Kayıt Ol

Berweuli

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Berweuli
« Yanıtla #30 : 18 Mayıs 2017, 16:33:54 »
Uli, küçük el aynasından nasıl olduğuna bakmaya çalışıyordu fakat daracık alanda gördüklerinden hoşnut kalmamıştı. Çingenelerin arasında bulunduğu aylar boyunca Opampe’nin ısrarlarına direnmeyi başararak elbise giymekten kurtulmuştu fakat bu akşam için kapana kısıldığını hissediyordu. Minta’nın onu taklit ettiği konusunda yaşlı şifacının tüm uyarına rağmen yıllardır erkek gibi görünmek için uğraşmanın etkisiyle, pantolondan vaz geçememiş ve bu da Minta’nın cambazlık antrenmanları haricinde de pantolonla gezmeye başlamasına sebep olmuştu. Evde üç erkekle yaşadığından şikâyet eden Opampe, bu gece de pantolon giyerse şölenden sonra onu eve almayacağına dair yemin etmişti.

Dina’nın gönderdiği elbise hiç olmazsa sevdiği mavi renkteydi. Arkada, belinden aşağıya inen kalın kuşağı hoşnutsuzlukla çekiştirdi. Etekleri biraz fazla mı uzundu? Kıyafetin Üst kısmını da içine tıkıştırdığı gömleğe rağmen dolduramamıştı. Boynunun hemen altında bitmesine rağmen göğüs kısmındaki bolluğun düzgün durması için yakasını yukarı doğru çekiştirdi. Kendisini, ablasının elbisesini giymiş gibi hissediyordu. Üstelik alçak topuklu ayakkabıları da ayaklarını acıtıyordu. Sinirle onları ayağından fırlattı. Yatağına hışımla otururken kabarık etekleri etrafında balon gibi şiştiler. Açıkta kalan çırpı bacaklarına dehşetle baktı. Ya takılıp düşerse ve şimdi olduğu gibi bacakları açılıp herkese rezil olursa? Ayak parmaklarını hoşnutsuzlukla oynatırken az önce çıkardığı pantolonunu özlemle süzdü. Sakardı ve elbisenin eteklerine takılıp gece boyunca en azından on kere düşeceğinden emindi. Daha fazla düşünmeden elbisenin altına pantolonunu hızla geçirdi. Deri uzun çizmelerini yatağının altından çıkardı. Uzun geniş etekleri pekâlâ ikisini de saklayabilirdi. Minta hızla odasına girdiğinde son anda etekleri ile çizmelerini örttü.

Masumca Minta’ya döndüğünde küçük kızın da en az kendisi kadar halinden memnun olmadığını anladı. Boyu kısa gelen elbisenin etekleri dizleri ile ayak bilekleri arasında kalırken, manşetleri de el bileklerine ulaşamıyordu. “En son bu elbiseni ne zaman giydin?” diye sordu merakla. Anlaşılan on bir yaşındaki Minta’nın hızla uzadığını kimse hesaba katmamıştı.

“Geçen seneki şölende.” diyen Minta eteklerini iki yandan açarak Uli’yi alayla selamladı.

Küçük kızı neşelendirmek için göğsünün altından elbisesini öne çekerek sırıttı. “Benim de senden bir farkım yok ufaklık.” dedi kendisini de teselli edemediğinin farkında olarak.

Kendi derdinden Uli’nin elbisesini fark etmeyen Minta, kızı ilk defa görüyormuşçasına iri mavi gözlerini şaşkınlıkla açtı. “Bence çok güzel olmuşsun! Tena’nın elbisesi sana çok yakışmış.”

“Bu elbise Tena’nın mı?” Uli, duydukları ile elbiseyi üzerinden çıkarıp atma isteğini zorlukla engelledi. Onu her gördüğünde yaptığı gibi bu gecede elbisesini onun üzerinde görünce kadının alayla gülümsemesini ve küçümseyen bakışlarını gözünün önüne getirebiliyordu. Opampe’nin elbisenin Tena’ya ait olduğundan bahsetmemesi oldukça sinir bozucuydu. Yaşlı şifacı, Tena ile birbirlerinden hoşlanmadıklarını fark etmemiş miydi?

“Dina, bu elbisenin Tena’nın on beş yaşından kalma olduğunu söyledi.” Minta, hiçbir şeyin farkında olmadan anlatmaya devam ediyordu.

“Bunu sana Opampe mi söyledi yoksa Dina mı?”

“Yoo! Konuşurlarken duydum.” Minta masumca gülümsedi.

“Yine kapı dinledin öyle değil mi?”

Minta sırıtırken Uli’nin arkasına geçerek kuşağını kendince düzeltmeye çalıştı. “Sana Tena’dan daha çok yakıştı bence.”

“Tena’yı bu elbiseyle görmüş gibi konuşuyorsun.” Oguz kapının pervazına yaslanmış keyifle önündeki manzarayı seyrediyordu. İkisini böyle şık elbiseler içinde görme şansı bir sonraki senenin şölenine kadar olmayabilirdi. Esmer tenini ve gece kadar kara saçlarını ortaya çıkaran kırmızı gömleği ve siyah pantolonuyla yakışıklı göründüğünün farkındaydı.

Minta, Uli’nin beline tutunarak kızın arkasından Oguz’a dil çıkardı. “Sanki sen gördün de.”

“Elbette gördüm ufaklık. Sen daha ortalarda yokken ben buralardaydım, unuttun mu?”

 Konuşuncaya kadar süren bir yakışıklılık, diye içinden geçiren Uli, “Unuttunuz mu ben hala buradayım. Tartışmayı keser misiniz?” aralarına ümitsizce girmeye çalıştı. Ne kadar kırıcı olabileceklerinin fakında değiller miydi?

“O zaman sen söyle. Pulera’ya mı yoksa Tena’ya mı daha çok yakışmış?” Minta, kızın sözlerine aldırmadan Uli’nin yanına geçerek küçücük ellerini Opampe’yi taklit edercesine kalçasına dayayıp genç adama meydan okudu.

Oguz, karar vermeye çalışarak Uli’yi bir süre ilgiyle süzerken genç kız sıkıntıyla kıpırdandı.

“Üzgünüm Pulera ama elbise sahibine daha çok yakışıyor.”

Uli, bu kadar yeter diye düşünürken Minta’yı kapıya doğru sürükledi. “Şu kapımı tıklatmadan odama dalma alışkanlığınızdan vaz geçin yoksa Acar’a en büyük kilitlerden birisini taktırırım, haberiniz olsun.” Oguz’u da göğsünden itip dışarı çıkardıktan sonra hızla kapısını çarptı.

“Sana yakışmadığını söylemedim ki.”

Oguz’un kapının ardından durumu kurtarmaya çalışan sözlerini duyunca Uli “Size fikrinizi soran olmadı.” diye bağırdı.


***   

Şölenin yapılacağı büyük çadıra doğru yürürlerken Opampe’nin hiçbir şeyi kaçırmayan bakışları altında eteklerini çok fazla kaldıramadığından, Uli grubun arkasında kalmaya çalışıyordu. Çadıra varana kadar pantolonunu saklayabilirse, üstünü değiştirmek için onu eve gönderemezdi. Oguz, arkadaşlarının tüm çağrılarını evin tek erkeği olarak bayanlara refakat etmesi gerektiğini söyleyerek reddetmiş, arsızca sırıtarak babaannesinin koluna girmişti. Önünde yürüyen yaşlı kadının torununun kollarındaki mutluluğunu izlerken Uli keyifle gülümsedi. O esnada eteklerine takılıp sendelediğinde çizmelerini gören Minta’nın çığlığını kızın ağzını eliyle kapatarak durdurdu. Ne olduğunu anlamak için kendilerine bakan ikiliye masumca gülümsediler. Çadıra yaklaştıkça artan kalabalığa karıştıklarında Uli rahat bir nefes aldı.

Büyük çadırı, uzun direklere asılmış rengârenk fenerler aydınlatıyordu. Bir köşeye kurulan, yiyecek ve içeceklerin sunulduğu geniş masalar, şölene yeni gelen kalabalığın büyük bir kısmını etrafına toplamıştı. Bazıları, henüz müzik ve dans başlamadığından dans için ortaya konulmuş tahtadan büyük pisttin etrafına kurulu sıralara oturarak sohbet ediyorlardı. Opampe’nin dediği gibi, çingenelerin güzellikleri ile dillere destan kadınları en güzel kıyafetleri ile salınırken, heybetli ve uzun boylu erkekleri de bu gece için bir o kadar özenle giyinmişlerdi. Bu kadar sarı saçın ve beyaz tenin arasında Oguz ile birlikte sütteki sinek kadar belirginiz, diye düşünen Uli pistin kenarındaki sıralardan birine otururken elbisesine rağmen neşeyle gülümsedi. Burada hiç olmadığı kadar mutluydu ve çingeneler onu aralarında istedikleri sürece ayrılmaya da niyeti yoktu.

Elbisesinin üzerinden pantolonunun cebindeki yüzüğü yokladı, oradaydı ve sahibine verilmeyi bekliyordu. Bu akşam fırsatını bulur bulmaz onu Kızıl’a verecek ve bu sorumluluktan da kurtulacaktı. Bu düşünceyle rahatlayarak diğerlerinin, yakında yeniden yollara düşecek olan sirkin gideceği yerler hakkındaki sohbetlerine dinlemeye koyuldu.



Uli, Oguz ve arkadaşlarının getirdikleri elma şırasını içerken pistte dans edenleri izliyordu. Pistin diğer ucundan kendisine bakan Tena’nın o kalabalık arasında bile onu fark etmesiyle gerildi. Güzel kadının, önce biçimli kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmış, ardından dolgun dudakları alayla kıvrılmıştı. Turkuaz, saten elbisesi, genç kadının beyaz omuzlarını ve gerdanının cömert bir bölümünü açıkta bırakırken ince belinin altından genişleyen etekler ekrunun ve turkuazın birbirine karıştığı tüllerle bileklerine iniyordu. Uzun boyunu ortaya çıkaran altın sarısı saçlarını kalçalarının üzerine özgürce salmıştı. Sıkıntıyla içini çeken Uli böyle bir kadının kendisi ile ne alıp veremediğini anlayamıyordu. İstenebilecek her şeye sahipti; etrafında erkeklerden oluşan büyük bir hayran kitlesi vardı, kadınların bile onu memnun etmek için çabaladıklarına birçok kere şahit olmuştu. Sirkin en can alıcı gösterisinin yıldızıydı.  İstediği, kaplanı Okro’nun ilgisiyse ‘onu da bana bırak!’ diye içinden söylendi.

Uli, manzarasının önünü kapatan bir çift siyah pantolonlu bacağa homurdandı. “Senin hiç işin yok mu Oguz? Bütün akşam, istediğin bir şey var mı deyip kafamı gagaladın. Gölge etme yeter artık.”

“Bu gece siz bayanların hizmetindeyim.” Sağ elini karnına bastırıp hafifçe eğilen oğlan çapkınca gülümsedi.

“Evin erkeği pozların benim üzerimde işe yaramaz. Git ninenin üzerine titre.” Uli oğlanın bacaklarından tutarak yana itmeye çalıştı. Başarılı olamayınca başını kaldırıp tehditle kara gözlerine baktı. “Eğer çekilmezsen bacaklarını bir kere daha kırarım, bu defa hiç yürüyemezsin.”

“Yapamazsın, sen kimseyi incitemezsin bunu hepimiz biliyoruz.” diye sırıtan Oguz, yine de temkinle bir adım geri gitmeyi de ihmal etmedi.  “Eğer dans defterin dolu değilse ki olmadığını hepimiz biliyoruz, bir sonraki dansın benimle.”

Uli, gözlerini kısarak elini oğlanın bacağına doğru uzatırken donup kaldı. “Ne? Unut bunu.”

“Bütün akşam o sıraya yapışıp kaldın. Burada dans etmeyen tek kadın sensin. Minta’dan sonra tabii ki.” Uli’nin yanında oturan küçük kıza alayla göz kırptı.

“Danslarınızı bilmiyorum.” Uli, oğlanın buna hiçbir itirazının olamayacağını bilerek dişlerini göstermeden gülümsedi. “Hadi önümden çekil de dans edenleri izleyeyim.”

“Ben sana öğretirim.” Oğuz kollarını göğsünde çapraz bağlayarak olduğu yere kendisini sabitledi.

“Öğretmek için biraz geç kaldın. Bir sonraki şarkı birazdan başlar. Bu kadar kısa bir sürede Daim bile bana dans etmeyi öğretemez.” Uli, çalgıcıların en sağında, flütünü kucağına indirerek muhtemelen bir sonraki şarkının komutunu veren adamı başıyla işaret etti.

Oguz, Uli’nin kulağına eğildi. “Elimi tuttuğunda bildiğim her şeyi öğrenebilirsin.” diye fısıldayan oğlan, ne demek istediğini kızın anladığını biliyordu. Uli’nin elini tuttu ve kızın şaşkınlığından yararlanarak ayağa kaldırdı.

Önce şaşırsa da Oguz’un fikrini denemek için duyduğu sabırsızlıkla “Bekle!” diyen Uli eteğinin bir ucunu kaldırarak çizmelerinin ve pantolonun görünmesine aldırmadan kuşağına kıstırdı. Yanında Opampe’nin kızgınlıkla soluduğunu duyunca dönüp yaşlı kadına gülümsedi. O arada müzisyenlerin yeni bir şarkıya başlayacaklarını gösteren nağmeler duyuldu ve Oguz onu piste sürükledi.

Karşılıklı duran çiftlerin arasına karıştıklarında Oguz’un ellerini tutarak gözlerini kapadı.
Oğlanın bedeninin şimdiden bir sonraki adım için hazırlığını hissedebiliyordu; kolları ve bacakları öne çıkmak için sabırsızlanırken bedeni dimdikti. Oguz yapabileceğinden emin bir şekilde kızı izliyor ve onun da görebilmesi için daha başlamadan zihninde tüm dansı tekrar ediyordu. Müziğin sesi birden arttığında tüm çiftlerle birlikte hareketlendiler. Bazen hafif, çoğunlukla hızlı adımlarla birbirlerinin etrafında döndüler. Kâh birbirlerinden uzaklaştılar kâh yaklaştılar. Uli,  Oguz’a dokunarak hareketlerini önceden tahmin ederken onu belinden yakalayıp havaya atıp tutacağını anladığından panikle gözlerini açıp hafif bir çığlığın dudaklarından kaçmasına engel olamadı. O sırada etrafındaki bütün çiftlerin aynı heyecanla hareket ettiklerini görmek ve Oguz’un dokunuşuyla adımlarını doğru bir şekilde attığını bilmek Uli’ye neşeyle kahkahalar attırıyordu.



“O esmer oğlanla dans eden Uli değil mi?” Arte, çadıra girer girmez diğerlerinden ayrılarak yiyeceklerin sunulduğu masalara ikinci bir akşam yemeği için hızlıca uğramış, daha sonra elinde bir kupa bira ile arkadaşlarının dikildiği yere gelmişti. Siyah saçlı iki kafayı bir kere daha dikkatlice inceledi. “Evet, o. Ne kadar da değişmiş, neredeyse tanıyamayacaktım.” Kendisine kuşkuyla dönen üç çift gözün farkında olmadan konuşmasını sürdürdü. “O elbiseyi ona kim giydirmiş öyle. Dadali bir kadın olarak sen daha iyi anlarsın ama bir tuhaflık yok mu?” Arte, genç kadına dönüp baktığında Dadali’nin yorum yapamayarak sözü edilen çifti şüpheyle süzdüğünü gördü. Moita ve Barva’nın ona tuhaf bir şey görmüş gibi baktıklarını fark edince “Ne yani siz tanımadınız mı?” diye genç adam alayla sordu.

Barva dirseğinin desteği ile “Senin kaplanlı kız yoksa Uli mi? Ama Uli erkek değil miydi yahu?” diyerek Mgeri’ye döndü.

“Evet o.” Mgeri sırıtmasının belli olmasına artık aldırmıyordu. Hep beklediği anın geldiğinin bilinci ile Moita’ya dönmüştü. Adam’ın yüzü saçları gibi kırmızıya dönerken mavi gözlerinde önce bir öfke kıvılcımı parlamış ardından hızla kaybolmuştu. Mgeri’nin beklediği tepki bu değildi. Yıllardır tanıdığı arkadaşının da gerçeği öğrendiğinde en az kendisi gibi eğleneceğini hatta kızın geçirdiği değişim karşısında hayran kalacağını düşünmüştü.

 “En başından beri onun Uli olduğunu biliyordun değil mi?” Barva, Mgeri’ye çıkışırken bir yandan da hışımla kalabalık çadırda gözleri ile Livan’ı aradı ve onun kadar uzun boylu bir adamı bulmakta zorlanmadı. Reis Dina’nın omzuna kolunu dolamış birkaç kişi ile ayaküstü sohbet ediyordu. “Hadi seni anlıyorum Mgeri, züppe herifin tekisindir, bizimle eğlenmek için hiçbir fırsatı kaçırmazsın ama Livan’ı hangi ara kendine benzettin?”

Mgeri “Reis’in espiri anlayışını küçümsüyorsun. Bunun için benim teşvikime ihtiyacı yoktu.” dedi Barva’yı ayıplayarak. “Gözlerine bakmak bile onun Uli olduğunu anlamak için yeterliyken Arte daha buradan tanıdı.” Mgeri, müzikle birlikte danslarını bitirip sıralara doğru gülerek yürüyen çifti takip ederken mırıldandı. “Gözünüzün önündekini göremediğiniz için bence alay edilmeyi hak ediyorsunuz.”

“Biraz da biz eğlenelim.” Bütün konuşma boyunca sessiz kalan Moita yaslandığı fenerin direğinden doğrularak Arte’nin kulağına eğildi. Bira kupasını telaşla Barva’nın eline tutuşturan genç adam, yüzünde keyifli bir ifadeyle çalgıcıların yanına seğirtti. Parmakları enstrümanlarının üzerinde gezinen adamlar, Arte ile konuşan Daim’in bir hareketi ile başlamak üzere oldukları melodiyi hemen terk ettiler. Ardından baş müzisyen Daim’in, Moita’ya gönderdiği baş selamını sadece arkadaşları fark etti.

İşareti alan Moita, dalgın bir şekilde etrafını inceleyen Dadali’ye elini uzattı. “Dans edelim mi?” İri cüssesini saray adamlarını kıskandıracak bir kıvraklıkla genç kadının önünde eğdi.

Çadırı dolduran tanıdık melodi ile irkilen Dadali, şaşkınlık ve heyecanla Moita’nın uzattığı eli kendisininki ile doldurdu. Uzun zamandır duymadığı evinin müziği ile genç kadın piste yürürlerken kuzenine kocaman bir gülümseme bahşetti. Pistte yeni parçayı sabırsızlıkla bekleyen tüm akşam boyunca dansa doymamış çingeneler, duydukları yabancı müzik karşısında tek tek gerileyerek pisti boşaltmışlar ve yerlerini merakla ikiliye bırakmışlardı.



Uli, Minta’nın dansları hakkındaki heyecanlı sözlerini dinlerken ortaya yürüyen çifti hayretle süzdü. Tüm akşam boyunca müziğe eşlik eden konuşmaların uğultusu susmuş bütün çadır izleyecekleri dansa odaklanmıştı.

Boyu neredeyse erkeğinkinin omuzlarına gelen, örgülü kızıl-kahve saçları sırtında salınan Dadali, beyaz gömleğinin üzerine giydiği dizlerine kadar pantolonunu örten kahverengi, uzun yeleğinin içinde bile dişiliğini yansıtarak, Moita’nın karşısında dans ediyordu. Moita, Dadali’nin her bir adımına eşlik ederken savaş meydanlarının acımasızlığı ile ünlü komutanı olduğunu unutturuyordu.
Uli, onları izlerken nefesini tuttuğunu fark etti. Kat ettikleri o yol boyunca yarı baygınken bile Dadali’nin böyle gülümsediğini görmemişti. Daima ciddi, endişeli, çoğunlukla da mutsuzdu. Moita’nın ise inatçılığını, hapishane de bile kendisini ümitsizliğe bırakmadığını hatırlıyordu.  Mgeri gibi ensesinden bağladığı kızıl saçlarına ve sakallarına uzun zamandır makas değmediğini fark etti. Fenerlerin loş ışığında mavilikleri belli olmasa da bakışlarının sitemle onun üzerinde oyalandığını fark etti. Kızıl saklandığı için ona kızgın mıydı? Uli huzursuzca kımıldandı ve bakışlarını yüzüğü yoklayan eline indirdi.

Dadali ve Moita, müzikle birlikte adımlarını da yavaşça sonlandırdıklarında çadırda coşkulu bir tezahürat koptu. Övgü dolu alkış ve bağırışlar arasında pistten birbirlerine sarılarak indiler.

Dadali, Arte ve Mgeri’nin yanında kardeşini göremeyince “Barva nerede?” diye sertçe sordu.

Mgeri, sıkıntı ile yaslandığı direkten uzaklaşırken “İçecek bir şeyler getirmeye gitti.” dedi. Başını yemek masalarının tarafına çevirip koca adamı göremeyince masumca ellerini açıp kadına sırıttı.

Dadali “Sen de inandın mı?” diyerek Mgeri’ye çıkıştı.

Sırıtan adamın kandırılmadığı açıktı.

“Seni uyardım, Barva rahat durmayacak diye.” Dadali, öfke ve kaygıyla tüm çadırı taradı ama kardeşinin koca kızıl-kahve kafasına rastlayamadı. Ne tesadüf ki Tena da görünürlerde yoktu.

“Barva sınırını bilir merak etme.” dedi Moita kadını sakinleştirmeye çalışarak.

“Ben onu aramaya gidiyorum.” dedi Dadali, kuzenine inanmayarak.

O esnada, Mgeri, kadının kolunu yakalayarak “Dans edelim.” dedi.

“Şimdi dansın sırası mı?” diye söylenen genç kadın tekrar çıkışa hamle yaptığında belini kavrayan güçlü kollar onu pistte sürüklemeye başlamıştı bile.

“Eğer sen benimle dans etmezsen, bu akşam evde kalmış kızlar gibi köşede oturup kalırım.” dedi Mgeri çapkınca gülümseyerek.

Adamı göğsünden itmeye çalışırken bir an duran Dadali, “Kuzey sana yaramamış, özgüvenin yerlerde.” dedi ve ekledi. “Madem öyle bunu arkadaşıma bir yardım olarak görüyorum.”

Çingenelerin danslarına ayak uydurmaya çalışan Mgeri ve Dadali’yi izlerken gülümseyen Moita, kendisine yöneltildiği belli olan çekingen soru ile döndü.

Kızıl’ın cevap vermeden kendisini süzdüğünü görünce Uli “Hemen ayrılacak mısınız?” diye sordu tekrar.

“Sorduğun şölen ise hayır.” dedi Moita, bakışlarını kızarmaya başlayan kızdan çekmeden.

Arkalarından gelen öksürük sesi ile ikisi de Arte’ye döndüler. “Ben… gidip bir şeyler atıştırsam iyi olacak.”

Yanlarından ateşten kaçar gibi ayrılan Arte’ye bakan Uli bir an ne diyeceğini bilemedi. Ardından Moita’ya dönerek “Konuşabilir miyiz?” diye sordu.

“Bu gürültüden çıkalım.” dedi Moita, kısaca.

Çadırdan çıktıktan sonra Kızıl, yorum yapmadan hayvan barınaklarına doğru yürümeye başlayınca Uli de itiraz etmeden adamı takip etti. Şölen sebebiyle çadırın dışına da fenerler asılarak tüm kasaba olabildiğince aydınlatıldığından önlerini rahatça görebiliyorlardı. Adama yetiştiğinde Uli ne söyleyeceğini, nasıl lafa başlayacağını bilemedi önce. Sonunda boğazını temizleyerek “Dadali’nin böyle dans edebildiğini bilmiyordum.” dedi. Kızıl için bir şey söylemediğini fark edince telaşla ekledi. “Bu konulardan pek anlamam ama sen de iyiydin.”

Moita “Öyle mi?” dedi kaşlarını çatarak. Bu arada durmuş Uli’nin yüzünü daha iyi görebilmek için ufak tefek kızın üzerine eğilmişti. Aylar sonra karşılaşıp danstan mı bahsedeceklerdi?

Uli bir adım gerilerken beceriksizce eteğine takıldı, dengesini bulmaya çalışırken omuzlarından tutan güçlü ellerin yardımıyla son anda düşmekten kurtuldu. “Hep Opampe’nin yüzünden…” Yüzüne bu kadar yakın duran mavi gözlere bakarken ne diyeceğini bilemez şekilde yavaşça sustu.

Moita “Ne Opampe’nin yüzünden?” diye mırıldandı. Hala Uli’yi tuttuğunu fark edince yavaşça ellerini kızın omuzlarından çekip doğruldu. Gözlerini kızdan kaçırırken sıkıntıyla ensesini ovuşturdu. ‘Yeni yetme bir oğlan gibi ne geveliyordu böyle.’

“Elbise tabii ki…” derken Uli sırtındaki bağcıkları sabırsızlıkla çekiştirdi. Daha fazla bu elbiseye katlanamayacaktı. Bir türlü çözülemeyen düğümlere içinden lanet okurken Kızıl’ın dehşetle kendisine baktığını fark etti.

Moita “Ne yapıyorsun?” diye telaşla sordu.

“Bu aptal elbiseden kurtulmaya çalışıyorum.” Uli adamın önüne gelerek sırtını döndü. “Yardım eder misin? İplikler iyice düğüm oldu, açamıyorum.” Kızıl’ın neden bu kadar telaşlandığını anlayamıyordu. Beklemekten sıkılıp adamı görebilmek için başını çevirdi. “Elbisenin altında gömleğim ve pantolonum var.” diye açıkladı.

“Dans ederken görmüştüm.” diye söylenen Moita, hızlı bir şekilde dolaşan düğümü çözerek bağcıkları gevşetti. Bir gören olursa yanlış anlaşılabileceğini düşünerek etrafı hızlıca kolaçan etti. Kafeslerdeki hayvanlardan başka şahitleri yoktu.

Uli omuzlarından kayan elbiseyi göğsünden ve belinden sıyırdı, ayaklarının dibine bıraktı.

Moita “Siz de esmer oğlanla fena dans etmiyordunuz…” dedi kıza dönerek ama yaptığı bir hataydı.  Fenerin ışığından kızın açıkta kalan esmer omuzlarına bakmamaya çalışarak başını tekrar kafeslere çevirdi.

Uli, elbisenin yakasından görünmesin diye aşağıya indirdiği gömleği boynuna kadar çekti, pantolonunun içine soktuğu kısımları dışarı çıkartarak kalçalarının üzerine bıraktı. “Sizin kadar iyi değildik. Oguz kısa bir süre içinde bir şeyler öğretmeye çalıştı.” Kısa sürenin danstan birkaç saniye öncesi olduğunu anımsayınca kendi kendine gülümsedi. Moita’nın onun haricinde her yere baktığını görünce “Artık dönebilirsin.” dedi kızararak. “Oguz Opampe’nin torunu.” Konuşmaya devam etmesi gerektiğini hissediyordu. “Opampe de çingenelerin şifacısı.”

Ufak tefek kızın bol beyaz gömleği ve pantolonunu, çenesinin altındaki koyu renk saçlarını, küçük esmer yüzünü süzerken hapishanedeki halinden, bir oğlan çocuğundan farklı olmadığını kendisine inandırmaya çalışan Moita “Opampe’nin kim olduğunu biliyorum.” Diye homurdandı.

Kızılın sert sesi ile bocalayan Uli “Çingenelerle birbirinizi bu kadar iyi tanıyor musunuz?” diye sordu merakla.

Moita “Elbette.” derken kaşlarını öfkeyle çattı.

“Düşünmüştüm ki…” Uli duraksayarak dudağını ısırdı. Kızıl neden bu kadar öfkeleniyordu ki.

“Düşünmüştün ki önüme ilk çıkan çingenelere bırakarak senden kurtuldum ve arkama bile bakmadan yoluma devam ettim.” Moita, kendisine hakaret edilmişçesine kıza doğru tehditkâr bir adım attı.

Uli yerden aldığı elbiseye bir kalkan gibi sarılırken “Öyle demek istemedim.” diye itiraz etti.

“Durwa ile bana o kadar güveniyordunuz ki bir kız olduğunu bile söyleme zahmetine bile girmediniz.”

Uli “Sormadın ki...” diye söze başlayacak oldu fakat hala konuşmaya devam eden adamı durduramadı.

“Beni o hapishaneden, belki de muhtemel bir darağacından kurtaran Durwa’ya bir söz verdim.” Moita sıkıntıyla elini kızıl saçlarının arasından geçirdi. “Kim ne derse desin, ben verdiğim sözü tutarım.” Her bir kelimeyi vurgularken kıza meydan okuyarak baktı fakat Uli kızarmasına rağmen omuzlarını ve çenesini dikleştirerek kahverengi gözlerini ona dikmişti. Cebinden çıkardığı bir şeyi, küçük eline aldığı iri avucuna hışımla bıraktığında Moita bocaladı.

Uli hızla elini çekerken “Dina bu yüzüğü almaya geleceğine dair söz verdiğini söylemişti.” dedi titrek bir gülümsemeyle. Kızıl’ı işaret ederek “Ve geldin de.” diye mırıldandı. “Beni bıraktığınızı öğrendiğimde sana çok kızdığımı itiraf etmeliyim ama şimdi farklı hissediyorum. Burada çok mutluyum, bu yüzden de sana müteşekkirim.” Kızıl’ın bir şeyler söylemek için hareketlendiğini hissedince izin vermedi. “Verilen söz kadar emanet edilenler de benim için önemlidir. Seninle konuşmak istememin sebebi de buydu.” Moita’nın şaşkınlıkla baktığı altın yüzüğü işaret etti. “Durwa’ya verdiğin sözü yerine getirmiş sayabilirsin kendini, burada emniyette ve mutluyum. Artık ben de emanetimi teslim ettiğime göre… artık ikimizin de içi rahat olabilir.”

Daha fazla konuşmayı anlamsız bulan Uli, Moita’yı beklemeden adamdan uzaklaştı. Her bir adımı öfkeyle toprakla buluşurken söylenmemek için dudaklarını sımsıkı kapamıştı. Çadıra dönmek istemiyordu, Opampe dönmeden eve gitmek yararına olsa da Okro’nun yanına gitmeye karar vererek hışımla sağ döndüğünde meşalelerin uzağında kalan iki kafes arasındaki boşluğu dolduran bedenlere tosladı.

Tena’nın sarı saçları Barva’nın kollarına mı dolanmıştı? Uli gördükleri karşısında birkaç adım gerilerken arkasından gelen ses ile bu kez kıstırıldığını anladı.

“Dadali seni arıyordu Barva.” Moita, sanki öfkesini kuzeninden çıkarmak istercesine konuşmuştu.

Arkasındaki sesin sahibine bakmak yerine Ul, gözlerini Tena’ya dikmişti. Genç kadını İlk defa başını öne eğmiş görüyordu. Tüm etrafında dolanan hayranlarına rağmen Tena’yı hiçbir zaman flört ederken görmemişti, azarlar, kapris yapar ama daima erkeklerle mesafesini korurdu. ‘Demek Barva yüzünden’ diye düşünürken Uli, kendi hallerine bırakmaya niyetlendiği sırada Barva’nın yorumu ile dondu kaldı.

 “Bence Mgeri’den sonra Arte’den sen de ders almalısın, Kuzen.” Barva, en iyi savunma saldırıdır taktiğini uygulayarak pişkince Moita’ya yönelmişti. Ayrıca Uli’nin ardından koşturan kuzeninin görüntüsü koca adamı neşelendirmişti.

Moita “Barva!” diyerek dişlerinin arasından kuzenini uyardı.

Kızıl’ın kızgın nefesini ensesinde hisseden Uli Barva’nın ne ima ettiğini anlamasa da kendisi ile ilgili olduğunu hissetmişti. Hışımla birkaç adım atıp Tena’ya elbisesini iade ederken “Elbise için teşekkürler.” diyerek üçünü kafesler arasında baş başa bırakarak uzaklaştı.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Berweuli
« Yanıtla #31 : 26 Mayıs 2017, 16:23:17 »
Eski Borçlar

Çingenelerin Reisi, büyük çadırda kendisine doğru gelen adamı izlerken gülümsedi. Onunla tanıştığı zamandan beri çok değişmemişti. Kabilesindekiler gibi uzun boylu olmasına rağmen adamlarından daha iri gövdesi, kendinden emin yürüyüşü ve elbette kızıl uzun saçlarıyla, kesmemek de inat ettiği kızıl sakalları Civane’de bir yabancı olduğunu hemen ele veriyordu.

Yedi yıl önce gösterilerini tamamlayıp Civane'ye dönüş yolunda önlerini kesen, etraflarını saran ve tüm gösterilerinin kazancına el koymak isteyen eşkıyaların arasına Barva ve bir bölük adamı ile dalan Moita’nın, oğlu Vasili ile sırt sırta dövüşmesini hatırladı. Çok sık olmasa da daha önce karşılaştıklarından daha kalabalık bir grup olmasalardı, rahatlıkla baş edebilecekleri soyguncuların karşısında bir yanı dağ tepe olan yolda, arabalar ile ne geriye kaçma ne de ilerleme şansları yokken diğer yanlarındaki ağaçlık arazide şansları hiç yoktu. Ta ki bu kızıl adam ve askerleri dışarıdan eşkıyaların arasına dalana kadar.

Aldığı haber ile yanına çağırdığı Moita'yı, hızlı bir selamlamanın ardından çadırın daha tenha bir noktasına yönlendiren Livan "Rahatınız yerinde mi?" diye sordu, ev sahibi olmanın verdiği endişe ile.

Birkaç gün sonra gösterilerini yapacakları şehre gitmek için yola çıkacak olan çingeneler, yolculuk için toparlanmalarının telaşesinde bile talimlerine devam ederlerken hokkabazlar, cambazlar ve hayvan terbiyecileri grup grup büyük çadırın içine yayılmışlardı.

 Moita, gözüne ilişen Uli'nin kafeslerle çevrili platformda iki kaplanın karşısındaki duruşuna bakarken "Uzun zamandır evimizde hissetmemiştik. Arkadaşlarım adına müteşekkirim."  dedi düz bir sesle. İlgisini tekrar Livan'a çevirdiğinde yüzü gibi sesi de daha canlıydı. "Gelenin gitmeyeceğinden korkmuyor musunuz?" diye sordu Reis'e alayla.

"Kalanlardan gayet memnunuz." diyen Livan başıyla şimdi kollarını göğsünde kavuşturmuş olan Acar'ın karşısında, az önce sarışın adamın sergilediği gibi, bir gösterinin olmazsa olmazı olan abartılı bir selamın kıvrak el hareketlerini yapmaya çalışan ama bir türlü beceremeyen Uli'yi işaret etti. "Böyle değerli bir misafiri çingenelere kaptırmayacak kadar akıllı olduğunu zannederdim. Yaşlandıkça ahmaklaşıyorsun dostum."

Moita, Uli'nin başarısız selamı karşısında ufak tefek kızın arkasına geçerek esmer başını, koca eli ile dizlerine kadar eğmeye zorlayan Acar'a kaşlarını çattı. Livan'ın Uli hakkında ima ettiği sadece kaplanlarla arasının iyi olması mıydı? Her ne kadar çölü geçerken Barva'nın bir sözü ile keşfettiği, Durwa ile birlikte kendisinden sakladıkları birçok bilinmeyen gibi ok yarasının normal zamanından çok önce nasıl iyileştiğini Uli’ye hiç bir zaman sorma şansı olmamıştı. İki haftadır Civane'de olmalarına rağmen şenlik gecesinin ardından sanki birbirlerini görmeye tahammülleri olmayan kavga etmiş çocuklar gibi birbirlerinden uzak duruyorlardı.

"Söz verdiğim gibi onu sağ salim hapishaneden çıkardım ve size bırakarak onun için en iyisini yaptım. Önümdeki manzara da bunu kanıtlıyor." dedi Moita, kızı işaret ederek. Sonradan aklına gelen ne ise alt dudağının altındaki sakalını çekiştirirken hınzırca gülümsedi. "Aslında haklısın galiba, kesinlikle Uli'yi size bedelsiz bırakarak aptallık ediyorum."

Livan'ın kaşları beklentiyle yükselirken "Düşündüğüm şey ise, az önce seni kesinlikle küçümsemişim."  dedi.

"Barva'yı da damat olarak alırsanız ödeşmiş oluruz." diyerek sırıtan Moita, Acar ve Uli'ye sırtını döndü.

Livan kahkahaları arasında başını itirazla sallayarak "Başıma bela sarma dostum."  Dedi boğuk bir sesle.  Gülmesi sona erdiğinde tekrar eski ciddiyetine döndü. "Ne konuştunuz, ne karar verdiniz bilmiyorum. Eğer Pulera bizimle kalmak isterse her zaman memnuniyetle karşılanacaktır."

Reis'in Uli'ye Pulera diye hitap etmesi ile irkilen Moita, kızın kendi ismi yerine çingenelerin ona verdikleri ismi kullanmayı tercih ettiğini çoktan öğrenmişti öğrenmesine de onu o şekilde çağırmak içinden gelmiyordu.  "Aslında pek bir şey konuşmadık, konuştuğumuz kadarından çıkardığım ise, sizinle kalmak istediği. Gördüğüm kadarıyla da burada gayet mutlu." diyen Moita, sözlerinin aksi olan hoşnutsuzluğunu yüzünden kolayca uzaklaştırdı.

"Kesin ahmaksınız." dedi Livan kendi kazancının neşesi ile. "Böyle bir şifacıyı, böyle bir yeteneği ..."  Bir an durup Moita'nın kuşkuyla kısılmış gözlerini süzdü. "Bilmiyorsunuz değil mi? Siz de kızın ailesi gibi elinizdekinin kıymetini bilmiyorsunuz."

"Bildiğim bir kaç şey var ama uzun süredir ne olduğundan emin değilim." Moita başını inanmazlıkla sağa solla sallarken mırıldandı. "Durwa ve Uli'nin ağızları bu kadar sıkı olmasa sizin bildiklerinizden de şüphe edeceğim."

Livan,  Moita'nın sözleri üzerine "Bilmece gibi konuşuyorsun." dedi şaşkınlıkla.

"Sen mi, ben mi?" dedi Moita, aynı belirsizlikle.

Aylar önce yine bu çadırda Boz'un yere serili hali, Uli'nin bacağı kanlar içindeki Oguz'u kaldırmaya çalışması Livan'ın gözlerinin önüne gelince, birbirine geçmiş iki esmer başı ve yaşadıkları ile irileşmiş gözlerdeki korkuyu tarif etmek istemiyordu ama olanları Moita'dan gizlemek gibi bir niyeti de yoktu. "Pulera kendiliğinden anlatmadı elbette. O zamanlar Dina bile kerpetenle ağzından laf alıyordu."

"Haftalarca..." Kendini düzeltme ihtiyacı duyan Moita, ufak bir kahkaha attı ve ardından "Günlerce aynı hücreyi paylaştık. Konuşmayı ne çok sevdiğini iyi bilirim." dedi alayla.

"Vasili'yi bile zorladığını düşünürsek, senin hiç şansın yokmuş." diyen Livan, kaşları hayretle kalkan adamın her şaşkınlığı ile keyifleniyordu. Kızla Moita arasındaki ilişkiyi tam kavrayamasa da başlarda Uli'nin çingenelerle arasında var olan mesafenin birlikte hapishaneden kaçmalarına rağmen Kızıl ile aralarında hala durduğu belliydi. Acar'ın Boz tarafından yaralanmasından itibaren Uli'nin ve Oguz'un Boz ile imtihanlarını, sonunda sirkte gösteriye çıkmayı kabul etmesine kadar olanları Moita'nın önüne döktü.

Atlamadan fakat abartmadan anlatılanlar Moita'nın yüzünde düşünceli ifadelerin artmasına sebep olurken Reis ile izledikleri Acar ve Uli kaplanları kafeslerine sokmuş, vahşi hayvanları ehlileştirdiklerini söyleyen gösterilerin vazgeçilmezi kamçılarını ellerine almışlardı. Uli'nin kamçıyı, elinde bir yılan tutuyormuş gibi tiksinerek kaldırması üzerine Acar, kızınkinden daha uzun ve kalın kamçısını sarışın başının üzerinde maharetle savurdu. Havayı yaran derinin keskin sesi tüm çadıra anında yayıldı. Uli, adamı taklit etmeye çalışarak kamçılı kolunu tepesinde savurdu fakat cılız bir kaç spiralin ardından deri ölü bir inleyişle her seferinde kızın ince bileğine dolandı.

Onları izleyen Moita, hafifçe gülümserken buldu kendisini. Az önce kendisini dokunarak iyileştirdiğini öğrendiği Uli'nin ellerinin bir kamçıyı beyhude yere tehditkâr bir hızla hareket ettirmesini bekliyorlardı. Acar'ın ikinci örneğinin ardından Uli öfkeyle kamçısını ileri savurdu fakat farkında olmadan elini kendisine doğru çekmesi ile hızını koruyan uzun derinin ucu kızın yüzünü yalayıp kaçtığında Moita istemsizce ikiliye doğru hareket etti. Kızın yanındaki genç adam Uli'nin görülmemesi için sırtını çadıra gererken yumruklarını sıktığını fark ederek gevşetti. Artık kızı korumak onun görevi değildi.

Uli'nin yanağına yayılan kızıl çizgiyi gömleğinin kolu ile silen Acar'ın yakışıklı yüzü endişenin izleri ile gerildi. Fakat saniyeler içinde iyileşen yara hiç var olmamış gibi kapandığında bu hayranlığa dönüşmüştü. Sanki Livan bilinçli olarak onu kızın kafesinin yakınına sürüklemiş gibi tüm çadırdan esirgenen her türlü ifadeyi yakalıyordu.

Moita derin bir soluğu içine hapsederken Livan'ın öksürüğü ile nerede olduğunu hatırladı. Oguz'un şölende Uli ile dans ederken oğlanın yüzünde gördüğü hayranlığın bir benzerini şimdi Acar'da görüyordu. Günlerdir her karşılaştıklarında kendisi de kıza bu şekilde mi bakıyordu, peki ya şimdi? Reis'e dönmeden önce var olup olmadığından emin olamadığı hayranlığı sildiğini umduğu bir kaş çatışı yüzüne yerleştirmişti.

Adamın yüzündeki bilmiş ifadeyi silemeyeceğini bilse de "Hapishanede beni de iyileştirmişti." dedi Moita, sesinin normal çıkması iyiye işaretti. "Fakat bunu fark ettiğimde iş işten çoktan geçmişti. Uli’ye sorma fırsatı bulamamıştım. Aklımı kaçırmadığımı bilmek güzel."

“O yollardan biz de geçtik dostum.” diyen Livan,  gömleğinin içinden çıkardığı mührü kırılmış parşömeni adama uzattı. "Aslında seni bunun için çağırmıştım. Beklediğimiz haber geldi."

Parşömenin kıvrımlarını açan Moita yazılanları okumakla uğraşmadan hızlıca en sondaki imzayı buldu. Çingeneler bu yaz her nerede gösterilerini sunacaklarsa onun yerine bu yaz Mekotoni'ye gitmeleri için Reis'e ricada bulunduğunda, kısa bir istişarenin ardından şehre giriş izni almak için Livan iki adamını göndermişti. Soysuz kuzeninin imzasına bakarken Moita’nın bir çizgi halini alan dudaklarından "Bu yardımınız asla unutulmayacak, Reis." sözcükleri döküldü.

Mekotoni'ye, çingenelerin kafilesinin arasına gizlenerek girmek ve dört yıl önce hain ilan edilerek kaçmak zorunda oldukları kendi şehirlerine fark edilmeden sızmak her ne kadar her birine zor gelecek olsa da artık daha fazla etrafta amaçsızca dolanmanın faydasızlığı ortadaydı. Olaylar Mekotoni'de başlamıştı çözümü yine orada olmalıydı, en azından son birkaç aydır böyle hissediyordu. Yuzini Kralı Aurang'a ültimatom gönderecek kadar gözü kara iseler o da bir tilki misali evine dönmekte hiç bir sakınca görmüyordu. Soysuz Ladre ile yüz yüze geleceği an için sabırsızlanırken parşömeni sıkarak buruşturmaktan çekinerek Reis'e uzattı.

"Sizin ki hiç bir zaman unutulmadı." diyen çingenelerin Reis'i Moita'ın omzuna bir kaç kere vurarak sözlerini pekiştirdi.

Duyduklarından sonra yalnız kalarak düşünme ihtiyacı ile Livan'dan izin isteyip çadırın çıkışına doğru ilerleyen Moita, Uli'ye kaçamak bir bakış atmadan geçemedi. Kızın kamçısını iki eli ile önünde kavramış kendisini izlediğini görünce başıyla küçük bir selamı esirgemedi.

Kıstığı koyu renk gözlerinin üstünde kaşları merakla çatılmış olan Uli de Kızıl'a aynı şekilde karşılık verdi. Çoktan ayrılacaklarını düşündüğü Moita'nın Reis ile ne konuştuğunu tahmin dahi edemese de bildiği, sirkin bir hafta içinde Başkent'e gitmek için yola çıkacağıydı. Belki Kızıl ayrılmak için onların da yola çıkmasını bekliyordu. Aksi takdirde bir hain olarak arandığı Krallığa onlarla birlikte girecek kadar deli olmaları gerekirdi.


***
Son yarım saat içinde tüm olanların sorumluluğundan kendini azat eden yağmur, çingenelerin işini daha da zorlaştırmak için olanca şiddeti ile yağmaya devam ediyordu. Dağ yolu boyunca inci bir gerdanlık gibi dizili çingenelerin arabaları, yollarda geçirdikleri dört gün boyunca sarf ettikleri çabalarının aksine artık hareket etmiyordu.

Arabalarının korunaklı tentelerinden çıkan kadınlar ve gençler ıslanmaya aldırmadan, yolun sağ tarafındaki bayıra doğru meyletmiş, atları alınmış bir arabanın etrafını çeviren erkeklerini merak ve endişe ile izliyorlardı. Gözlerine dolan yağmurun görüşlerini zorlamasına, asıldıkları urganların ellerinden kayıp avuçlarını yaralamasına aldırmadan, organize bir şekilde, safkan iki gösteri atını taşıyan arabayı aşağıya kaymaması için yerinde tutmaya çalışıyorlardı. Dina’nın sarıp sarmaladığı Tena, güzelliğini bozmaya gücü yetmeyen yağmurun altında endişeli bir şekilde diğerlerinin atları kurtarma çabalarını izliyordu.

Arabalarını çeken iki boz atın yularlarına yapışmış olan Uli, Opampe'nin yanında dikilirken erkelerin sarı ve kumral saçlı kafalarının arasında kızıl bir başı seçti, Barva da kuzeninin yakınındaydı. Uli kendi gerginliğini bir nebze de olsa azaltabilmek için arkasında huysuzlanan atın burnunu okşadı. Bir yandan da sanki en ufak detayı kaçırırsa araba atlarla birlikte yuvarlanacakmış gibi erkeklerin çabalarının karşılığında zorlanan bedenlerini ve suratsız yüzlerindeki ciddi ifadelerini izlerken atları kurtarmalarını ümit ediyordu. Yağmura çıkmasına izin verilmeyen Minta, tentenin ön tarafından bir kaplumbağa gibi dakikada bir başını dışarı çıkararak son durumu sorması Opa'sını çileden çıkarmak üzereydi.

Kurtarılmaya çalışılan atlar bağlı oldukları arabanın için de huzursuzca kıpırdandıkça ahşap tekerler milim milim kaymaya başladığında dışarıdaki telaş da arttı. Hayvanları çözmek için bir kişiyi içeriye göndererek arabanın ağırlığına daha fazla yük katmaya cesaret edemedikleri gibi bir çocuğu huzursuz hayvanların toynakları altında ezilme riskine de razı değillerdi.

Vasili’nin verdiği emir ile üç urgan daha arabanın ahşap zeminine ve tekerleklerin bağlantı noktalarına geçirildi, ardından her urgana en az üç adam sahip çıktı. Dengeyi sağlamak için arabanın tavanlarından tutturulan halatlara da yapışan çingenelerin arasından Vasili’nin bir kolu hazır olmaları için yukarı kalktı.

Vasili “Hep birlikte!” diye gürlerken adamlar urganlara kâh sıkıca yapıştılar kâh bileklerine birkaç kez daha doladılar. Genç adamın kolunun inmesi ile adamların ayaklarının altından kayan çamurun ve çakılların direncine karşı, her birinin üzerlerine yapışan ıslak giysilerinin içinde şişen kaslarını ortaya çıkararak, arabanın içindeki atların korkulu kişnemelerine karışan birbirlerini şevke getirmek için attıkları naraların arasında araba santim santim yukarıya çıkıyordu.

Sonunda dört teker de yola sağ salim ayak bastığında herkes rahatlayarak derin bir nefes aldı. Bu arada Oguz, Uli’den atların yularını devralması için Opampe tarafından çoktan çağırılmıştı.

Atlara ve Minta'ya göz kulak olmak için arabanın yanına geldiğinde Oguz, “Şifacılar iş başına.” derken Uli’ye göz kırptı.

Opampe, eline birkaç temiz bandaj ve küçük ahşap bir kutu tutuşturduğunda Uli, urganları çıplak elle çekmekten yaralanan adamların arasında Dina ve Opampe’yi takip ederken buldu kendisini. Yandaki bir çingeneye yönelen Opampe’nin silueti önünden çekildiğinde yol yol derisi açılmış ve kanamaya başlamış bir çift iri el ile burun buruna geldi.
Başını kaldırdığında kaşlarını çatmış bir çift mavi gözün onu kuşkuyla süzdüğünü gördü. Uli, günlerdir itinayla kaçtığı adamı karşısında bulunca yönünü değiştirmesinin çok manidar kaçacağını bildiğinde bandajı ve krem dolu kutuyu Kızıl’ın yüzüne kadar kaldırdı.

“Bakıyorum da hapishanedeki işine burada da devam ediyorsun.” diyen Moita, burnunun dibindeki kızın ellerini yaralı elinin tersi ile yavaşça indirdi.

Kızıl’ın sorduğu soruda hiçbir kötü niyet yoktu belki ama adamın sesindeki bir şeyler Uli’yi rahatsız etmişti. “Krem sürüp ele bandaj sarmakla şifacı olunsaydı, Oguz çoktan şifacıydı.”

Moita’nın dudağı yana doğru kayarken “Eline kırbaç alan herkesin kendisini hayvan terbiyecisi sanması gibi mi?” dedi kıza alayla.

Uzun boylu adama dik dik bakmak için kafasını geriye atan Uli, artık yağmurun yağmadığını fark etti. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırırken “Yağmur dinmiş.” diye mırıldandı.

Moita da farkında olmadan Uli’yi taklit ederek kafasını altında bulundukları dalların ve yaprakların arasından gökyüzüne çevirdi. Bir yandan “Lafı değiştirme.” diye alayla konuşurken bir yandan da ellerini yumruk yaparak göz önünden kaldırdı.

“Değiştirmiyorum.” diye homurdanan Uli, Kızıl'ın yanlarına düşmüş ellerine kaşlarını çatarak baktı. “Benden Tena gibi bir sirk yıldızı olmayacağını elbette biliyorum. Bunu hatırlatmana ihtiyacım da yok.” diye itiraf ederken buldu kendisini.

Kızın asılan yüzü karşısında az önceki sözlerine pişman olan Moita “İkinizin tarzı biraz farklı.” dedi ihtiyatla. Aklından geçen ‘Senin ki ne kadar dehşet verici olsa da daha etkileyici.’ dememek için dudaklarını sımsıkı kapadı. Her geçen gün öğrendiklerinden sonra Uli'ye öfkeli olması gerekiyordu, teselli etmesi değil.

“Gösteriye katılmamı teklif ettiklerinde bir şekilde işe yaramak istedim sadece. Diyar'ın en ünlü hayvan terbiyecisi olmayı değil.” diye açıklayan Uli, hala yumruk halinde olan Kızıl’ın eline uzandı.

Kızın dokunuşundan tiksinirmiş gibi ellerini daha da arkaya kaçıran adam “Gerçekten bir işe yaramak istiyorsan diğerleri ile ilgilenebilirsin. Küçük bir kaç sıyrık var sadece, benimle oyalanmana gerek yok. Bandajları verirsen ben bile hallederim.” dedi aksi bir sesle.

Kızıl’ın yüzüne çevrilen Uli'nin bakışları önce şaşkınlığın izleri ile büyüdü ardından kuşkunun ağırlığı ile kısıldı. Moita hapishanedeyken onu normalden daha hızlı iyileştirdiğini anlayamamıştı fakat Livan ya da diğerleri adama bir şeyler duyurmuş olabilir miydi? Bunu anlamanın bir yolu vardı. Adamın sol eline doğru bandajları uzatırken “Sen bilirsin.” dedi umursamaz bir havada.

Moita kızıllıkları yumruğundan taşan elini kıza uzatırken Uli, adamın üzerine yapışmış gömleğini göğsüne kadar sıyırdı. Neredeyse bir yıl önce iyileştirdiği, sağ koltuk altında olması gereken yara izi yerine karşılaştığı pürüzsüz tenin üzerinde istemsizce ince esmer parmaklarını gezdirdi.

Moita, ne olduğunu anlayamadığı bu ani saldırı karşısında karnını içine çekerken sıcak parmakların teninin üzerinde gezinmesi ile irkilerek geriye bir adım attı. “Ne yaptığını zannediyorsun, Uli?” Adam, kızın ismini söylerken daha fazlasının kaçmaması için dişlerini sıkmıştı.

Yüzünü buruşturan Uli, “Pulera.” dedi. "Benim ismim Pulera."

"Her neyse." dedi Moita geçiştirerek. Uli elini üzerinden çektiği için bir nebze de olsa rahatlamıştı.

Uli, adamın dokunuşundan neden bu kadar rahatsız olduğunu anlayamazken sakinliğini korumaya çalışarak son bir çaba ile Kızıl'ın ağzından tekrar laf almayı denedi. "Ok yarana bakıyordum sadece. Gördüm ki hiç iz kalmamış. Şanslıydın, ilk geldiğinde yaranın halini hatırlıyorum da iltihabı kurutabilmemiz bir mucizeydi." dedi hiçbir şey olmamış gibi sakin bir şekilde.

"Şanslı mı?" Moita, öne bir adım atarak sindirmek istercesine önünde bir dev gibi dikildiği Uli'nin yüzüne doğru eğildi. "Acar ve Oguz gibi şanslı mı?" Sözleri ile kızı şaşırttığı için memnun bir şekilde gülümsedi. "Elinde şu bandajla dolaşıp şifacı rolü oynuyorsun ama aslında bu da kocaman bir yalan. Evet, Livan'dan tüm o iyileştirme öykülerini dinledim. Bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun? Ya da şöyle sorayım benden daha neleri saklıyorsun Uli?"

Üzerine bir heyula gibi dikilen adamdan kaçmak yerine Uli, "Sen tam bir nankörsün." dedi tüm kelimelerin üzerine basa basa. Konuşurken bir yandan da dokunuşundan sürekli kaçınan Kızıl'ı daha da sinirlendirmek için adamın göğsünü işaret parmağı ile dürtüyordu. "Durwa ve ben olmasaydık en iyi ihtimalle Rebu seni almaya gelmeden önce o hücrede ölüp gidecektin ya da Rebu seni tıpış tıpış astırmaya götürecekti."

"Oguz ya da Acar gibi etrafından pervane olmadığım için mi nankör oluyorum?" diye gürleyen Moita, çingenelerin ve arkadaşlarının işlerini güçlerini bırakıp onları dinlediğinin farkında değildi.

Uli "Ne?" diye inledi. Duydukları karşısındaki şok ile parmağı adamın göğsünde asılı kalmıştı. "Ne dedin sen?" derken bu kez öfkeyle avuç içini sert bir şekilde az önce parmağının ayrıldığı noktaya vurdu.

"Dokunup durmasana be kızım." diyen Moita, kızın elini yakalamak için başarısız bir hamle yaptı.

Uli, bir adım geri çekilirken "Bir zamanlar evlattık şimdi de kızın mı oldum?" diye sordu alayla.

Mgeri yanlarına gelerek etraflarındaki insanların işleri güçlerini bırakıp onları izlediğine dikkat çekmek için öksürürken ikisi de şaşkınlıkla nerede olduklarını hatırlayarak kendilerini pür dikkat dinleyen yüzlere telaşla baktılar.

Uli, az ilerilerinde Dadali'yi gördü önce; kadın Barva'nın elini sarmayı bırakmış, muhtemelen herkesin içinde kuzenini azarladığı için kaşlarını çatmıştı. Opampe, onlara doğru önündeki çingeneleri azimle aşarak gelirken sanki iyi bir ev sahibi olamayıp misafirin çocuğunu azarlayan Oguz'a bakar gibi ona öfkeyle bakıyordu. Dina, Tena'yı teselli etmeyi bırakmış şaşkınlık ile gülme arasında gidip gelen yüzünün kaslarına hâkim olmaya çalışıyordu. Yanındaki Tena'ya ise sırf kadının güzel yüzündeki alaycı ifadeyi görmemek için bakmak bile istemiyordu.

Mgeri "Siz iyi bir hücre arkadaşı değil miydiniz?" diye sorduğunda, ikisi de hışımla genç adama döndüler.

"O zaman da böyle huysuzdu bu." dedi Moita bir nefeste.

Uli, Opampe gelmeden kendisini arabaya atmak için bandajı ve kremi Mgeri'nin eline tutuşturuverdi. "Bir tavsiye, elleri yerine bence ağzını bandajla." dedi ve ardına bakmadan kendi arabalarına doğru ilerledi. Opampe’den kaçış olmadığını bilse de en azında bütün o azarları Moita’nın önünde yemektense kaçmak en iyisiydi.

Mgeri, gülmesini saklamaya gerek duymadan kızın ardından bakarken "Çok değişmiş değil mi? İyi bir beslenme ile sağlığına kavuşsa bile güzel olmayacağını düşünüyordum o zamanlar ama gayet de hoş bir genç kız olmuş." dedi beğeni dolu bir sesle. O esnada, kumaşların hızla elinden çekilmesi ile genç adam bakışlarını Uli'den koparabildi.

Dadali, Moita'nın bir elini sert bir şekilde kavrarken söyleniyordu. "Tüm çingenelere rezil ettiniz bizi. Ben Barva için endişelenirken sen Moita, hiç kadın görmemiş bıyıksız veletler gibi, kızla didiştiğinin farkında mısın?" Genç kadın, elini kurtarmaya çalışan kuzeninin canının yanmasına aldırmadan hızla doladığı dar kumaşa sıkı bir düğüm attı. Adamın diğer elini aynı şiddetle yakalarken Mgeri'ye döndü bu sefer. "Seni de tebrik etmek lazım."

Mgeri ellerini havaya masumca kaldırırken "Ben ne yaptım şimdi?" diye sızlandı. "Aralarına girmeseydim nerdeyse birbirlerinin gözlerini oyacaklardı."

"Daha ne yapacaksın? Arkadaşına çanak tut ki daha beter olsun." diyen Dadali Moita'nın diğer elini de sıkıca düğümlediğinde koca kızıl adamdan acılı bir inleme duyuldu.

"Neyin çanağı?" diye soran Moita, genç kadına öldürecek gibi bakıyordu.

Dadali yerinden ve sinirinden taviz vermeden Mgeri'ye bakarak "Yok bu kadarını da beklemiyormuş, yok hoş bir genç kız olmuşmuş."  dedi alayla. "Sanki tüm Diyar'da çingenelerden başka kadın kalmadı."

Moita, kuzeni tarafından kendisine ve Mgeri'ye itham edilen suçlamalar karşısında sudan çıkmış balık gibi bir kaç kez ağzını açıp kapattı.

Mgeri, "Ama Uli çingene değil ki." dedi az önceki safça düşüncesini koruyarak.

"Kapa çeneni Mgeri!"

Dadali ve Moita aynı anda aynı sözleri sarf ederken yine uyumlu bir şekilde farklı yönlere dönüp uzaklaştıklarında arkalarından baka kalan Mgeri "Ne dedim ben şimdi?" diye çaresizce arkalarından seslendi. İkisinin de yeterince uzaklaştıklarından emin olsa da hain gülümsemesini saklamak için başını eğip eliyle ağzını örttü. O sırada omzuna dolanan kalın kolun bitimindeki sarılı elin sahibi ile göz göze geldi.

"Bu sefer sevgili ablamı kızdırmak için ne yaptın bakalım?" Barva bir Moita'ya bir Dadali'ye bakarken kaşları endişe ile çatılmıştı.

"Ablanın etrafımızdaki dişi sineğe bile tahammülü yok." dedi Mgeri ağır kolun altından kurtularak.

 İkili kafilenin önlerindeki atlarına doğru yürürken "Sorma günlerdir başımın etini yiyor." diyerek içini çeken Barva’nın iri omuzları üzerindeki yüzü bezginlikle düşmüştü.

Mgeri "Tena’nın abilerine yakalanmadığınız sürece bence sorun yok dostum." diyerek Barva'nın durumunun vahametini vurgularken arkadaşının omzuna desteklemek için bir kaç kez vurdu.

"Bence en kısa zamanda onu evlendirmek lazım." Barva ciddiyetle içini çekerken düşünceli bir şekilde ileriye diktiği gözlerini kısmıştı. "Böylelikle kocasının başının etini yemekten bizimle uğraşacak vakti kalmaz." Bulduğu çözümün dâhice olduğunu düşündüğü koca adamın dişlerini göstererek sırıtmasından kolayca anlaşılıyordu.

"Tam yerindeyiz. Bu kadar yakışıklı, güçlü erkeği başka nerede bulabiliriz ki?" diye alayla söylenen Mgeri, neden kendi sözlerine gülemediğini anlayamadı. "Fakat bunu ona teklif edecek kişi ben değilim, dostum. Çünkü kellemi omuzlarımın üstünde istiyorum."

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Berweuli
« Yanıtla #32 : 02 Ağustos 2017, 10:49:24 »
***

Arabaların yavaşlamasını fırsat bilen Mgeri, kendisini yukarı çekerek çingenelerin şifacısı Opampe’nin arabasına yerleştiğinde ufak bir çığlık arabanın sarsılmasına sebep olmuştu. Minta, önce şaşırsa da sonradan ziyaretçilerinin kim olduğunu anlayınca sevimli bir şekilde gülümserken kızın tepkisi ile yaslandığı yastıklardan başını kaldıran Uli, karşısında Mgeri'yi görünce kendini eski yerine bıraktı.

“Tüm gün at sırtında gezmekten yoruldum. Sevgili bayanlar, şurada azıcık nefeslenip kitabımı okumama izniniz olursa beni dünyanın en mutlu adamı edersiniz.” Mgeri bir saray adamına yakışır bir eda ile başını Minta’ya eğdi.

Küçük kızın kıkırdamasının artması Opampe’yi gülümsetirken ninesinin yanında oturan Oguz, omzunun üzerinden attığı yarım bakışı tamamlayarak tüm bedeni ile oturduğu sırada arabanın içine doğru döndü. “Tabii tabii geç otur, lütfen.”

“Saçın uzun diye fark edemedim delikanlı.” diyen Mgeri, durumun ciddiyetini geç de olsa idrak ederek hafifçe doğruldu.

Oguz’un bakışları Mgeri’nin omuzlarından aşağıda kalan her daim ensesinden topladığı uzun kahverengi saçlarında alayla dolaşırken dudağının bir ucu yukarı doğru kıvrılmıştı. “Sorun değil. Kız güzeli olduğumu söylerler.” dedi, oğlan alayla.Aynı anda Uli ve Opampe’den gülme ile öksürme arasında tuhaf sesler çıktığında da hiç bozuntuya vermedi.

Mgeri, ciddiyetle gülümserken “Çingenelerin arasında siyah bir kuğu gibi parladığına şüphem yok.” dedi kibar bir şekilde. Oguz'un aksine, at sırtındaki ağır yolculuğa rağmen genç adamın kıyafetleri,her daim temizliklerine dikkat eden çingenelerinkinden bile daha özenliydi; krem rengi gömleğinin üzerindeki toprak rengi yeleği siyah pantolonunun paçalarını içine soktuğu bakımlı çizmesi ile arabanın arkasından sarkıttığı bacaklarını üst üstte atmıştı. Yolculuğa çıktıklarından beri bıraktığı sakalının yüzündeki gölgesine rağmen hala yakışıklı görünen adam da aynı kendini beğenmiş ifade ile oğlana göz kırptı.

“Siz de kızıl arkadaşlarınız arasında aynı özel yere sahip olmalısınız.” Oguz, Opampe’nin yandan gönderdiği keskin bakışlara aldırmadan Mgeri’ye anlamlı bir şekilde gülümsedi.

Mgeri “Arte koyu saçları ile ibreyi benden yana kaydırsa da ben de fena sayılmam.” dedikten sonra, arabanın tentesini tutan geniş direğe sırtını rahatça dayadı. Genç adamın koltuğunun altına sıkıştırdığı kitabını özenle açması, Mgeri'nin arabadaki herkese sessizlik için bir uyarsıydı sanki. Oguz önüne dönerken Uli, genç adamı rahat bırakması için Minta’yı yanına çekti.

Yol bir süredir açık arazilerin arasından kıvrıla kıvrıla kuzey doğuya doğru gidiyordu. Bir önceki günün aksine güneş çayırlardaki otları ve çalılıkları kızdırırken kimi ferah kimi ağır, çeşitli kokuları da havaya salıyordu. Güneşin batıya meyletmesine rağmen arabanın tentesinin gölgesinde kalan Uli, geçen yaz çöl üzerinden kaçışlarını hatırlamadan edemedi. Sıcaklar arttığında ki önleri yazdı, yine aynı zayıflığa düşer miydi, bunu düşünmek bile istemiyordu. Mgeri, saatlerdir sanki dünyanın geri kalanını sayfaların ardından bırakmak ister gibi yüzüne kadar çektiği kitabın ardına gömülmüştü. Oguz Opampe’den aldığı yularları belirli aralıklarla atların sırtında şaklatırken tepelerinde dolanan bir karasineğin vızıltısında uyku ile uyanıklık arasında gözleri kapanan Uli, bir ara at sırtındaki Kızıl’ın, ardından Barva’nın, en son da Dadali’nin yanlarından geçtiğine yemin edebilirdi. Belki de çok sık görmediği rüyalarından bir parçaydılar.

“Ne okuyorsun?” diye soran Minta’nın yanından kalktığını Uli, hayal meyal fark etti.

“Biraz ondan biraz bundan.” dedi Mgeri, başını kitabından ayırmadan.

Minta cevabından emin genç adama uzanırken “Bakabilir miyim?” diye, hevesle sordu.

“Elbette.” Mgeri, kitabı küçük kıza verirken yaşlı şifacının ilgiyle kendilerine baktığını fark etti.

Minta, Mgeri’nin kaldığı sayfada parmaklarının izini sürerken kesik kesik sözleri Uli’nin kulağına ulaştı. Kızın kekelemeleri arasından “Kim… kimse… nin…” ve “bir a…gaç.” Hecelerini yakaladı.

“Okumayı bilmiyor musun?” Mgeri’nin sorusu kızın elindeki kitabın titremesine sebep olmuştu.

“Çok az. Annem kazadan önce öğretiyordu ama şimdi pek fırsatımız olmuyor.”

“İstersen sana öğretebilirim.” Mgeri kitabı kızın elinden aldı. “Ama önce sana biraz okuyayım ki ne kadar iyi bir okuyucu olduğumu ispat edeyim.”

Minta “Harika!” diye sevincini belli ederken yaslandığı Uli’nin karnına iyice yerleşmek için kıpırdandı.

Mgeri önce kurumuş boğazını öksürerek temizledi, sonra kaşlarından birini kaldırarak yüzüne haşin bir ifade getirdi ve okumaya başladı:

“Kimsenin uğramadığı, bir ağacın bile tutunamadığı bu ıssız yerde çok ama çok zengin bir adamın yaşadığı söylenirdi. Ne yazık ki kalbi de yaşadığı bu tepe kadar soğuktu. Yine de evinin bir odasına istiflediği altınların sıcaklığının söylentisi birçok kişinin iştahını kabartmaya yetiyordu. Gel gör ki bu kocakarı masalının ateşinin düştüğü yüreklerine söz geçiremeyen meteliksiz iki hırsız, kuzeydeki bu tepeyi aylar sonra bulmuşlar.

O gece ‘bekçim’ dediği rüzgârının sessizliğine uyanan ev sahibi, perdesini araladığında bahçesindeki rüzgârgülünün ilk defa kıpırdamadığını görmüş. Dört mevsim hiç esmekten vazgeçmeyen esintiyi uysallaştıran her ne ise yüreğine endişe düşmüş bir kere. Hazinesinin yerinde olmadığından şüphe etmese de bir defa daha görmeden uyuyamayacağını bildiğinden boynundaki altın zincire asılı anahtarı telaşla çıkarmış. Kapıyı aralamış ve ne görsün… altınları hala yerli yerindeymiş. Gülümseyerek tekrar uykusuna döneceği sırada, kendileri için kilidi açmasını bekleyen hırsızlar adamı odaya itip kapıyı üzerine kapamışlar.

Hazineyle birlikte ev sahibini odaya kilitlediklerinden emin bir şekilde adamın yemeğinden yiyip, şarabından işmişler ve yatağında uyumuşlar. Sabah olduğunda, rüzgâr ara verdiği görevine kaldığı yerden tüm şiddeti ile devam ediyormuş fakat odayı açtıklarında ne adamı bulabilmişler, ne de göz ucuyla gece gördükleri altınlardan bir dirhem… Adam koca bir oda dolusu altınla birlikte, kilitli odadan buhar olup uçmuş…”



Uli, adamın sesi yükselip alçalırken uykusu dağılmış ve kendisini Mgeri’yi dinlerken bulmuştu.

Okumanın bittiğini göstermek için kitabı kapatan genç adam, kitabı tekrar küçük kızın kucağına bıraktı. "Geri kalanını da sana bırakıyorum." Minta hevesle kaldığı yeri bulmaya çalışırken Mgeri “Yarın bu saatlerde Mekotoni sınırından girmiş oluruz.” dedi Opampe’ye.

Yaşlı kadın “Yollar daha düzgündür, umarım.” dedi, medeniyete yaklaşmış olmayı umarak.

“Oraya varmamız takriben bir hafta sürer ama Kadim Köprü’ye kadar yollar bundan daha iyi olmayacaktır.” diye açıkladı Mgeri.

“Peki, siz ne zaman ayrılacaksınız?” diye sordu Uli dayanamayarak. Civane'den ayrıldıklarından beri Moita'nın arkadaşlarıyla birlikte veda edecekleri anı merak edip durmuştu fakat şimdi Mgeri Mekotoni’ye girmekten ve birlikte yolculuk etmekten bahsediyordu.

“Neden ayrılalım ki?” Mgeri şaşkınlıkla bir Uli’ye bir Opampe’ye baktı.

Sanki bu her şeyi açıklıyormuş gibi “Krallıkta aranıyorsunuz.” dedi Uli.

“Bu sakalları boşuna uzatmıyorum.” Mgeri hala orada olup olmadıklarından emin olmak için çenesini yoklarken gülümsedi.

“Neden?” diye Uli ısrar etti.

“Elbette tanınmamak için.”

“Neden böyle bir riski göze alıyorsunuz?” Uli adamın anlamamazlıktan gelmesinden dolayı sesinin sert çıkmasına engel olamamıştı. “Orada Diyar’daki herhangi bir yerden daha fazla tehlikedesiniz.” Uli onlar için hissettiği endişesini dile getirirken arabanın Mgeri’den arta kalan açıklığında gözleri Kızıl birilerini aradı.

“Tam da dediğin gibi. Bizi en son arayacakları yer dizlerinin dibi.”

“Bizi kullanacaksınız yani.” Oguz sevimsiz bir ifade ile adamı süzüyordu.

“Ben olsam öyle demezdim.” Opampe, torunun sözlerini açıklamak ihtiyacı ile lafa girmişti. “Krallığın başkenti yerine Mekotoni’ye gitmek bize hiçbir şey kaybettirmez. Nerdeyse o kızıl şehirde gösteri yapmayalı altı sene oldu. Eminim, bizi özlemişlerdir.”

“Bir de bir sirkte bizi aramak kimsenin aklına gelmez.” diye ekledi Mgeri sırıtarak. "Bu elbette ki Moita'nın fikri.

Arabaya düşen sessizlik arasında Minta'nın yarım yamalak mırıldanmaları duyuldu bir süre.

Sonunda ilginç fikirlerini söylemekten geri duramayan Oguz, “Seni anne tarafımdan ikinci kuzenim olarak tanıtırız. Uli birinci kuzen, kusura bakmazsın artık.” diyerek tüm ihtişamlı huzuru bozdu.

Mgeri, sadece oğlanı başıyla selamladı.

“Ama… Diğerleri aramızda kabak gibi belli olacaktır.” Oguz kabak benzetmesi ile kızıl kafalarının uyumuna gülümsedi. “Zamanında Pulera’ya da önermiştim ama pek beğenilmemişti.”

Uli oğlanın ne önereceğini anlamasına rağmen Mgeri’nin yüzünde o dehşeti oluşturma şerefini Oguz’a bıraktı.

“Kahverengiyi sarıya boyamak zor mudur?” Oguz, masumca Opampe’ye gülümsedi.

Opampe “Zor ama imkânsız değil.” derken Mgeri’ye kuşku ile baktı.

“Barva’nın kısa saçları kolay da Dadali’nin uzun saçlarını sarıya dönüştürmek için ne kadar kök lazım?” Oguz ince hesapların peşinde ninesine sırıtırken baldırına yediği bir darbe ile kahkahasını koyuverdi.

Uli “İşin gücün dalga geçmek Oguz.” diye azarladı oğlanı.

“Lütfen iyi fikir aslında.” Mgeri Barva’yı sarışın hayal ederken Oguz’unkine denk bir kahkaha attı. “Güzel öneriler için teşekkürler gençler.” dedi arabadan inmeye hazırlanırken. Sonra Opampe’yi fark ederek ekledi. “Daima genç kalacaklar. Kitap sen de kalsın Minta, yarın alırım."

Mgeri, arabanın yanında kaybolurken Oguz arkaya, kızlara döndü tekrar. “O Kızıl Moita’yı sararmış görmek için sabırsızlanıyorum.” diye arzusunu keyifle dillendirdi.

Minta, içini çekerken mırıldandı. “Büyünce onunla evleneceğim.”

“Kiminle? Moita ile mi?” Oguz, şaşkınlıkla atları unutarak kafasını arkaya çevirdi.

“Hayır aptal. Mgeri ile.” Minta, kitabını oğlana doğru kaldırarak gösterdi.

Oguz, önüne dönmeden öfkeyle söylendi. “Ölümü çiğnemen lazım.”

“Yaaa! Opa?” Minta isyanla tek ayağını arabanın zeminine geçirdi.

“Ben çiğnerim kızım sen merak etme.” diyen Opampe tartışamaya son noktayı koydu.

Normalde kahkahalarla izleyeceği bu minik münakaşayı fark edemeyen Uli, Moita'nın tam bir deli olduğunu düşünürken onlar için endişelenmeden yapamıyordu. Kızıl'ın Krallığa ihanetten arandığını öğrendiğinde Durwa'ya söylediği sözler aklında dolanıp duruyordu. 'Zaten ölü bir adamı mı iyileştirdim ben şimdi?'