Yer açın! Yer açın! Bahsetmek için yanıp tutuştuğum teoriler var! (Her zaman ki gibi

Fırsatını bulmuşken içimdekileri dökeceğim

)
2312'nin, yani ait olmadığımız bir çağın insanlığını okuyoruz. Rutinleri ve hayat görüşleri o çağa ait. Ayrıca kendileri ve yaşadıkları çağla barışıklar. Swan bile çağının aykırısı sayılır. Onunla karşılaştırınca etrafındakiler çağlarının normalleri olduğu daha da netleşir.
Gelecekten veya geçmişten bahsederken bugünün şartlarına ve anlayışlarından farklı olmaları ister istemez yabancılık hissi yaratıyor. Mantıken bu yabancılaşma doğal ve doğru aslında.
Hikayecilik içinse bu doğallık sorun teşkil edebilir. Kurgunun duygu ve fikirler uyandırması için tanıdık veya anlaşılabilir şeylere ihtiyaç duyulur. Hikayedeki ögelerle bağ kurarak mı, yoksa anlatılanlar arasında bağ kurdurarak mı hikaye takip edilir? Beklediğimden aldığım karşılık mı, beklemediğimden gelen beklenmedik karşılıklar mı dikkate alınmalıdır?
2312 ilk sorulara göre şekillense, kendi çağına yabancı ve uyumsuz karakterler oluşurdu. Çünkü bu ikisi, romanın ana fikirlerine ve dokusuna aykırıdır. Yabancılık, okuru karaktere yakınlaştırırken, karakterin etrafındaki dünyayı muğlaklaştırır; çünkü o dünya böyle birinin varolmasına uygun değildir. Uyumsuzluk bunun peşinden gelir. Karakter varolmasına imkan tanımayan hikayede ya o sahtedir ya yaşadığı dünya.
2312 ikinci sorulara göre şekillenince karakterler içinde yaşadıkları evrene göre tanımlandıklarından, yabancılık ve dolayısıyla kurmacada da uyumsuzluklar oluşmaz.
Örneğin, Star Trek'teki insanlığın geleceği. Oradaki insanlık günümüz dünyasının sorunlarını kenara bırakmıştır. Belli başlı prensiplere ve bakış açılarına bağlı olarak ahlaksal ve düşünsel temellere göre davranırlar. 21. YY izleyicisinin oradaki insanların fikir ve çabalarını yer yer garipsemesi bundandır. Çünkü geleceğin insanlarından günümüzün insanları gibi davranması beklenir.
Hikayecilikte kahramanların özdeşleşilecek ya da hal ve hareketleri anlaşılacak kişiler olması beklenir. Onu çevresinden ve şartlarından bağımsızca mı, yoksa ait olduğu evrenle bağını dikkate alarak mı değerlendirmek gerekir?
Dikkate çekilmek istenene göre oluşturulan yapıda ikisinden birine göre anlatım şekillendirilir.
Kim Stanley Robinson, romanda değişikliğe gitmeden, Ursula K. Le Guin tarzıyla karakterleri anlatmaya kalksaydı mesela, ne olurdu? Tahminim, tuhaf olmalarına rağmen bağ kurulan karakterlerin olduğu, akla yatkın bilimkurgu ögelerinin bulunduğu, gereksiz bölümlerle şişim şişim şişirilmiş, karakterlerin durumuna göre yapay ve soğuk bir evren ve ne anlattığı anlaşılmayan bir kitap. Aynı sonuca varılmasına rağmen daha büyük bir hüsran yaşatırdı. Çünkü Le Guin tarzı, hikayedeki bağlantıların karakter sayesinde fark edilmesine yönelik işler. Okur karakterden yana hikayeye girdiğinden, o evren hep eleştiri odağındadır.
24. YY'ı olumlulukları ve olumsuzluklarıyla birlikte anlatan Robinson için "eleştirisellik" pek de istenilen sonuçları vermez. Çünkü o çağı olduğu gibi aktarmak gayesindedir. Anlatım tarzı belgeselcidir. Bağlantıları okurun kurmasını bekler. İhsan Beyin
Çevirmenin Çemberi'nde bahsettiği okurun belli konularda bilgili olmasını talep ettiği gibi, "Bilimkurgu okuyorsan, bilimkurgu okumanın şartlarını yerine getir." talebinde bulunur. Ünlü yazarlar bile mutabakata varamayabilirken, bilimkurgunun ne olduğu ve onu okuma şartlarının nelerden meydana geldiği ayrı bir tartışmadır zaten.
Böyle böyle anlatım tercihi ve yazarın talepleri birleşince, okurun karşısına iki seçenek çıkıyor; sunulanı, ya kendi taleplerinin süzgecinden geçirecek, ya da anlatımla altı çizilen taleplere dikkat edecek.
Neticede "kurgudan beklenilen" ile "karşılığında alınanın" bile kendi içlerinde değişkenlere göstermekte. İyisi mi, talepler ve çabalar karşılığında ne sunduğu üzerine durmak. Belki böylece değeri ve başarısı derecelendirilebilir.
