"Sanırım tahmin ettiğim gibi normal insanlar hala takılıyor burada moruk. Sen ne düşünüyorsun?"
Jack ağzının içinde bir şeyler geveledi ancak anlaşılır bir yorum yapma konusunda isteksizdi. Konuşmasa bile bakışlarından burası hakkında ne düşündüğünü tahmin etmek pek de zor olmazdı. Dışarıdan bakınca harabe gibi görünen sokak ve içindeki binaların zengin yolcuların uğrak mekanı olmadığı belliydi. Sarhoşların yanından geçip hanın kapısından içeri girdiklerinde keskin bir koku da onların burunlarına girdi, istemsiz olarak yüzlerini buruşturmak zorunda kaldılar.
Bozuk Balina, adına yakışır bir şekilde pis kokuyordu. Limanlarda her zaman olan, alışıldık ve insanın uzun bir yolculuktan sonra limana çıktığında doya doya içine çektiği pis koku değildi bu. Yerdeki döşemelerin üstüne yüzlerce kez kusulmuş, içki ve kan dökülmüş ama neredeyse hiç adam gibi temizlik yapılmamış bir yerde kaçak at kesildiğini düşünün, üstüne bir de tuvalet kullanmaktan nasibini almamış bir mahallenin lağımını ekleyin; ta da! Bozuk Balina'ya hoş geldiniz.
"Masalarda oturan insan sayısı, yerde sızmış insan sayısından az olan bir mekandan kork derdi babam. Çok büyük adamdı." diye söylenmeye başladı Jack. Tahta bacağını yerdeki pislik birikintilerine değdirmemeye çalışarak yürüdüğünden huysuzluğu bir kat daha artmış gibiydi. "Hadi, boş bir yere geçip oturalım da burada neler varmış görelim. Sağlam tek yerim burnum, onu da burası bozacak. Lanetler..."
İçeridekileri sarhoş, sarhoş olmaya çalışan ve baygın olarak gruplamak mümkündü. Birinci ve üçüncü gruptakiler Victor'ın işine yaramazdı, sarhoşla yapılan pazarlık adam ayılınca sona ererdi genellikle. İkinci gruptakilerden birkaç kişi sağda solda oturmuş, öğlen içkilerini içiyordu. Kaptan dikkat ederse Jack'in tüm sızlanmalarına rağmen mekanda bu gruba girenleri tek tek süzdüğünü fark edebilirdi.
Bir masaya geçip ilk içkilerine başladıklarında Jack konuştu. "Burada işe yarar üç kişi var, gerisi beş para etmez çapulcu sürüsü. Kulağını aç iyi dinle, bir daha say dersen küfrü yersin." diyerek müstakbel subayları tanıtmaya başladı.
"Şu köşedeki sarhoş. Aslında sarhoş değil, duruşuna dikkatli bak. Taklit yapıyor. İçkisinden beş dakikadır yudum almadı. Bu herif iyi rol keser benden söylemesi." Adamın sarı saçları at kuyruğu yapılmıştı, üstü başı pek kirli sayılmazdı. Jack'in de söylediği gibi uzun süredir bardağına dokunmamıştı. Bir şeyleri bekliyordu sanki.
"Bizim sarhoş olmayanın iki arkasındaki kadın. Buraya girdiğimizden beri kimse ona yan gözle bile bakmadı. Çirkin desem değil eli yüzü de düzgün, demek ki burada bir ünü olmalı. Atletik duruyor, yanında silahı da var." Burnunu çekti. "Tek başına Balina'da oturan kadının senden benden büyük taşakları vardır." Kadın bir yandan içkisini içiyor bir yandan da sol elindeki bıçakla oynuyor, bıçağı bazen masaya saplıyor bazen de havaya fırlatıp tutuyordu.
Jack omzunun üstünden diğer tarafa baktı, başını hafifçe sallayarak orada oturan bir adamı işaret etti. "Bak şuradaki karaoğlan, Lawrence diyorlar buna. Kerak'ta bir sürü suçtan aranıyormuş. Bir tür tarikat üyesi miymiş neymiş. Hjotarlı delilerden değil ha, başka bir şey. Dediklerine göre bir adamı öldürebilecek bin çeşit yol biliyormuş, uygulamaktan çekinmediğini kendi gözlerimle gördüm." Kaslı, iri yarı koyu derili adam kimseyle konuşmadan oturuyordu. İçki içmiyordu, önünde içi su dolu bir tas vardı sadece. Gözlerini tasa dikmişti, sadece arada dudaklarını kıpırdatıp anlaşılmaz şeyler söylüyordu.
"Eee Victor, bizi buraya getirdin haydi seç bakalım." dedi Jack ve içkisini fondip yaptı.