Uli, küçük el aynasından nasıl olduğuna bakmaya çalışıyordu fakat daracık alanda gördüklerinden hoşnut kalmamıştı. Çingenelerin arasında bulunduğu aylar boyunca Opampe’nin ısrarlarına direnmeyi başararak elbise giymekten kurtulmuştu fakat bu akşam için kapana kısıldığını hissediyordu. Minta’nın onu taklit ettiği konusunda yaşlı şifacının tüm uyarına rağmen yıllardır erkek gibi görünmek için uğraşmanın etkisiyle, pantolondan vaz geçememiş ve bu da Minta’nın cambazlık antrenmanları haricinde de pantolonla gezmeye başlamasına sebep olmuştu. Evde üç erkekle yaşadığından şikâyet eden Opampe, bu gece de pantolon giyerse şölenden sonra onu eve almayacağına dair yemin etmişti.
Dina’nın gönderdiği elbise hiç olmazsa sevdiği mavi renkteydi. Arkada, belinden aşağıya inen kalın kuşağı hoşnutsuzlukla çekiştirdi. Etekleri biraz fazla mı uzundu? Kıyafetin Üst kısmını da içine tıkıştırdığı gömleğe rağmen dolduramamıştı. Boynunun hemen altında bitmesine rağmen göğüs kısmındaki bolluğun düzgün durması için yakasını yukarı doğru çekiştirdi. Kendisini, ablasının elbisesini giymiş gibi hissediyordu. Üstelik alçak topuklu ayakkabıları da ayaklarını acıtıyordu. Sinirle onları ayağından fırlattı. Yatağına hışımla otururken kabarık etekleri etrafında balon gibi şiştiler. Açıkta kalan çırpı bacaklarına dehşetle baktı. Ya takılıp düşerse ve şimdi olduğu gibi bacakları açılıp herkese rezil olursa? Ayak parmaklarını hoşnutsuzlukla oynatırken az önce çıkardığı pantolonunu özlemle süzdü. Sakardı ve elbisenin eteklerine takılıp gece boyunca en azından on kere düşeceğinden emindi. Daha fazla düşünmeden elbisenin altına pantolonunu hızla geçirdi. Deri uzun çizmelerini yatağının altından çıkardı. Uzun geniş etekleri pekâlâ ikisini de saklayabilirdi. Minta hızla odasına girdiğinde son anda etekleri ile çizmelerini örttü.
Masumca Minta’ya döndüğünde küçük kızın da en az kendisi kadar halinden memnun olmadığını anladı. Boyu kısa gelen elbisenin etekleri dizleri ile ayak bilekleri arasında kalırken, manşetleri de el bileklerine ulaşamıyordu. “En son bu elbiseni ne zaman giydin?” diye sordu merakla. Anlaşılan on bir yaşındaki Minta’nın hızla uzadığını kimse hesaba katmamıştı.
“Geçen seneki şölende.” diyen Minta eteklerini iki yandan açarak Uli’yi alayla selamladı.
Küçük kızı neşelendirmek için göğsünün altından elbisesini öne çekerek sırıttı. “Benim de senden bir farkım yok ufaklık.” dedi kendisini de teselli edemediğinin farkında olarak.
Kendi derdinden Uli’nin elbisesini fark etmeyen Minta, kızı ilk defa görüyormuşçasına iri mavi gözlerini şaşkınlıkla açtı. “Bence çok güzel olmuşsun! Tena’nın elbisesi sana çok yakışmış.”
“Bu elbise Tena’nın mı?” Uli, duydukları ile elbiseyi üzerinden çıkarıp atma isteğini zorlukla engelledi. Onu her gördüğünde yaptığı gibi bu gecede elbisesini onun üzerinde görünce kadının alayla gülümsemesini ve küçümseyen bakışlarını gözünün önüne getirebiliyordu. Opampe’nin elbisenin Tena’ya ait olduğundan bahsetmemesi oldukça sinir bozucuydu. Yaşlı şifacı, Tena ile birbirlerinden hoşlanmadıklarını fark etmemiş miydi?
“Dina, bu elbisenin Tena’nın on beş yaşından kalma olduğunu söyledi.” Minta, hiçbir şeyin farkında olmadan anlatmaya devam ediyordu.
“Bunu sana Opampe mi söyledi yoksa Dina mı?”
“Yoo! Konuşurlarken duydum.” Minta masumca gülümsedi.
“Yine kapı dinledin öyle değil mi?”
Minta sırıtırken Uli’nin arkasına geçerek kuşağını kendince düzeltmeye çalıştı. “Sana Tena’dan daha çok yakıştı bence.”
“Tena’yı bu elbiseyle görmüş gibi konuşuyorsun.” Oguz kapının pervazına yaslanmış keyifle önündeki manzarayı seyrediyordu. İkisini böyle şık elbiseler içinde görme şansı bir sonraki senenin şölenine kadar olmayabilirdi. Esmer tenini ve gece kadar kara saçlarını ortaya çıkaran kırmızı gömleği ve siyah pantolonuyla yakışıklı göründüğünün farkındaydı.
Minta, Uli’nin beline tutunarak kızın arkasından Oguz’a dil çıkardı. “Sanki sen gördün de.”
“Elbette gördüm ufaklık. Sen daha ortalarda yokken ben buralardaydım, unuttun mu?”
Konuşuncaya kadar süren bir yakışıklılık, diye içinden geçiren Uli, “Unuttunuz mu ben hala buradayım. Tartışmayı keser misiniz?” aralarına ümitsizce girmeye çalıştı. Ne kadar kırıcı olabileceklerinin fakında değiller miydi?
“O zaman sen söyle. Pulera’ya mı yoksa Tena’ya mı daha çok yakışmış?” Minta, kızın sözlerine aldırmadan Uli’nin yanına geçerek küçücük ellerini Opampe’yi taklit edercesine kalçasına dayayıp genç adama meydan okudu.
Oguz, karar vermeye çalışarak Uli’yi bir süre ilgiyle süzerken genç kız sıkıntıyla kıpırdandı.
“Üzgünüm Pulera ama elbise sahibine daha çok yakışıyor.”
Uli, bu kadar yeter diye düşünürken Minta’yı kapıya doğru sürükledi. “Şu kapımı tıklatmadan odama dalma alışkanlığınızdan vaz geçin yoksa Acar’a en büyük kilitlerden birisini taktırırım, haberiniz olsun.” Oguz’u da göğsünden itip dışarı çıkardıktan sonra hızla kapısını çarptı.
“Sana yakışmadığını söylemedim ki.”
Oguz’un kapının ardından durumu kurtarmaya çalışan sözlerini duyunca Uli “Size fikrinizi soran olmadı.” diye bağırdı.
***
Şölenin yapılacağı büyük çadıra doğru yürürlerken Opampe’nin hiçbir şeyi kaçırmayan bakışları altında eteklerini çok fazla kaldıramadığından, Uli grubun arkasında kalmaya çalışıyordu. Çadıra varana kadar pantolonunu saklayabilirse, üstünü değiştirmek için onu eve gönderemezdi. Oguz, arkadaşlarının tüm çağrılarını evin tek erkeği olarak bayanlara refakat etmesi gerektiğini söyleyerek reddetmiş, arsızca sırıtarak babaannesinin koluna girmişti. Önünde yürüyen yaşlı kadının torununun kollarındaki mutluluğunu izlerken Uli keyifle gülümsedi. O esnada eteklerine takılıp sendelediğinde çizmelerini gören Minta’nın çığlığını kızın ağzını eliyle kapatarak durdurdu. Ne olduğunu anlamak için kendilerine bakan ikiliye masumca gülümsediler. Çadıra yaklaştıkça artan kalabalığa karıştıklarında Uli rahat bir nefes aldı.
Büyük çadırı, uzun direklere asılmış rengârenk fenerler aydınlatıyordu. Bir köşeye kurulan, yiyecek ve içeceklerin sunulduğu geniş masalar, şölene yeni gelen kalabalığın büyük bir kısmını etrafına toplamıştı. Bazıları, henüz müzik ve dans başlamadığından dans için ortaya konulmuş tahtadan büyük pisttin etrafına kurulu sıralara oturarak sohbet ediyorlardı. Opampe’nin dediği gibi, çingenelerin güzellikleri ile dillere destan kadınları en güzel kıyafetleri ile salınırken, heybetli ve uzun boylu erkekleri de bu gece için bir o kadar özenle giyinmişlerdi. Bu kadar sarı saçın ve beyaz tenin arasında Oguz ile birlikte sütteki sinek kadar belirginiz, diye düşünen Uli pistin kenarındaki sıralardan birine otururken elbisesine rağmen neşeyle gülümsedi. Burada hiç olmadığı kadar mutluydu ve çingeneler onu aralarında istedikleri sürece ayrılmaya da niyeti yoktu.
Elbisesinin üzerinden pantolonunun cebindeki yüzüğü yokladı, oradaydı ve sahibine verilmeyi bekliyordu. Bu akşam fırsatını bulur bulmaz onu Kızıl’a verecek ve bu sorumluluktan da kurtulacaktı. Bu düşünceyle rahatlayarak diğerlerinin, yakında yeniden yollara düşecek olan sirkin gideceği yerler hakkındaki sohbetlerine dinlemeye koyuldu.
Uli, Oguz ve arkadaşlarının getirdikleri elma şırasını içerken pistte dans edenleri izliyordu. Pistin diğer ucundan kendisine bakan Tena’nın o kalabalık arasında bile onu fark etmesiyle gerildi. Güzel kadının, önce biçimli kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmış, ardından dolgun dudakları alayla kıvrılmıştı. Turkuaz, saten elbisesi, genç kadının beyaz omuzlarını ve gerdanının cömert bir bölümünü açıkta bırakırken ince belinin altından genişleyen etekler ekrunun ve turkuazın birbirine karıştığı tüllerle bileklerine iniyordu. Uzun boyunu ortaya çıkaran altın sarısı saçlarını kalçalarının üzerine özgürce salmıştı. Sıkıntıyla içini çeken Uli böyle bir kadının kendisi ile ne alıp veremediğini anlayamıyordu. İstenebilecek her şeye sahipti; etrafında erkeklerden oluşan büyük bir hayran kitlesi vardı, kadınların bile onu memnun etmek için çabaladıklarına birçok kere şahit olmuştu. Sirkin en can alıcı gösterisinin yıldızıydı. İstediği, kaplanı Okro’nun ilgisiyse ‘onu da bana bırak!’ diye içinden söylendi.
Uli, manzarasının önünü kapatan bir çift siyah pantolonlu bacağa homurdandı. “Senin hiç işin yok mu Oguz? Bütün akşam, istediğin bir şey var mı deyip kafamı gagaladın. Gölge etme yeter artık.”
“Bu gece siz bayanların hizmetindeyim.” Sağ elini karnına bastırıp hafifçe eğilen oğlan çapkınca gülümsedi.
“Evin erkeği pozların benim üzerimde işe yaramaz. Git ninenin üzerine titre.” Uli oğlanın bacaklarından tutarak yana itmeye çalıştı. Başarılı olamayınca başını kaldırıp tehditle kara gözlerine baktı. “Eğer çekilmezsen bacaklarını bir kere daha kırarım, bu defa hiç yürüyemezsin.”
“Yapamazsın, sen kimseyi incitemezsin bunu hepimiz biliyoruz.” diye sırıtan Oguz, yine de temkinle bir adım geri gitmeyi de ihmal etmedi. “Eğer dans defterin dolu değilse ki olmadığını hepimiz biliyoruz, bir sonraki dansın benimle.”
Uli, gözlerini kısarak elini oğlanın bacağına doğru uzatırken donup kaldı. “Ne? Unut bunu.”
“Bütün akşam o sıraya yapışıp kaldın. Burada dans etmeyen tek kadın sensin. Minta’dan sonra tabii ki.” Uli’nin yanında oturan küçük kıza alayla göz kırptı.
“Danslarınızı bilmiyorum.” Uli, oğlanın buna hiçbir itirazının olamayacağını bilerek dişlerini göstermeden gülümsedi. “Hadi önümden çekil de dans edenleri izleyeyim.”
“Ben sana öğretirim.” Oğuz kollarını göğsünde çapraz bağlayarak olduğu yere kendisini sabitledi.
“Öğretmek için biraz geç kaldın. Bir sonraki şarkı birazdan başlar. Bu kadar kısa bir sürede Daim bile bana dans etmeyi öğretemez.” Uli, çalgıcıların en sağında, flütünü kucağına indirerek muhtemelen bir sonraki şarkının komutunu veren adamı başıyla işaret etti.
Oguz, Uli’nin kulağına eğildi. “Elimi tuttuğunda bildiğim her şeyi öğrenebilirsin.” diye fısıldayan oğlan, ne demek istediğini kızın anladığını biliyordu. Uli’nin elini tuttu ve kızın şaşkınlığından yararlanarak ayağa kaldırdı.
Önce şaşırsa da Oguz’un fikrini denemek için duyduğu sabırsızlıkla “Bekle!” diyen Uli eteğinin bir ucunu kaldırarak çizmelerinin ve pantolonun görünmesine aldırmadan kuşağına kıstırdı. Yanında Opampe’nin kızgınlıkla soluduğunu duyunca dönüp yaşlı kadına gülümsedi. O arada müzisyenlerin yeni bir şarkıya başlayacaklarını gösteren nağmeler duyuldu ve Oguz onu piste sürükledi.
Karşılıklı duran çiftlerin arasına karıştıklarında Oguz’un ellerini tutarak gözlerini kapadı.
Oğlanın bedeninin şimdiden bir sonraki adım için hazırlığını hissedebiliyordu; kolları ve bacakları öne çıkmak için sabırsızlanırken bedeni dimdikti. Oguz yapabileceğinden emin bir şekilde kızı izliyor ve onun da görebilmesi için daha başlamadan zihninde tüm dansı tekrar ediyordu. Müziğin sesi birden arttığında tüm çiftlerle birlikte hareketlendiler. Bazen hafif, çoğunlukla hızlı adımlarla birbirlerinin etrafında döndüler. Kâh birbirlerinden uzaklaştılar kâh yaklaştılar. Uli, Oguz’a dokunarak hareketlerini önceden tahmin ederken onu belinden yakalayıp havaya atıp tutacağını anladığından panikle gözlerini açıp hafif bir çığlığın dudaklarından kaçmasına engel olamadı. O sırada etrafındaki bütün çiftlerin aynı heyecanla hareket ettiklerini görmek ve Oguz’un dokunuşuyla adımlarını doğru bir şekilde attığını bilmek Uli’ye neşeyle kahkahalar attırıyordu.
“O esmer oğlanla dans eden Uli değil mi?” Arte, çadıra girer girmez diğerlerinden ayrılarak yiyeceklerin sunulduğu masalara ikinci bir akşam yemeği için hızlıca uğramış, daha sonra elinde bir kupa bira ile arkadaşlarının dikildiği yere gelmişti. Siyah saçlı iki kafayı bir kere daha dikkatlice inceledi. “Evet, o. Ne kadar da değişmiş, neredeyse tanıyamayacaktım.” Kendisine kuşkuyla dönen üç çift gözün farkında olmadan konuşmasını sürdürdü. “O elbiseyi ona kim giydirmiş öyle. Dadali bir kadın olarak sen daha iyi anlarsın ama bir tuhaflık yok mu?” Arte, genç kadına dönüp baktığında Dadali’nin yorum yapamayarak sözü edilen çifti şüpheyle süzdüğünü gördü. Moita ve Barva’nın ona tuhaf bir şey görmüş gibi baktıklarını fark edince “Ne yani siz tanımadınız mı?” diye genç adam alayla sordu.
Barva dirseğinin desteği ile “Senin kaplanlı kız yoksa Uli mi? Ama Uli erkek değil miydi yahu?” diyerek Mgeri’ye döndü.
“Evet o.” Mgeri sırıtmasının belli olmasına artık aldırmıyordu. Hep beklediği anın geldiğinin bilinci ile Moita’ya dönmüştü. Adam’ın yüzü saçları gibi kırmızıya dönerken mavi gözlerinde önce bir öfke kıvılcımı parlamış ardından hızla kaybolmuştu. Mgeri’nin beklediği tepki bu değildi. Yıllardır tanıdığı arkadaşının da gerçeği öğrendiğinde en az kendisi gibi eğleneceğini hatta kızın geçirdiği değişim karşısında hayran kalacağını düşünmüştü.
“En başından beri onun Uli olduğunu biliyordun değil mi?” Barva, Mgeri’ye çıkışırken bir yandan da hışımla kalabalık çadırda gözleri ile Livan’ı aradı ve onun kadar uzun boylu bir adamı bulmakta zorlanmadı. Reis Dina’nın omzuna kolunu dolamış birkaç kişi ile ayaküstü sohbet ediyordu. “Hadi seni anlıyorum Mgeri, züppe herifin tekisindir, bizimle eğlenmek için hiçbir fırsatı kaçırmazsın ama Livan’ı hangi ara kendine benzettin?”
Mgeri “Reis’in espiri anlayışını küçümsüyorsun. Bunun için benim teşvikime ihtiyacı yoktu.” dedi Barva’yı ayıplayarak. “Gözlerine bakmak bile onun Uli olduğunu anlamak için yeterliyken Arte daha buradan tanıdı.” Mgeri, müzikle birlikte danslarını bitirip sıralara doğru gülerek yürüyen çifti takip ederken mırıldandı. “Gözünüzün önündekini göremediğiniz için bence alay edilmeyi hak ediyorsunuz.”
“Biraz da biz eğlenelim.” Bütün konuşma boyunca sessiz kalan Moita yaslandığı fenerin direğinden doğrularak Arte’nin kulağına eğildi. Bira kupasını telaşla Barva’nın eline tutuşturan genç adam, yüzünde keyifli bir ifadeyle çalgıcıların yanına seğirtti. Parmakları enstrümanlarının üzerinde gezinen adamlar, Arte ile konuşan Daim’in bir hareketi ile başlamak üzere oldukları melodiyi hemen terk ettiler. Ardından baş müzisyen Daim’in, Moita’ya gönderdiği baş selamını sadece arkadaşları fark etti.
İşareti alan Moita, dalgın bir şekilde etrafını inceleyen Dadali’ye elini uzattı. “Dans edelim mi?” İri cüssesini saray adamlarını kıskandıracak bir kıvraklıkla genç kadının önünde eğdi.
Çadırı dolduran tanıdık melodi ile irkilen Dadali, şaşkınlık ve heyecanla Moita’nın uzattığı eli kendisininki ile doldurdu. Uzun zamandır duymadığı evinin müziği ile genç kadın piste yürürlerken kuzenine kocaman bir gülümseme bahşetti. Pistte yeni parçayı sabırsızlıkla bekleyen tüm akşam boyunca dansa doymamış çingeneler, duydukları yabancı müzik karşısında tek tek gerileyerek pisti boşaltmışlar ve yerlerini merakla ikiliye bırakmışlardı.
Uli, Minta’nın dansları hakkındaki heyecanlı sözlerini dinlerken ortaya yürüyen çifti hayretle süzdü. Tüm akşam boyunca müziğe eşlik eden konuşmaların uğultusu susmuş bütün çadır izleyecekleri dansa odaklanmıştı.
Boyu neredeyse erkeğinkinin omuzlarına gelen, örgülü kızıl-kahve saçları sırtında salınan Dadali, beyaz gömleğinin üzerine giydiği dizlerine kadar pantolonunu örten kahverengi, uzun yeleğinin içinde bile dişiliğini yansıtarak, Moita’nın karşısında dans ediyordu. Moita, Dadali’nin her bir adımına eşlik ederken savaş meydanlarının acımasızlığı ile ünlü komutanı olduğunu unutturuyordu.
Uli, onları izlerken nefesini tuttuğunu fark etti. Kat ettikleri o yol boyunca yarı baygınken bile Dadali’nin böyle gülümsediğini görmemişti. Daima ciddi, endişeli, çoğunlukla da mutsuzdu. Moita’nın ise inatçılığını, hapishane de bile kendisini ümitsizliğe bırakmadığını hatırlıyordu. Mgeri gibi ensesinden bağladığı kızıl saçlarına ve sakallarına uzun zamandır makas değmediğini fark etti. Fenerlerin loş ışığında mavilikleri belli olmasa da bakışlarının sitemle onun üzerinde oyalandığını fark etti. Kızıl saklandığı için ona kızgın mıydı? Uli huzursuzca kımıldandı ve bakışlarını yüzüğü yoklayan eline indirdi.
Dadali ve Moita, müzikle birlikte adımlarını da yavaşça sonlandırdıklarında çadırda coşkulu bir tezahürat koptu. Övgü dolu alkış ve bağırışlar arasında pistten birbirlerine sarılarak indiler.
Dadali, Arte ve Mgeri’nin yanında kardeşini göremeyince “Barva nerede?” diye sertçe sordu.
Mgeri, sıkıntı ile yaslandığı direkten uzaklaşırken “İçecek bir şeyler getirmeye gitti.” dedi. Başını yemek masalarının tarafına çevirip koca adamı göremeyince masumca ellerini açıp kadına sırıttı.
Dadali “Sen de inandın mı?” diyerek Mgeri’ye çıkıştı.
Sırıtan adamın kandırılmadığı açıktı.
“Seni uyardım, Barva rahat durmayacak diye.” Dadali, öfke ve kaygıyla tüm çadırı taradı ama kardeşinin koca kızıl-kahve kafasına rastlayamadı. Ne tesadüf ki Tena da görünürlerde yoktu.
“Barva sınırını bilir merak etme.” dedi Moita kadını sakinleştirmeye çalışarak.
“Ben onu aramaya gidiyorum.” dedi Dadali, kuzenine inanmayarak.
O esnada, Mgeri, kadının kolunu yakalayarak “Dans edelim.” dedi.
“Şimdi dansın sırası mı?” diye söylenen genç kadın tekrar çıkışa hamle yaptığında belini kavrayan güçlü kollar onu pistte sürüklemeye başlamıştı bile.
“Eğer sen benimle dans etmezsen, bu akşam evde kalmış kızlar gibi köşede oturup kalırım.” dedi Mgeri çapkınca gülümseyerek.
Adamı göğsünden itmeye çalışırken bir an duran Dadali, “Kuzey sana yaramamış, özgüvenin yerlerde.” dedi ve ekledi. “Madem öyle bunu arkadaşıma bir yardım olarak görüyorum.”
Çingenelerin danslarına ayak uydurmaya çalışan Mgeri ve Dadali’yi izlerken gülümseyen Moita, kendisine yöneltildiği belli olan çekingen soru ile döndü.
Kızıl’ın cevap vermeden kendisini süzdüğünü görünce Uli “Hemen ayrılacak mısınız?” diye sordu tekrar.
“Sorduğun şölen ise hayır.” dedi Moita, bakışlarını kızarmaya başlayan kızdan çekmeden.
Arkalarından gelen öksürük sesi ile ikisi de Arte’ye döndüler. “Ben… gidip bir şeyler atıştırsam iyi olacak.”
Yanlarından ateşten kaçar gibi ayrılan Arte’ye bakan Uli bir an ne diyeceğini bilemedi. Ardından Moita’ya dönerek “Konuşabilir miyiz?” diye sordu.
“Bu gürültüden çıkalım.” dedi Moita, kısaca.
Çadırdan çıktıktan sonra Kızıl, yorum yapmadan hayvan barınaklarına doğru yürümeye başlayınca Uli de itiraz etmeden adamı takip etti. Şölen sebebiyle çadırın dışına da fenerler asılarak tüm kasaba olabildiğince aydınlatıldığından önlerini rahatça görebiliyorlardı. Adama yetiştiğinde Uli ne söyleyeceğini, nasıl lafa başlayacağını bilemedi önce. Sonunda boğazını temizleyerek “Dadali’nin böyle dans edebildiğini bilmiyordum.” dedi. Kızıl için bir şey söylemediğini fark edince telaşla ekledi. “Bu konulardan pek anlamam ama sen de iyiydin.”
Moita “Öyle mi?” dedi kaşlarını çatarak. Bu arada durmuş Uli’nin yüzünü daha iyi görebilmek için ufak tefek kızın üzerine eğilmişti. Aylar sonra karşılaşıp danstan mı bahsedeceklerdi?
Uli bir adım gerilerken beceriksizce eteğine takıldı, dengesini bulmaya çalışırken omuzlarından tutan güçlü ellerin yardımıyla son anda düşmekten kurtuldu. “Hep Opampe’nin yüzünden…” Yüzüne bu kadar yakın duran mavi gözlere bakarken ne diyeceğini bilemez şekilde yavaşça sustu.
Moita “Ne Opampe’nin yüzünden?” diye mırıldandı. Hala Uli’yi tuttuğunu fark edince yavaşça ellerini kızın omuzlarından çekip doğruldu. Gözlerini kızdan kaçırırken sıkıntıyla ensesini ovuşturdu. ‘Yeni yetme bir oğlan gibi ne geveliyordu böyle.’
“Elbise tabii ki…” derken Uli sırtındaki bağcıkları sabırsızlıkla çekiştirdi. Daha fazla bu elbiseye katlanamayacaktı. Bir türlü çözülemeyen düğümlere içinden lanet okurken Kızıl’ın dehşetle kendisine baktığını fark etti.
Moita “Ne yapıyorsun?” diye telaşla sordu.
“Bu aptal elbiseden kurtulmaya çalışıyorum.” Uli adamın önüne gelerek sırtını döndü. “Yardım eder misin? İplikler iyice düğüm oldu, açamıyorum.” Kızıl’ın neden bu kadar telaşlandığını anlayamıyordu. Beklemekten sıkılıp adamı görebilmek için başını çevirdi. “Elbisenin altında gömleğim ve pantolonum var.” diye açıkladı.
“Dans ederken görmüştüm.” diye söylenen Moita, hızlı bir şekilde dolaşan düğümü çözerek bağcıkları gevşetti. Bir gören olursa yanlış anlaşılabileceğini düşünerek etrafı hızlıca kolaçan etti. Kafeslerdeki hayvanlardan başka şahitleri yoktu.
Uli omuzlarından kayan elbiseyi göğsünden ve belinden sıyırdı, ayaklarının dibine bıraktı.
Moita “Siz de esmer oğlanla fena dans etmiyordunuz…” dedi kıza dönerek ama yaptığı bir hataydı. Fenerin ışığından kızın açıkta kalan esmer omuzlarına bakmamaya çalışarak başını tekrar kafeslere çevirdi.
Uli, elbisenin yakasından görünmesin diye aşağıya indirdiği gömleği boynuna kadar çekti, pantolonunun içine soktuğu kısımları dışarı çıkartarak kalçalarının üzerine bıraktı. “Sizin kadar iyi değildik. Oguz kısa bir süre içinde bir şeyler öğretmeye çalıştı.” Kısa sürenin danstan birkaç saniye öncesi olduğunu anımsayınca kendi kendine gülümsedi. Moita’nın onun haricinde her yere baktığını görünce “Artık dönebilirsin.” dedi kızararak. “Oguz Opampe’nin torunu.” Konuşmaya devam etmesi gerektiğini hissediyordu. “Opampe de çingenelerin şifacısı.”
Ufak tefek kızın bol beyaz gömleği ve pantolonunu, çenesinin altındaki koyu renk saçlarını, küçük esmer yüzünü süzerken hapishanedeki halinden, bir oğlan çocuğundan farklı olmadığını kendisine inandırmaya çalışan Moita “Opampe’nin kim olduğunu biliyorum.” Diye homurdandı.
Kızılın sert sesi ile bocalayan Uli “Çingenelerle birbirinizi bu kadar iyi tanıyor musunuz?” diye sordu merakla.
Moita “Elbette.” derken kaşlarını öfkeyle çattı.
“Düşünmüştüm ki…” Uli duraksayarak dudağını ısırdı. Kızıl neden bu kadar öfkeleniyordu ki.
“Düşünmüştün ki önüme ilk çıkan çingenelere bırakarak senden kurtuldum ve arkama bile bakmadan yoluma devam ettim.” Moita, kendisine hakaret edilmişçesine kıza doğru tehditkâr bir adım attı.
Uli yerden aldığı elbiseye bir kalkan gibi sarılırken “Öyle demek istemedim.” diye itiraz etti.
“Durwa ile bana o kadar güveniyordunuz ki bir kız olduğunu bile söyleme zahmetine bile girmediniz.”
Uli “Sormadın ki...” diye söze başlayacak oldu fakat hala konuşmaya devam eden adamı durduramadı.
“Beni o hapishaneden, belki de muhtemel bir darağacından kurtaran Durwa’ya bir söz verdim.” Moita sıkıntıyla elini kızıl saçlarının arasından geçirdi. “Kim ne derse desin, ben verdiğim sözü tutarım.” Her bir kelimeyi vurgularken kıza meydan okuyarak baktı fakat Uli kızarmasına rağmen omuzlarını ve çenesini dikleştirerek kahverengi gözlerini ona dikmişti. Cebinden çıkardığı bir şeyi, küçük eline aldığı iri avucuna hışımla bıraktığında Moita bocaladı.
Uli hızla elini çekerken “Dina bu yüzüğü almaya geleceğine dair söz verdiğini söylemişti.” dedi titrek bir gülümsemeyle. Kızıl’ı işaret ederek “Ve geldin de.” diye mırıldandı. “Beni bıraktığınızı öğrendiğimde sana çok kızdığımı itiraf etmeliyim ama şimdi farklı hissediyorum. Burada çok mutluyum, bu yüzden de sana müteşekkirim.” Kızıl’ın bir şeyler söylemek için hareketlendiğini hissedince izin vermedi. “Verilen söz kadar emanet edilenler de benim için önemlidir. Seninle konuşmak istememin sebebi de buydu.” Moita’nın şaşkınlıkla baktığı altın yüzüğü işaret etti. “Durwa’ya verdiğin sözü yerine getirmiş sayabilirsin kendini, burada emniyette ve mutluyum. Artık ben de emanetimi teslim ettiğime göre… artık ikimizin de içi rahat olabilir.”
Daha fazla konuşmayı anlamsız bulan Uli, Moita’yı beklemeden adamdan uzaklaştı. Her bir adımı öfkeyle toprakla buluşurken söylenmemek için dudaklarını sımsıkı kapamıştı. Çadıra dönmek istemiyordu, Opampe dönmeden eve gitmek yararına olsa da Okro’nun yanına gitmeye karar vererek hışımla sağ döndüğünde meşalelerin uzağında kalan iki kafes arasındaki boşluğu dolduran bedenlere tosladı.
Tena’nın sarı saçları Barva’nın kollarına mı dolanmıştı? Uli gördükleri karşısında birkaç adım gerilerken arkasından gelen ses ile bu kez kıstırıldığını anladı.
“Dadali seni arıyordu Barva.” Moita, sanki öfkesini kuzeninden çıkarmak istercesine konuşmuştu.
Arkasındaki sesin sahibine bakmak yerine Ul, gözlerini Tena’ya dikmişti. Genç kadını İlk defa başını öne eğmiş görüyordu. Tüm etrafında dolanan hayranlarına rağmen Tena’yı hiçbir zaman flört ederken görmemişti, azarlar, kapris yapar ama daima erkeklerle mesafesini korurdu. ‘Demek Barva yüzünden’ diye düşünürken Uli, kendi hallerine bırakmaya niyetlendiği sırada Barva’nın yorumu ile dondu kaldı.
“Bence Mgeri’den sonra Arte’den sen de ders almalısın, Kuzen.” Barva, en iyi savunma saldırıdır taktiğini uygulayarak pişkince Moita’ya yönelmişti. Ayrıca Uli’nin ardından koşturan kuzeninin görüntüsü koca adamı neşelendirmişti.
Moita “Barva!” diyerek dişlerinin arasından kuzenini uyardı.
Kızıl’ın kızgın nefesini ensesinde hisseden Uli Barva’nın ne ima ettiğini anlamasa da kendisi ile ilgili olduğunu hissetmişti. Hışımla birkaç adım atıp Tena’ya elbisesini iade ederken “Elbise için teşekkürler.” diyerek üçünü kafesler arasında baş başa bırakarak uzaklaştı.