha önce de defalarca kez dediğim gibi. 17AF7CKL8932M evreninin genel gelişmişlik seviyesinin biraz altında olduğuna dair doğduğum evrendeki süper bilgisayarımın beni defalarca kez uyardığını düşünmemeye çalıştım. Birazmış. Bu insanlar resmen ilkel. Gün geçtikçe artan pişmanlığım, daha burada geçirmem gereken 381 yılı düşündükçe sinir krizine girmeme seviyeye yükseliyordu.

Elementler üzerindeki kontrolümü geliştirmem gerektiği doğruydu elbet. Bir kaç yüzyıl öncesinde sadece çevremdeki cisimleri haraket ettirebildiğim düşünüldüğünde, şu anki durumum bile şaşkınlık vericiydi. Ama lanet süper bilgisayarım, elementleri kontrol etmek için, beynimin kapasitesinin çok azını kullandığımı ve potansiyelimi gerçekleştirmek için daha çok pratik yapmaya ihtiyacım olduğuna karar vermişti. Devreleri yanasıca makina.

PA726 evreninde, ilk oluşan bir milyardan biri olduğu varsayılır, dokuzyüz yıl boyunca insan zihninin derinlikleri üzerinde çalışmıştım. Yani, çevremdeki insanların düşüncelerini duymak, onların benim ne düşündüğümü anlamalarını sağlamak, istediğim şeyleri düşünmelerini sağlamak gibi şeyler. Birden fazla zihne aynı anda bağlanmak ise en çok sevdiğim şeydi. Sanki ben çobanmışım onlar da koyunlarımmış gibi. Daha sonraları bağlandığım zihinleri, sadece istediğim gibi yönderdirmenin yanı sıra, acı veya zevk ile eğitebileceğimi ve kopartabileceğimi keşfettim. Kopartmak derken, beynin vücut üzerindeki kontrolünü kesmekten bahsediyorum. Bu da o bedenlerin ölümüne neden oluyordu doğal olarak.

PA726'dan ayrılmadan önce yaptığım şey için hala kendimi affedemedim. O insanlar bu yazgıyı hak etmiyorlardı. Sonsuz evrenler içindeki dünyalarda yaşayan hiç bir insanoğlu öyle bir muameleyi hak etmiyor. Ama sınırlarımı öğrenmem gerekiyordu. Önce, o zavallı insanlara bağlandım. En başta yakın çevremdeki yedi bin seksen üç kişiyi zihnimde hissettim. Sandığımdan daha kolay oluyor gibiydi. Sonra bağlanmaya devam ettim. Yüz binler, milyonlar, milyarlar. Üç saat kadar sonra, o dünyada yaşayan on milyar üç milyon iki yüz kırk bin altı yüz elli iki kişiye bağlamıştım. Hepsini sanki yanımdalarmış gibi hissedebiliyordum. Onlara istediğim herşeyi yaptırabilirdim. Ben ne yaptım? Hepsini koparttım.

Ve değişikliği farkettim. Dünya daha önce hiç karşılaşmadığım bir sessizliğe büründü. Duymaya başladım ardından, önce bir kaç tanesi söylüyor gibiydi sanki, zamanla diğerleri de katıldı ağıt yakan hayvanlara. O vakit, aklım başıma geldi, ne yaptığımın farkına vardım. Onlara tekrar bağlanmayı, yeniden canlanmalarını istedim. Ama ben her ne kadar insanlara göre özel biri olsam da tanrı değildim. Kalbim yanmaya başladı sanki demirden bir kozmuşcasına. O acıyı hiç bir zaman unutmadım.

Hayvanlara ağıta devam ederken, bülbül başladı şarkısına, o an içimde bir yanardağ patladı sanki. Bir ses bu kadar saf, bu kadar içten, bu kadar duru olabilir miydi? Orada ne kadar durdum bilmiyorum, çevremde saçılmış insan cesetleri arasında, öldürdüğüm insanlar arasında. Ağladım, dönüştüğüm şey için göz yaşı döktüm. Defalarca kez düşünmeme rağmen hep yapmamak için bir sebep bulduğum şeyi yaptım. İntihar.

Kendimi koparttım. Canım yandı ama kalbim köz gibiyken hissetmedim dahi. Olduğum şey ölmeme mani oldu. Oturmaya devam ettim, göz yaşlarım içime aktı, bülbülün sesi kanıma karıştı. Ve duyulabilecek hiç bir ses kalmadığında, ben değişmiştim.

Şimdi bir savaşın ortasındayım. Dört gündür bu savaşın ortasındayım. On bin kadar insan var savaş meydanında, hepsine bağlıyım, hepsini hissedebiliyorum. Onları şu an, bu pişmanlığım içinde kopartmıyorsam tek sebebi var; o bülbülü tekrar duymak istemiyorum.

10
Yorumlarınız için teşekkür ediyorum. Paralel evrenler teorisini daha önce duymuş olsam da içeriğini tam olarak bilmiyorum. Yukarıdaki düşünce, öykünün ana metnini oluştururken uzun yaşam için gereken uzun zamanı nereden karşılayacağımı düşünürken birden aklıma geldi. Yani başka bir yerden esinlenme olmadı. Şimdi paylaşacağım metindeki anlatış biçimim yukarıdakine nazaran farklı, uzun uzun incelenmesi gereken konuları, aceleci olmam nedeniyle hemen anlatmış olabilirim, kusuruma bakmayın, daha öykünün birinci taslağına dahi bakmıyoruz. İleride bir çok ekleme ya da çıkarma yaparak çeşitli düzeltmelere gitme olasılığım çok yüksek.

Öykü için henüz bir isim düşünmedim. Kafamda kurguladıklarımı, boş vakit buldukça yazıyorum. Üstte öykünün kurgusu için yazdığım kısa yazıyı paylaştım. Şimdi de aklıma farklı bir başlangıç gelmezse, öyküye giriş kısmı yapmayı düşündüğüm yazı ile karşınızdayım. Olumlu, olumsuz eleştrileriniz için şimdiden teşekkürler.




- Kaç yaşındasınız?

On bin yedi yüz seksen beş.

- Neden?

DNA üzerine yapılan çalışmalar kuşkusuz, hepimizin dikkatini çekiyor. Günümüzde bir çok canlının genetiğiyle oynanmış durumda. Henüz insan üzerinde denemeler yapılmıyor tabii ki. Ya da yapılıyor da bizim mi haberimiz yok?
Yıllarca bu konu hakkında düşündüm. Uzun ömrüm boyunca, insan genetiği hakkında olası evrenlerin çok azında bilinen sırları öğrendim. Ve bu öğrendiklerimi kendi üzerimde uyguladım. Kartallarınki kadar keskin gözler, yarasaları bile kıskandıracak kadar iyi duyan kulaklar, köpeklerin sahip olduğu gibi mükemmel bir koku alma kabiliyeti. Sonsuz yaşam, beynin tamamını kontrol edebilme, hızlı hücre yenilenmesi gibi  tüylerinizi ürpertecek özelliklere sahibim.
Yalnız her ne kadar kendi üzerimde bir çok deney yapmış olsam da, son saydıklarımı benim eserim değil. Zaten kim ölümsüz olmak ister ki? Sevdiklerin ölürken, bildiğin alıştığın dünya değişirken yaşamak zorunda olmak. Tamam kabul ediyorum, zorunda değildim belki ama sıradan bir yaşam sürmeyi isterdim normal insanlar gibi.
Neden intihar etmedim, bunu defalarca kez sordum kendime. Şu an bile düşünmüyor değilim, yaşamıma son verip bu lanet yaşamdan kurtulmayı. Arkadaş yok, güvenebileceğin kimse yok, eş yok, dost yok, çoluk çocuk yok, çocuk sahibi olma şansı yok.
Sıradan bir insan gibi düşünüyor olsaydım, sıradan bir insanın beynine sahip olsaydım, yukarıda saydığım sebeplerden biri bile intihar etmem için yeterli olurdu ama değilim. Ben farklıyım. 25 kromozom çiftim var bir kere. Sıradan bir insanla çiftleşme sansım yok. Denemediğimi sanmayın sakın. Defalarca kez denedim kendime uygun bir eş seçmeyi. Ama onlar ölümlü yaşamın armağanına kavuşup beni yalnız bıraktılar, zaten yaşarken de pek beni anlayabilmiş değillerdi.
Bunu neden size anlatıyorum merak ediyorsunuz değil mi? Yaşamım süresince beynimi istediğim gibi kullanmamın da verdiği destekle sizin teknolojinizin defalarca kez üstünde bir teknolojinin mimarı oldum. Ve bu geliştirdiklerimden bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum. Bunu sizin iyiliğiniz için yaptığım kanısına kapılmayın sakın, dünyaya yaptıklarınız için sahip oldunuz bu olanağa. Aslında şuan 1 saat de olsa sizin gibi vahşice düşünebilmek isterdim. Hepinizi hissedebiliyorum nasıl olsa bir milyarınızı şuracıkta öldürüversem dünya ne kadar da rahatlar. Hatta hepinizi öldüreyim, şimdiye kadar öldürdüklerimin yüzde biri bile etmez, pişmanlık dahi duymam bu eylemden.
Ama sizi suçlamamalıyım dünyaya yaptıklarınız için, onu benim gibi anlamıyorsunuz ki, acısını göremiyorsunuz. Suçlanması gereken benim en nihayetinde, bildiklerimi bunca yıl sizinle paylaşmaktan çekindim. Lakin size öğreteceklerimi birbiriniz aleyhine kullanmayacağınızı nereden bilebilirim ki?
Aydınlanacağınızı umuyorum, benim aydınlandığım gibi. Bana sonsuz yaşam lanetiyle, mükemmel düşünme lütfünü kim bağışladı bilmiyorum. Ama bir umut görüyorum sizde, bunca zaman sonra ufak bir kıvılcım. Belki anlarsınız neler hissettiğimi. Dünyanıza hak ettiği ilgiyi gösterirsiniz…

Evet, başka sorusu olan?

11
Kadere inanır mısınız?
Peki sonsuz evrenler inanır mı?



Size sonsuz sayıda evrenin olduğunu söylesem, ne düşünürsünüz acaba? Kavrayabilir misiniz ne demek istediğimi? Şöyle ki, hayatımızın bir çok döneminde, yaşamımızı etkileyen kararlar vermemiz gerekir. Örneğin , A üniversitesine ya da B üniversitesine gitmek. C ile çıkmaya başlamak ya da başlamamak. Yolda yürürken D ile karşılaşmak ya da karşılaşmamak. E ye giderken F yolunu yada G yolunu kullanmak. G yolundan giderken, sonradan E ye gitmekten vazgeçip H ye gitmeye karar vermek.

Ne çok karar vermemiz gerekiyor değil mi? Yukarıdakiler vermek zorunda olduğumuz kararların sadece çok küçük bir kısmı. Bazen bizi farklı şekilde etkileyecek iki seçenek arasında kaldığımızda, hangisini seçeceğimizi düşünmeyiz bile.

Bu kadar çok karar vermemiz gerekirken, bize göre bazı kararlar önemli bazı kararlar önemsizdir. Ama evren buna öyle bakmaz. Evren'e göre her kararın, kişinin hayatını etkilemede eşit şansı vardır. Yukarıda verdiğim örnekte, yolda yürürken D ile karşılaşma olasılığımız var değil mi? Belki de D hiç tanımadığımız biri, belki de hapisten yeni çıktı ve psikolojisi bozuk. Belki de bizi öldürecek. Tabi öldürmek yada öldürmemek D nin kararını vereceği bir eylem. Yani evrende verilen tüm kararlar bize bağlı değil, tüm canlı varlıkların kararları birbirini etkiler durumda.

Şimdi burada düşünmeye başlayalım. A üniversitesi ile B üniversitesi arasında karar vermek zorundayız. Hangi kararın doğru karar olduğunu nerden bileceğiz? Hangisinin hayatımızı daha iyi etkileyeceğini kim söyleyecek bize? Ya ikisini birden seçme sansımız olsa, ne güzel olurdu değil mi?

Burada saçmalamaya başladığımı düşünüyorsunuz, eğer sadece bir tane evren olsa siz haklısınız. Ama ya birden çok evren varsa, o zaman kim haklı. X evreninde yaşayan biz, X1 evreninde A üniversitesine gitmeyi seçsek, bu karar verme aşamasında B üniversitesine gitme olasılığımız da, X1 evreninin bire bir kopyası olan X2 evreninde gerçekleşse. Bundan sonra X1 ile X2 evreninin bire bir kopya olamayacağı aşikar. Yani şu durumda ilk yaşadığımız X evreni kaybolmuş, ya da X1 ve ya X2 evreninden birine dönüşmüştür. Dolayısıyla X1 ya da X2 evreninden biri ya da ikisi birden, karar verme aşaması sonrasında oluşmuştur. Eskiden bir evrenimiz varken şimdi nurtopu gibi iki tane evrenimiz oldu. Ne mutlu bize.

Burada anlamamız gereken, bize önemli ya da önemsiz görünen karar verme aşamalarının evren doğasında birbirinin aynı olasılığa sahip olduğu. Dünyada ki canlık varlık sayısını gözünüzün önüne getirin, bakın burda bilinçli demiyorum. Yani sadece biz insanların değil diğer canlıların kararlarına da evren aynı gözle bakar. Ne kadar çok canlı oldu değil mi? Ki şimdilik evrende bizden başka yaşam olan gezegen olup olmadığını bilmiyoruz. Bunca canlını vermek durumunda olduğu kararların bebek evrenlerin doğmasına yol açtığı göz önüne alınırsa, sonsuz sayıda evrenin olduğu ve her an sonsuza yakın sayıda evrenin oluştuğu gayet net bir şekilde görülebilir.

Arkadaşlar, yukarıdaki yazıyı aslında yazmayı düşündüğüm bir öyküye altyapı oluşturması amacıyla yazdım ve blogumda yayımladım. Blogumda sadece kafamdan geçenleri paylaşmayı düşündüğüm için eleştiri kabul etmiyordum ancak Hakan'ın önerisi üzerine öyküyü sizlerin de beğeninize sunmanın uygun olacağına karar verdim.

Olumlu ya da olumsuz eleştrileriniz için şimdiden teşekkürler..

12
2. Yıl / Ynt: Şölen Açılışı
« : 07 Ocak 2010, 17:19:13 »
Nice yıllara Kayıp Rıhtım.

13
Silmarillion'u oku. Sonra bi daha oku, üstüne bir kez daha oku, zaten üçüncü okuyuştan sonra iç huzura kavuşmuş olursun.

14
Zaman Çarkı / Ynt: Zaman Çarkı
« : 01 Kasım 2009, 15:44:46 »
The Gathering Storm. Keşke Robert Jordan tamamlayabilseydi eserini. Ancak olmadı. Brandon Sanderson'u gerçekten kutlamak istiyorum çok güzel iş başarmış. Bazı yerler hariç hissetmiyorsunuz farklı birinin kalemi olduğunu. Ve kitap bence serinin en iyi kitapları arasında kesinlikle yer alır.
Kitap yeni çıktı biliyorsunuz. Korsana karşıyım ama zaman çarkı aşkı için kendimi tutamadım. Ha kitabını da alacağım tamam ama internetten audio book unu buldum dinledim tamamını.
3 günde bitirdim 35 saatlik eseri. İçim dışım ingilizce oldu.

Ama değdi be gerçekten. 3 yıldır bekliyorum bu kitabı ve beklentilerimi karşıladı. Kitap hakkında spoiler vermeyi düşünmüyorum. Bekleyin ve görün. Ancak çok şaşıracağınız bazı yerler var. Aaaa hiç beklemezdim diyeceğiniz. Sizi gülümsetecek bazı noktalar, bazı yerlerde sinirleneceksiniz karekterlere. Ama sonu varya hiç beklemediğiniz şekilde bitecek. Keşke bitmeseydi diyeceksiniz.

15
Eğlence & Mizah / Ynt: En Sevdiğiniz Çizgi Film Hangisi?
« : 07 Ekim 2009, 19:36:17 »
Çizgi film denilince, akla bir sürü film geliyor elbette ama hangi yaşta izlendiği de ayrı bir mesele.
Mesela ben küçükken pokemon'u çok severdim, hala da severim, hatta divxplannette arkadaşları örgütleyip altyazı çeviri grubu kurma niyetindeyim, bi vaktim olsun hele.

Ama şimdi Avatar'ı izledikten sonra, diyemem ki pokemon en sevdiğim artık. Aang ile öğrenmiş, katara ile annelik taslamoş, toph ile gögsü kabarmış, sokka ile hüzünlenmiş ve özellikle de iroh'u öz amcam gibi sevmiş olmak, ona verdiğim değerin göstergesidir.

İzleyin, izlettirin ve şunu hiç unutmayın.
"Gerçek bir akıl, yalanlar ve yanılsamaların arasından kaybolmadan yolunu bulur. Gerçek bir kalp ise zehir dolu nefrete zarar görmeden dokunabilir. Bu zamanın içinde karanlık büyümeye devam etse de, her zaman aydınlığın etrafı arıtması için eğilmeyi de bilir."


Sayfa: [1] 2