Akşam Yemeği
Ağır ağır pencerenizi açıyor ve karanlığın ardında sarpa sarmış duyguları gözünüzün önünde canlandırmaya çalışıyorsunuz. Ancak kötü haberi söyleyeyim, bu duyguların ancak çok küçük bir kısmı gözünüzde canlanabiliyor. O kadar küçük bir kısmı ki… Dört milyar yaşındaki Dünya’da, seksen bin yıldır yaşamış olan insanoğlunun ömrü kadar az bir kısmı. Hiçbir insan, dört milyar yaşındaki bir gezegen için seksen bin yılın, yirmi dört saatlik bir duvar saatine oranlandığında, birkaç saniye kadar kısa olduğunu fark edememişti belki de.
Evet. Karanlıklar ardındaki gerçeğin çok azını anlıyorsunuz ve ne kadar az anladığınızın da bilincindesiniz. Sinirleriniz bozuluyor, zira daha fazlasını öğrenebilmek için her şeyden vazgeçebilecek bir ruh hali içine de sokuyor bu durum sizi. Neden? Bu gereksiz merak buhranı nedendir?
İnsanın bilinmeyene olan tutkusu, bu kadar barizdir işte.
Karanlığa baktığınızda, anladığınız şeylerin sınırlı olması kadar, gördüğünüz şeyler de sınırlıdır. Örneğin siz, ağaçların ardındaki o ucubeleri göremediniz. Hatta ağaçları bile göremediniz. Zifiri bir karanlık, aydınlık bir çölden farksızdır. Bakarsınız; ancak gözlerinizin önünde sonsuz bir kum örtüsünden başka bir şey yoktur. Ve belki birkaç bodur çalı. Karanlıkta da bakarsınız, ama tek görebildiğiniz kumun keskin sarısı gibi, gecenin keskin siyahıdır. Ve belki birkaç farklı obje öbeği dikkatinizi çeker, lakin ne olduğunu anlamak için gösterdiğiniz tüm o itinalı bakışlar, boşu boşunadır.
Şimdi başa dönelim. Pencerenizi açınca, karanlığı gördünüz. Ve korkarım ki, karanlık da sizi gördü. Siz karanlığı anlamadınız, ama karanlık sizi anladı. Tüm bir hayatınızı doğru olduğuna inandığınız şeyleri yaparak geçirmiş olabilirsiniz; fakat çoğu zaman doğru şeyi yapamamış olduğunuz ve bunun idrakına da hala varamamış olduğunuz için, gece sizi lanetledi. Peki ne yapacaksınız? Artık gece sizi keşfetmiş durumda ve siz bundan kaçamazsınız. Tüm o göremediğiniz ağaçları, o ağaçların ardında gizlenmiş o cani şeyleri bertaraf edemezsiniz. Onların tek istediği güzel bir ziyafet oysa.
Ve sizlere korkunç bir haberim daha var; burada her zaman akşam. Ve sürekli akşam yemeği yeniyor. Hayır, ziyafet size değil ama korkmayın; çünkü avcılardan daha tehlikeli bir şeyler var oralarda. O da sizin, önceden yaptıklarınız. Siz, onlarla savaşacaksınız. Kazanırsanız, geceniz gündüz olacak. Kaybederseniz, gece sonsuza kadar gece kalacak.
Aniden, gecenin kızıl bir renge büründüğünü fark ediyorsunuz. Fakat bu kızıl rengin, görüşünüzdeki kısıtlamaları kaldırdığını söyleyemem. Tam tersi, bu göz kamaştırıcı kızıllıkta, fark ettiğiniz obje öbekleri de kayboluyor görüş alanınızdan. Yine de çok geçmeden görüntüler şekiller almaya, düzelmeye yüz tutuyor ve sizler az önceye kadar ayırt edemediğiniz ağaçların aslında ağaç olmadıklarını fark ediyorsunuz. Kızıl bir tepe, bir elin yeryüzündeki silueti gibi, oldukça hayali bir şekilde gözlerinizin önünde duruyor. O tepenin ardında neler olduğunu asla bilemeyeceksiniz çünkü korkunuz merakınızdan biraz daha fazla.
Tam da bu sırada daha baskın, daha bir yoğun fark ediyorsunuz yaşadığınız korku ve merak duygularının varlığını. O kadar gerçek ki bu duygular, hiçbir şey bugüne kadar yaşanmamış da, hissetmeye şu an başlamışsınız gibi. Gerçekliğin sahtekârlığında, bulanık görüş de olgunlaşan bir meyve misali büyüyor, netleşiyor çünkü. Bu hislerinizde de haklısınız, gerçekten de, bugüne kadar kör bir kartaldan farksızdınız.
Doğal olmayan bir seviyede gelişen o görü yeteneğiniz, sizin az önce penceresinden dışarı baktığınız evin, artık orada olmadığını gösteriyor. Ama şaşırmıyorsunuz, korkmuyorsunuz. Sanki evinizin kaybolması gerektiği bu anı, doğuşunuzdan beri bekliyormuş gibisiniz.
Siyah bir siluet size doğru yaklaşıyor bu sırada. Yaklaştıkça da, onun, sizin siyah bir aynadaki yansımanız gibi göründüğünü düşünüyorsunuz. Bir an için yalnızlık duygunuzu yenmenize ve sevinmenize neden olan bu siyahlığın, aslında yansımanız olması garip.
Yine size ait olan sesiyle kükrüyor:
“Kendinle yüzleş!”