Yegâne edebiyatçımızın yıllardır üzerine söz düelloları yaptığı bu tartışmayı fantastizmin üzerine çıkarak biraz daha panoramik biçimde bir de forum ahalisi olarak biz örseleyelim, fikir alışverişinde bulunup vizyonumuzu genişletelim istedim.
Bence,
Hangi perspektiften bakarsak bakalım, şu ya da bu şekilde bizler iyi biliyoruz ki düşüncelerin/fikirlerin gerek ham bilinçlere gerekse olgun zihinlere en etkili ve köklü empozesi sanat yoluyla yapılır. Kırk yıl boyunca uğruna dökülen terleri hiçe sayıp hiçbir zihniyette filizlenmeyi başaramamış ne görüşler vardır ki, daha sonra müziğin, sinemanın ya da edebiyatın düsturunda kazandıkları o sinsi söylev gücüyle kitleleri arkalarından sürüklemeyi başarmış, tabuları yıkmışlardır.
Bu bağlamda toplumu iyiye, doğruya, adil olana manipüle etmek için sanat mükemmel bir araçtır. Ancak tekrar vurgulayacağım üzere, burada sanat yalnızca bir ‘araçtır’ ve onu ‘amaç’ seviyesine yükseltgemek gerekir.
Nasıl estetik bir ürünü ‘sanat eseri’ olarak adlandırabilmemiz için estetik duygular uyandırmak amacıyla yaratmış olmamız gerekiyorsa, öyle de ‘sanata’ sanat diyebilmemiz için, işi aslına uygun yapmış olmamız lazım gelir.
Sanat, sanattır ve eğer sanat için “Öznenin duygu ve düşüncelerini çeşitli yollarla dışlaştırması sonucu estetik ürünü meydana getirmesidir. Estetik tavır ise sanatçının sanat eserinin kendinde uyandırdığı duygular sonucu verdiği tepkidir.” diyebiliyorsak, estetik duyguları kabartmada sanat eserindeki anlatım şeklinin, aslen anlatılan kadar güçlü bir etkisi olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu yüzden sanatta biçimsel mükemmellik vazgeçilmezdir ve buna binaen yaratıcılık, kapalılık, yoğunluk sanatın gereklilikleri olmalıdır.
Tüm bu genel düşünüş biçiminin dışında olarak, toplumdan ziyade bireyi önde tutan kişisel bakış açımın da etkisiyle, şahsıma ait bütün üretiler ‘sanat için sanat’ anlayışında ortaya konmuştur.
Ya siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?