Kitabı sonunda dün gece yarısı itibariyle bitirdim. Hadi o zaman yorum kısmına geçelim.
Kitabın Çeviri ve EditörlüğüBaskısının ne kadar kaliteli olduğu burada sıkça konuşuldu. O kısma dair hemfikirliğimi belirtip geçiyor ve çeviriyle editörlüğe değinmek istiyorum.
Kitap mükemmel değil ama iyi bir iş çıkarılmış. Sayfa sayısının 912 olduğu düşünülürse zaman zaman karşılaştığım harf hataları ya da analtım bozukluklarını görmezden geleceğim. O kadar hata olur diye düşünüyorum. Geneli gayet başarılıydı.
Yalnız bir nokta var ki hiç mi hiç kabullenemedim. Bazı isimler Türkçeleştirimeden, aynen İngilizce olarak aktarılmış. Bunun büyük bir hata olduğunu düşünüyorum ve Türkçe olarak okuduğumuz bir kitapta karşıma birden bire, çevrilmesi çok rahat olan kelimelerin çevrilmeden çıkmış olmasını yadırgıyorum.
Örnek:
Oathbringer
Hearthstone
Sunmaker
Sureblood
Yani yapmayın etmeyin, Shardblade'i Parekılıç diye çeviriyorsunuz da bunu mu çeviremiyorsunuz?
Bu arada Parekılıç ismine de hiç alışamadım. Başka türlü çevrilebilirdi ama en azından "onu" Türkçeye çevirmişler. Yukarıda saydığım gibi isimlerin çevrilmemesi çok yanlış olmuş. Hayır bir de dipnot olarak Türkçeleri yazılmış, e madem öyle tüm kitapta o şekilde olsalardı ya?
Bunun dışında çeviri oldukça başarılıydı. Editörün de bunda katkısı büyüktür, eminim.
Pek BeğenmediklerimKarakterleri benimsemem biraz zor oldu açıkçası. Çünkü Elantris'in karakterlerine öyle bağlanmıştım ki kafamda her karakteri onlarla karşılaştırıyordum. Ama sonra onları da sevmeyi bildim. Yine de biri için bunu tam olarak söyleyemiyorum.
Ah Kaladin ah. Aslında kurguya dair sevemediğim tek kısım Kaladin oldu. Burada onu favori karakteri edinmiş olanlar lütfen alınmasın. Bu tamamen zevk meselesi

. Ancak kitap benim için 160'da başladı. Kaladin'in olduğu bölümleri hızlı hızlı okuyordum ve 500lere gelene kadar da kendisini benimseyemedim.
Sanderson'a biraz kırgınım açıkçası. Kaladin tam anlamıyla bir beyaz şövalye ve gerçekten çok melankolik. Tamam, yaşadıkları hiç mi hiç iyi şeyler değil ama yazarın bunu aktarışı beni çok üzdü. Çok tipik bir karakter olmuş Kaladin ve yaşadıklarına olan bakış açısı da bir yerden sonra bana fenalık geçirtti.
Ya... Deyip dememekte kararsızım ama... Off Kaladin'i klişe buldum. Evet, açıkça söyledim işte. Ve bu beni çok üzdü.
Ama Kaladin'in hakkını vereceğim bir sahne var. İşte o sahnede sırtım dimdik oldu ve heyecan her yanımı sardı.
DİKKAT! CİDDİ SPOILER!
Kaladin'in KELİMELER'i hatırladığı kısım ve İkinci İlke'yi söylediği an tezahürat yapmadığım kaldı

.
Bir de buna benzer durum Szeth'de var. Kendisi hikayenin çok önemli bir parçası olmasına rağmen az görünüyor. Az ama öz görünüyor demek daha doğru olur. Ne bileyim, henüz onu da sevemedim. Muhtemelen ilerleyen kitaplarda daha iyi tanıyacağız.
Çok SevdiklerimBu kısımda anlatacağım şeyleri özellikle detaylandırmayacağım ki okuma zevkiniz baltalanmasın ^^.
Gelelim kitapta hayran olduğum şeylere. Efendim, Sanderson bu kitapta da bambaşka bir dünya ve her milleti için kültürler inşa etmiş. BA-YIL-DIM! Kitapta sıkça gördüğümüz Alethi adetleriyse kurgunun kendisini kadar merakla okuduğum kısımlardı. Ne zaman dünya ve kültürler detaylandırılsa ben pür dikkat her bir satırı özümsedim.
Bunun yanı sıra karakterlerin büyük kısmını da bağrıma bastım. 160lara kadar "bu kitap zor biter" diyordum ama Dalinar'ın gelişiyle her şey pek bir güzel oldu. Ayrıca büyük umutlar beslediğim Shallan da çok tatlı bir forma büründü. Hele hele yer yer ortaya çıkan sivridili Elantris'in Sarene'sini hatırlarak kalbimi kazandı.
Yan karakterler de aynı oranda başarılı. Birer ana karakter ağırlığı taşıyor olmaları da harika.
Shallan ve Jasnah'nın konuşmaları yine kitapta oldukça beğendiğim kısımlar oldu. Bilim ve sanat dalları üzerine olan konuşmaları kitabın en leziz yerlerinden biriydi (benim için).
Son olarak, Shallan ve Dalinar'a yüklenen rollerle sahip oldukları meziyetler (spoiler vermeden nasıl diyeyim bilemedim

) onların bölümlerini büyük bir heyecanla okumama neden oldu.
Kitaptaki kültürlerin muhteşem olduğundan bahsetmiş miydim? Ne, bahsettim mi? Olsun bir daha söylüyorum!
Soru İşaretleriBurada yazacağım şeyler kitabı bitirmemiş olanlar için
çok ciddi spoiler içerecek.
Shallan ile başlayalım.
Shallan ilk Ruhdökümü'nü gerçekleştirdiğinde (yerlerin kanla bulanması) o kana dönüşme olayı olmadan önce elini yana açıyor ve on kalp atımı sürecek bir şeyden bahsediyor. Shallan orada resmen bir Parekılıç çağırmaya teşebbüs etti. Peki Shallan öyle bir şeye sahip mi? Hiç sanmıyorum, ama böyle bir şey denemesi çok ilginç değil mi?
İlerki kitaplarda bu ayrıntıdan çok daha ilginç şeyler çıkabilir.
Sonra Kaladin ve Szeth'e geçelim.
Syl'ın Kaladin'e, Jasnah'nın Shallan'a söylediği gibi, Parlayanlara güçlerini sprenler veriyor. Syl ve Kaladin örneğinde bunu görüyoruz, ama ya Szeth? Szeth'in bir spreni varmış gibi görünmüyor? Yoksa var da kendisi onu görmüş mü değil?
Dalinar ile son noktayı koyalım.
Kitabın sonlarına doğru Dalinar görülerinin bir çeşit bantkaydı olduğunu fark ediyor ki bu kitabın en şok edici sahnelerinden biriydi. Görüleri kaydetmiş kişi kendisini Yaradan olarak tanımlıyor. Ama burada büyük bir gariplik yok mu? Yani dünyaları yaratmış koskoca Yaradan bir görüler kaydı bırakarak kendi kullarından yardım mı istiyor? Bu Yaradan imajıyla çelişmiyor mu?
Bu durum bence onu çok zayıf göstermiş.
Özet YorumKralların Yolu'nu hem büyük takdirle hem de severek okudum. Ancak bir şey var ki onu göz ardı edemeyeceğim. Kitabı sevdim. Çok sevdim. Ama ben bu kitabı daha da çok sevmeyi planlamıştım ve öyle olmadı. Bunda yayınevinin kitabı bu kadar basmayı geciktirerek beklentileri katlaya katlaya bir hal olmasının da etkisi var diye düşünüyorum (ve evet, kızıyorum).
Kitabın bazı noktaları Sanderson için biraz yavan kalmış olsa da bu adam neler yapabileceğini gözümüze gözümüze sokarak bizi mest ediyor. Ayrıca unutmamak lazım ki bu daha ilk kitap ^^. Onu da göz önünde bulundurarak burada yazdığım bazı şeyleri ilerki kitaplarda geri yutabileceğimi de düşünüyorum.
Okumadan ölmeyin

.