Kayıt Ol

Summer Is Ending

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Summer Is Ending
« : 22 Ağustos 2011, 00:02:42 »

Summer Is Ending / Winter Is Coming



Bilen bilir. Bu konunun açılması tek bir şeye işarettidir. Ufukta bu konuyu görüyorsanız, son yakın demektir.

Yaz bitiyor ve kış geliyor.


Farklı yazarların ironinin dibine vurduğu yazılarda görüşmek üzere.

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: Summer Is Ending
« Yanıtla #1 : 22 Ağustos 2011, 12:49:15 »

Bir yaz tatilinin daha sonuna geldik. Yeni öğrenim yılına zinde başlamak adına gerek Kayıp Rıhtım forumlarında ve portal da zaman geçirmiş, gerekse de üyelerimiz ile özel mesaj yoluyla kayda değer fikir alışverişinde bulunmuş ilk öğrenim ve lise öğrencilerine başarılar diler, bir sonraki uzun tatilde görüşmek üzere elveda dilerim. Sıcak günler de ortamı şenlendirdiğiniz için ise ayrıca teşekkür ederim.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Summer Is Ending || Teyze, Çocuk ve Dayak Muamması
« Yanıtla #2 : 22 Ağustos 2011, 14:02:39 »

Teyze, Çocuk ve Dayak Muamması

Bir varmış bir yokmuş.... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bizim buralara pek uzak bir rıhtımda, "teyzesiyle" beraber bir çocuk yaşarmış.  Ben diyeyim on siz deyin on beş yaşında olan bu çocuk, Allah'ın gücüne gitmesin biraz da kıtmış. Rıhtım insanları, "delidir ne yapsa yeridir" düşüncesiyle kendisi ile uğraşmaz, onun yaptıkları yaramazlıkları teyzesine havale edermişler.

Gel zaman git zaman bu çocuğun yaramazlıkları artık çekilmez olmuş. Bu sefer yaptığı hepsinden fena imiş. Rıhtım'ın biricik Kurgu İskelesi'ne dadanmış. Evdeki bütün tuvalet kağıtlarının üzerine yazdığı karalamalarını zorla Kurgu İskelesi sakinlerine okutturmaya çalışıyormuş. Bu da yetmezmiş gibi -nereden bulduysa bilinmez- troll arkadaşlarını da yazısını okumayanlara; işkence yapıp hakaret etsinler diye yanına çağırmış. Kendisi de üzerine bir tane de troll kostümü geçirerek onların arasına dalmış. Artık etrafta uçuşan tuvalet kağıtlarından mı dersiniz yoksa bu trollerin salyalarından mıdır emin değiliz, çocuğun yaptıkları Rıhtım sakinlerinin canına tak etmiş.

Bir koşu çocuğun teyzesinin yanına gitmişler. Alimden zalimin teyzesi olur, zalimden alimin teyzesi olur hesabı bu bayanda pek bir saygıdeğermiş. Yeğeninin yaptıklarını duyunca çok üzülmüş. Rıhtım sakinlerine konuyla ilgileneceğini söyleyerek, onları evlerini göndermiş. Sonrada Kurgu İskelesi'ni talan etmekte olan yeğenini kulağından tuttuğu gibi eve sokmuş.

Yeğen teyzesinin dehşet saçan bakışlarına, pişkin pişkin gülümseyerek karşılık vermiş. Teyzesi onu görmemezlikten gelerek sormuş:

"Ne yapmaya çalışıyorsun seni teneke beyinli?!"

Yeğen sırıtmış:

"Sanat yapıyorum eheheeh!!!1!3! Bende en az diğerleri kadar iyi yazarım. Hatta benim yazılırım en kral “King”den bile daha güzeldir ehehehe!!!^'+&/"

Teyzesi bu yarım akıllıya karşı son sabır tanelerini kullanarak bir kez daha sormuş:

"Nereden buldun o pis trolleri? Hem ben sana kaç kere o troll kostümünü giymeyeceksin demedin mi?"

Çocuk sümüklerini akıtarak ağlamaya başlamış:

"Onlar troll değil benim arkadaşlarım! Onlarda en kral "King"den bile güzel yazarlar bir kere! Böhüüüüü! Hem ben troll kostümü giymedim. Ben onların yanında değildim! Böyle asılsız sözlerle beni üzüyorsun."

Çocuğun yalanını duyunca teyzenin tepesi atmış:

"Yalan söylüyorsun! Sana inanmıyorum!"

Çocuk hemen gözündeki timsah gözyaşlarını silmiş ve teyzesine bir kez daha pişkince sırıtmış:

"İnanmazsan inanma banane ahahahsaksjdskhde!"

Teyzesi de çocuğu kulağından tuttuğu gibi dizine yatırmış. Eline aldığı sopayla başlamış çocuğun poposuna vurmaya. Çocuk bağırdıkça teyzesi vurmuş, çocuk bağırdıkça teyzesi vurmuş. Çocuk akıllanana kadar vuracakmış teyze ama maalesef çocuk hiçbir zaman akıllanamamış. Bunun içindir ki teyze halen daha çocuğun poposuna vurmaya devam ediyormuş...

-SON-

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Summer Is Ending || Ağıllar ve Rencide Kumlar
« Yanıtla #3 : 23 Ağustos 2011, 20:53:20 »
Spoiler: Göster
Birazdan okuyacağınız şeyler tamamen hastalıklı bir zihnin hayal ürünüdür. Yazıdaki kişi ve kurumlar en az bu site kadar sanaldır.



Ağıllar ve Rencide Kumlar

Vedat Biber, hatta arkadaşlarının deyimiyle Vedat Çilli Biber, fazlasıyla sıkılıyordu. Ergenliğe yeni giriyor olmanın bunaltısı, turuncu saçlı ve çilli olmasının lise gibi acımasız bir toplulukta oldukça sık kullanılıyor olması, o çirkin lise sıralarından kızgın kumlara geçmiş olmasına rağmen sıkıntılarında bir değişiklik olmaması ya da denizden çıkarken mayosunu kontrol etmek zorunda kalması, hatta bazen sırf bu yüzden denizden çıkmaması, belki de karşı cinse karşı "sadece bakıyorum" durumu onun can sıkıntısının temelini oluşturuyordu. Durum buydu aslında, başka bir sebebi yoktu. Ama ona göre ailesi onu anlamıyordu. Hayat çok saçmaydı. Herkes yalancıydı. Kimse özgür değildi. Bu ve bunun gibi, hormonların kafaya vurmasıyla oluşan, gerçekle bağdaşlaşmayan, bundan yıllar sonra kulağına oldukça komik gelecek düşünceler beynini kemiriyordu ve canını çok sıkıyordu. Hayır, kızlar önemli değildi. Özgürlük, hayat, ölüm vesaire işte.

Oturduğu banktan kalkıp sahilde yürümeye başladı. Babası sonunda birikimleriyle bir yazlık almıştı ve uzun yıllar sonunda ilk kez kendilerine ait bir yazlıkta tatil yapıyorlardı. Bu aklına gelince Vedat suratını buruşturdu. Kimbilir arkadaşları nerelerdeydi. İspanya'ya tatile giden mi dersin yoksa utanmasa 6 yıldızlı olacak muhteşem bir otelde tatil yapan mı. Vedat sinirle önündeki taşı tekmeledi ve bir hayli uzamış saçını pfflayarak gözlerinin önünden aldı. Bu berbat tatil beldesinde sözde tatil yapıyor olmak midesini bulandırıyordu. Çok değil, 100 km ötede, aradaki dağlar yüzünden deniz esintisinin tam gelmediği, sıcağın sonuna kadar hissedildiği bir tarlada, yaz tatili nedeniyle babasına yardım eden bir çocuk elindeki çapayı bırakıp dağlara bakıyor ve suratında bir gülümsemeyle denize girmeyi hayal ediyordu. "Tembellik yapma eşşoleşşek!" diye nazikçe uyarılıp çalışmaya davet edildiğinde bile gülümsemesi silinmemişti.

Vedat sitenin sahile bakan kısmında denize sıfır olan markete geldi. Hacı Bakkal'ın yeri, muhtemelen sitenin en güzel yeriydi. Denizi, sahili ve sahil ile site arasındaki yürüme yolunu karşısına almıştı market. İş yapmaması mümkün değildi.

Vedat markete girerken Hacı Bakkal'ın eksik dişlerine rağmen kelimeleri düzgünce seçebildiğine bir kere daha tanık oldu. "Ulen deyyus! Bu yaşta ne birası!?" Adının Alper olduğunu bildiği, yan komşularının küçük çocuğu sakin bir şekilde elindeki parayı adamın önüne koydu. "Efes Birası."

Hacı Bakkal kapalıyken bile iğrenç gözüken ağzını sonuna kadar açtı ve bir kahkaha patlattı. "Şu hergeleye bak hele! Al bakalım biranı. Alkol tüm kötülüklerin anasıdır bak. Babandan rica et bıraksın o da. Allah baba hiç sevmez içenleri. Günah. Bıraksın o. Sen de büyüyünce hiç içme. Günah."

"Merak etme Hacı Bakkal, babam rakı sever. Bira benim için."

7 yaşına henüz basmamış olan Alper, bira poşetini kaptı ve dışarı çıktı. Arkasında şaşkın iki çift göz bırakarak. (Not: 2 çift göz toplamda dört göz eder. Tabi ki bunlar bir kişinin gözleri değildir. İkisi hacı bakkalın ikisi Vedat'ın gözleri. Hacı Bakkal da Vedat da normal insanlar yani. Normal dediysek, o kadar değiller.)

"Buyur hoşgeldin. Sen ne istemiştin?"

Aslında bira içmeyi düşünüyordu ama Hacı Bakkal'ın bitmek tükenmez nasihatlarına az önce tanık olmuştu. Bu yüzden vazgeçti.

"Ben bir kepi alayım."

Hacı Bakkal, gözlerini(iki göz) faltaşı gibi açtı. Şaşırmış görünüyordu. Hayır aslında korkunç görünüyordu.

"Kepi ne?"

Şaşırma sırası Vedat'taydı. Cahil herif, kepiyi bilmiyordu daha.

"Ya meyve suyu var ya hani. Böyle kutuda falan." dedi, raflara göz atarak.

Şaşırma sırası Hacı Bakkal'ın çırağı Ahmet'teydi ama Ahmet ortalarda gözükmüyordu. Bu yüzden sıra tekrar Hacı Bakkal'a geldi.

"Şunları mı diyorsun?" diye eliyle meyve suyu kutusunu gösterdi.

Şaşırma sırası Vedat'taydı tekrardan. Önündeki meyve sularını nasıl görmemişti, hayret doğrusu. Ve böylece şaşırma ihalesi Vedat'ta kaldı. O gün, markette kimse şaşırmadı.

"Cappiy bunun adı cappiy. Kepi ne evladım. Kepi ne." diye nutuk atmaya başladı Hacı Bakkal ve yaklaşık dört dakika boyunca konuştu. Konuşması o kadar gereksiz, o kadar anlamsızdı ki o cümleleri buraya yazarak sizi de sıkmak istemiyorum. Şüphesiz her gün bu gereksiz konuşmalarla karşılaşıyorsunuzdur. Özet geçeyim, konuşmanın özeti "Türkçe'mize önem verelim. Yabancı özentisi olmayalım" gibi bir şey. Olmayadabilir tabi. Hacı Bakkal bu, pireyi deve yapan, haksızlığın karşısında, adaletin temsilcisi, çaktırmadan sahildeki çıplakları gözetleyen, uyuşturucu maddelerin bir numaralı düşmanı ancak parası verilirse bamya kadar çocuğa bile bunları satabilecek olan, nurlu ve feyzli bir amca.

Kafası fazlasıyla delik deşik olmuş Vedat elinde meyve suyu kutusuyla marketten çıktı ve tekrar sahildeki banklara yöneldi. Az önce kalktığı yere birisi oturmuştu, bir çocuk. Alper.

"Oha, sen bira mı içiyosun?"

Alper yavaşça kafasını çevirdi ve cevapladı.

"E ben içeceğim demiştim zaten. Şaşıracak bir şey yok."

Vedat çoğu kişinin yapacağı gibi "Kes lan artiz" demek yerine çocuğun ne kadar dürüst ve net olduğunu farketti. Evet, insanlardan tiksinmesine neden olan o yalan hayat, o iki yüzlülük bu çocukta yoktu. Hayatı boyunca (15 yıllık muhteşem uzunlukta bir hayattan bahsediyoruz) böyle birisini aramıştı ve sonunda bulmuştu. En son Jim Morrison hakkında bir belgesel izlerken böyle hissetmiş ve heyecanlanmıştı. Jim Morrison hayatın bu saçmalıklarına dayanamayıp intihar etmişti, asil bir davranıştı doğrusu. Alper'le tanışmasaydı belki de Vedat da intihar ederdi. Bilmiyordu. Vedat hiç bir şey bilmiyordu ama bu konumuz değil.

"Noldu?" dedi Alper,yaklaşık 5 dakikadır saf saf ona bakan bir çift göze cevaben.(Bu iki göz ise Vedat'ın. Neyse, siz anladınız.)

Vedat gülümsedi ve Alper'in yanına oturdu. Kafasındaki düşünceler, insanlara karşı düşünceleri, hayatın adaletsizliği, kendi hayatı ve bir sürü konuda bir çok şey anlattı. İnsanlar iki yüzlü dedi. Hayat bile sahtekar dedi. Hayatımızı seçemediğimiz gibi ölümümüzü de seçemiyoruz dedi. İntihar bile yasak dedi. Aslında intihar kötü bir şey dedi. Jim Morrison'dan ve onun asil altın dozundan bahsetti. Bir ara sevişmek istiyorum diye haykırdı. Alper ise birasını içmeye devam etti.Bir iki defa hıhı demek dışında, hiç istifini bozmamıştı çocuk. Konuşma ve bira aynı anda bitince, Alper oturduğu yerden kalktı ve Vedat'a döndü. "Güzel hikayeymiş kardeşim."

Vedat o gün ağzı kulaklarında gitti. Sonunda kendisini anlayan birileri çıkmıştı. Sonunda dürüst ve net birisi, adam gibi bir adamla tanışmıştı. Bu adamın henüz 7 yaşına gelmemiş bir alkolik olması, gereksiz bir detaydı sadece.

Alper ise kalktığı yerden deniz kenarına gitti ve biraz yürüyüş yaptı. Boş şişeyi denize doğru fırlatırken kendi kendine fısıldadı; "Lanet ergenler."

Mahallesinden kalma alışkanlıkla, akşam ezanı eşliğinde eve girerken Alper'in canı çok sıkılıyordu.

"Ah be Hakan, nerelerdesin."

Spoiler: Göster
Not: Albert Camus'ya selamlarımı, Alper Canıgüz'e saygılarımı ve Vedat'a öpücüklerimi yolluyorum.






Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Summer Is Ending || Tanrıçanın Gazabı
« Yanıtla #4 : 25 Ağustos 2011, 19:55:06 »

TANRIÇANIN GAZABI

Yağmur yağıyordu.

Hayır, hayır...

Sadece yağmur yağmıyordu. Kelimenin tam manasıyla fırtına kopuyordu Rıhtım'da.

Ve bu fırtınanın tek bir sebebi olabilirdi.

Birileri Tanrıça'yı kızdırmıştı.

Havanın, suyun, ateşin ve toprağın yüce efendisi...

Dalgaları deviren, fırtınaları kıran...

Uğruna kurbanlar verilen...

Tanrıçayı...

Ki bu mutlak ölüm demekti.

Aslında başlangıçta, o gününde diğer günlerden pek bir farkı yoktu. Usul usul esen rüzgar, ağaçların yapraklarını dansa kaldırmış, derenin şırıltısı eşliğinde onlarla raks ediyordu. Başlarını bu şenlikte neşeyle sallayan papatyalar görülmeye değer bir manzaraydı gerçekten. Masmavi gökyüzünde süzülen ince işlemeli bulutlar, pazar alışverişlerini yapan Rıhtım halkına serince birer gölge oluyorlardı.

Kısacası herkes huzurlu ve her şey yolundaydı.

Sonra ne olduysa oldu ve gelip geçici yolcuların konaklaması için kurulmuş hanlardan biri olan Yolgeçen Hanı'ndan, tiz sesler yükselmeye başladı. Belli ki han müşterileri arasında kavga çıkmıştı. Han sahibi tüm otoritesini ortaya koymuş olsa da gemi azıya almış yolcular bir türlü sakinleşmek bilmiyorlardı:

“Bıktım şu yiyecek ve içecek kokularından! Sokağın önünden geçilmiyor siz bir şeyler zıkkımlanacaksınız diye! Bundan sonra handa yemek ve içecek servisi olmasın.”

“Ne demek handa artık yemek ve içecek servisi olmasın?!”

“Biz sizin yemeklerinizin kokusunu çekmek zorunda değiliz!”

“Biz de sizin kokunuzu çekmek zorunda değiliz! Beğenmiyorsanız gidin!”

“Bir saniye bir saniye... Bence yemek servisi olsun ama içecek servisi olmasın!”

“Neeee!!! Seni goblin beyinli! Çifte standartçı! Hadi arkadaşlar! İçelim güzelleşelim!”

Tartışmalar böyle sürüp giderken han sahibi sesini iyice yükseltti ve bir anlığına handa sükuneti sağladı:

“Kesin şamatayı! Han da hem yemek hem de içecek servisi olacaktır. Bir şey içecekler tezgaha geçsinler.”

Tabi bu sükunet gerçekten de sadece bir anlığına oldu. Ardından her yer yine hep bir ağızdan konuşan, kavgacı insanların sesleriyle doldu:

“Neden biz geçiyoruz ki. Onlar geçsinler. Ne içeceksek de içeriz! Eğer beni kovarsanız yine gelir burada içerim!”

“Adam gibi geçin işte tezgaha, ne halt yiyecekseniz yiyin!”

“Geçmiyorum lan var mı?!”

“Sen kime lan diyosun lan!”

O sırada Rıhtım'da “Gözlüklü Şirin” lakabıyla tanınan, üstüne vazife olan -hatta çoğunlukla- olmayan konulara atlamasıyla ünlü, tüysüz ve toy bir genç, bütün pervasızlığıyla gene lafa atladı:

“Arkadaşlar lütfen derin bir nefes alıp sakinliğimizi sağlayalım. Kurallarımıza göre handa her daim lahana, patates ve su dağıtılması uygundur. Pazartesi ve Çarşamba günleri ise bunlara artı olarak et ve şalgam suyu dağıtılmasına karar verilmiştir. Aksini iddia eden verse ona yazıktır. Çünkü bak bak burada kurallarda yazıyor! Neymiş? Kurallarda yazıyormuş. Hep beraber söylüyoruz: Kurallarda yazı...”

“Kes be sesini! Bir sen eksiktin zaten!”

“Başından beri böylesiniz siz zaten! Yönetim istifa! Yönetim istifa!”

“Yönetim istifa!”

Kavga böyle devam etti. Söylenilen sözler gitgide terbiyesizleşti hatta durum öylesine vahim bir hale gelmişti ki anneler, sokakta oynayan çocuklarına hemen içeri girmelerini söylemek zorunda kaldılar. Yumruk yumruğa devam eden bu haksız mücadeleyi kimin kazanacağı merak konusuydu. Ancak görünüşe bakılırsa kimsenin susmaya niyeti yoktu.

Bu işin sonunu bir tek yaşını başını almış, bir köşeye oturmuş bilgeler bilirdi.

Ve dua etmeye başladılar; onun duymaması için.

Duaları kabul olmadı.

İlk önce yavaş yavaş yağmur damlaları süzülmeye başladı, kararmaya başlamış gökyüzünden. Ardından masumiyeti simgeleyen bu damlalar hızlandı, gökyüzünden düşen mızraklar misali toprağı dövdü. Karanlığın içinde şimşekler çaktı. Uzaklardaki kurak topraklara yıldırımların düştüğü görüldü. Gök gürültülerinin etkisiyle canlı cansız herkes sustu ve endişeyle olacakları bekledi. Handakilerin hepsi pencereye koşmuştu. Ve yıldırımların aydınlığında gökyüzünde kahverengi renkli bir çift göz belirdi.

Afedersiniz, düzeltelim: Hiddetle bakan, kahverengi renkli bir çift göz. Rıhtımı izleyen ve başından beri olanlara şahit olmuş ve şimdide buruk bir hiddetle bakan gözler... Tam bu esnada korkunç bir patlama ile her yer kör edici bir ışıkla doldu. Patlamanın ardından bir müddet kendine gelemeyen Han sakinleri güç bela gözlerini açabildiklerinde onu karşılarında gördüler.

Dalgalardan yapılmış elbisesi ile kendini gizleyen bir kadın vardı karşılarında. Esmeyen bir rüzgarda dalgalanan kahverengi saçları, zarif vücudu  ve gür kirpiklerle çerçevelenmiş kahverengi gözleri ile Eski Yunan'da yapılmış heykellere benziyordu. Ancak her zaman şefkat dolu olan bu gözler, şimdi hayal kırıklığına uğramışlığında etkisiyle dehşet saçıyordu. Kadın biçimli dudaklarını büktü ve güzel yüzüne sıkıntılı bir ifade oturttu.

Rıhtım'ın bilgelerinin dudaklarından o kadim sözcükler döküldü: “Akeyi, Lady Labou... “

Lady Danje Labou ona seslenenlere berrak sesiyle cevap verdi:

“Mèsi, bilgeler. Mèsi... Ancak ne yazık ki hiç de hoş gelmedim. Nedenini tahmin ediyorsunuz değil mi?!”

Gökyüzü bir kez daha şimşeklerle aydınlandı. Lady Labou sözlerine devam etti:

“Uzun zamandır beri siz halkımı izliyor ve kolluyorum. Troll saldırılarıyla zarar görmeyesiniz diye gece gündüz sfenkslerle sınırlarımızı kontrol ediyorum. Hükümdarlığım dahilinde tek bir adaletsizliğe yahut zulme müsaade etmiş değilim. Haklının hakkı her daim teslim edilmiştir. Ancak ya şimdi... Şimdi siz, gerçek amaçlarınızdan sapmış bir vaziyette aranızda didişip duruyorsunuz. En küçük olaylarda aranızdaki troll casusları sizleri kışkırtıyor ve birbirinizin üzerine salıyor. Bir çözüm aramak yerine, işin kolayına kaçıyor ve suçu başkasının üzerine atıyorsunuz. Evet! Sizden bahsediyorum, hanın içine sığınmış biçare canlılar!”

Lady'nin gittikçe yükselen sesi Rıhtım'ın içinde çınladı. Az önce kavga edip, yumruklar savuran kalabalık şimdi bir araya sokulmuşlar ve korkudan titriyorlardı. Danje Labou'nun deniz dalgalarından yapılmış elbisesi şekil değiştirmiş ve bir zırh olmuştu. Belindeki mercanlarla süslü kılıcı, Hephaistos tarafından dövülmüş; elinde tuttuğu kırbacı ise Zeus'un rüzgarlarından yapılmıştı. Engin bir merhameti olan bu Tanrıça'nın gazabı da, en az merhameti kadar büyüktü. Ve Danje Labou suçlulara aman vermemesiyle tanınırdı.

“Böyle olmasını istemezdim ama cezalandırılacaksınız.” dedi. “Rıhtım'ın sakinlerini böylesine rahatsız etmenize ve barışı bozmanıza izin veremem.”

Kırbacını kaldırdı. Ruhani bir ışıkla parlayan kırbaçtan ozon kokusu geliyordu. Lady'nin dudakları ceza sözcüklerini söylemek için aralandı ki... Tiz bir ses bu büyülü anı bozdu:

“Sen de kim oluyossssun ki be!”

Bu terbiyesiz sözlerin sahibi, meyhanenin müdavimlerinden koca göbekli bir adamdı. Bir elinde içki şişesi, diğer eliyle karnını kaşıyarak meydana doğru geldi. Öylesine sarhoştu ki neler olduğunu anlamamıştı. Sadece bir köşe de içerken Lady Danje Labou'nun “cezalandırılacaksınız” sözünü duymuştu. Her kendini kabadayı zanneden korkak gibi o da kavganın kokusunu almış, geri kalmamak adına Danje Labou'ya kafa tutuyordu. Ve bu büyük bir hataydı.

Lady yay gibi olan kaşlarını küçümsemeyle çattı. Sonra da bıkkınlıkla karşılık verdi:

“Ben Lady Danje Labou'yum. Ya sen kimsin?”

Kafası hâlâ yerinde olmayan sarhoş gururla cevap verdi:

“Ben de Bwè Estipid'im. Buraların teeek hakimi. Onun için istediğimi yaparım, sen de bana karışamasssın taam mı?! Haddini bil haddini! Ben senin gibi bi...” sözünün bu kısmında küçümseme anlamı içeren bir ses çıkardı “kadın tarafından tehdit edilmek için burda deilim!”

Lady Labou karşısında duran bu sarhoş bozuntusuna şaşkınlıkla baktı. Ardından şaşkınlığı kahkahalara dönüştü:

“Demek buraların tek hakimi sensin öyle mi? Tanıştığımız için gurur duydum saygıdeğer şövalye (!). Umarım yaptığım densizlik için beni bağışlarsınız.” Bunları söyledikten sonra kahkahalarını durdu. Şimşekler çakan kahverengi gözleri ile adamı süzdü ve devam etti. “Yerinde olsam sarhoş şövalye, şansımı daha fazla zorlamazdım.”

Bwé hiddetle uludu:

“Sen kime şansını zorlama diyosun he! Her kimsen ben sana şurda duran saflar gibi yağ çekip, canım gülüm demem! Hem sen benim tanrıçam mısın ki bana emir veriyossun be?!”

Danje Labou hin bir şekilde gülümsedi ve ifadesiz bir ses tonuyla cevapladı:

“Evet.”

Sarhoş, Lady'nin bu kelimesine alaycı bir tavırlı yanıt verdi:

“Pööh! Madem tanrıçamsın, o zaman ben şansımı zorlamayayım Tanrıçam (!).”

Neden sonra bu sözlerinin ardından Bwé, havadaki ozon kokusundan mıdır bilinmez, birdenbire ayılıverdi. Şişmiş gözleri ile karşısındaki tehlikeli ve bir o kadarda “çekici” kadına baktı. Sonra da gözlerini onu dehşetle izleyen kasaba sakinlerine çevirdi. Ve bütün aptallığına rağmen konuşmakta olduğu kadının kim olduğunu anladı. Korkuyla yutkundu ve birkaç adım geriye attı.

Danje Labou ise bu sarhoşa yeteri kadar sabrettiğini düşünüyordu.

“Keşke beni dinleyip gerçekten de şansını zorlamasaydın sarhoş şövalye.”

Belindeki mercanlarla süslü kılıcını çekti ve Bwé'nin üzerine yürüdü. “Jwenn Deyò!” diye haykırarak, kaçamaya çalışan Bwé'yi biçti. Vücudu Rıhtım evreninden kaybolan Bwé'den geriye sadece bir avuç kül kaldı. Ruhu ise iblis trollerin gezindiği bataklıkta dolaşmaya başlamıştı bile.

Danje Labou halkına döndü ve konuştu:

“Sizlerden birine zarar gelsin istemem sevgili Rıhtım ahalisi. Ancak unutmayın, asıl tehlike her zaman içinizde olandır. Bu kendini bilmez sarhoş sizin havanızı kirletiyor ve yemeklerinizi zehirliyordu. Şimdi yaptıklarının bedelini ödedi. Siz de bundan sonra birbirinize karşı daha dikkatli davranın. Dostunuza verebilecek olduğunuz zarar, birisine verebileceğiniz zararların en büyüğüdür. Şimdi gidiyorum. Umarım bu olanlardan ve söylediklerimden kendinize birer ders çıkartabilmişsinizdir.”

Bu sözlerinin ardından deniz kokulu bir rüzgar eşliğinde oradan ayrıldı Lady Danje Labou. Yağmur bulutları ile kapanmış gökyüzü yeniden aydınlandı. Her şey eski haline döndü. Kavga etmiş olan han sakinleri ise üzüntü ile birbirlerinden özür dileyerek hana girdiler ve beraberce şalgam suyu içtiler.

Uzaklarda bir çift kahverengi göz, memnuniyetle ışıldadı.

-SON-

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Summer Is Ending
« Yanıtla #5 : 14 Mayıs 2012, 16:29:54 »




Tehlikenin farkında mıyız?

Biz buralardayız.



Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Summer Is Ending
« Yanıtla #6 : 17 Ağustos 2012, 19:58:49 »
Bazen göğsümün üstüne eşekler oturuyor. Hangi cennetten kaçıp gelmişler bilinmez, benden daha iyi ve daha akıllılar. Ben "Oğlum bak git." derken okuduklarıma, onlar benim insanlığıma taş çıkartırcasına "Bu davranışını hiç etik bulmuyorum." diyorlar. Benden daha iyi adam olurlar. Sanki böyle bir yazı okumuştum güzel bir yaz akşamı. Şimdiki aklım o zaman olsaydı Yazar Puanı veriverirdim hemen yüreciğimin kuytu köşelerinden koparak. Yapmadım. Yapamadım.

Şimdi onun azabını çekiyorum. Okuduğum ve hayran kaldığım onca yazıya Yazar Puanı vermemiş olmanın acısını. Suçlarımı yüzüme vuruyorlar. Üzülüyorum.

Böyle demişler zamanında, böyle de demişler. İyi ki demişler.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Summer Is Ending
« Yanıtla #7 : 08 Eylül 2012, 21:34:27 »
"Gidiyom gidemiyoom
Az doldur içeeeeemiyom
Sen benden geçtin amaaaaaa
Ben senden geçemiyom"

Yar yar amaaan!