Bugün sizlere çıkışının üstünden iki sene geçmiş olmasına rağmen hala oyun dünyasına iç geçirtmeye devam eden müthiş bir yapımdan bahsedeceğim (Sadece oyun demeye yüreğim el vermiyor). Açıkçası hala başlığının açılmamış olması beni şaşırttı ama olsun siftahı ben yapayım.
Öncelikle bence iki tip insan vardır: Oyunu oynamayı sevenler ve oyunu izlemeyi sevenler. Ben ikinci grup insan tipine dahilim. O yüzden genelde sağlam bir senaryosu, konu akışı olmayan oyunların başına pek oturmam. Last of Us ise gerek senaryosu, gerek karakterlerin doyuruculuğu açısından harcadığım her saate değen, hatta iki katını daha seve seve harcatabilecek bir oyundu.
Peki konumuz ne? İlk uyarım şu yönde olacak, eğer çevrenizde “Zombi oyunu bu ehüehü…” tarzında boş konuşanlar olursa kendilerine itinayla en yakın arama motoruna kadar eşlik edip
şu arkadaşın resimlerini göstermenizi istiyorum. HAYIR ZOMBİ YOK. Yani kimse ölümden falan dönmüyor. Sadece normal hayatta da pek çok canlının vücuduna girip, beyinlerini işgal ederek varlığını sürdüren Cordyceps isimli sevimli mi sevimli bir mantar türünün evrimleşerek insanlara da bulaşabilir hale gelmesi üzerine yaşananlar konu ediliyor oyunumuzda. Bu mantar size ısırık ya da havaya yayılan sporlar yoluyla bulaşabiliyor. Zombi konseptiyle tek benzerliği de enfeksiyonlu insanların saldırgan davranışları ve kendilerinde olmayışlarından ibaret.
Oyun, başlangıçta gördüğümüz, hastalığın ilk yayılma evresinden yirmi yıl sonrayı konu alıyor. Doğal olarak dünya üzerinde tam bir sefillik hali sürüp gitmekte. Sağ kalabilmiş insanlar ya doğada kendi imkanlarıyla hayatta kalmaya ya da ordu koruması altında olan küçük “kurtarılmış bölge”lerde kısmen düzenli bir yaşam kurmaya çalışıyorlar. Bir diğer yandan da ordunun despot ve acımazsız yöntemlerine karşı ayaklanmış “Ateş Böcekleri” adlı illegal bir örgütün bu salgına karşı bir çözüm üretebilmekle uğraştığını görüyoruz. Şehirlerden uzakta ise ortalık yağmacı gruplarla dolup taşmakta ve bana inanın oyun boyunca en çok başımıza bela açanlar bunlardı.
İşte böyle bir terör ortamında ana karakterlerimizden biri olan orta yaşlarının sonunda, silah kaçakçılığıyla uğraşan, yalnız ve huysuz Joel’e Ateş Böcekleri’ne götürülmek üzere Ellie adında on dört yaşında genç bir kız emanet ediliyor. Ve oyun genel olarak bu ikilinin hedeflerine ulaşana kadar başlarından geçen maceraları konu alıyor. Zaten oyunu oynayan diğer pek çok insan gibi ben de, oyuna asıl tat katanın bu iki karakter arasındaki ilişkinin gelişimi olduğu konusunda hem fikirim. Joel’in Ellie’yi bir yük gibi görmesiyle başlayan süreç oyunun sonundaki o meşhur karar sahnesine kadar ikili arasındaki bağın nasıl güçlendiğini seyrettiriyor bize. Ve aslında o çok kaliteli bir dram filmi izliyormuşuz tadını veren de dış dünyanın mahvolmuşluğu değil, bu iki umutsuz ve içinde yaşadıkları hayata kızgın karakterin birbirlerinde yeniden güven ve sevgi duygularını bulmaları. Bu yönden konu olarak benzemese de o baba-kız ilişkisini The Road adlı filmdeki ilişkiye benzeten arkadaşlarım var, ben onların yalancısıyım.
Çok kısa oynanışı da ele alıp kendi köşeme çekileceğim yoksa on sayfa anlatırım yine de sıkılmam. Söylenmesi gereken ilk şey cephane bulmadaki sıkıntı - eğer normal ya da üstü bir modda oynuyorsanız- ki bu durum bazı eleştirilere de yol açmış internet camiasında. Bazen cephane bulmak o kadar sıkıntı hale geliyor ki "cephane bulmuş Joel" diye özel bir terim türedi bu yokluktan. Kardeşimi buzdolabını falan yağmalarken bulunca kullanıyorum ben bu lafı, o görüntüye cuk oturur. Şahsi düşüncem bu cephane azlığının zaten oyunun konsept olarak sessizliği tercih etmesinden ileri geldiği. Ki muhtemelen haklıyımdır çünkü tek el ateş etmeden oyunun pek çok bölümü rahatlıkla geçilebilir.
Oynanıştaki güzel detaylardan birine değinip kayboluyorum. Genelde Joel'i yöneterek oynuyoruz oyunun genelini ama Ellie'ye geçtiğimiz kısa ve kıymetli bir bölüm de yok değil. Bu bölümlerde Joel'i oynarken kullandığımız yakın dövüş taktiklerini kullanamıyoruz, daha hızlı yoruluyoruz ve daha kolay hasar alıyoruz. Yani oynanış baştan aşağıya değişiyor. İşte oyunun bu inceliği, bu detaycılığı beni asıl metheden kısım olmuştu.
Müziklerin muhteşemliğinden bahsetmezsem bu gece uyuyamam. Gustavo Santaolalla harika bir iş çıkarmış ve belki de Last of Us'ı, Last of Us yapan ruhu yakalamış bu parçalarla. Her birini hayatımın arka fon müziği yapmak istiyorum. Açın
buradan dinleyin.
Çizim kalitesinden zaten bahsetmiyorum. Velhasıl alınız oynayınız, yok eğer elimde gerekli konsol yok diyorsanız açın gameplayleri izleyin zaten çoğu filme taş çıkarır oyun. Bir de bu oyunu tekrar aklıma getiren ps store indirimini kaçırmayın, inanılmaz cüzi bir miktarda şu an oyunun fiyatı.
PS: Yakın zamanda çıkan "Left Behind" isimli minik eklentinin ne kadar güzel ve yerinde olduğunu oynayınca anlarsınız. Şahsen oyunun devamının gelmeyecek olmasının acısını biraz dindirdi.