Kayıt Ol

Bir İsyankar şarkı söylüyor

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #15 : 06 Ocak 2012, 02:46:13 »
Toplumsal mizaha gerilim denir.

Acaba facebook'da kişilerin dalga geçildiği o tuhaf yazılara güldüğünüz oldu mu? Evet, benim oldu. Biriyle dalga geçmeyi sevmiyorum ama, bazen bazı insanlar "gel benimle dalga geç" diye haykırıyorlar, o zamanlar biri onunla dalga geçtiğinde, elimde çerez, kahkahalar atabiliyorum.

Biraz, toplumsal mesajlarda bulunan mizahı sizlerle eleştirelim. Başbakanımız Tayyip Erdoğan, bir siyaset adamıdır. Dıştan gözlemlersek, yaptığı hatalı ya da doğru işleri çoğumuz fark edebiliriz. Erdoğan'ın tipiyle ilgili mizah yapan o montajlı fotoğrafları gördüğümde, sinirlerim altüst oluyor. Dış görünüş, şahsın elinde değildir. Şahsın elinde olmayan bir şeyin dalgası geçilmemelidir.

Ama Tayyip Erdoğanın söylediği ve katılmadığınız şeyler varsa, bunun mizahını yapabilir, söyleneni eleştirebilirsiniz. Eleştirel mizah, o şekilde kusursuzca yapılabilmektedir.

Başbakanımızdan örnek verdim çünkü çoğumuz bu espirileri gördük. Ama bu, herkes için geçerlidir.

Şimdi, bu küçük notu ekledikten sonra, şunu eleştirelim:

"Gereken yapılacaktır." cümlesi. 2 kelime. "Gereken yapılacaktır." Bu cümlenin eş anlamlısı nedir bilir misiniz? "Abi S.ktirin gidin."

Öncelikle, gereken şey nedir, onu öğrenmek istiyorum. Böylece gerçekten gerekenin o olup olmadığına toplumca karar verebiliriz. İkincisi, o gereken şey hiç yapılmadı? Nerede o gayet resmi bir dille söz veren "Gereken yapılacaktır."lar? İcraat göremedik?

Siz anladınız efenim onu. Konuyu açmaya gerek yok.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #16 : 26 Mart 2012, 05:23:13 »
Yazıyorum, çünkü yazmak istiyorum. Belki de hayatımda ilk kez kafamdakilerini saçma bir word dosyasına olduğu gibi aktarıyorum. Evet, şimdiye kadar pek çok hikâye kurguladım ve pek çoğunu forumda yayınladım. Takip edenler çok çok iyi bilecektirler ki her biri bir öğüt, bir hayat felsefesi taşırdı. Her biri ders çıkarmaya yönelik, pek çoğu hiç mecbur olmamama rağmen sizlere faydalı olabilmek içindi. Bunların bazıları gözüme fazlasıyla karamsar gelmişti benim de. Zamanında “-“ yazarlık puanı verilebiliyorken, “-“ yazarlık puanı almış olanlar vardı bu yazılarımın. Ne kadar hayal kırıklığına uğratan bir şeydir ki saatlerce düşünülmüş, üzerinde emek harcanmış, bir iki hayat dersi vermeyi amaçlayan bu yazılar sırf “karamsar” oldukları iddia edildiği için “-“ yazarlık puanı getirmişti? Dayanıp yazının sonuna kadar okumuş olanlar çok iyi bileceklerdir, hikâyenin sonunda tüm o karamsarlıklara rağmen direnmeyi, hayata olumlu bakmayı, hiç yılmamayı, pes etmemeyi anlattım ben size. Belki de saçma bulacaksınız, yapılanın Nankörlük olduğunu bile düşündüm Rıhtım ahalisi tarafından.

Çok çok değer verdiğim, hatta belki de forumda en çok değer verdiğim kişi olan “Fırtınakıran”a işte bu duyguları yaşadığım zamanlarda, “-“ yazarlık puanının ne kadar saçma olduğunu anlattım. Bunu da ona anlatma sebebim yönetici olması değil, kendisini bir abla olarak görmem ve beni anlayabileceğini düşünmemdi. Kendisine çok minnettarım ki, yaşadığım o duygu karmaşasını atlatmam için birkaç tavsiyede bulundu. Uzun bir süre geçmeden “-“ yazarlık puanı olayı kaldırılmıştı.

Durup hayatımı anlatamazdım ya, burası bir psikolojik danışmanlık merkezi değil. Burası, insanların stres atmak için geldikleri, oldukça eğlenceli, Fantastik edebiyat tutkunlarının isteklerini karşılayan bir forumdu. Lakin yine de çok sevdiğim “öğüt verme” işini, kendi hayatımdan örnekler vererek değil de, büyüklü küçüklü senaryolar uydurup bu senaryolardan yola çıkarak anlattım size. Problem “-“ yazarlık puanı değil. Forumda popülerliğimin, insanların “Evet, evet, bir yazı daha yazdı, hemen okuyalım!” derecesinde olmaması hiç değil. Problem aslında başka. Ben bu word dosyasına yazmaya başlamadan önce yine öğüt vermeyi planlıyordum. Ve her cümlemin ardındaki anlamı didik didik çözebilen biri çıktıysa, şimdiye kadarki her cümlemin, hatta şu an yazıyor olduğum cümlenin, bir öğüt niteliğinde olduğunu anlamıştır zaten. Ya da bu yazı hiç okunmaz, belki de bunun yazıldığından bile kimsenin haberi olmaz.

Ne diyorduk? Ha evet, öğüt diyorduk. İşte bir diğer naçiz öğüdümü sunayım size. Hep psikoloji okumayı hayal ettim. Bir psikolog olup insanların problemlerine çözüm aramak. İnsanları hep severdim. Onların problemlerine yardımcı olmak isterdim. Doğrusu açık sözlü bir insanım, tıp okuyacak ne yüreğim vardı ne de zekâm. Bugün elimde minik bir kesik olsa, çok azacık kan aksa, yüreğim bir garip olur, hemen düşüp bayılma derecesine gelirim. Dolayısıyla insanlara en iyi şekilde yardım eden meslek olan Doktorluğu okuma şansım hiç olmadı. Ben de beklentilerimi karşılayabilecek olan Psikolojiye yöneldim. Peki ne mi oldu? Koskocaman bir hiç. Evet, hiçbir şey olmadı.

Bu hayatta gerçek anlamda yalnız bir insan varsa, o da benim. Bunu yalnız olduğumu düşündüğüm için söylemiyorum, ya da “bu adam yalnız” diyesiniz de bana acıyasınız diye de söylemiyorum. Ben gerçekten de yalnız olduğum için yalnız olduğumu söylüyorum.  Hem insanlara yardım etmek istiyor, hem de insanlar tarafından yalnızlığa mahkûm ediliyor olmam gülünç bir ironi gibi geldi gözünüze değil mi? Kesinlikle öyle, katılıyorum.

Kimseyi yalnız olduğum için suçlayamam. Asla da suçlamadım. Yalnız olmak benim hatamdı, benim aptallığımdı, benim cahilliğimdi. Ben psikoloji okumak istedim ama, insanların psikolojilerini anlama kapasitem yoktu. Hep kendimi düşündüm, hep kendi psikolojimle hareket ettim. Bu yüzden de kaybettim. İnsanlar bir bir yok oldular. O kadar aptalım ki, insanları anlamaya çalışma gayesine beş dakikalığına bile giremedim. Ve kendimin sebep olduğu bu yalnızlığa da bir ömür boyu mahkûmum. Bir psikolog olsam bile, oturup hastasını dinleyen ve “anlıyorum” dışında hiçbir şey söyleyemeyen o gereksiz psikologlardan biri olacağım. Hatta o zaman dahi yalnız olacağım, tek bir müşterim bile olmayacak ki, elde etmek istediğim son şey para gerçekten de.

 Bu kez açık seçik olacağım. İnsanları anlamanın ne kadar zor bir şey olduğunu hepimiz çok iyi anladık. Dedem evde sürüyle kuş beslerdi ve sebebini sorduğunuzda “Çünkü hayvanlarla uğraşmak, insanlarla uğraşmaktan daha kolaydır” derdi. Şu günlerde onu özlüyorum. Onu her gün görüyorum ama onu özlüyorum. Yalnızlıktan özlem doğuyor, bu su götürmez bir gerçek. İnsanlar yalnız oldukları için üzülmezler. İnsanlar yalnız olduklarında kaybettiklerinin değerini anlarlar. Onlara özlem duyarlar. Onları isterler! Yalnız olmak demek çevrenizde insanların olmaması demek değildir. Çevrenizde, size kendinizi yalnız hissettirecek insanların olması demektir. Asıl yalnızlık budur.

Sizlere asla yalnız olmamayı öğretmek istiyorum. Sizlere sevdiklerinizin değerini onlar yaşıyorken anlamanızı öğretmek istiyorum. Sizlere bir ömür boyunca, saçlardan, bulunan her fırsatta atılmaya çalışılan, iğrenilen pis bit ve pireler gibi yaşamanın ne demek olduğunu, sizlere bir gün; saçlardan, bulunan her fırsatta atılmaya çalışılan, iğrenilen pis bit ve pireler gibi davranılmadan önce anlatmak istiyorum. Hakiki acı ve pürüzsüz merhametin aslında aynı olduğunu, bu hayatta vazgeçilmez dediğiniz her şeyden vazgeçmek zorunda kaldığınızı, Fakir ve zengin fark etmeden bir gün herkesin tahtalıköyü boylayacağını anlatmak istiyorum.

İnsanların ağlayarak doğduklarını, merakla yaşadıklarını ve yüzleri gülerek öldüğünü söylemek istiyorum. Huzura kavuşmanın acıyla verdiği sevinç. Her sevinç, acıyla birlikte verilir. Kusursuz sevinç imkânsızdır. Bu aşk gibidir. Hayat aşk gibidir. Biz insanlar, hayata aşığız aslında. Bize hem sevinç verir, hem ıstırap.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #17 : 28 Mart 2012, 04:19:42 »
Doğanın en karmaşık şeyi alkol olmalı. Aylarca, yıllarca tanıdığınız bir kişiyi, birlikte içtiğiniz anda gerçekten tanımadığınızı fark edebilirsiniz. Alkol ardından arkadaşınızla olan bağınız ya bozulur ya da sağlamlaşır.

İçki sırasında arkadaşınız size eşcinsel olduğunu söyleyebilir. Ve Türkiyede'ki erkeklerin %99 gibi bir oranının bu duruma veriği tepki, ne kadar yakın olursanız olun, aşağılamalar ve siktir çekmelerden ibadet olur. Kızlarda bu oran %63lere değin düşer. Eğer böyle bir durumda kalırsanız, sizlere önceden tavsiye vereyim, siktir çekmenize gerek yoktur. Ne olduğunu öğrendiğiniz arkadaşınız üzerinize atlamak ya da altınıza yatmak amacı taşımayacaktır.

Ya da arkadaşınızın geçen gece mahalledeki Soylu Marketi soyan kişinin o olduğunu size söylemesiyle birlikte bu komik bir espiriymiş gibi kıkırdayarak gülebilirsiniz. Ve Türkiye'nin %99 gibi bir kısmı öğrenilen çarpma, çalma, soyma olaylarına bir espiri gözüyle bakar. Örnek:

Spoiler: Göster

-Aman da oğlusu! Amcalara gittiğinde amcasının buz dolabından meyveli puding çalmış. Çok açıkgöz bir çocuk yetiştiriyoruz Fezile. Acaba gizli gizli eve nasıl getirdi bunu?


Oysa geriye kalan %1'lik kısım, gerçekten de bazı ailelerin çocukları potansiyel birer hırsız haline dönüştürdüğünü görebilir.

İçki garip birşeydir. İnsanlara güvenmenizi sağlar ve bu yüzden herşeyi herkese anlatırsınız ama, bazı şeyler sır olarak kalmalı bazen. Dürüstlüğün bir erdem olması gerekir ve içki insanları dürüst ve özgür kılar ama, farkedilmemiş yalanların da dürüstlükmüş gibi göründüğünü unutmayın. Fark edilmemiş bir yalan dürüstlüktür çünkü yalan olduğu fark edilememiştir.!

Namusun; 'kızlar için sex yapmış olması, erkekler için ise aileden herhangi bir kızın sex yapmış olması' olarak görülen Türkiye'de; içki bu sebeple tehlikelidir. Çünkü içki içenlerin yaşlarının 18den büyük olduğunu varsayarsak - ki değildir, ve her erkeğin 18inden sonra mutlaka milli olduğunu varsayarsak - ki değildir - içki sırasında Türkiye'nin %99unun namussuz olduğu ortaya çıkar - ki bu da değildir.

İçki bu sebepten dolayı içmeli, içirilmeli. Herkesin kendi ülkesini nasıl bok ettiği su yüzüne çıkarılmalı.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #18 : 08 Nisan 2012, 22:13:59 »
Ev iki katlı olunca, içmek daha kolay oluyor. İkinci kata çıkıyorsunuz, bir sandalye alıp balkona sofrayı kuruyorsunuz. Aslında evin diğer fertleri içinde içki içerseniz kötü bir şey olacak diye bir şey demiyorum. Sonuç olarak reşit olmuş biriyim ve kimse alkol almanıza – en azından benim evimde – bir şey diyemiyor. Ama balkonda içmek, daha doğrusu yalnız başınıza içmek, daha güzeldir.

Hiç alkol alırken hayatınızın bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçtiği oluyor mu? Hayatınız sadece öldüğünüzde gözünüzün önünden geçmez. Hayatınızda eğer pişmanlık duyduğunuz şeylerin sayısı çoksa, hayat sürekli bir film sahnesi gibi gözünüzün önünden geçiyor:

Diğer insanları her zaman kıskandım. Sanırım bu benim en büyük günahım oldu. Bana verilmemiş mutluluğun başka insanlara bolca verildiğini fark ettiğim zaman, henüz daha çok küçüktüm. Kuzenim sadık vardı. Annesi ile olan konuşmaları beni etkilerdi. Asla böyle diyaloglar geçirebilecek bir anneye sahip olamadım. Kıskandım ve bu yüzden birilerinden nefret etmek istedim. Ama tabi ki kuzenim Sadık’dan ya da annesinden nefret edemezdim. Onların mutluluklarına üzülmedim, sadece kıskandım. O yüzden de onlardan nefret etmek yerine, kendimden nefret ettim. Ve Tanrı’nın yeterince adaletli olmadığını düşündüm, Tanrı’dan nefret ettim.

İnsanlara iyilik yapmak istedim ve her fırsatta yapmaya çalıştım. Böylece beni sevebileceklerini, minnet duyabileceklerini düşündüm. Ama dönüp geçmişime baktığımda, kimseye yardım edemediğimi fark ediyorum. Söylediklerim, düşüncelerim, her ne kadar onların iyiliği için söylenmiş ve düşünülmüş olsalar da, kimseye bir yardımları olmadı. İnsanlara gerçekten yardım edebilmiş olsaydım zaten bu kadar yalnız olmazdım.

Yeni bir hayat kurabilmeyi istedim ama gitsem bir şey değişmezdi bunu fark ettim. Başka bir ülkeye bile kaçsam orda yine yalnız kalacaktım. Çünkü yalnızlığım, kişiliğimin getirdiği bir şeydi ve başka ülkeye gitmek kişiliğimi değiştirmeyecekti, bu saçma kişiliğim yüzünden yalnız kalmaya devam edecektim. O yüzden yine ben fedakârlık ettim ve insanların beni sevmemesine rağmen ben onları seviyorum diye gitme hayallerimden vazgeçtim! Sonucu nankörlük olmadı mı? Neden peki, neden kimsem olmadı? Annem, babam, dedem, kardeşlerim, arkadaşlarım: Aslında vardılar ama yoktular da. Başarısızlığım o kadar kusursuzdu ki… Bu yüzden mi istenmedim? Dünya’da başarısız insanlara yer yok muydu?

Paranoyak gibi davrandığım zamanlar oluyor. Bunu fark ediyorum, fark etmemek elde değil. Bir takım düşünceler beynimi kemiriyor. Çok ufak bir olay bile bazen kendimi aşağılanmış gibi hissetmeme neden oluyor. Şu 4/4lük insanlardan olmadığımı biliyorum. Öyle olsaydım en azından yalnız olmazdım. İnsanların kalbini kırmamak istiyorum ama kırıyorum, bir şeyler düzgün gitsin istiyorum ama başaramıyorum. Bu yalnızlığa ben neden oluyorum. Aslında geçmişe dönüp baktığımda hayatım başarısızlıklarla dolu. Kardeşlerimi abisiz bıraktım ve babamın istediği gibi bir evlat da olamadım. Benim için hayaller kuruyordu, sadece mutlu olmamı istiyordu. Annemin hakkımda yapmak istediği planlar vardı. Okuyacaktım, doktor olacaktım, evlenecektim, çocuklarım olacaktı. Hiçbirini yapamadım, yapamayacağım. Dedim ya, hayatım başarısızlıklarla dolu. Dayımın gitmesini engelleyemedim. Dedemin acılarını bir nebze bile olsun azaltamadım…

Başarısızlıklarla dolu bu değersiz hayatın bir gün nasıl sonlanacağını merak ediyorum. Gerçekten de merak ediyorum.

İçmek, böyledir işte...
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #19 : 18 Nisan 2012, 22:24:30 »
Edebiyatımızda pek az kullanılan bazı kelimeler vardır. Örnek vermek gerekirse; “fışkırtmak” kelimesi. Bu kelimenin naçiz mizahından yararlanmak yerine, “sıçratmak” gibi hiç de komik olmayan saçma sapan bir kelime kullanmayı tercih ediyoruz

Bang Bang Bang

“Puf” kelimesi oldukça mantıklı bir kelimedir. Kimi zamanlarda sessiz gaz çıkarttığımızda bize bu ses çıkıyormuş gibi gelir. Ama kelimenin temelde gaz çıkarmakla alakası yok beyler, kelime, küçük, yuvarlak, yumuşak, oturulası şu küçük koltukları betimlemek için kullanılıyor. Örnek:

Spoiler: Göster
- Ali şu pufa otursana.
- Puf bana otursun.


Maalesef bu tarz kelimelerin edebiyatımızda kullanılmamasını şiddetle kınayan cesur birileri yok. Peki bu güzel Türkçemizi mizahi yönden kuvvetlendiren bu kelimelerin gücünden neden yararlanılmıyor? Neden Espri konusunda mükemmel yetide olan bu kelimeler dışlanıyor?

Bir diğer kelime, “kaydırbuduk”. Bu kelimenin anlamını anlayabilecek, bu forumda tanıdığım bir kişi var. Ve anlamını ısrarla sormama rağmen ne demek olduğunu ben de öğrenebilmiş değilim. Sadece komik bir kelime. Bu kelimenin anlamını öğrenip mümkün mertebe yazılarımda kullanmak tek hayalim.

“Temizlik imamdan gelir” atasözünü “temizlik imandan gelir” olarak değiştiren bir gurup insan vardır. Hazır saçma bir şeyler yazma isteğim doğmuşken ve amaçsız bir yazı yazma planları kuruyorken bu atasözünün de asıl amacını belirtmeliyim. Bir daha asla bunu açıklama fırsatı bulamayabilirim. Bir diğer çarptırılmış atasözü “Su küçüğün söz büyüğündür.”

Sebep?

Yani şimdi atalarımız küçüklerin su içmesi gerektiğini ve büyüklerin konuşması gerektiğini aynı cümlede birleştirerek nasıl bir amaç gütmüş oluyorlar? Bu atasözü “Sus küçüğüm söz büyüğün” olsa mantıklı olmaz mıydı? Biz gayet kinayesiz ve mantıklıca söylenmiş bu atasözü ardındaki gerçeği ne zaman kabul edeceğiz?

Bu yüzden sizi kınıyorum. Türkçemize daha mantıksız kelimeler katmalı, atasözlerini mantıksızlaştırma konularında yaptığımız itinalı saçmalamalardan vazgeçmeliyiz. Bu yazının amacı saçmalamak değildir. Ama saçmalamış olmak şu an haz verdi bu da ayrı bir gerçek. Şimdi saçmalamalıyız.

Bu saçmalığı saçma bir şey söyleyerek sonlandırıyorum.

Aklıma bir şey gelmedi.

Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #20 : 18 Nisan 2012, 22:27:27 »
Spoiler: Göster
Bu yazı, konu sahibinin izni ile paylaşılmıştır.


Bir zamanlar, arkadaşımız içinde şu paragrafın bulunduğu bir yazı yazmıştı:

“Evde bir kadın olmadığından ve ben okula gittiğimden dolayı, bizim evin içinde yürümek için önünüze gelen çöpleri ayağınızla sağa sola itmeniz gerekiyor. Aksi takdirde yürümek, sizin her an bir teneke kutuya takılarak yere düşmeniz ve kafanızı bir başka konserve kutusuna çarpmanızla faciaya dönüşebilir. Aranızda bir konserve kutusuna ayağının takılmasını ve bunun sonucunda ölmeyi hayal eden birkaç kişi mutlaka vardır. Onlara buradan sesleniyorum, bizim eve davetlidirler.”

Kendisiyle 4 senelik dostuz biz. İlginçtir ki, bu süreç boyunca pek çok kez amcasının, dayısının, halasının, kuzeninin ve diğer pek çok yakın akrabasının evine gitmişliğim olmuştu. Ancak 4 seneden sonra bugün, ilk kez olarak kendisinin evine gittim. Maalesef, hala da evindeyim. Şu an suratında anlamsız bir tebessümle, laptop ekranına bakıyor. Bir insan kendi yazdığı yazıya bu kadar gülemez diyordum ancak; görüyorum ki oluyormuş. Adam hem yazıyor, hem kahkaha atıyor. Öyle işte.

Şu yukarıdaki paragrafta betimlenenler, şahit olduklarımın 1%’ini bile kapsamıyor açıkçası. Üzgünüm ama, hepimiz kandırıldık.

Neyse işte. O kadar da zor olamaz diyerekten kolları sıvadık ve mutfağa daldık. Saatlerce, durmaksızın temizlik yaptık. Sonunda ise çarpılmıştan beter olduk. An itibariyle kemiklerim sızlıyor, oldukça işlevsel sayılan uzuvlarımdan bazılarını da hiçbir şekilde hissetmiyorum.

Kısaca söylemek gerekirse; buradan fantastizm aşığı arkadaşlara sesleniyorum. Her yanı ayrı bir bubi tuzağı ile süslenmiş, gizlerle bezenmiş bu evde serüvenlerle dolu bir gün geçirmek isteyen herkes! Bu teklif sizin için.

Evin diğer bölümleri hala duruyor.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #21 : 23 Mayıs 2012, 05:45:42 »
İnsanların, her gün aynı şeyleri yaptığı hayat tarzına, monoton hayat tarzı denir. Ve monotonluk, her yüz insanın doksan dokuzunda mevcuttur. İnsanlarca hiç iyi bir şey olarak görülmüyor monotonluk.

Eğer benim gibi, henüz doğmamış bir bebek olsaydınız, monotonluğun zevkini çıkartabilirdiniz. Her gün annemi tekmeliyorum. Ayaklarım henüz minicik, o yüzden annemi tekmeleyecek gücü her zaman bulamıyorum. Bunu yaparken canı acımıyor. Eğer canı acısaydı, bunu ona yapmazdım. O gülüyor. Benim varlığımdan gurur duyuyor. Koşulsuz seviyor.

Her gün aynı şeyler oluyor. Ben, büyüdüğümü hiç fark edemiyorum. Ama annem fark ediyor.  Bana göre her şey aynı ilerliyorken, ama ben bu monotonluktan mutluluk elde etmeyi başarıyorken, şu an düşünüyorum da, hiç de monoton değilmiş hiçbir şey. Fiziksel anlamda büyüyorum. Ama fark edemiyorum.

Öyle işte, devam ediyor hayat.

Birden o korkunç çığlığı duyuyorum sonra. O tanımlayamayacağım, ama tanıdık ses. Monotonluğu bozan o şey.

Hiçbir zaman, böylesine acılı bir feryat duymamıştım. Ağlamak istediğimi fark ediyorum. Ama bunu yapamam. Bu küçücük yerde yapamıyorum. Ne yapmam gerekiyor? Ağlayamıyorum. Nasıl ağlanıyor?

Uzun bir süre geçiyor önce. Sonra kısa bir süre daha geçiyor. O korkunç çığlık, sıklaşarak tekrar ediliyor. Ve bir şey oluyor. Bir şeyin, ayağımı tuttuğunu hissediyorum. Bir şeyler oluyor ama ben anlayamıyorum.

Derin bir ses karmaşası oluyor. Kasılıyorum. Sonra sesler bitiyor.

Bir çocuk ağlıyor. Etrafıma bakıyorum ama bir şey göremiyorum. Fark ediyorum ki, ağlamakta olan kişi, aslında benim. Hiç bilmediğim bir gurup maddeler öbeği, burun deliklerimden içeriye akıyor.

Sessizlik birden bozuluyor.

“Başınız sağ olsun.”
“Geçmiş olsun.”
“Ne diyeceğimi bilemiyorum. Hayırlı olsun mu, başın sağ olsun mu?”

Sıvazlama sesi duyuyorum. Sanki birisi, başkasının omzunu sıvazlıyor gibi. Çakmak sesi duyuyorum. Sonra bir “pat” sesi çıkıyor. Ağır bir şey yere düşmüş gibi.

Ve önceden duyduğum çığlıklara hiç benzemeyen, başka bir çığlık duyuyorum. Bu kez daha gür çıkıyor çığlık. Ve daha kalın bir ses.

“Hiçbir şey değişmemeliydi. Her şey, monoton devam etmeliydi.” Diye düşünüyorum.

O gün ağlama sebebim, tahmin ettikleri gibi değildi. Bir tek  ben biliyordum.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #22 : 01 Haziran 2012, 10:41:04 »
Kısacık

Bir kere giderim sadece. Geçtiğim her yoldan bir kere geçerim. Kimsenin ardından koşmam, kimse de benim ardımdan koşmaz. Çünkü ölümün tek gerçeklik olduğu bu evrende, zaten uzun yıllar süregelen bu hayatı, geriye doğru koşarak daha da uzatmak, yalnızca sebeb-i hüzündür.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #23 : 03 Haziran 2012, 01:51:20 »
Hayaller

İhtiyarın elleri cebinde olduğundan, elinin tersinden itibaren cebinden dışarı kıvrılmış kolu, bir uzuvdan çok bir basket potunu andırıyordu.

Küçükken kendisine “Zoup” dediğim, lakin sonradan isminin “Seven up” olduğunu öğrendiğim içecek, oldukça sosyetik bir restoranda, içki bardağı içerisinde servis edilmişti bana. Yanında, şu anda ismini hatırlayamadığım lakin görüntüsü babaannemin etli sotesine benzeyen o iğrenç Meksika’n yemeğiyle. Ne büyük bir acıdır ki, onca alkollü içki çeşidi varken, sırf beden yaşımın ötekilerden daha küçük olması nedeniyle, içecek seçimi yalnızca alkolsüz içeceklere indirgenmişti bana. Ve işte o zaman büyümek istedim. Karşı masada oturan ve elleri hala daha cebinde duran ihtiyara baktım, onun gibi olmak istediğimi düşündüm. Yasaklar yaşlılara işlemiyordu.

Oysa birkaç yıl sonra, büyük dedemin şeker hastalığı öğrenildiğinde ve pek çok şeyin onun için sınırlandığını fark ettiğimde, olmak istediğim yaş sınırı 50lere değin düştü. Birkaç yıl daha geçti ve ideal yaş sınırımı biraz daha düşürmek zorunda kaldım yeniden. Çünkü bu kez de, babaannem eskisi kadar enerjik olamadığından yakınıyordu.

Sonuç olarak, ideal yaş sınırım 35lere değin inmişti. Ancak, ergenlik çağına girdiğimde ve orta yaşlı insanların yarı kelleşmiş kafalarını gördüğümde, onlardan da soğudum. İdeal yaş sınırım bu kez 25lere değin düşmüştü. Zaman geçtikçe, ideal yaş sınırım bana doğru küçülüyor, ben ona doğru büyüyordum. İkisinin birleştiği noktada, sonsuz mutluluğu bulacağımı sanıyordum. Ben nereden bilecektim ki, 25 yaşlarında sorumluluk duyguları artıyordu? Sadece kendiniz için değil, başkaları için yaşamak zorunda kalıyordunuz?

Bu yüzden yaşım ve yaşamak istediğim dönem asla rastlaşmadı. Sorumluluk duygusu benim için dayanabileceğimden ağır bir yük olunca, insanların benim sorumluluğumu taşıdıkları o çocukluk dönemlerine hasret kaldım. Asla mutlu olamadığım o çocukluk dönemlerine, değerini bilemediğim o çocukluk dönemlerine.

Hayalim bir daha asla değişmedi, ama ben değiştim. Ben yaşlandıkça, çocukluğuma dönme hayalim aynı kalıyordu. Ama ondan uzaklaşıyordum da. O dönemlerin değerini bilemeyip bu dönemleri yaşamak için can atmama, şu aralar nankörlük gözüyle bakıyorum. Ve vicdan azabı da ayrı bir boyut tabi.

Hayat bu işte, farklı olmasını ümit edersin. Ve maalesef farklı olur.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #24 : 11 Haziran 2012, 21:33:28 »
İhtiyarların ölmesiyle ilgili bir hikâye anlatayım size.

İhtiyarlar ölür. Ve herkes gittikçe yaşlanır. Bazıları daha da genç ölür. Ama her ihtiyar bir gün ölür. Buna şey de diyebiliriz bakın:

Her insanın hayatı bir hikâye gibidir. Ve her hikâyenin sonu vardır. Bazı sonlar mutlu olabilir. Ama bu, insan hayatı için geçerli değildir. Ölümle biten bir son, mutlu olamıyor.

Birkaç aylık ömrü kalan biri içinse, sadece mutlu olmak önemlidir. 6 ay ömrü kaldığını öğrenen biri, o 6 ayını mutluluk verici şeyler yaparak geçirmek ister. Onlar için YGS – LYS sınavları anlamsızdır, okul anlamsızdır. Her gece barda, gönlüm hovarda nidalarıyla eğlenmek, gezmek, tozmak isterler. Belki kumarhanede varını yoğunu kaybederler, zaten bilirler, 3 kuruşları dahi olsa diğer Dünya’da onlara yar olmayacaktır. Dünya malı Dünya’da kalacaktır.

Tüm gün sevdikleri şarkıları dinlerler, belki yapamazlar ama 7 yıldızlı otellere gidip hayatlarını değerlendirmek isterler.

Gerçekten yaşarlar. O 6 ayda, kimsenin yıllarca yaşayamayacağı kadar çok şeyi yaşarlar. Hayatları kıymet bulur, gerçeği görürler. Herkes tarafından değerleri anlaşılır, herkesler onlara iyi davranırlar. Mutludurlar, mesutturlar.

Ama dedim ya, her insanın hayatı bir hikâye gibidir, hiçbirininki mutlu sonla bitmez. Onlar da bu mutsuz sonu bildiklerinden, içlerinde az biraz o burukluk vardır.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #25 : 18 Haziran 2012, 06:13:29 »
Smarties yerken neden kendimi bir Amerikan pembe dizisinde hissediyorum? Smarties yiyen herkes kendini böyle hissediyor mu? Aslında yaşamım, tüm yaşamlar, bir Amerikan pembe dizisi kadar sıradan mı? Yoksa sıradan olan tek şey benim hayatım mı?

Babam bu kadar güzel pasta yapmayı nereden öğrendi?

The Revenge of The Smarties

Smarties’lerin sorunu, - ki ‘Smarty’ kelimesi İngilizcedeki çoğul (–s) ekini almış ve smarties olmuştu. Benim dönüp (–ler) çoğul ekini eklemem garip oldu. Bu kelimeye hem Türkçe, hem İngilizce çoğul eki eklendi. Bu kelimeye ayrımcılık yapılıyor! – içinde pek çok farklı renkte smartiesin olması. Yani demek istediğim, bir sürü pembe, mavi, yeşil, sarı ve saymaya üşendiğim daha pek çok renkte smarties var. Ve siz onları yiyorken farklı renkte olmaları bir anlam ifade etmiyor. Hepsinin tadı aynı çünkü. Ya da bana hepsinin tadı aynı geliyor.

Sanırım Smarties ve insan arasındaki en büyük ilişki burada yatıyor. Smartieslerin renklerinin farklı olması, tatlarını değiştirmiyor. Peki, insanların görünüşlerinin farklı olması, tatlarını da farklı yapıyor mu? Bunu insan yiyen bir yaratığa sormak lazım. Bakınız, tavuklarda da bu böyle. Hangi tavuğu yiyorsanız yiyin, tadı hep aynıdır. Tavuk tadındadır. Gerçi bazısı daha kaliteli oluyor ve bunu yedikçe fark edebiliyorsunuz. Ama tavukların tadı, genel olarak, tavuk tadındadır.

Hoş, Smartiesler birbirinden farklı görünüyor ve aynı tattalar. Oysa tavuklar genelde birbiriyle aynı görünüyorlar ve aynı tattalar. Yani bir ilişki kurmak yanlış oldu.

Smarties ne renk olursa olsun smartiesdir. İnsanlar nasıl görünürse görünsün insandır. Buna da “similarities between smarties and humans” deniyor.

Ve en önemlisi, tavuklar hep tavuk tadındadır.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #26 : 26 Haziran 2012, 20:55:36 »
Ne varsa senden kalan. Tablamda içtiğin sigaranın külleri. Lavaboda ıslanmış ellerini sildiğin kağıt havlular. Sadece sen geldiğinde çalıştırılan o antika radyo.

Ne varsa yüreğimde sır gibi sakladığım aşktan geriye kalan. Üzüm tarlasında özgürlüğe sürüklenen bir küçük güvercin. Madenden çıkarılan altın için ödenen ağır vergi. Kirası olmayan bir evin kirasını öder gibi.

Ne varsa mezarlıkta sonsuz uykuya yatmış sevdiklerimden yana. At koşturan bir sipahi misali. Cana yakın, fevkalade bir anı kitabından farksız, “sonsuza dek ölmek” ile ilgili bir duygusal müzik, her dinlediğinde öleceğin.

Ne varsa kırgın yüreğimden fazla acıtan. Ne varsa sensizlik. Ne varsa sessizlik. Ne varsa yazılmış cümleler, kalitesiz kâğıtlarda, uyaksız hecelerle, kolsuz adamlardan.

Ne varsa seçtiklerinize dair, kendi seçiminizi yapabilecek kadar hür, dış koşullara bağlı kalacak kadar esir. Ne varsa esarete dair, özgürlüğü yok edilmeye çalışılan asil bir kahraman.

Ne varsa insanoğlunun eşitsizliğine dair. Yeni doğan bir bebeğin ölümü. Falcıya inananların neziz sonu. Parçalanan otomobiller.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #27 : 08 Ağustos 2012, 06:43:39 »
Bitti dersin. Telefon numarasını silersin. Facebook’dan engellersin falan. Uzaklaşırsın işte. Bir şekilde yok olursun ortalıktan.

Bir bakmışsın, hala kalbinde, derin bir iz gibi. Bir oradan silememişsin.

Bu da sana çok koyar.

Yahu nasıl desem, böyle seversin. Çok seversin. Sonra siktirip giderler. Evet, aynen böyle olur. Çoğu zaman gitme de dersin. Ama ne çare? Gidiyorum diyenin önünde, dağ olsa durmuyor.

Sahi, günler geçmiş sanıyordum, iki yıl oldu. Hoş, bilmiyorum ne ayrıldığımız tarihi ne de başladığımız tarihi. Zaten bilmeye ne gerek var? Güzel şeyler yaşadım. Birbirini sevmek için tarihleri ezberlemeye ne gerek var? Zaten kadınları anlayamıyorum. Böyle onları adam gibi sevenleri değil de, doğum günlerini hatırlayanları falan el üstünde tutuyorlar. Her neyse. Tam bilmiyorum. Ama birkaç mevsim de geçti üzerinden, onu biliyorum. Yazın sonuna doğruydu.

Öyle işte. O kadar zaman geçti. Ben bayağı bir alkol aldım, sigara içtim falan. Yok, geçmedi. Kalbimde açılan deliğe çimento döktüm olmadı, yama yaptım tutmadı. Güçlü yapışkanlar döktüm, yapışmadı. Tabi böyle anlatınca, çok boşta kalıyor. Anlayamıyorsunuz. Kavrayamıyorsunuz. Böyle esrarengiz bir acıyı ancak çeken biliyor. Oysa gereksiz de bir acı. Bu acıya sebep olan kişi, öyle dünyanın en güzel insanı değildi. Sihirli güçleri falan da yoktu. Tipik insan işte. Onu her yönden sollayacak pek çok insan tanıdım, hiçbiri onun açtığı o deliği kapatamadı.

Bir de laf aramızda, benim edindiğim bir tecrübe şu ki, "seven sikilir, siken sevilir" sözü çok doğrudur. Kimseye sevdiğini belli etmeyeceksin. Havalara giriyorlar. Bir yerleri kalkıyor. Hemen triplere giriyorlar, saçma sapan davranmaya başlıyorlar. İlişki demek, “kim sevdiğini en iyi gizleyebilir savaşı” demektir. Sevdiğini belli etmemek üzerine master yapmış, doktora bitirmiş uzmanlar vardır. Onlardan korkmak, uzak durmak gerekir. Kendilerini kolayca aşık ettiriyorlar.

Böyle işte. “Raisor’dan ilişkiler üzerine sentezler” konulu yayının da sonuna gelmiş bulunduk. Haftaya yeni aşklar v.s ile karşınızda olacağım.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #28 : 10 Ağustos 2012, 23:57:06 »
İnsanların sandalyeden kalkmaya üşendikleri zamanlar vardır. Bazen de istesek de sandalyeden kalkamayız. Tuvaletiniz geldiğinde ve ortam tuvalete gitmeye elverişli olmayınca kendinizi sandalyenin üzerinde savaş verirken bulabilirsiniz ve hayır bunu size anlatıyor olmamdaki sebep, herkesin bunları yaşaması fakat utanç verici bir şeymiş gibi dile getirememesidir.

Çocukken buz dolabının kapısını her açtığımda, buz dolabının içinden gelen ne üdüğü belirsiz ışık huzmesine çok takılırdım. “Buz dolabının kapısı kapalıyken de ışık yanıyor mudur?” gibi bir soru benliğimi kaplardı ve sırf bunu çözebilmek için buz dolabının kapağını yavaşça kapatıp yandan ne olacağını seyre dalardım. Bunu herkes yapmıştır. Hadi ama beni yalnız bırakmayın. Kendimi bu konularda ezilmiş ve dışlanmış hissetmek istemiyorum.

Herkesin yaptığı fakat sanki bir tek kendi böyle yapıyormuş gibi hissettiği bu özel durumlardan başı çeken, ayak serçe parmağımızın sürekli olarak kendini bir yerlere çarpmaya adaması patatik olayıdır. Çarpmaya oldukça yatkın olan bu parmağımızın, aynı zamanda işkence çektirmeye ne kadar istekli olduğunu da çarpmanın şiddetinden anlarız. Yavaş yavaş yürüdüğümüz zamanlardan çok, “acelem var hızlanmalıyım” durumlarında başımıza gelir bu ve bizi iki katı sinirlendiren de budur.

Utangaçlık herkesi buluyor. Dünyanın en havalı çocuğunu bile. Hiç tuvalete girip elinizde sigara düşüncelere dalmışken veya bir türkü mırıldanmaktayken “Acaba ünlüler de tuvalete gidiyor mudur?” diye düşündüğünüz oldu mu? Hayır bunu düşündüyseniz düşünmekte haklısınız çünkü tüm filmler bize sanki ünlüler sıçmıyormuş izlemini yaratır. Siz bir dizi veya filmde tuvalete tuvaletini yapmak için gideni gördünüz mü? Hayır. Tuvalet adı verilen yer, ağladığınızda yüzünüzü yıkamak ya da uyku hapı içmek içindir ki ben bu yaşımdayım hala daha gerçek hayatta tuvalette uyku hapı barındıranı görmedim. Resmen “olur da ilerde intihar etmek istersem tuvalette intihar edeyim kimse görmesin” amaçlı olduğu belli bu haplar, hemen her dramatik dizide karşımıza çıkmaktadır. Yüzüklerin Efendisi gibi hit olmuş fantastik filmlerde de nedense tuvalet ihtiyacı en aza indirgenmiştir. Gandalf’ın savaş sırasında “bir dakika beyler sıçıp geleceğim” demesi ve ortalıktan yok olması pek mantıklı olmazdı diyenlere sesleneyim, mantığınız sizin nerenizde yahu, Gandalf bile sıçabilir.

Tuvalet ihtiyacı, buz dolabındaki ışık ya da diğer pek çok şeyi utanılacak bir şeymiş gibi saklıyorken, mahallede kendi reklamını yapan çirkin kızlar ya da pezevenklik muhabbetine girmiş erkekler görmek beni mahvediyor. Evet doğruyu söylüyorum, mahvediyor, çünkü neyden utanmamız gerektiğini bir türlü o kalın kafalarımıza sokabilmiş değiliz. Konuyu okumaya başlarken “Ne diyor bu adam?” diye düşündüyseniz, şimdi konuyu sonunda bağlamış olmanın verdiği gaip heyecanı tatmakta olduğumu da biliniz. Utanılacak, sıkılacak şeyler ile saklanacak, elaleme reklamı yapılmayacak şeylerin farkına varmanızı istememdeki esas neden, insanlığın yokluğa doğru kayışını farkedişimdendir.

Birileri artık dobra olabilmeli.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir İsyankar şarkı söylüyor
« Yanıtla #29 : 11 Ağustos 2012, 00:16:45 »
Mükemmel! Mükemmel! Oha! Karnıma ağrılar girdi gülerken. Her paragraf sonu durup dinlenmek zorunda kaldım kasıntım geçsin diye. Ya bir tek ben miyim bunun gibi yazılara kopan? Ya da arkadaşı tanıyorum; tarzını, ifadelerini, mimiklerini, el kol hareketlerini hayal edebiliyorum diye mi böyle etkili oluyor? Biri de yorum yapmıyor ki anlayabileyim. Cidden güzeldi. Hem güldürdü, hem düşündürdü.

Gerçekten ya! Dobralık istiyor insan; samimiyet, doğallık istiyor. Çok güzel bir noktaya değindin. Çok çok beğendim. Sade, etkili. Güldüren etkinlik. Koparan etkinlik. Kafa yapan etkinlik.

Tamam sustum.