Gunslingers, güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Cadı'da bir kaç güzel yorum almıştım ama burada ses çıkmayınca acaba bu kurguda bir şeyleri yanlış mı yapıyorum hissine kapılmadım değil ama yorumunuz dediğiniz gibi teşvikten öte mutlu etti Hem teşekkür edip hem de yanıtı bölümsüz bırakamamak istedim. Keyifli okumalar
***
“Peşimizdeler.” Dadali’nin uyaran sesi, tüm başların geriye dönmesine sebep oldu.
Uli, kadını duymasına rağmen geriye bakacak gücü kendinde bulamadı. Güneş çok yakıcıydı, hava çok kuru, idareli tükettikleri su ise sürekli kuruyan dudaklarını bile ıslatmaya yetmiyordu. Uli, hayatı boyunca böyle bir eziyete maruz kalmamıştı. Hâlbuki hapishaneye kapatıldığında bile daha zor durumlarla baş edebilmişti. Eski gücü yerinde olsaydı bu sıcak onu bu kadar etkiler miydi, bilmiyordu. Üstelik bir süredir diğerlerinin arkasında oturamayacak kadar da bitkindi. Şuanda Moita’nın önünde, adamın tek kolu ile kendisini desteklemesiyle eyerde düşmeden durabiliyordu. İşte Rebu onlara yetişmişti, o anda zihninde bu cümle neşeyle yankılandı. Zaten kaçmayı da o istememişti ki. Bu diğerlerine ihanet gibi hissettirse de bir süredir yakalanmayı diliyordu.
Moita, kucağındaki Uli’nin dualarından habersiz, geride bıraktıkları kızıl çölün değişmeyen manzarasını taradı. Ağzını ve burnunu tozdan korumak için sardığı kumaşın kıvrımları arasından görünen bir çift mavi göz, kaygı ile kısıldı. Yer yer kızıl kayaların yükseldiği eğimsiz arazide ne bir toz bulutu ne de bir hareket fark edebildi. Dadali’nin işareti ile bakışlarını yerden yükselen sıcak dalgaların bulanıklığından bulutsuz mavi gökyüzüne çevirdiğinde belli belirsiz bir noktanın bir eksen etrafında döndüğünü gördü.
Dadali’nin atmacası Toli’den başkası değildi. Sahibine yerlerini bildirmek için yaptığı gibi işaret etmek istediği yerin üstünde bir daire çiziyordu. Sessizce ama altındakilerin varlığını sadece başlarını kaldırarak fark edebilecekleri şekilde yüksekten uçuyordu.
Moita, öfkeyle yakıcı havayı kumaş kıvrımları arasından solurken Dadali ve Barva ile bakıştılar. Onların da kaşları endişeyle çatılıydı. Tüm öngörülerinde yanılmıştı. Üç Göz’ün bu kadar ısrarcı olabileceğini hesaba katmamıştı. Rebu, hayatını bir çölde tehlikeye atacak kadar gözünü karartabildiğine göre, Soysuz’un ona ne kadar altın vaat ettiğini merak etmemek elinde değildi.
O esnada göğsüne düşen bir ağırlıkla başını eğdi. Uli yeniden kendinden geçmişti. Bu adamlar onları yakalayamasa bile, tıpkı yaşlı gardiyanı daha önceden uyardığı gibi, yol Uli’nin canına okuyacaktı. Onu yanlarına katan Durwa’ya içinden söylenirken diğerlerini harekete geçirmek için atını mahmuzladı.
Dört gündür çok kısa molalarla kuzey yönünde ilerlemişlerdi ama beklentilerinin aksine çöl tükenmek bilmiyordu. Atlarıyla da paylaştıkları suları ancak onları bir gün daha ayakta tutabilirdi. Onlar da kendileri gibi zor koşullara idmanlı güçlü hayvanlardı ama bahtlarına Alizarin Çöl’ü düşmüştü. Eğer bu gece bir su kaynağına ulaşıp biraz dinlenemezlerse, devam etmekte oldukça zorlanacaklardı. Arkalarındakilerin, ödül avcıları olmadıklarını, öyle olsa bile, daha görüş mesafesine ulaşamadıklarını düşünmekten başka umutları yoktu.
Bunu bilen Moita, Toli’nin uyarısından sonra, tepelerinde beyinlerini kaynatan güneş ikindiye dönene kadar adamlarını durmaksızın ilerletti. Önlerinde seyrek bir bitki örtüsü belirmeye başladığında, diğerlerine belli etmediği yollarını kaybettiklerine dair endişeyi sırtından atabildi. Yapraksız uzun dikenlere sahip, şekilsiz çalılar sonunda bir su kaynağına yakın olduklarına işaretti. Kısa bir süredir hızını düşürmüş olan gruba öncülük eden Guroni, araştırdığı yönde, temiz su sağlayabilecekleri bir kuyu olduğunu haber verdiğinde Moita rahat bir nefes alabildi.
Sıcağa rağmen, gece yönlerini kaybetme korkusu ile şu ana kadar gündüz yolculuk etmişlerdi. Artık devam edecek halleri kalmadığından, peşlerindekiler cehennem zebanileri bile olsa hiç kimsenin iyice dinlenene kadar yerinden kıpırdamaya halinin olmadığını bilen Moita, kuyunun yanına geldiklerinde erken mola verilmesini söyledi. Bir süredir bilmediği bir dilde sayıklayan Uli kucağındayken atından yavaşça kaydı. Onu kuyunun yakınlarında yere dikkatle yatırdıktan sonra matarasında kalan son suyu kızın kurumuş dudaklarına değdirdi. Uli uyanmayınca “Hadi Uli… içmelisin.” diyerek ısrar etti.
Gözlerini aralayan Uli, sudan bir yudum aldıktan sonra üzerine doğru eğilen bir çift mavi göze odaklandı. “Esvara?” Gülümseyerek Moita’ya bakıyordu ama onu görüyor gibi değildi. Gözleri başka yerlerde dolanırcasına cam gibiydi.
“Esvara mı?” Yanlarına çöken Mgeri son anda duyduğu kelimeyi tekrarladı.
“Hayal görüyor.” Moita, bir yudum daha içmesi için matarayı tekrar yaklaştırırken “Benim Esvara.” diyerek Uli’yi yatıştırmaya çalıştı. İkinci yudumu içemeden tekrar daldığında Moita, boynuna inmiş kumaşı çözüp çocuğun başının altına koydu.
Güneşin batması ile düşen ısı, bedenleri ani bir ivme ile soğuturken Moita adamlarının ancak gece yarısına kadar dinlenmelerine izin verdi. Yola ay ışığında devam edeceklerdi. Boşalan mataralar ve kaplar dolduruldu, atların ihtiyaçları olabildiğince giderildi. Dinlenmiş bedenlerle birlikte moraller biraz daha yükselmişti. Moita için artık peşlerindekilerin de aynı zor şartlarla baş etmeye çalıştıklarını bilmek yeterli değildi. Çölde yalnız olmadıklarını anlamak, iyimserliğinin pek de işe yaramadığını açıkça kanıtlamıştı. Tekrar yola çıkmak için ayaklandıklarında, eşyalarını atına yerleştiren Barva’ya seslendi. “Kuyuyu doldurun!”
Bir anda ani bir sessizlik aralarına düşmüştü. Barva, tüm şaşkınlığına rağmen Moita’nın sözünü tekrarlattırmadan Arte ve Guroni’yi de yanına alarak kuyunun başına gitti. Çevredeki kızıl kayaların çokluğu işlerini kısa sürede bitirmelerini sağlayacaktı. Suya düşen taşların çıkardığı gürültü bir süre sonra duyulan tek ses oldu.
“Uzun süre karşılaşabilecekleri tek kuyuyu kapatırsak, çölden sağ çıkamayabilirler, farkında mısın?” diyen Mgeri, Moita’nın yanına gelirken oldukça gergindi.
“Farkındayım.”
“Ya Rebu’nun adamları değillerse. Bizimle hiç alakası olmayan insanların hayatları ile oynuyor olabiliriz.”
Moita atının boynundaki kayışları kontrol ederken Mgeri’ye bakmadan cevap verdi. “Uzun süredir çölde gördüğümüz tek hareket onlar. Ardımızda hiç kimse yokken, bu mesafeyi bu hızla kapatan Rebu’dan başkası olamaz.”
“Ya değillerse?” diye Mgeri ısrar etti.
“Öyle ya da değil, bu riski göze alıyorum.” diyen Moita, kaşlarını çatmış olan Mgeri’ye döndü. “Arkamızdakilerin biraz akılları varsa bizim peşimizden gelmek yerine doğuya dönerler. Sadece bir günlük mesafede birkaç kuyu daha var. Oraya kadar idare edebilirler. Bu çölü geçmeye cüret eden birinin en azından bu kadarını bilmesi gerekir. Onlar kuyu bulmakla oyalanırken biz de çölden çıkmak için yeteri kadar zaman kazanmış oluruz.” Moita, Mgeri’nin itirazlarındaki haklılığını kabul etse de bu kararı almak zorunda olan kişi, kendisi olduğu için arkadaşını şanslı saydı. En azından bunun yükünü o taşımayacaktı.
İlgilenmesi için Uli’nin başına gönderdiği Dadali, şimdi yanlarındaydı. Mgeri’nin Moita’nın emirlerine karşı çıktığını duyduğu belli, kadının kaşları yine çatılmıştı. Uli’nin kendine geldiğini söyleyecek kadar yanlarında oyalandıktan sonra soğuk bir bakışla Mgeri’yi süzdükten sonra ayrıldı.
Mgeri, Moita’nın annesiymiş gibi davranan kadının korumacı tavırlarına alışkın olduğundan aldırmadı. “Umarım haklısındır.” diye söylendi kendi atı ve eşyaları ile ilgilenmek için ayrılırken. Kuyuya tek bir taş bile atmaya niyeti yoktu.
Moita, Mgeri’nin uzaklaşmasının ardından Uli’nin uzandığı yere gelip çömeldi, sıcak eliyle kızın alnına dokunurken endişeyle sordu. “Beni iyileştirmek için yaptığın şey, her neyse, neden onu kullanmıyorsun?”
Uli göz kapaklarını aralamaya üşendi, alnındaki sıcak temastan kurtulmak istese de kıpırdayamadı. “Yapamam… Gücüm yok.” Moita’nın iyileştirme gücünü biliyor olmasını fark etmedi bile. Derin bir nefes aldı. “Beni bırakacak mısın?” Kızıl’ın yüzünü görebilmek için şimdi kahverengi gözlerini kocaman açmıştı. Özgürlüğe bu kadar yaklaşmışken geriye dönmek istemiyordu. Nasıl yakalanmayı dileyebilmişti? Şimdi de adamdan bunun aksini duymak için can atıyordu.
“Bunu yapacaksam eğer seni şimdi burada bırakmam akıllıca olur. Böylelikle Rebu seni bulur ve hapishaneye geri götürür. Fakat ne yaparsın ki Durwa seni bıraktığım için cehenneme gitsem bile beni bulur ve derimi yüzer. Açıkçası o ihtiyar, darağacından çok daha korkutucu.”
Moita sözlerinin karşılığında Uli’den hafif, titrek bir gülümseme aldı. “Yakalanırsan gerçekten asılacak mısın?”
“Yakalayabilirlerse…” dedi Moita, Uli’nin doğrulmasına yardım ederken, böyle bir ihtimale inanmadığı sesinden anlaşılıyordu. “Oldukça uzun süredir kaçıyoruz. Bu sefer de ipe gitmeye hiç niyetim yok.”
“Üç yıldır, değil mi?”
“Yoksa Durwa hikâyemizi çoktan anlattı mı?” Moita, oldukça eğleniyor, ihtiyarın daha ne kadarını bildiğini merak ediyordu. Uli’nin su içmesi için matarayı yaklaştırdı.
İki yudum arasında “Çok kısa tuttu.” dedi Uli aceleyle. Sanki Durwa’nın ağzı sıkılığından memnun değildi.
“Uzun bir hikâye olduğunu mu düşünüyorsun?” dedi Moita. Çocuğun hikâyesini en az onun kadar merak ettiğini hissetti. O esnada Barva yanlarına gelerek her şeyin hazır olduğunu söyledi. Moita, Uli’nin hafif bedenini rahatlıkla yerden kaldırırken kulağına fısıldadı. “Belki bir gün anlatırım.”
Kuyunun yanında verdikleri moladan itibaren takip edildiklerine dair bir hareket yoktu. Fakat bir süredir Moita’yı asıl endişelendiren yakalanmaktan ziyade Uli’nin yüksek ateşiydi. Sudan başka bir şey içmeyi ya da yemeyi reddeden Uli, bilinçsiz bir şekilde uyuyor ve bir türlü iyileşmeye yanaşmıyordu. Bu durumda Barva’nın şifa bilgisi ve bitki kesesi de çaresiz kalmıştı. Çocuğun rahat bir yatakta, bakıma, serin bir ortama, direncini arttıracak şekilde beslenmeye ihtiyacı varken, toz ciğerlerine doluyor, boğazı kısıtlı su ile ıslanıyor ve kemiklerini birbirine geçirecek bir tempoda at sırtında yapılan bu yolculukla başa çıkmaya çalışıyordu.
Çölden çıkalı sadece iki gün olmuştu. Kuzey doğudan, dağlardan gelen çayın yanında dinleniyorlardı. Yazın son günleriydi, cılız su ancak ayaklarını ıslatacak kadar, neşesiz bir şekilde akıyordu. Öğleni bodur ağaçların gölgesinin altında dinlenerek geçirirken çevreyi incelemek için ayrılan Dadali dönmüş, Guroni ise hala ortalarda yoktu.
Uli’yi bedenini kavuran ateşi ile baş başa, bir ağacın gölgesinde bırakan Moita ve diğerleri, bulduklarını ve gördüklerini anlatan Dadali’nin etrafına toplanmışlardı.
“Kanyon Mezarlığı’ndan çıktığımız tepeye kadar tırmandım. Gözle görülebilecek kadar yakın mesafede hiç bir hareket yok fakat her ihtimale karşı Toli’yi daha güneye gönderdim. Aslında kapalı kuyuya kadar yaklaşması niyetinde değildim.” Dadali kuyunun kapalı olmasının sorumlusu değillermiş gibi konuşurken Mgeri’nin teki kaşı alayla kalkmış, dudağının kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. Bunu fark eden Dadali sözünü yarıda keserken adamın alaycı yüzünü taklit etti. “Önceden bu yufka yürekliliğini, Moita’nın mali hesaplarının arasında sıkışıp kalmana bağlardım, Mgeri. Eline kılıç aldığında yüreğinin biraz da olsa katılaşacağını düşünmüştüm ama geçen bunca zamana bakıyorum da değişen hiç bir şey yok.”
“Her ne kadar bunu sen söylüyor olsan da değişmediğimi duyduğuma mutlu oldum, Dadali.” Mgeri, kadının çıkışını sakinliğini koruyarak bastırmaya çalıştı.
“Ama ben değiştim. Zamanında bize kimse acımadı şimdi de durmuş, kaybettiklerimizin yanında bir kuyunun hesabını yapmayacağım.”
“Kaybettiklerimizi unutmuyorum ama…”
Dadali’nin sesi acıyla keskinleşti. “Ben geleceğimi kaybettim ya sen Mgeri?”
Mgeri, kadının gözlerindeki acıyı görmeye daha fazla dayanamayacağını hissederek cevap vermeden başını çevirdi.
Barva o ana kadar ablası ve Mgeri arasında geçen tartışmaya müdahil olmak istememişti fakat her iki tarafında kendilerini eski üzüntülere kaptırmak üzere olduklarını hissediyordu. “Hadi ama… geçmişi deşmenin zamanı değil. Rebu’nun arkasından güldüğümüzde istediğiniz kadar birbirinize girersiniz.”
Dalgın bir şekilde sessizce oturan Moita, “Devam et, Dadali.” diyerek araya girdi.
Genç kadın, Mgeri’ye bakmadan tekrar anlatmaya başladı fakat sesinde az önceki güçten eser yoktu. “Planladığın gibi yollarını değiştireceklerini düşünüyordum fakat Toli benim bulunduğum yüksekliğin çok aşağısında bir harekete rastladı.”
Kızıl kahve sakallarının bir gölge gibi kapladığı yüzünü buruşturan Barva homurdandı. “Bu Rebu ahmağı kendini öldürmeyi kafasına koymuş.”
“İnatçı bir adam, hapishaneye kadar onunla çok kısa bir yolculuk yaptım ama kolay pes eden bir tip olmadığı adamlarını yönlendirişinden belli. Acımasız da. Hafife almayın.” Dadali’ye döndü. “O olup olmadığına dair bir kanıta hayır demezdim, Dadali.” Moita’nın mavi gözleri kadının üzerinde beklentiyle birkaç saniye dolaştı.
Dadali kucağındaki kumaşın kıvrımlarını hızla araladı ve eline aldığı oku Moita’ya fırlattı. “Toli bir hatıra alarak, aralarından sıyrılmayı başardı.” Atmacasının becerileri ile her zaman övünen kadın az önce olanları unutmuş gibi kuzenine keyifle gülümsedi.
Moita yakaladığı oku incelemek için göz hizasına doğru kaldırdı. Alelade bir gövdenin ucuna yerleştirilmiş kırmızı, üç yönlü tüyler ile sıradan bir metal uçtan oluşan okun onu böğründen yaralayan oka benzeyip benzemediğinden emin olamadı, yarasından oku çıkaran Uli’ye göstermeden de olamayacaktı. Oku kadına geri verdi. “Bu sende kalsın… Uli kendine geldiğinde doğrulatırız. Planda değişikliğe gerek yok. Bu adamlar kuzeyi bizim kadar iyi tanıyamazlar bu avantajımızı kullanarak yapabildiğimiz kadar kısa sürede Nzeli topraklarından çıkacağız…”
O esnada bir atın aceleci ayak sesleri ve birisinin yere hızla atlayan adımları ile başlarını geriye döndürdüler. Guroni, terden ıslanmış ve kızarmış yüzü ile Dadali’nin yanına hızla çöktü. Oturur oturmaz eline tutuşturulan, çayın soğuk suyu ile dolu maşrapayı arada yudumlayarak alelacele anlatmaya başladı. “Önümüz temiz. Yerleşim yerlerinden çok uzak değiliz ama sadece kuzey batıya doğru inen vadide, bir saatlik mesafemizde güney batıya yönelmiş bir konvoy var. Tüccar değiller. At arabaları için seçtikleri kumaşların rengi onlarca mil öteden fark edilebilecek cinsten. Çingeneler olduklarına eminim.”
“Uzun Livan’ın çingeneleri olabilirler mi? Onları unutmuştum. Aslında güneye göçmek için tam zamanları…” Moita’nın dudaklarında hafif bir gülümseme peyda oldu. Livan, lakabı gibi, Barva ve kendisine bile boyun ağrıttıracak kadar uzundu, bir o kadar da ince…
“Benim de aklıma ilk onlar geldi. Emin olmak için biraz yaklaşmayı göze aldım. Gecikmemin sebebi de bu. At arabalarının haricinde yanlarında hayvan kafesleri de var…”
“Vahşi hayvanları ehlileştiren tek çingene kabilesi Livan ve ailesidir. Onlardan başkası olamaz.” dedi Moita düşünceli bir şekilde sakalını kaşıyarak.
“Onların bu kadar yakınlarında olup da yanlarından geçip gitmek yazık olacak.” diye hayıflandı Barva. Kısa bir an durduktan sonra düşünceli bir şekilde Moita’ya baktı. “Aslında Uli’yi bırakabileceğimiz onlardan daha güvenilir kişiler bulamayız.”
“Kesinlikle olmaz.” diyen Moita öfkeyle soludu.
“Şifacı değilim ama bu şekilde giderse Yuzini’ye varmadan onu kaybedeceğiz. Bunu anlayabilecek kadar ölüm gördüm…” dedi Barva, ısrarla.
“İkisine de söz verdim. Ne olursa olsun…”
“Eminim Durwa da onun ölmesini istemez. Barva kırk yılda bir, doğru bir laf eder. Bu da onlardan birisi.” Mgeri uzun süredir koruduğu sessizliğini aniden bozmuştu.
Dadali de Moita gibi Mgeri’ye şaşkınlıkla baktı. Moita kadar olmasa da Mgeri başından beri Uli için endişelenmiş ve sık sık onunla ilgilenmişti. Moita, adamın söylediklerinde ciddi olduğunu kavrayınca Dadali’ye döndü. “Sen ne düşünüyorsun?”
“Uli için en iyisi bu. Bizim için de tabi ki.” Dadali, Moita’nın kararan yüzünü gördüğünde kuzeninin, hoşuna gitmese de bu fikri kabul ettiğini anladı.