Yazıyorum, çünkü yazmak istiyorum. Belki de hayatımda ilk kez kafamdakilerini saçma bir word dosyasına olduğu gibi aktarıyorum. Evet, şimdiye kadar pek çok hikâye kurguladım ve pek çoğunu forumda yayınladım. Takip edenler çok çok iyi bilecektirler ki her biri bir öğüt, bir hayat felsefesi taşırdı. Her biri ders çıkarmaya yönelik, pek çoğu hiç mecbur olmamama rağmen sizlere faydalı olabilmek içindi. Bunların bazıları gözüme fazlasıyla karamsar gelmişti benim de. Zamanında “-“ yazarlık puanı verilebiliyorken, “-“ yazarlık puanı almış olanlar vardı bu yazılarımın. Ne kadar hayal kırıklığına uğratan bir şeydir ki saatlerce düşünülmüş, üzerinde emek harcanmış, bir iki hayat dersi vermeyi amaçlayan bu yazılar sırf “karamsar” oldukları iddia edildiği için “-“ yazarlık puanı getirmişti? Dayanıp yazının sonuna kadar okumuş olanlar çok iyi bileceklerdir, hikâyenin sonunda tüm o karamsarlıklara rağmen direnmeyi, hayata olumlu bakmayı, hiç yılmamayı, pes etmemeyi anlattım ben size. Belki de saçma bulacaksınız, yapılanın Nankörlük olduğunu bile düşündüm Rıhtım ahalisi tarafından.
Çok çok değer verdiğim, hatta belki de forumda en çok değer verdiğim kişi olan “Fırtınakıran”a işte bu duyguları yaşadığım zamanlarda, “-“ yazarlık puanının ne kadar saçma olduğunu anlattım. Bunu da ona anlatma sebebim yönetici olması değil, kendisini bir abla olarak görmem ve beni anlayabileceğini düşünmemdi. Kendisine çok minnettarım ki, yaşadığım o duygu karmaşasını atlatmam için birkaç tavsiyede bulundu. Uzun bir süre geçmeden “-“ yazarlık puanı olayı kaldırılmıştı.
Durup hayatımı anlatamazdım ya, burası bir psikolojik danışmanlık merkezi değil. Burası, insanların stres atmak için geldikleri, oldukça eğlenceli, Fantastik edebiyat tutkunlarının isteklerini karşılayan bir forumdu. Lakin yine de çok sevdiğim “öğüt verme” işini, kendi hayatımdan örnekler vererek değil de, büyüklü küçüklü senaryolar uydurup bu senaryolardan yola çıkarak anlattım size. Problem “-“ yazarlık puanı değil. Forumda popülerliğimin, insanların “Evet, evet, bir yazı daha yazdı, hemen okuyalım!” derecesinde olmaması hiç değil. Problem aslında başka. Ben bu word dosyasına yazmaya başlamadan önce yine öğüt vermeyi planlıyordum. Ve her cümlemin ardındaki anlamı didik didik çözebilen biri çıktıysa, şimdiye kadarki her cümlemin, hatta şu an yazıyor olduğum cümlenin, bir öğüt niteliğinde olduğunu anlamıştır zaten. Ya da bu yazı hiç okunmaz, belki de bunun yazıldığından bile kimsenin haberi olmaz.
Ne diyorduk? Ha evet, öğüt diyorduk. İşte bir diğer naçiz öğüdümü sunayım size. Hep psikoloji okumayı hayal ettim. Bir psikolog olup insanların problemlerine çözüm aramak. İnsanları hep severdim. Onların problemlerine yardımcı olmak isterdim. Doğrusu açık sözlü bir insanım, tıp okuyacak ne yüreğim vardı ne de zekâm. Bugün elimde minik bir kesik olsa, çok azacık kan aksa, yüreğim bir garip olur, hemen düşüp bayılma derecesine gelirim. Dolayısıyla insanlara en iyi şekilde yardım eden meslek olan Doktorluğu okuma şansım hiç olmadı. Ben de beklentilerimi karşılayabilecek olan Psikolojiye yöneldim. Peki ne mi oldu? Koskocaman bir hiç. Evet, hiçbir şey olmadı.
Bu hayatta gerçek anlamda yalnız bir insan varsa, o da benim. Bunu yalnız olduğumu düşündüğüm için söylemiyorum, ya da “bu adam yalnız” diyesiniz de bana acıyasınız diye de söylemiyorum. Ben gerçekten de yalnız olduğum için yalnız olduğumu söylüyorum. Hem insanlara yardım etmek istiyor, hem de insanlar tarafından yalnızlığa mahkûm ediliyor olmam gülünç bir ironi gibi geldi gözünüze değil mi? Kesinlikle öyle, katılıyorum.
Kimseyi yalnız olduğum için suçlayamam. Asla da suçlamadım. Yalnız olmak benim hatamdı, benim aptallığımdı, benim cahilliğimdi. Ben psikoloji okumak istedim ama, insanların psikolojilerini anlama kapasitem yoktu. Hep kendimi düşündüm, hep kendi psikolojimle hareket ettim. Bu yüzden de kaybettim. İnsanlar bir bir yok oldular. O kadar aptalım ki, insanları anlamaya çalışma gayesine beş dakikalığına bile giremedim. Ve kendimin sebep olduğu bu yalnızlığa da bir ömür boyu mahkûmum. Bir psikolog olsam bile, oturup hastasını dinleyen ve “anlıyorum” dışında hiçbir şey söyleyemeyen o gereksiz psikologlardan biri olacağım. Hatta o zaman dahi yalnız olacağım, tek bir müşterim bile olmayacak ki, elde etmek istediğim son şey para gerçekten de.
Bu kez açık seçik olacağım. İnsanları anlamanın ne kadar zor bir şey olduğunu hepimiz çok iyi anladık. Dedem evde sürüyle kuş beslerdi ve sebebini sorduğunuzda “Çünkü hayvanlarla uğraşmak, insanlarla uğraşmaktan daha kolaydır” derdi. Şu günlerde onu özlüyorum. Onu her gün görüyorum ama onu özlüyorum. Yalnızlıktan özlem doğuyor, bu su götürmez bir gerçek. İnsanlar yalnız oldukları için üzülmezler. İnsanlar yalnız olduklarında kaybettiklerinin değerini anlarlar. Onlara özlem duyarlar. Onları isterler! Yalnız olmak demek çevrenizde insanların olmaması demek değildir. Çevrenizde, size kendinizi yalnız hissettirecek insanların olması demektir. Asıl yalnızlık budur.
Sizlere asla yalnız olmamayı öğretmek istiyorum. Sizlere sevdiklerinizin değerini onlar yaşıyorken anlamanızı öğretmek istiyorum. Sizlere bir ömür boyunca, saçlardan, bulunan her fırsatta atılmaya çalışılan, iğrenilen pis bit ve pireler gibi yaşamanın ne demek olduğunu, sizlere bir gün; saçlardan, bulunan her fırsatta atılmaya çalışılan, iğrenilen pis bit ve pireler gibi davranılmadan önce anlatmak istiyorum. Hakiki acı ve pürüzsüz merhametin aslında aynı olduğunu, bu hayatta vazgeçilmez dediğiniz her şeyden vazgeçmek zorunda kaldığınızı, Fakir ve zengin fark etmeden bir gün herkesin tahtalıköyü boylayacağını anlatmak istiyorum.
İnsanların ağlayarak doğduklarını, merakla yaşadıklarını ve yüzleri gülerek öldüğünü söylemek istiyorum. Huzura kavuşmanın acıyla verdiği sevinç. Her sevinç, acıyla birlikte verilir. Kusursuz sevinç imkânsızdır. Bu aşk gibidir. Hayat aşk gibidir. Biz insanlar, hayata aşığız aslında. Bize hem sevinç verir, hem ıstırap.