Kayıt Ol

Zaman Çarkı

Çevrimdışı

  • **
  • 89
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #210 : 12 Eylül 2012, 15:00:02 »
İlginç bir şeyle karşılaştım. Brandon Sanderson, DragonCon'da kitaptaki bölümlerden birinin 70000 kelime civarında ve yaklaşık 80 bakış açısına sahip olduğunu söylemiş yanlış anlamadıysam. (Neredeyse ufak(!) bir kitap boyutunda ve tüm kitabın yaklaşık beşte biri oluyor. Lan!)

Tarmon Gai'don'un büyük bir kısmını bu bölümden mi okuyacağız acaba? Yoksa Son Savaş'tan sonra dünyanın dört bir yanında neler olduğunu anlatan devasa bir bölüm mü bizi bekliyor? [*]Kendimi magazin haberi sunar gibi hissettim yav. 'Bizi takip etmeye devam edin sayın seyirciler!' de diyeyim, tam olsun.[/*] İlk söylediğimin gerçekleşme ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünmekle birlikte sayfalar dolusu bir bitiş bölümü görme ihtimalimiz de az değil gibi.

bence de Tarmon Gai'don.

Kitabın sonunu Robert Jordan mı yazmıştı?
Görev tüyden hafif, ölüm dağdan ağır.Dur bi karıştı dur dur!

Çevrimdışı daifunka_vc

  • ***
  • 618
  • Rom: 20
  • Kronik Öğrenci
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #211 : 12 Eylül 2012, 22:50:40 »
Kitabın sonunu Robert Jordan mı yazmıştı?

Evet. Sanderson gayet huzurlu ve güzel bir son olduğunu söylemiş. Serinin hayranlarının beklentilerini karşılayacağını düşünüyor.
There are two secrets to becoming great. One is never to reveal all that you know. - PS:T

Çevrimdışı Valheru

  • **
  • 220
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #212 : 27 Eylül 2012, 16:30:47 »
Spoiler: Göster
Açıklığa kavuşmamış bir mektup daha var ki, o da Rand 'in Beyaz kuleye gittiğinde oradaki aes sedailerden birinin (adını hatırlayamadım) eline tutuşturduğu mektup. Ben büyük bir ihtimalle Verin tarafından bırakıldığını düşünüyorum. Acaba ne ile ilgili orası muamma.


Mesajı biraz geç gördüğümden şimdi cevaplıyayım.
Spoiler: Göster
O mektubu Verin bıraktı ve içeriği tam olarak söylenmedi fakat içeriğinde ne olduğu çıkarılabilir.
Rand'ın Beyaz Kule ziyaretinden sonra geldiği Tear'da Cadsuane'yi affedip onu görev verip bi yere yollaması ardından Rodel Itturalde ve adamlarının neredeyse yok olacağı Marador şehrinde Rand'ın gelip onları kurtarması ve kurtardıktan sonra Rodel'e
-Sana bir sürprizim var demesi
ve bu sürprizin Tear'a döndüklerinde Cadsuane'nin yanında bulunan Arad Doman kralı Alsalam olması aslında o mektubun içeriğinin Alsalam'ın bulunduğu yer ile alakalı olduğunu anlayabiliriz.
Böylece anlaşmamız yazıldı,böylece anlaşma yapıldı
Düşünce zamanın okudur,anılar asla solmaz.
İstenen verildi,bedel ödendi

Çevrimdışı daifunka_vc

  • ***
  • 618
  • Rom: 20
  • Kronik Öğrenci
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #213 : 29 Eylül 2012, 21:47:03 »
Daha önce son kitap Işığın Anısı'nın ilk bölümüne ait ufak (gerçekten de ufakmış bu arada) bir kısım yayınlanmıştı. Şimdi de ilk bölümün tamamı yayınlanmış Tor'un web sayfasında. Ben yine haddim olmayarak buna da el atmış bulunmaktayım. :D (Giriş bölümünden ufak bir kısım ve 11. bölümden bir Mat POV'u yayınlanmıştı. Giriş bölümünün tamamı da 3 dolara satışa çıkarıldı. İnsanların heyecanını bu derece kullanarak para kazanmaya çalışmaları sinirimi bozmadı değil. Neyse.)

Karakter sayısı sınırına takıldığımdan dolayı orjinal metni şöyle vereyim. :D

Bu da çevirisi efendim: (Açıkçası, gerçekten benim için uzun bir metin olduğundan harala gürele çevirmiş olabilirim. Dan dun yazdım yine. :D Fazla saydırmazsanız arkamdan sevinirim. :P)

Not: Giriş bölümünden de spoiler içerir.

Spoiler: Göster
Birinci Bölüm
Doğuya Esti Rüzgar

Zaman Çarkı döner ve çağlar gelir geçer, ardında efsaneye dönüşen anılar bırakır. Efsaneler solup mitlere döner, ve mitler bile onları doğuran çağ yeniden geldiğinde unutulmuş olurlar. Kiminin Üçüncü Çağ dediği, daha gelmemiş ve çoktan geçip gitmiş bir çağda, Puslu Dağlar’dan bir rüzgar yükseldi. Rüzgar başlangıç değildi. Zaman Çarkı dönerken ne başlangıçlar ne de bitişler vardır. Fakat bu bir başlangıçtı.

Doğuya, yüksek dağlardan alçalarak ve ıssız çöllerin üzerinden süzülerek esti rüzgar. Batıkorusu denen, bir zamanlar çamlar ve defnelerin yetiştiği yerden geçti. Burada, rüzgar ara sıra görünen yüksek meşelerin etrafı hariç sık, karmakarışık çalılıklardan biraz fazlasını buldu. Bu ağaçlar da hastalıktan müzdarip, kabukları soyulmuş ve dalları dökülmüş görünüyordu. Geriye kalan her yere toprağı kahverengi bir battaniye gibi örten, meşelerin iğne yaprakları dökülmüştü. Batıkorusu’nun, iskeletler gibi görünen dallarının hiç birinde tomurcuk yoktu.

Kuzeye ve doğuya, sallandıkça çatırdayan ve kırılan çalılıklar boyunca esti rüzgar. Geceydi; ve sıska tilkiler, boş umutlarla bir av ve ya leş arayarak çürümüş toprağı eşeliyordu. Hiç bir bahar kuşu ötmeye gelmemişti, ve –en can alıcısı- tüm diyar boyunca kurtların uluması susmuştu.

Ormandan dışarıya ve Taren Salı boyunca esti rüzgar. Ondan arta kalanı boyunca... Bir zamanlar yerel ölçülere göre iyi bir kasabaydı. İki Nehirler olarak bilinen toprakların ağzına kurulmuş, kırmızıtaştan temelleri üzerinde yüksek, kara binalar ve kaldırımlı bir sokak...

Dumanlar, çoktan yanmış binalardan yükselmeyi bırakmıştı; fakat kasabadan geriye tamir edecek çok azı kalmıştı. Başıboş köpekler yiyecek bir şeyler bulabilmek için dolanıyordu molozların arasında. Rüzgar geçerken gözlerini yukarıya çevirdiler. Gözleri açtı.

Rüzgar nehri doğuya doğru geçti. Burada, mülteci kümeleri geç saate rağmen Baerlon’dan Beyazköprü’ye giden uzun yolu yürüyorlardı. Boyunları bükük, omuzları düşük, üzgün gruplardı. Kimi Domanilerin bakır tenine sahipti. İş giysileri, ellerinde çok az şeyle dağları aşmış olmanın zorluklarını gösteriyordu. Bazıları daha da uzaktan gelmişlerdi. Kirli peçelerinin üstündeki boş gözleriyle Tarabonlular... Kuzey Ghealdan’dan çiftçiler ve hanımları... Hepsi Andor’da yiyecek olduğu dedikodularını duymuştu. Andor’da umut vardı.

Şimdiye kadar ikisini de bulamamışlardı. Doğuya esti rüzgar, ekinsiz tarlaların arasından akan nehir boyunca. Ot bitmeyen otlaklar... Meyvesiz meyve bahçeleri...

Terk edilmiş köyler... Etinden ayrılmış kemikler gibi duran ağaçlar... Kargalar kümeleniyordu dallarına sık sık; açlıktan kıvranan tavşanlar ve bazen daha büyük hayvanlar toplanıyordu altlarındaki ölü çimenlerde. Hepsinin de üstünde, her zaman her yerde var olan bulutlar diyarın üstüne çöreklenmişti. Bazen o bulutlar gökyüzünü öyle bir kaplıyordu ki vaktin gece mi yoksa gündüz mü olduğunu söylemek imkansız oluyordu.

Rüzgar büyük şehir Caemlyn’e yaklaştığında kuzeye, turuncu ve kırmızı, öfkeli, gökyüzündeki aç bulutlara doğru püsküren dumanlarla yanan şehirden uzağa döndü döndü. Savaş Andor’a gecenin sakinliğinde gelmişti. Şehre yaklaşan mülteciler, yakında tehlikeye doğru yürümüş olduklarının farkına varacaklardı. Şaşırtıcı bir durum değildi. Tehlike her yerdeydi. Ona doğru gitmekten sakınmanızın tek yolu olduğunuz yerde durmaktı.  

Rüzgar kuzeye estikçe, umutsuz gözlerle bakan, tek başına ve ya küçük gruplar halinde yol kenarına oturmuş insanların arasından geçti. Kimi, açlıktan yerlere uzanmış; etrafındaki gürültüye, yukarıda kaynayan bulutlara bakıyordu. Diğerleri, neye doğru gittiklerini bilmedikleri halde yorgun argın ilerlemeye devam ediyorlardı. Son Savaş’a, kuzeye, artık bu ne ifade ediyorsa... Son Savaş umut değildi. Son Savaş ölümdü. Fakat, orada olunabilecek, oraya gidilebilecek bir yerdi.  

Akşamın loşluğunda, rüzgar Caemlyn’in kuzeyine toplanmış büyük bir kampa ulaştı. Bu koca alan ormanlarla bezeli bir manzaraya kurulmuştu; fakat çürüyen bir kütükteki mantarlar gibi yayılmıştı ona. Onbinlerce asker, ormanlık araziyi hızlıca çıplaklaştıran kamp ateşlerinin başında bekliyorlardı.

Rüzgar, ateşlerin dumanıyla askerlerin yüzlerini kamçılayarak aralarından esti. Buradaki insanlar mültecilerdeki umutsuzluğu göstermiyorlardı, fakat içlerinde korku vardı. Hastalıklı toprakları görebiliyorlardı. Yukarıdaki bulutları hissedebiliyorlardı. Biliyorlardı.

Dünya ölüyordu. Askerler, odunların tükenişini seyrederek ateşlere bakıyorlardı. Kor ve kor, bir zamanlar canlı olan küle dönüyordu.

Bir grup adam, güzelce yağlanmasına rağmen paslanmaya başlayan zırhları inceliyorlardı. Bir grup beyaz cüppeli Aiel –Toh’larını karşılamalarına rağmen yeniden silah kuşanmayı reddetmiş eski savaşçılar- su dolduruyorlardı. Bir grup korkmuş hizmetçi, yarın Beyaz Kule ve Yenidendoğan Ejder arasında bir savaş patlayacağından emin, rüzgarla sallanan çadırların altındaki depoları düzenliyordu.

Kadınlar ve erkekler gerçekleri geceye fısıldıyordu. Son geldi. Son geldi. Her şey yıkılacak. Son geldi.

Bir kahkaha çınlıyordu havada.

Ilık bir ışık, kampın merkezindeki geniş bir çadırın kapağının etrafından ve yanlarda, alttaki boşluklardan yayılıyordu.

O çadırın içinde, Rand al’Thor –Yenidendoğan Ejder- başını arkaya atmış kahkahayla gülüyordu.

“Eee, o ne yaptı?” dedi Rand kahkahası dindiğinde. Kendisi için bir kupa kırmızı şarap doldurdu. Sonra da sorusu karşısında kızaran Perrin için bir tane...

‘Gittikçe sertleşti.’ diye düşündü Rand, ‘ama her nasılsa masumiyetini kaybetmedi.’ Tamamen değil. Rand için olağanüstü bir şeydi bu. Bir mucize, sanki alabalıktan çıkan bir inci tanesi gibi. Perrin güçlüydü; fakat gücü onu bozmamıştı.

“Eee...” dedi Perrin, “Marin’in nasıl olduğunu bilirsin. Her nasılsa Cenn’e sanki bakıma muhtaç küçük bir çocuk gibi bakmayı başarıyor. Faile ve beni iki aptal genç gibi yerde yatarken bulmak...eee, bence halimize gülmek ve bizi mutfağa bulaşıkları ovalamaya göndermek arasında sıkışıp kalmıştı. Ayrı ayrı gönderecekti tabii, bizi dertten kurtarmak için.”

Rand, sahneyi kafasında canlandırmaya çalışarak gülümsedi. Perrin –iriyarı, sağlam Perrin- o kadar zayıf düşmüş ki zorla yürüyebiliyor. Çok tutarsız bir görüntüydü. Rand arkadaşının abarttığını varsaymak istedi; ama Perrin’in başında bir tane bile dürüst olmayan saç teli yoktu. Bir insanın özünün tamamen aynı kalıp da ne kadar çok değişebilmesi tuhaftı.

“Her neyse,” dedi Perrin içkisinden bir yudum aldıktan sonra, “Faile beni yerden kaldırıp atıma bindirdi ve ikimiz önemli kişiler gibi görünerek kasıla kasıla dolaştık. Çok bir şey yapmadım Rand. Çatışma diğerleri tarafından kazanıldı –ben bir kupayı dudağıma bile götürmekte zorlanıyordum.” Duraksadı, altın renkli gözleri uzaklara dalarak. “Onlarla gurur duymalısın Rand. Dannil, baban ve Mat’in babası, onlar olmadan yaptığımın yarısını bile başaramazdım. Hayır, onda birini bile.”

“İnanıyorum,” dedi Rand şarabına bakarak. Lews Therin şarabı sevmişti. Rand’in bir parçası –uzak parçası, bir zamanlar olduğu bir adamın anıları- kalitesiz hasattan memnun kalmamıştı. Şimdiki dünyada çok az üzüm, Efsaneler Çağı’nın şaraplarını tatlandıranlarla aşık atabilirdi.

Ufak bir yudum aldıktan sonra şarabı kenara bıraktı. Min hala çadırın perdeyle ayrılmış öteki kısmında uyukluyordu. Rüyalarında geçen olaylar Rand’i uyandırmıştı. Gördüklerini aklından uzaklaştırdığı için Perrin'in buraya gelmiş olmasına minnettardı.

Mierin... Hayır. O kadının aklını karıştırmasına izin vermeyecekti. Muhtemelen gördüklerinin amacı da buydu.

“Benimle gel.” dedi Rand. “Yarın için bir şeyleri kontrol etmem gerekiyor.”

Gecenin içine doğru yürüdüler. Rand, Sebban Balwer’ın bulunduğu yere doğru giderken bir kaç Mızrağın Kızı da peşlerine takıldı. Perrin, Balwer’i hizmet etmesi için Rand’e devretmişti, ki bu durum en büyük gücü elinde bulunduranlara yönelmeye yatkın olan Balwer için hiç de problem olmamıştı.
  
“Rand?” diye sorusuna başladı Perrin. Bir yandan da bir eli Mah’alleinir’in üstünde, Rand’le beraber yürüyordu. “Bunların hepsini sana daha önce de anlattım. İki Nehirler kuşatması, savaş... Neden tekrar soruyorsun?”

“Daha önce olaylar hakkında sorular sordum. Neler olduğunu. Ancak olayların başından geçtiği insanlar hakkında hiç soru sormadım.” Karanlıkta görebilmeleri için bir ışık küresi yaparak Perrin’e baktı. “İnsanları hatırlamam gerekiyor. Hatırlamamak geçmişte bolca yaptığım bir hataydı.”

Kıpır kıpır esen rüzgar, Perrin’in yakındaki kampından yükselen kamp ateşlerinin kokusunu ve silahları üzerinde çalışan demircilerin seslerini taşıdı. Rand hikayeleri duymuştu: Güçle dövülmüş silahlar yeniden keşfedilmişti. Perrin’in adamları, Rand’in iki Asha’man’ının da haşatını çıkararaktan, mümkün olduğunca çok üretebilmek için fazla mesai yapıyorlardı.

Rand elinden geldiği kadar çok Ashaman’ı bu iş için Perrin’in hizmetine vermişti. Çünkü, düzinelerce Mızrağın Kızı - duyar duymaz- ona gelip Güçle dövülmüş mızrakbaşları istemişti. Bu çok mantıklı, Rand al’Thor, diye açıklamıştı Beralna. Demircileri her kılıç başına dört mızrakbaşı dövebilir. “Kılıç” kelimesini söylerken sanki deniz suyu tatmış gibi yüzünü buruşturmuştu.
  
Rand hiç deniz suyu tatmamıştı. Lews Therin tatmıştı. Bunun gibi gerçekleri bilmek, bir zamanlar onu çok fazla rahatsız ederdi. Şimdi ise bunların kendisinin bir parçası olduğunu kabullenmeyi öğrenmişti.

“Bize neler olduğuna inanabiliyor musun?” diye sordu Perrin. “Işık! Bazen, şu süslü kıyafetleri giyen insanların, ne zaman üzerime yürüyüp bana bağırmaya başlayacaklarını ve sonra, ne kadar da haddiden fazla kendini bir şey sanan birisi olduğum için beni ahırları temizlemeye yollayacaklarını merak ediyorum.”
 
“Çark dilediği gibi dokur, Perrin. Ne olmaya ihtiyacımız vardıysa ona dönüştük.”
 
Başıyla onayladı Perrin, Rand’in elindeki ışıkla aydınlanmış çadır aralarında yürürlerken.

“Nasıl... hissettiriyor?” diye sordu Perrin. “Kazandığın şu hatıralar.”

“Hiç kalktığında tüm açıklığıyla hatırladığın bir rüya gördün mü? Çabuçak solup giden değil de gün boyunca peşini bırakmayan.”
  
“Evet.” dedi Perrin tuhaf bir çekingenlikle. “Evet, gördüğümü söyleyebilirim.”
 
“İşte onun gibi.” diye devam etti Rand. “Lews Therin olduğumu, onun ne yaptığını hatırlayabiliyorum. Bir insanın rüyasında yaptığı şeyleri hatırladığı gibi. Onları yapan bendim. Fakat ille de onlardan hoşlanmama gerek  yoktu - ve ya uyanık halimde onları hayata geçireceğimi düşünmüyordum. Ama bu, rüyalarımda, yapılması gereken doğru hareketler gibi göründüğü gerçeğini değiştirmez.”

Perrin başını sallayarak onayladı.

“O, benim.” dedi Rand. “Ve ben de O’yum. Fakat aynı zamanda, O değilim de.”

“Eh, hala kendin gibi görünüyorsun.” dedi Perrin. Ancak Rand “görünüyorsun” kelimesindeki ufak duraklamanın farkına varmıştı. Acaba Perrin bunun yerine “kokuyorsun” mu demeliydi? “O kadar da değişmedin.”
 
Rand bu durumu, deli gibi görünmeden Perrin’e açıklayıp açıklayamadığından emin olamamıştı. Yenidendoğan Ejder sıfatını taşırken dönüştüğü insan... bu öylesine bir rol değildi, sadece bir maske değildi.

Neyse oydu. Değişmemişti. Dönüşmemişti. Sadece kabul etmişti.

Fakat bu, tüm cevaplara sahip olduğu anlamına da gelmiyordu. Beynine yerleşmiş dört yüz yıllık anılara rağmen hala ne yapması gerektiği hakkında endişeleniyordu. Lews Therin Delik’i nasıl mühürlemesi gerektiğini bilmiyordu. Teşebbüsü faciayla sonuçlanmıştı. Leke, Kırılış... Hepsi, şimdi kırılgan olan mühürlerle oluşturulmuş kusurlu bir zindan içindi.
 
Bir cevap sürekli Rand’in aklında beliriyordu. Tehlikeli bir cevap. Lews Therin’in hiç göz önünde bulundurmadığı bir cevap...

Eğer cevap, Karanlık Varlık’ı yeniden hapsetmek değildiyse?  Eğer cevap, kesin cevap, başka bir şey idiyse? Daha kalıcı bir şey...

Evet, diye düşündü Rand, belki de yüzüncü kere. Fakat bu mümkün mü?

Rand’in katiplerinin çalıştığı çadıra vardılar. Arkalarına yayılmış Mızrağın Kızları ile beraber, Rand ve Perrin çadıra girdi. Katipler geç vakte kadar ayakta kalmıştı tabii ki ve Rand’in çadırlarına geldiğini görmek onları şaşırtmış görünmüyordu.

Haritaların ve bir sürü kağıdın bulunduğu masanın yanında durduğu yerden “Lord Ejder.” diye selamladı Balwer, sertçe eğilirek. Zapzayıf ufak adam, yumru dirseği üzerine büyük gelen kahverengi ceketindeki delikten fırlamış bir şekilde, endişeyle kağıtları dizdi.
 
“Raporlar.” dedi Rand.

“Roedran gelecek.” diyerek başladı Balwer, ince ve net sesiyle. “Andor Kraliçesi, Kandaşlar’ının açacağı kapıyolların sözünü vererek çağırttı onu. Meclisindeki casuslarımız, adamın Kraliçe’nin yardımına ihtiyaç duyduğu için sinirli olduğunu; ama sırf bir kenarda bırakılmış gibi görülmemek için de bu toplantıda bulunmakta kararlı olduğunu söylüyorlar.”  

“Mükemmel.” dedi Rand. “Elayne casuslarınız hakkında hiç bir şey bilmiyor, değil mi?”

“Lordum!” dedi Balmer incinmiş bir edayla.

“Kraliçe’nin katiplerimiz arasına gönderdiği casusu belirleyebildin mi?” diye sordu Rand.

Balwer ağzından tükürükler saçmaya başlamıştı. “Hiç kimse-“

“Birilerini gönderecektir, Balwer.” dedi Rand yüzünde bir gülümsemeyle. “Bana bunları öğreten ondan başkası değildi ne de olsa. Fark etmez. Yarından sonra niyetimin neler olduğunu herkes öğrenecek. Sırlara ihtiyaç kalmayacak.”

Kalbime en yakın tuttuklarım hariç hiç birine.

“Bu, herkesin toplantıya katılacağını mı gösteriyor?” diye sordu Perrin. “Tüm büyük hükümdarlar? Tear ve Illian?”

“Amrylin katılmaları için ikna etti.” diye cevapladı Balwer. “Eğer bakmak isterseniz yazışmalarının kopyaları elimde bulunuyor, Lordlarım.”

“Bakacağım.” dedi Rand. “Onları çadırıma gönder. Gece boyunca inceleyeceğim.”

Yer sarsıntısı aniden gelmişti. Katipler, bir yandan etraflarında yere gömülen mobilyalar karşısında bağrışır ve onları tutmaya çalışırken bir yandan da kağıt yığınlarını kapıyorlardı. Dışarıda, insanlar bağrışıyordu. Sesleri, kırılan ağaçların ve tangırdayan demirlerin sesinin üzerinden zar zor duyuluyordu. Toprak inledi. Uzaktan gelen bir gürültü.

Rand acı dolu bir kramp gibi hissetmişti onu.

Uzakta, sanki gelecek olanların bir habercisiymiş gibi gökyüzünü salladı şimşek. Sarsıntı dindi. Katipler, sanki bırakırlarsa onları devireceğinden korkarlarmış gibi hala sıkı sıkı sarılmışlardı kağıt yığınlarına.
  
Gerçekten de burada. diye düşündü Rand. Hazır değilim – hazır değiliz- ancak o yine de burada.

Aylarca bu günün korkusuyla yaşamıştı. Trollocların geldiği geceden, Lan ve Moiraine’în onu İki Nehirler’den alıp sürüklediği zamandan beri, gelecek olandan korkmuştu.
 
Son Savaş. Son. Şimdi kapısının eşiğindeyken, kendini ondan korkmuyor bulmuştu. Endişeli, ama korkmamış.

Senin için geliyorum. diye düşündü Rand.

“İnsanlara haber verin.” diye konuştu Rand katiplerine hitaben. “Uyarılar asın. Depremler devam edecek. Fırtınalar. Gerçek, korkunç fırtınalar. Bir Kırılış olacak ve bundan kaçamayız. Karanlık Varlık bu dünyayı toza çevirmeyi deneyecek.”

Katipler, birbirlerine endişeli bakışlar atarak başlarını salladılar. Perrin düşüncelere dalmış görünüyordu; fakat o da hafifçe salladı başını. Sanki kendi kendisi için.

“Başka haberler?” diye sordu Rand.

“Andor Kraliçesi bugün bir şeyler hazırlığında olabilir, Lordum.” diye cevapladı Balwer.

“ ‘Bir şeyler’ çok da açıklayıcı bir kelime değil, Balwer.” dedi Rand.

Balwer yüzünü buruşturdu. “Üzgünüm, Lordum. Şimdilik size daha fazla bilgi veremiyorum. Not henüz elime geçti. Kraliçe Elayne bazı danışmanlarını kısa bir süre önce uyandırmış. Niçin uyandırdığını öğrenebilecek kadar yakında hiç adamım yok.”

Rand, bir eli belindeki Laman’ın kılıcının üzerinde, kaşlarını çattı. “Yarın için yapılacak planlar olabilir yalnızca.” dedi Perrin.

“Evet.” dedi Rand. “Yeni bir şeyler öğrenirsen bana haber ver, Balwer. Teşekkür ederim. İyi iş başardın.”
 
Adam artık daha dik duruyordu. Şu son günlerde –kapkaranlık günlerde- her adam işe yarayacak bir şeyler yapmaya uğraşıyordu. Balwer alanında en iyisiydi ve yeteneklerine güveniyordu. Yine de onu çalıştıranın kim olduğunu hatırlatmaktan zarar gelmezdi. Özellikle de patronunuz Yenidendoğan Ejder’den başkası değilse.

Rand arkasında Perrin’le beraber çadırı terk etti.

“Endişelendin.” diye lafı açtı Perrin. “Elayne’i uyandıran şeyin ne olduğu hakkında.”

“İyi bir sebebi olmasa uyandırmazlardı.” dedi Rand hafifçe. “İçinde bulunduğu durumu düşünürsek.”

Hamile. Rand’in çocuklarına hamile. Işık! O ise bunu henüz öğrenmişti. Ona bunu söyleyen neden Elayne olmamıştı ki?

Cevabı basitti. Elayne, Rand’in duygularını tıpkı Rand’in de onunkileri hissettiği gibi hissedebiliyordu. Rand’in son zamanlarda nasıl olduğunu da hissedebilmiş olsa gerekti. Ejderdağı’ndan önce. Şeydeyken...

Kısacası, böyle bir ruh hali içindeyken Elayne onu hamileliğiyle yüz yüze bırakmak istememişti. Bunun da ötesinde, Rand de kendisini kolayca bulunabilir birisi yapmamıştı.

Yine de büyük bir şoktu.

Baba olacağım, diye düşündü –ilk defa aklına gelmiyordu. Evet, Lews Therin’in çocukları olmuştu ve Rand onları ve adamın onlara karşı sevgisini hatırlayabiliyordu. Aynısı değildi.

O, Rand al’Thor, baba olacaktı. Son Savaş’ı kazandığını varsayarsa.

“İyi bir sebebi olmasa Elayne’i uyandırmazlardı.” diyerek devam etti, yeniden iş konuşmaya dönerek. “Endişelendim. Sadece ne olabileceğinden değil, aynı zamanda olası bir dikkat dağılmasından da. Yarın önemli bir gün olacak. Eğer Gölge yarın neler olacağına dair herhangi bir ipucuya sahipse bizi toplanmaktan, birleşmekten alıkoymak için her yolu deneyecektir.”

Perrin sakalını kaşıdı. “Elayne’e yakın adamlarım var. Olaylara benim için göz kulak olan kişiler.”

Rand elini kaldırdı. “Hadi onlarla konuşmaya gidelim. Bu gece yapacak bir sürü işim var, ama... Evet, bu meseleyi atlayamam.”

İkili, arkalarında Rand’in korumaları onları peçe ve mızraklarıyla gölge gibi takip ederken, hızlarını artırarak Perrin’in yakında bulunan kampına doğru yöneldi.


 
Gece çok sessiz geliyordu. Egwene, çadırında, Rand’a yazdığı mektup üzerinde çalışıyordu. Mektubu gönderme konusunda pek emin değildi. Göndermek önemli değildi. Yazmak, düşüncelerini düzenlemekle, ona söylemek istediklerini kararlaştırmakla ilgiliydi.

Gawyn eli kılıcında, Muhafız pelerini hışırdayarak çadıra girdi.

“Bu sefer kalacak mısın?” diye sormaya başladı Egwene kalemini mürekkebe batırarak. “Yoksa hemen geri mi döneceksin?”

“Bu gece hoşuma gitmiyor, Egwene.” Omzunun üzerinden geriye baktı. “Bir şeyler yanlış hissettiriyor.”

“Dünya yarının neler getireceğini bekler bir vaziyette nefesini tutuyor Gawyn. Senden rica ettiğim gibi, Elayne’e haber verdin mi?”

“Evet. Uyanık olmayacaktır. Saat çok geç.”

“Göreceğiz.”

Elayne’in kampından elinde ufak, katlanmış bir mektupla haberci geleli çok olmamıştı. Egwene mektubu okudu ve gülümsedi. Yerinden kalktı ve bir kaç şeyi düzenleyerek “Gel.” dedi Gawyn’e. Elini salladı ve havada bir kapıyol açıldı.
 
“Oraya Yolculuk mu edeceğiz?” diye sordu Gawyn. “Sadece kısa bir yürüyüş mesafesinde.”

Gawyn kapıyoldan Egwene'den önce geçer ve diğer tarafı kontrol ederken “Kısa bir yürüyüş, Amyrlin’in Andor Kraliçesi’ni çağırmasını gerektirirdi.” dedi Egwene. “Bazı zamanlar, insanların arkasından sorular sormaya başlayacağı hareketleri yapmak istemem.”
 
Siuan bu yetenek için cinayet işlerdi. diye düşündü Egwene kapıyoldan öbür tarafa adımını atarken. Eğer başkalarını bu kadar hızlı, sessiz ve kolayca ziyaret edebilseydi ne kadar dalavere çevirirdi kim bilir?

Öteki tarafta, Elayne sıcacık ateşin yanında duruyordu. Kraliçe, soluk yeşil bir elbise giymişti. İçerideki bebekler yüzünden de karnı iyice şişikti. Hızlıca Egwene’e doğru hareketlendi ve onun yüzüğünü öptü. Birgitte, omzuna salınmış altın rengi örgüsü, kırmızı kısa yeleği ve geniş, gök mavisi pantolonuyla kollarını kavuşturmuş, çadır kapaklarından birinin yanında bekliyordu.
    
Gawyn bir kaşını kaldırıp kız kardeşine baktı. “Uyanık olmana şaşırdım.”

“Bir rapor bekliyorum.” dedi Elayne ve Egwene’e ateşin yanında bulunan bir çift, minderli sandalyelerden birine oturarak ona katılmasını işaret etti.

“Önemli bir şey mi?” diye sordu Egwene.

Elayne kaşlarını çattı. “Jesamyn Caemlyn hakkında haber göndermeyi yine unuttu. Kadına bana iki saatte bir rapor göndermesi için katı emirler verdim, yine de oyalanıyor. Işık! Muhtemelen bir şey yoktur. Yine de Serinia’dan Yolculuk bölgesine gidip olan biteni kontrol etmesini istedim. Umarım senin için bir sorun yoktur.”

“Dinlenmen gerek.” dedi Gawyn kollarını kavuşturmuş bir şekilde.

“Önerin için çok teşekkür ederim.” dedi Elayne. “Ki Birgitte de bana aynı şeyi söylediğinde yaptığım gibi umursamayacağım. Anne, konuşmak istediğin şey nedir?”

Egwene üzerinde çalıştığı mektubu uzattı.

“Rand’e mi?” diye sordu Elayne.

“Onu, benden farklı bir bakış açısından görüyorsun. Bana bu mektup hakkında ne düşündüğünü söyle. Bunu ona göndermeyebilirim. Daha karar vermedim.”

“Tonu... zorlayıcı.” dedi Elayne.

“Başka hiç bir şeye tepki verecekmiş gibi görünmüyor.”

Mektubu okuduktan sonra Elayne mektubu indirdi. “Belki de nasıl istiyorsa öyle yapmasına izin vermeliyiz.”
 
“Mühürleri kırmak?” diye sordu Egwene. “Karanlık Varlık’ı serbest bırakmak?”

“Neden olmasın?”

“Işık, Elayne!”

“Gerçekleşmesi gerekiyor, öyle değil mi?” diye sordu Elayne. “Demek istediğim, Karanlık Varlık kurtulacak. Şimdi bile hemen hemen serbest sayılır.”

Egwene şakaklarını ovaladı. “Dünyaya dokunmak ve serbest kalmak arasında fark var. Güç Savaşı boyunca Karanlık Varlık hiç bir zaman tam anlamıyla dünyaya salınmadı. Delik, dokunmasına izin veriyordu; fakat O kurtulamadan önce yeniden kapatıldı. Karanlık Varlık dünyaya gelseydi, Çark’ın kendisi kırılmış olacaktı. Al, bunu sana göstermek için getirdim.”

Egwene çantasından bir not yığını çıkardı. Kağıtlar Onüçüncü Depo’da çalışan kütüphaneciler tarafından aceleyle toparlanmıştı. “Mühürleri kırmamamız gerektiğini söylemiyorum.” dedi Egwene. “Diyorum ki bunu Rand’in kafadan çatlakça planlarına uyarak yapma riskini göze alamayız.”

Elayne şefkatle gülümsedi. Işık, ama aşıktı o. Ona güvenebilirim, öyle değil mi? Bugünlerde Elayne’le konuşmak zordu. Kandaşlarla çevirdiği kadın dalaveraları...

“Maalesef senin kütüphane ter’angrealinde işe yarar bir şey bulamadık.” Gülen sakallı adam biblosu Kule’de neredeyse ufak bir karışıklığa neden olmuştu; tüm kız kardeşler içinde barındırdığı binlerce kitabı okumak istemişti. “Tüm kitaplar Delik açılmadan önce yazılmış gibi. Aramaya devam edecekler; fakat bu notlar mühürler, zindan ve Karanlık Varlık hakkında bulabildiğimiz tüm her şeyi içeriyor. Eğer mühürleri yanlış zamanda kırarsak korkarım ki bu her şeyin sonu olabilir. Buyur, şunu oku. Elayne sayfalardan birini uzattı.”

“Karaethon Döngüsü?” diye sordu Elayne merakla. “ ’Ve Işık başaramayacak, ve şafak sökmeyecek, ve mahkum yine dolaşacak.' Mahkum, Karanlık Varlık mı?”

“Öyle olduğunu düşünüyorum.” dedi Egwene. “Kehanetler hiç bir zaman açık olmadı. Rand Son Savaş’a girmeye ve mühürleri hemen kırmaya niyetleniyor; ama bu korkunç bir fikir. Önümüzde uzun bir savaş var. Karanlık Varlık’ı şimdi serbest bırakmak Gölge’nin güçlerini artıracak ve bizi zayıflatacaktır.”

“Eğer serbest bırakılacaksa –ve hala bırakılması gerekip gerekmediğini bilmiyorum- en olası ana kadar beklemeliyiz. En azından, bu konuyu tartışmamız gerekiyor. Rand bir çok konuda haklıydı, ama yanlış yaptığı da oldu. Bu yalnız başına karar almasına izin verilebilecek bir konu değil.”

Elayne sayfaları karıştırmaya başladı ve sonunda bir tanesinde durdu. “ ’Kanı bize Işık’ı getirecek...’ ” Düşüncelerde kaybolmuş gibi sayfayı baş parmağıyla ovaladı. “ ‘ Işık’ı bekleyin.’ Bu notu kim eklemiş?”

“O, Doniella Alievin’in hazırladığı, Termendal diline çevrilmiş bir Karaethon Döngüsü kopyası.” dedi Egwene. “Doniella kendi notlarını hazırlamış ve bu notlar neredeyse Kehanetler’in kendisinin olduğu kadar alimler arasında tartışma konusuymuş. O bir Düşgören’miş, biliyorsun. Öyle olduğunu bildiğimiz tek Amyrlin. Yani benden önceki.”

“Evet.” dedi Elayne.

“Bu notları toparlayan kız kardeşler de benim vardığım sonuçlara vardılar.” diyerek devam etti Egwene. Mühürlerin kırılacağı bir zaman gelebilir; ancak, Rand ne düşünürse düşünsün, bu zaman Son Savaş’ın başladığı an değil. Doğru anı beklememiz gerekiyor ve Mühürlerin Gözetmeni olarak o anı seçmek benim görevim. Dünyayı Rand’in aşırı dramatik taktiklerinden birine riske etmeyeceğim.”

“İçinde ufak bir parça Aşık var.” dedi Elayne, yeniden şefkatle. “İyi bir argümanın var Egwene. Bunu ona söyle. Seni dinleyecektir. Rand iyi bir akla sahip ve ikna edilebilir.”  

“Göreceğiz. Şimdilik, ben –”

Egwene aniden, Gawyn’den gelen bir alarm dürtüsü hissetti. Egwene ona baktığında, onu arkasına dönerken gördü. Dışarıda toynak sesleri vardı. Adamın kulakları onunkilerden çok da iyi değildi, fakat bu tür şeyleri dinlemek onun göreviydi.

Egwene, Elayne’in de aynısını yapmasına sebep olarak, Gerçek Kaynak’a sarındı. Birgitte, eli kılıcında, şimdiden çadırın kapaklarını açmıştı.

Dışarıda, bitkin düşmüş bir haberci, gözleri faltaşı gibi açılmış, atının üstünden yere atladı. Çadıra doğru güçlükle ilerledi. Birgitte ve Gawyn, içeridekilere çok yaklaşması ihtimaline karşılık hemen peşine takıldılar.
  
Kadın yaklaşmadı. “Caemlyn saldırı altında majesteleri.” dedi nefes nefese.

“Ne!” dedi Elayne ve sıçrayarak ayağa kalktı. “Nasıl? Jarid Sarand sonunda–”

“Trolloclar.” dedi haberci. “Güneş batmaya yakınken başladı.”

Elayne habericiyi kolundan  yakaladı ve çadırın dışına doğru çekiştirerek “İmkansız!” dedi. Egwene de aceleyle takip etti onları. “Güneş battığından beri neredeyse altı saat oldu.” dedi Elayne haberciye. “Şimdiye kadar neden bir şey duymadık? Kandaşlara ne oldu?”

“Bana söylenmedi Kraliçem.” dedi haberci. “Yüzbaşı Guybon beni acilen size ulaşmam için gönderdi. Kendisi Kapıyoldan henüz geçti.”

Yolculuk bölgesi Elayne’in çadırından çok uzakta değildi. Dışarıda bir kalabalık toplanmıştı; ama kadınlar ve erkekler Amyrlin ve Kraliçe’ye yol verdiler. Bir kaç dakika sonra ikisi de kalabalığın başına ulaşmıştı.

Kanlı giysiler içindeki bir grup adam Elayne’in yeni silahları, ejderler, ile yüklü arabaları çekerek kapıyoldan zahmetle geçtiler. Adamların çoğu neredeyse yıkılmak üzereydi. Duman kokuyorlardı ve derileri isle kararmıştı. Askerler onlara yardım etmek için arabaları, açıkça atların çekilmesi için yapılmışlardı, çekmeye başlarken aralarından kendinden geçercesine yığılanların sayısı az değildi.

Yakınlarda Serinia Sedai ve bazı güçlü Kandaşlar’ın –Egwene onları Elayne’in Kandaşları olarak düşünmeyecekti- yaptığı başka kapıyollar da açılıyordu. Mülteciler sanki aniden salıverilmiş bir nehrin suları gibi akmaya başladı.

“Git.” dedi Egwene Gawyn’e, Beyaz Kule kampının yakınlarındaki Yolculuk bölgesine kendi kapıyolunu açarak. “Kaldırabileceğimiz kadar Aes Sedai’yi haberdar et. Bryne’a askerlerini hazır etmesini söyle. Onlara Elayne ne emrederse onu yapmalarını söyle ve onları kapıyollardan Caemlyn çevresine götür. Andor’la dayanışma içinde olacağız.”

Gawyn başıyla onayladı ve kafasını eğerek kapıyoldan geçti. Egwene kapıyolun kaybolmasına izin verdi ve sonra yaralı, kafası karışmış askerlerin toplandığı yerin yakınında bulunan Elayne’e katıldı. Kandaşlar’dan Sumeko acil ihtiyacı olanların Şifa görmesini sağlamak için yetkileri eline almıştı.

Hava yoğun bir duman kokusuyla doluydu. Egwene, Elayne’e doğru aceleyle seğirtirken kapıyollardan birinde gözüne bir şey çarpmıştı. Alevler içindeki Caemlyn.

Işık! Bir an için afalladı, sonra ise aceleyle hareket etmeye devam etti. Elayne Kraliçe’nin Muhafızları’nın kumandanı olan Guybon ile konuşuyordu. Giysileri ve kolları korku verecek ölçüde kanla kaplanmış yakışıklı adam zar zor ayakta duruyormuş gibi görünüyordu.

“Karanlıkdostları mesaj göndermeleri için bıraktığınız iki kadını öldürdü, majesteleri.” diyordu adam yorgun sesiyle. “Bir başkası savaş sırasında öldü. Fakat ejderleri kurtardık. Kaç... kaçtığımızda ise...” Bir yerine ağrı saplanmış gibi görünüyordu. “Şehir duvarlarındaki delikten kaçtığımızda ise Lord Talmanes’in koruttuğu şehir kapısına doğru gelen bir kaç paralı asker grubuyla karşılaştık. Şans eseri kaçmamıza yardım edecek kadar yakındılar.”

“İyi iş başardınız.” dedi Elayne.

“Fakat şehir–”

İyi iş başardınız.” diye tekrarladı Elayne kesin bir sesle. “Ejderleri ve tüm bu insanları kurtardınız. Bunun için sizi ödüllendireceğim, yüzbaşı.”

“Ödülünüzü Birlik’in adamlarına verin, majestelerim. Onların işiydi. Ve lütfen, eğer Lord Talmanes için bir şeyler yapabilirseniz...” Bir kaç Birlik askerinin kapıyoldan taşıdığı yılgın adamı işaret etti.

Elayne Talmanes’in yanına diz çöktü ve Egwene de ona katıldı. İlk başta Egwene, sanki derisi yaşlılıkla kararmış gibi olan Talmanes’in ölmüş olduğunu düşündü. Sonra, adam zar zor bir nefes aldı.

“Işık.” dedi Elayne. Büzülmüş haldeki adamı Araştırarak. “Daha önce böyle bir şey görmedim.”

“Thakan’dar kılıçları.” dedi Guybon.

“Bu ikimizi de aşar.” dedi Egwene Elayne’e, ayakta durduğu yerden. “Ben...” İnleyen askerlerin ve gıcırdayan arabaların üstünden gelen sesi duyduğundan dolayı Egwene’in sesi alçalmaya başladı.

“Egwene?” diye sordu Elayne usulca.

“Onun için ne yapabiliyorsan yap.” dedi Egwene. Durdu ve aceleyle uzaklaştı. Duyduğu sesi takip ederek kafaları karışmış kalabalığı yarmaya başladı. Bu... evet, orada. Yolculuk bölgesinin kıyısında, çeşit çeşit kıyafetler içindeki Aes Sedailer’in yaralılara doğru koşturduğu açık bir kapıyol buldu. Gawyn görevini güzel yerine getirmişti.

Nynaeve, gayet yüksek bir sesle bu karmaşanın kimin sorumluluğu altında olduğunu soruyordu. Egwene ona yan tarafından yaklaştı ve onu şaşırtan bir şekilde omzundan kavradı.

“Anne?” diye sordu Nynaeve. “Bu Caemlyn’in yandığı hakkındaki şeyler de ne? Ben–”

Yaralıları gördüğü anda kendi sözünü kendi kesti. Bir anda sertleşti ve yaralıların yanına gitmeye çalıştı.

“Öncelikle bakman gereken başka birisi var.” dedi Egwene, Nynaeve’i Talmanes’in yattığı yere götürürken.

Nynaeve keskin bir nefes aldı, sonra dizlerinin üzerine çöküp Elayne’i nazikçe kenara itti. Nynaeve Talmanes’i Araştırdı ve sonra gözleri apaçık bir şekilde donakaldı.

“Nynaeve?” diye sordu Egwene. “Acaba sen–”

Bir örgü patlaması, Nynaeve’den sanki bulutların arkasından aniden çıkan gün ışığı gibi fırladı. Nynaeve Beş Güç’ü parlak bir sütun içinde ördü ve sonra o sütunu Talmanes’in bedenine doğru gönderdi.

Egwene onu uğraşıyla baş başa bıraktı. Çoktan Talmanes için umut bitmiş gibi gözükse de belki bu yeterli olurdu. Işık dilerse, adam yaşardı. Geçmişte adamdan etkilenmişti. Tam olarak Birlik’in – ve Mat’in- ihtiyacı olan bir adamdı.

Elayne ejderlerin yanındaydı ve saçları örgülü bir kadını sorguya çekiyordu. Bu Aludra olmalıydı. Ejderleri keşfeden kişi. Egwene silahlara yaklaştı. Parmaklarını uzun bronz borulardan birinin üzerinde gezdirdi. Onlar hakkındaki raporları almıştı tabii ki. Bazı insanlar demirden dökülmüş ve havaifişek barutlarıyla doldurulmuş bu aletlerin Aes Sedailer’e benzediklerini söylüyordu.

Çoğu şehir halkından olan, daha ve daha fazla mülteci kapıyollardan akın ediyordu. “Işık.” dedi Egwene kendi kendine. “Çok fazlalar. Tüm Caemlyn’i burada, Merrilor’da, konaklatamayız.”

Elayne konuşmasını bitirdi ve Aludra’yı vagonları incelemesi için bıraktı. Öyle görünüyordu ki kadın bu gece dinlenmeye ve vagonlara bakmayı sabaha bırakmaya niyetli değildi. Elayne kapıyollara doğru yürüdü.  
Egwene’in yanından geçerken “Askerler şehrin etrafının güvenli olduğunu söylüyor.” dedi Elayne. “Bir bakmaya gideceğim.”

“Elayne...” dedi Birgitte arkasından gelerek.

“Gidiyoruz! Hadi.”

Egwene Kraliçe’yi işine bıraktı ve kendi işlerini denetlemek üzere geriye döndü. Romanda, Aes Sedailer’in yönetimini devralmıştı ve yaralıları durumlarının aciliyetine göre gruplandırıyordu.

Egwene karşısındaki kaotik karmaşayı incelerken yakınlarda duran bir ikili dikkatini çekti. Bir kadın ve adam. Görünüşlerine bakılırsa Illianlı’ydılar. “Ne istiyorsunuz?”

Kadın önünde eğildi. Açık tenli, koyu saçlı kadının uzun ve ince yapısına rağmen çehresinde bir sertlik vardı. “Ben Leilwin’im.” dedi kadın karıştırılamayacak aksanıyla. “Şifa için çağrı yapıldığı sırada Nynaeve Sedai’ye eşlik ediyordum. Onunla beraber geldik.”

“Sen Seanchan’sin.” dedi Egwene irkilerek.

“Size hizmet etmeye geldim, Amyrlin Makamı.”

Seanchan. Egwene hala Tek Güç tutuyordu. Işık! Tanıştığı tüm Seanchanler ona karşı tehlike unsuru değildi; yine de risk almayacaktı. Kule Muhafızları’ndan bazıları kapıyollardan birinde göründüğünde, Egwene Seanchan ikiliyi işaret etti. “Bunları güvenli bir yere götürün ve onlara gözkulak olun. Onlarla daha sonra ilgileneceğim.”

Askerler başlarını salladılar. Adam gönülsüzce, kadın ise ondan daha kolayca gitti. Yönlendiremiyordu, yani kadın serbest kalmış bir damane değildi. Bir sul’dam olmadığını da göstermiyordu ama.

Egwene, hala Talmanes’in yanında eğilmiş duran Nynaeve’in yanına döndü. Hastalık adamın derisinden onu solgun bırakacak bir şekilde çekilmişti. Onları izleyen bir kaç Birlik üyesine “Onu dinlenebileceği bir yere götürün.” dedi yorgunlukla. “Yapabileceğimi yaptım.”

Adamlar Talmanes’i taşırken Egwene’e doğru baktı. “Işık,” diye fısıldadı Nynaeve, “beni çok ama çok yordu.  Angreal’im olduğu halde. Moraine’in Tam’i kurtarabilmiş olmasından etkilendim. O kadar zaman önce...” Nynaeve’in sesinde bir gurur tınısı duyuluyordu.
 
Tam’i iyileştirmek istemişti, ama yapamamıştı – tabii o zamanlar Nynaeve ne yaptığını bilmiyordu. O zamandan bu yana çok, çok fazla yol kat etmişti.
 
“Doğru mu, Anne?” diye sordu Nynaeve ayağa kalkarak. “Caemlyn hakkındakiler.”

Egwene başını sallayarak onayladı.

Hala kapıyollardan akın akın gelen yaralılara bakarak “Bu çok uzun bir gece olacak.” dedi Nynaeve.

“Ve daha da uzun bir yarın.” dedi Egwene. “Gel hadi, zincir kuralım. Gücümü sana aktaracağım.”
 
Nynaeve  şoka uğramış gibi görünüyordu. “Anne?”

“Şifa konusunda benden daha iyisin.” Egwene gülümsedi. “Amyrlin olabilirim Nynaeve, ama hala Aes Sedai’yim. Herkesin hizmetkarı. Gücüm işine yarayacaktır.”

Nynaeve başını salladı ve zincir kurdular. İkisi, Romanda’nın en kötü yaraları olan mültecilere Şifa vermeye görevlendirdiği bir grup Aes Sedai’ye katıldı.



“Benim göz ve kulak ağımı Faile düzenliyordu.” dedi Perrin Rand’e, ikisi hızla Perrin’in kampına doğru ilerlerken. “Bu gece onlarla beraber olabilir. Seni uyarıyorum. Seni sevdiğinden pek emin değilim.”

Beni sevmesi için aptal olması gerekirdi. diye düşündü Rand. Muhtemelen, bütün bunlar bitmeden önce senden neler isteyeceğimi biliyor.

“Yine de,” diyerek başladı Perrin, “Zannımca, seni tanıyor olmam hoşuna gidiyor. Ne de olsa bir kraliçenin kuzeni. Bence hala delirip bana zarar vereceğinden endişeleniyor.”

“Delilik zaten geldi,” dedi Rand, “ve kontrolüm altında. Sana zarar vermeye gelince, o muhtemelen haklı. Zannetmiyorum ki etrafımdakilere zarar vermekten kaçınabileyim. Öğrenmesi zor bir dersti.”
 
“Deli olduğunu ima ettin.” diye başladı lafa Perrin, eli savaş çekicinin üzerinde, yürüyerek. Gayet büyük olmasına rağmen, onu yan tarafında taşıyordu. Kesinlikle onun için özel bir kın yapması gerekliydi. İnanılmaz bir işçilik örneği. Rand, onun da Asha’manlar’ının yaptığı güçle dövülmüş silahlardan biri olup olmadığını sormaya niyetlenip duruyordu. “Ama Rand, öyle değilsin. Bana hiç de çılgınmış gibi görünmüyorsun.”  

Rand gülümsedi ve aklının köşesinde bir düşünce belirdi. “Deliyim Perrin. Deliliğim bu anılar, bu dürtüler. Lews Therin ele geçirmeye çalıştı. Kendi benliğimi ele geçirmeye çalışan iki insandım. Ve bunlardan biri tamamen çıldırmıştı.”

“Işık,” diye fısıldadı Perrin, “kulağa korkunç geliyor.”

“Çok hoş bir durum değildi. Fakat... işte asıl konu da burada Perrin. O anılara ihtiyacım olduğundan gittikçe daha da emin olmaya başlıyorum. Lews Therin iyi bir adamdı. Ben iyi bir adamdım, ama işler ters gitti –Gittikçe kibirlendim, her şeyi kendi başıma yapabileceğimi düşündüm. Bunu hatırlamam gerekiyordu; o delilik olmadan... o anılar olmadan, yeniden tek başıma hareket etmeye başlayabilirdim.”

Kafasını kaldırıp Egwene ve diğer Beyaz Kule mensuplarının bulunduğu kampa bakarak “Yani, diğerleriyle beraber çalışacak mısın?” diye sordu Perrin.

“Egwene’in mantıklı düşünmesini sağlayacağım.” dedi Rand. “Ben haklıyım Perrin. Mühürleri kırmamız gerekiyor. Egwene’in bunu neden reddettiğini bilmiyorum.”

“O artık Amyrlin.” Perrin çenesini ovaladı. “O Mühürlerin Gözetmeni, Rand. Onlara bir şey olmadığını görmek onun görevi.”

“Öyle. İşte bu nedenle, niyetlendiğim şeyin doğru olduğuna onu ikna etmem gerekiyor.”

“Onları kırma konusunda emin misin Rand?” diye sordu Perrin. “Kesinlikle emin?”

“Söyle bana Perrin. Eğer demirden bir eşya ve ya silah kırılsa, onu yapıştırıp düzgün iş görmesini sağlayabilir misin?”

“Eh, yapabilirsin.” dedi Perrin. “Öyle yapmamak daha iyi ama. Çelik tanecikleri... eh, yeniden döversen her zaman için daha iyisini yapmış olursun. Onu eritmek, en başından başlamak...”

“İşte burada da durum aynı. Mühürler kırıldı, tıpkı bir kılıç gibi. Öyle sadece birleştiremeyiz. İşe yaramayacaktır. Kırılmış parçaları atmalı ve onun yerine geçecek yeni bir şey yapmalıyız. Daha iyi bir şey.”

“Rand,” dedi Perrin, “bu konu hakkında duyduğum en mantıklı laftı bu. Bunu Egwene’e de bu şekilde açıkladın mı?”

“O bir demirci değil, arkadaşım.” dedi Rand gülümseyerek.

“O akıllıdır Rand. İkimizden de akıllı. Eğer doğru bir şekilde izah edersen anlayacaktır.”

“Göreceğiz.” dedi Rand. “Yarın.”

Perrin yürümeyi bıraktı. Yüzü Rand’in güçle oluşturduğu ışık küresi ile aydınlanmıştı. Rand’inkinin yanındaki kampı bölgedeki diğer güçler kadar çok adam içeriyordu. Rand hala Perrin’in bu kadar çok kişiyi,  buna –onca şeyin içinde- Beyazcübbeler de dahildi, toplayabilmesine inanamıyordu. Rand’in göz ve kulak ağına göre kampındaki herkes Perrin’e sadık görünüyordu. Bilgeler ve Aes Sedailer bile Perrin’in dediklerini yapmaya yapmamaktan daha yatkındılar.

Rüzgarın ve gökyüzünün kendisi kadar açıktı ki Perrin bir krala dönüşmüştü. Rand’den farklı bir türde kral –halkının arasında yaşayan bir kral. Rand aynı yoldan yürüyemezdi. Perrin bir insan olabilirdi. Ama Rand’in ,kısa bir süre için daha, bundan daha fazlası olması gerekiyordu. Tüm güçlerin ona güvenebileceği bir sembol olmalıydı.

Bu durum korkunç derecede yorucuydu. Tamamı fiziksel yorgunluk değil, aksine daha derin bir şey. İnsanların ihtiyacı olana dönüşmek onu yoruyor; bir nehrin bir dağı aşındırması kadar net, onu yıpratıyordu. Sonunda, nehir her zaman kazanırdı.

“Bu konuda seni destekleyeceğim Rand.” dedi Perrin. “Ama bana olayın tartışma boyutuna gelmeyeceğine dair söz vermeni istiyorum. Elayne’le kavga etmeyeceğim. Aes Sedailer’e karşı gelmek daha da kötü olur. Hırgürü kaldıramayız.”

“Kavga olmayacak.”

“Bana söz ver.” Perrin’in yüzü o kadar sertleşmişti ki onunla kayaları kırabilirdiniz. “Bana söz ver, Rand.”

“Sana söz veriyorum dostum. Bizi, Son Savaş’a birlik olmuş bir şekilde götüreceğim.”

“Tamam o zaman.” Perrin, başıyla nöbetçilere selam vererek kampına doğru yürüdü. İkisi de –Reed Soalen ve Kert Wagoner- İki Nehirler’dendi. Perrin’i saygıyla selamladır, sonra da Rand’e baktılar ve garip bir şekilde eğildiler.

Reed ve Kert. İkisini de tanıyordu –Işık! Çocukken onlara saygıyla bakardı- ama Rand artık tanıdığı insanların ona yabancıymış gibi davranmasına alışmıştı. Yenidendoğan Ejder gömleğinin üzerinde ağırlaştığını hissetti.  

“Lord Ejder.” dedi Kert. “Biz... Diyorum ki...” Yutkundu, gökyüzüne ve –Rand’in varlığına rağmen- üzerlerine çöreklenmiş gibi görünen bulutlara baktı. “Durumlar kötü görünüyor, öyle değil mi?”

“Fırtınalar genellikle kötü olmuştur Kert.” dedi Rand. “Ama İki Nehirler onları hep atlatmayı başarmıştır. Yine aynısı olacak.”

“Fakat...” dedi Kert yeniden. “Kötü görünüyor. Işık kavursun beni, ama öyle.”

“Çark’ın dilediği gibi olacak.” dedi Rand kuzeye doğru bakarak. “Huzur; Kert, Reed.” dedi sonra yavaşça. “Kehanetler neredeyse gerçekleşti. Bu güne ulaştık ve karşılaşacağımız sınavlar biliniyor. Onlara hazırlıksız bir şekilde girmiyoruz.”

Onlara kazanacaklarının ve ya sağ kalacaklarının sözünü vermemişti; ama iki adam da artık daha dik duruyor ve gülümseyerek başlarını sallıyorlardı. Ortada bir plan olduğunu bilmek insanların hoşuna gidiyordu. Olayların birilerinin kontrolü altında olduğu bilgisi, Rand’in onlara sağlayabileceği en büyük rahatlıktı.
 
“Lord Ejder’i sorularınızla yeterince meşgul ettiniz.” dedi Perrin. “Burayı iyi koruduğunuzdan emin olun –uyuklamak yok, Kert. Ve zar atmak da.”

Perrin ve Rand kampa doğru giderken iki adam yeniden saygıyla selam verdiler. Burada, bölgedeki diğer kamplardan daha fazla neşe vardı. Kamp ateşleri biraz daha parlak, kahkahalar biraz daha gürültülüydü. Sanki İki Nehirler halkı, bir şekilde bunları da evlerinden yanlarında getirmişlerdi.

Gecenin içindekilere doğru başıyla selam veren Perrin’in yanında hızlıca yürürken “Onlara iyi önderlik ettin.” dedi Rand hafifçe.

“Ne yapacaklarını söylememe gerek bıraktırmıyorlar, doğruya doğru.” Fakat, bir haberci koşarak kampa doğru gelirken Perrin hemen komutayı eline aldı. Kızarmış yüzünü ve titreyen bacaklarını gördüğü –Rand’den korkmuştu- zayıf gence adıyla seslendi. Genci yanına çekti ve yumuşak ama net bir şekilde konuştu onunla.

Perrin, genci Lady Faile’yi bulması için gönderdi. “Rand’le yeniden konuşmam gerekiyor.”

“Zaten konuşuyor–”

“Gerçek Rand’e ihtiyacım var. Aes Sedailer gibi konuşmayı öğrenen adama değil.”

Rand iç çekti. “Gerçekten benim, Perrin.” diye itiraz etti. “Senelerdir olduğumdan daha da benim.”

“Tamam, peki. Tüm duyguların maskelendiği zaman seninle konuşmak hoşuma gitmiyor.”

Bir grup İki Nehirler insanı yanlarından geçti ve saygıyla selam verdiler. Rand aniden, bir daha asla o adamlardan biri gibi olamayacağını bilerek, acı bir soğuk yalnızlık dürtüsü hissetti içinde.

“Ee, neymiş?” diye sordu. “Haberci ne söyledi?”

“Endişelenmekte haklıymışsın.” dedi Perrin. “Rand, Caemlyn düşmüş. An itibariyle Trolloclar'la doluymuş.”
Rand suratının kapkatı kesildiğini hissetti.

“Şaşırmadın,” dedi Perrin. “Endişelendin, ama şaşırmadın.”

“Hayır, şaşırmadım.” diye kabul etti Rand. “Saldıracakları yerin güney tarafları olacağını düşünmüştüm –Trolloclar'ın orada görüldüğünü duymuştum- ve yarı yarıya eminim ki Demandred bu işin içinde. Hiç bir zaman bir ordusu olmadan kendini rahat hissetmemiştir. Ama Caemlyn... evet, akıllıca bir hamle. Sana dikkatimizi dağıtmak isteyeceklerini söylemiştim. Eğer Andor’u alır ve Elayne’in dikkatini çekerlerse ittifağım sallanmaya başlar.”

Perrin, Egwene’inkinin tam yanına kurulmuş olan Elayne’in kampına bir bakış attı. “Ama Elayne’in buradan gitmesi senin için daha iyi olmaz mıydı? O, karşılaşmanızın öbür tarafında.”

“Başka taraf yok Perrin. O tarafın nasıl hareket etmesi hakkında itilaflar olsa da sadece tek bir taraf var. Eğer Elayne bu toplantıda bulunmazsa bu başarmak istediğim tüm her şeyi yok edecektir. O, muhtemelen tüm hükümdarlar arasındaki en güçlüsü.”

Rand onu hissedebiliyordu. Bağ sayesinde tabii ki. Ondaki alarm dürtüsü, Rand’e Elayne’in olanlardan haberdar olduğunu anlatıyordu. Acaba yanına gitmeli miydi? Belki de Min’i gönderebilirdi. Min uyanmış ve Rand’in onu bıraktığı çadırdan çıkmıştı. Ve–

Gözlerini kırpıştırdı. Aviendha. O burada, Merrilor’daydı. Bir kaç dakika önce burada değildi, öyle değil mi? Perrin ona şöyle bir baktı ve Rand’in yüzündeki şok ifadesini yok etmek için kendini yormadı.

“Elayne’in ayrılmasına izin veremeyiz.” dedi Rand.

“Kendi yurdunu koruması için bile mi?” diye sordu Perrin inanamayarak.

“Eğer Trolloclar Caemlyn’i zaten ele geçirdiyse Elayne’in anlamlı bir hareket yapabilmesi için artık çok geç. Elayne’in güçleri tahliye işlemleri üzerine yoğunlaşacaktır. Bu iş için orada olmasına gerek yok, ama ona burada ihtiyaç var. Yarın sabah.”

Onun kesin olarak burada kalmasını nasıl sağlayabilirdi? Elayne ne yapılması gerektiği söylendiğinde –tüm kadınların yaptığı gibi- kötü tepki verirdi; ama Rand ima ederse...

“Rand,” dedi Perrin “ya Asha’manları göndersek? Hepsini? Geri almak için Caemlyn’de bir çatışma başlatabiliriz.”

“Hayır,” dedi Rand, kelime canını yakmasına rağmen. “Perrin, eğer şehir cidden istila edilmişse –doğrulamak için kapıyollarla adam göndereceğim- o zaman kaybedilmiş demektir. O duvarları geri almak çok fazla çaba göstermemizi gerektirir, en azından şu an için. Bu koalisyonun, onları bir araya getirme şansım varken dağılıp gitmesine izin veremeyiz. Birlik ve beraberlik bizi kurtaracak. Eğer her birimiz kendi ülkelerimizdeki yangınları söndürmeye gidersek o zaman kaybederiz. İşte şimdiki saldırının amacı da bu.”

“Zannediyorum ki bu mümkün...” dedi Perrin çekicine parmaklarıyla dokunarak.

“Saldırı Elayne’i sinirlendirebilir, harekete geçmesi için daha istekli kılabilir.” dedi Rand, bir düzine kadar farklı eylem ihtimalini gözünün önüne getirerek. “Belki de bu, onu planlarımı kabul etmesi için biraz daha kırılgan yapabilir. Bu güzel bir şey olabilir.”

Perrin kaşlarını çattı.

Başkalarını kullanmayı ne kadar da çabuk öğrendim. Yeniden gülebilmeyi öğrenmişti. Kaderini kabullenmeyi ve onu gülümseyerek takip etmeyi öğrenmişti. Kim olduğuyla, ne yaptığıyla barışık  geçinmeyi öğrenmişti.

Bu anlayış, onun verilen araçları kullanmasına engel olmayacaktı. Onlara ihtiyacı vardı. Hepsine ihtiyacı vardı. Eskisinden farkı ise artık insanları insan olarak gördüğü, sadece kullanabileceği araçlar olarak görmediğiydi. Yani kendisine öyle söylüyordu.

Sakalını kaşıyarak “Yine de Andor’a yardım etmek için bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünmekteyim.” dedi Perrin. “Nasıl içeri sızdıklarını düşünüyorsun?”

“Yolkapısı kullanarak.” dedi Rand dalgın dalgın.

Perrin homurdandı. “Ee, Trollocların kapıyolları kullanarak Yolculuk yapamadığını söylemiştin; acaba bunu yapmanın bir yolunu öğrenmiş olabilirler mi?”

“Işık’a dua et ki bulmuş olmasınlar.” dedi Rand. “Kapıyollardan geçmeyi başarabilen tek Gölgedolu gholamlar ve Aginor onlardan bir kaç taneden fazla üretecek kadar aptal değildi. Hayır, Mat’in kendisi üzerine bahse girerim ki Caemlyn Yolkapısı’nı kullandılar. Elayne’in orada bekçi bulundurduğunu sanıyordum!”

“Eğer Yolkapısı kullandılarsa, bir şeyler yapabiliriz.” dedi Perrin. “Trollocların Andor’da gezip dolaşmasına izin veremeyiz; eğer Caemlyn’i terk etmeye karar verirlerse arkamızda olacaklardır ve bu bizim için bir felaket olur. Ama tek bir noktadan gelirlerse oraya yapacağımız bir saldırıyla akınlarına engel olabiliriz.”

Rand pis pis sırıttı.

“Bu kadar komik olan ne?”

“En azında benim İki Nehirler gençlerinin bilmemesi ve anlamaması gereken şeyleri bilmem ve anlamam için bahanem var.”

Perrin burnunu çekti. “Git de Şarappınarı Deresi’ne atla. Gerçekten de Demandred mi olduğunu düşünüyorsun?”

“Bu tam olarak onun deneyeceği türden bir şey. Düşmanlarını böl, onları teker teker yok et. En eski savaş stratejilerinden biridir.”

Demandred’in kendisi de bunu eski yazıtlarda keşfetmişti. Delik açılmadan önce, savaş hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Ooo, savaşı anladıklarını düşünüyorlardı; ancak bu sadece, bir alimin tozlu ve çok eski bir şeye bakıp onu anlamasıydı.  

Tüm Gölge’ye dönenler içierisinde Demandred’in ihaneti en trajik gözükeniydi. Adam bir kahraman olabilirdi. Bir kahraman olmalıydı.

Bunun suçlusu da benim, diye düşündü Rand. Eğer ona sırıtıp durmak yerine elimi uzatsaydım, eğer onunla yarışıp durmak yerine onu tebrik edebilseydim. Eğer şimdi olduğumdan daha adam olabilseydim...

Bunları boşver şimdi. Elayne’e yardım teklif etmeliydi. Uygun olan gidişat, şehrin tahliyesi için yardım göndermek, Asha’man ve ona sadık Aes Sedai’lerin kapıyollar yaparak mümkün olduğunca çok insanı kurtarması –ve şimdilik, Trollocların Caemlyn’de kalacağından emin olmak- idi.

“Eh, şu anıların en azından bazı şeyler için işe yarıyor ha.” dedi Perrin.

“Beynimi arapsaçına çeviren şey nedir, biliyor musun Perrin?” diyerek başladı Rand yavaşça. “Beni Gölge’nin kendi soğuk nefesi gibi ürperten şey?  Beni delirten ve bana geçmiş hayatımdan bu anıları veren Leke’dir. Bana Lews Therin’in fısıltıları olarak geldiler. Fakat, işte tam da bu çılgınlık bana kazanmam için gereken ipuçlarını da veren şey. Görmüyor musun? Eğer bu mücadeleyi kazanırsam Leke’nin kendisi Karanlık Varlık’ın kaybetmesine sebep olacak.”

Perrin hafifçe bir ıslık çaldı.

Kurtuluş, diye düşündü Rand. En son denediğimde, deliliğim bizi yok etti.

Bu sefer, bizi kurtaracak.

Gökyüzüne dönerek “Karının yanına dön Perrin.” dedi Rand. “Bu, son gelmeden önceki, huzur diye bilmeniz gereken şeye benzeyen son gece. Gideceğim ve Andor’un ne kadar kötü durumda olduğuna bakacağım.” Yeniden arkadaşına döndü. “Sözümü unutmayacağım. Birlik ve beraberlik her şeyden önce gelmek zorunda. Son sefer, birlik ve beraberliği tam olarak bir kenara attığımdan dolayı kaybettim.”

Perrin başını salladı ve sonra bir elini Rand’in omzunun üzerine koydu. “Işık seni aydınlatsın.”

“Seni de, arkadaşım.”


Görüleceği üzere diğer yayınlanan -bedava yayınlanan demeliyim :D - yazılardan daha doyurucu ve gerçekten de heyecanı arttırıyor. Beklemeyi biraz daha dayanılmaz hale getirdi diyebilirim. (Ya da gelmesin son kitap bitmesin şu seri. :P )

Çevirirken tekrar tekrar çalıyordu: :P

Wheel of Time
Ride Into Obsession
There are two secrets to becoming great. One is never to reveal all that you know. - PS:T

Çevrimdışı sirdede

  • **
  • 111
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #214 : 29 Eylül 2012, 23:00:48 »
Birader sen baya çevirmenliğe soyundun!.. çevirin oldukça kaliteli, yazdıklarını okudum da baya bildiğin akıp gidiyor hadi hayırlısı bakalım!!!
Not: Bu gidişle Niran Elçi hanımı ekmeğinden edeceksin :)

Çevrimdışı daifunka_vc

  • ***
  • 618
  • Rom: 20
  • Kronik Öğrenci
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #215 : 30 Eylül 2012, 00:07:44 »
Ahahah...  ;D Çok teşekkür ederim. Kimsenin ekmeğinde gözüm yok benim yea. :P

Neyse şakayı geçersek Zaman Çarkı denince akan sular durur. Fanboyluğu da aşan bir derecede açıklayamadığım bir ilişkimiz var kendisiyle. Başka bir şey için olsa kılımı bile kıpırdatmazdım yüksek ihtimalle. :D

İşinize yaradı ve beğendiyseniz ne mutlu bana.
There are two secrets to becoming great. One is never to reveal all that you know. - PS:T

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #216 : 06 Ekim 2012, 03:16:41 »
Dragon Mount'ın haberine göre Grim Oak Press önemli bazı yazarların kısa hikayelerini yayımlayacakmış. Bunların arasında Zaman Çarkı evreninden Ruhlar Nehri de yer almakta. Robert Jordan ve Brandon Sanderson'ın isimlerini yine bir arada göreceğiz.

Antoloji, Işığın Anısı yayınlandıktan sonra, 2013 baharında satışa sunulacak.

http://www.dragonmount.com/index.php/News/book-news/unfettered-announced
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı

  • **
  • 89
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #217 : 08 Ekim 2012, 17:21:31 »
her şey iyi güzelde, son kitabı da bitirdikten sonra, bir yitirmişlik hissine kapılacağız gibime geliyor.
Görev tüyden hafif, ölüm dağdan ağır.Dur bi karıştı dur dur!

Çevrimdışı sirdede

  • **
  • 111
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #218 : 08 Ekim 2012, 17:25:50 »
Zaman Çarkı serisinin son kitabı Işığın Anısı(A Memory of Light) 8 ocak 2013'te piyasaya çıkacak.
Büyük son yaklaşıyor aranızda sabırsızlanmayanız var mı???

Not: Büyük usta Robert Jordan'ın elinden çıkan efsaneleşmiş serinin kalan son üç kitabını rahmetli ustanın kıyıda köşede bırakmış olduğu notlarla yola çıkarak profesyonel(yerini aratmadan) bir şekilde sonlandıran Brandon Sanderson'a sonsuz teşekkürler... Bu arada son zamanlarda pek üzerinde duramadığı kendi serisini yani Fırtınaışığı Arşivini (The Stormlight Archive) büyük bir titizlikle kaldığı yerden devam edeceğine okuyucularına paylaştı. Zaten serinin 2. kitabının(bildiğim kadarıyla 2. kitabın ismi hakkında bir bilgi yok) %80 bitmiş durumda tabi çok çok büyük bir aksilik çıkmazsa 2013 ekim kasım gibi yayınlanması bekleniyor.                        

Çevrimdışı Ryld Argith

  • ****
  • 879
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #219 : 08 Ekim 2012, 17:50:37 »
Büyük ihtimal kitap 2013 Tüyap'ta çıkar :)
"Ben neysem oyum Regene. Sen nasıl ışığın bir parçasıysan, ben de karanlığın bir parçasıyım. Bence biri diğerinden daha iyi veya daha kötü değil"
Kara Dalamar

Çevrimdışı Daarlan Gardan

  • ***
  • 722
  • Rom: -1
  • to hell with gatech
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #220 : 08 Ekim 2012, 18:10:37 »
Zaman Çarkı, Niran Elçi.

Ondan bu epik türde bir şeyler bekliyorum artık. Zamanı gelmedi mi?
Ayrıca, çeviri yazın sonunda biter. Tüyap'a kadar bekleyebiliriz.
(Çaktırmayın! Ben daha serinin ortasında bile değilim.)

Ve unutmadan, Yeni Bahar'ı nerede bulabilirim? Hangi kitabın arkasında okusam 'daha çok haz' alabilirim?
''Civilizations have the morality and ethics they can afford.''

 — Larry Niven & Jerry Pournelle, ''Lucifer's Hammer''

''These colonies in nature can reach at least two million individuals at a time, last for decades, and occupy a hundred cubic meters of space. It was a wonderful achievement to see a fragment of this world captured all around you, so that you almost had the experience of being inside the ant colony when you were in that room.''

 — Robert Trivers, ''Natural Selection and Social Theory'', p. 162

''... Bu amaç doğrultusunda nükleer santraller hedeflenecekse, yapılması gereken şeyler vardır. Çünkü nükleer elektriğe geçiş bir hobi değil, bir akademik egzersiz hiç değil, temel bilimlerden yaygın endüstriyel alt yapıya açılacak bir uygulamadır.''

Ömer Faruk Ağa Yarman 1993

Çevrimdışı Ryld Argith

  • ****
  • 879
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #221 : 08 Ekim 2012, 18:33:00 »
Başka bir forumda (Reklam yapmıyorum!) Moderatör bana ilk okunmasının en uygun olacağını söylemişti :)
"Ben neysem oyum Regene. Sen nasıl ışığın bir parçasıysan, ben de karanlığın bir parçasıyım. Bence biri diğerinden daha iyi veya daha kötü değil"
Kara Dalamar

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #222 : 08 Ekim 2012, 19:02:38 »
Başka bir forumda (Reklam yapmıyorum!) Moderatör bana ilk okunmasının en uygun olacağını söylemişti :)

Forumda ve daha çok portalda Zaman Çarkı serisini üç kere hatim etmiş olan bir arkadaşımız vardı Jeepers diye. Türkçe ve İngilizce okumuş hepsini. O yayınlanma sırasına göre okumamızı öneriyordu, yani 11. kitabı okuduktan sonra. İlk okursan bir anda o kadar bilginin fazla gelip okumandan alacağın hazzın oranının düşme ihtimali varmış :)

Çevrimdışı daifunka_vc

  • ***
  • 618
  • Rom: 20
  • Kronik Öğrenci
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #223 : 08 Ekim 2012, 20:55:22 »
Bu arada son zamanlarda pek üzerinde duramadığı kendi serisini yani Fırtınaışığı Arşivini (The Stormlight Archive) büyük bir titizlikle kaldığı yerden devam edeceğine okuyucularına paylaştı. Zaten serinin 2. kitabının(bildiğim kadarıyla 2. kitabın ismi hakkında bir bilgi yok) %80 bitmiş durumda tabi çok çok büyük bir aksilik çıkmazsa 2013 ekim kasım gibi yayınlanması bekleniyor.                        

Yanlış anlaşılma olmasın, %80 olan yazım öncesi kısmı, ilk taslağın sadece %8'i tamamlanmış gözüküyor. Ama Brandon Sanderson gerçekten disiplinli hareket eden bir yazar olduğu için söylediğin tarihte çıkarsa da şaşırmam yani. :D


Ve unutmadan, Yeni Bahar'ı nerede bulabilirim? Hangi kitabın arkasında okusam 'daha çok haz' alabilirim?

Tükenmiş mi yav Yeni Bahar? Ufak bir baskı daha yaparlar herhalde.

Serinin ilk kitabı olarak okunmasına çok karşıyım. 'Maksimum haz' için yayınlanma sırasına göre okumanı kesinlikle ama kesinlikle tavsiye ederim. İlk olarak Yeni Bahar'dan alacağın zevk artacaktır (burada çok acı bir spoiler vererek pot kırmaya yaklaştım, aman diyeyim. :P ), ikinci olarak da serinin tamamından aldığın zevk (merak duygusu beni dört köşe eder, onu söyleyeyim) tavan yapacaktır. Mesela şu anda aklıma gelen: 6. kitapta olan bir olayın yansımasını 10. kitapta görüp Yeni Bahar'la kafanızda oturtuyorsunuz. Yeni Bahar'ı önceden okursanız merakınız biraz törpülenmiş oluyor. (Seriyi okuyup bitirenler için de beyin jimnastiği olsun bu yazdıklarım, bu manyak ne diyor acaba diye. :D)

Yani TheSpell'in bahsettiği arkadaşa katılıyorum. :D (En başta niye yazmadım ki bunu?) Ama TheSpell'in aksine, ben Alacakaranlık Kavşağı'ndan sonra yayınlandı diye biliyorum Yeni Bahar'ı.
There are two secrets to becoming great. One is never to reveal all that you know. - PS:T

Çevrimdışı Kaze

  • **
  • 154
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Zaman Çarkı
« Yanıtla #224 : 08 Ekim 2012, 21:00:44 »
Ve unutmadan, Yeni Bahar'ı nerede bulabilirim? Hangi kitabın arkasında okusam 'daha çok haz' alabilirim?

Nadirkitap.com'u arada yoklamanızı öneririm. Kontrol ettim şu anda mevcut değil ama baskısı olmayan kitapları sahaf gezmek dışında bulma şansınızın en yüksek olduğu yer orası.

Seriye henüz başlamadım yalnız fikir vermesi açısından geçen sene Tüyap kitap fuarındaki İthaki stant görevlisiyle seri hakkında yaptığımız sohbette, görevli arkadaşın Yeni Bahar'ı seriyi tamamladıktan sonra okumanın en mantıklı seçenek olacağını söylediğini hatırlıyorum.
Spoiler: Göster