"Yavru barsı küçük görme, gün gelir jolbars olup babasının intikamını almaya ant içer" ***** 
Bir hışımla otağına girdi koca Talas. Ona ağlamaklı gözlerle bakan Çığırdı Hatun, daha bir 
yaşındaki bebeği Mete'nin vücudunun ateş gibi yanıp kavrulmasını çaresizce seyrediyordu. 
İçeri giren beye kayıtsız kalmak olmazdı. Hekim bile yapamadı. Göz ucuyla baktı Kugarya 
Han'ına. Çekine çekine söylendi. 
"Zehirlenmiş beyim. Hali vaziyeti onu gösterir." 
Kaşlarını çattı, sert yüz hatları iyice belirdi. Çaresizlik onun mizacının bir parçası değildi. Ama 
uzun yıllar beklemeden sonra kavuştuğu oğlu, varisi Mete, o ufacık bedeniyle ölümle 
pençeleşiyordu. Ne ağalık ne beylik yapacak yerdi. Koca hanlığa baş olsa ne yazardı ki, varisi 
çocuk yaşta öldükten, öldürüldükten sonra. Kırk yaşına gelmişti koca Talas. Kocamıştı artık. 
Ama ölmemişti. Elden ayaktan düşmemişti. Düşman onu zayıf bellemişti. 
Talas ancak mezarda zayıf düşerdi, daha evvel değil.  
"Ne dersin hekim? Ne yapmamız gerekir?" 
"Beyim, benim boyumu aşar. Bildiğim bütün belirtilerin dışında bu zehrin etkisi." 
Talas ağzını açtı, hekim o bağırmış gibi irkildi. Lâkin o sadece fısıldadı. "Salçı Bilge." 
Salçı Bilge kara hekim namıyla bilinirdi. İnsan ve diğer birçok ırkın leşlerini keserek edindiği 
bilgiler, onu birçoklarının gözünde karanlık hekim olarak gösteriyordu. Talas ile muhabbeti 
boldu. Şu koca hanlıkta en saygı duyduğu birkaç kişiden biriydi. 
Varsın olsun kadavralarla 
uğraşsın demişti Talas, 
bunu kara büyü, okültçülük için değil, ilim adına yapamaz mı?  Talas'la hemfikir olmayan düşmanları birçok kez Salçı Bilge'nin kellesini istemişti. Ama onun 
sağlığında böyle bir şeyin olmayacağı biliniyordu. Ortada iyi planlanmış bir oyun vardı zira. 
Talas'ın oğlu zehirlenecek, o Salçı'ya muhtaç kalacak, düşmanlarına yeni bir bahane doğacaktı. 
Düşman dışarıdan gelse aman demezdi Talas. İster çitay, ister gals olsun. Ama aynı 
kanı taşıdığı kugaryalılar bu şekilde karşısında durunca, yüzyıllık törelerde olmayan 
yılanlıklara başvurunca... İşte o zaman Talas üzülürdü. O yıllardır bütün boyları, budunları bir 
arada tutmak için uğraşadursun, eskiden en yakınlarından olan Gökçek düşmanıyla işbirliği 
yapıp sırtından onu vursun. Böyle kadere boyun eğmez ancak üzerine giderdi Bars Budun'dan 
Çakır'ın oğlu Talas. 
Otağın içindeki durgunluğu dışarı adım atınca birdenbire kayboldu. Bir hışımla Baka'yı 
çağırttı. En yakını, yaveri, yareni, sakisi Baka. Kan bağları üçüncü göbek akrabalıktan ibaret olsa da can 
bağları karındaşlıktan öteydi. En zorlu anlarında o vardı yanında. Kong-bai'nin peşinden 
giderken, kuzeylilerin saldırılarına göğüs gererken yan yanaydılar. O an yanında olması 
gereken ilk kişi oydu; Baka. 
"Beyim, beyim..." diye bağırdı muhafız. "Han seni çağırır." 
Tekrarladı sözleri, duymadığını farz ettiği Baka'ya.  
Şimşekleri başına vurdu bahadırın. "Ne bağırırsın be hey oğlan? Babasını kaybetmiş tay gibi," 
üstünü başını toparladı, odasından çıktı. "Ne var söyle şimdi?" 
"Talas Han, seni çağırır. Hayat memat dedi. Tez gelsin dedi." 
"İyi tamam," diyerek kışkışladı muhafızı. Bilirdi Talas boşuna hayat memat dedirtmez. 
Telaşlandı koca kurt. Oyalanmadı, atladı atına ve sürdü Talas'ın yanına. Kızıltepe'nin içindeydi 
ikisi de. Birisi şehrin bir yanında öteki öbür yanında.  
"Neredesin Baka? Erken mi yaşlandın?" 
"Kovuç hele. Ne bu celal beyim," diyerek atından atladı Baka. "Hayırdır, telaşlandırdın beni. 
Nedir bu kadar önemli olan?" 
"Mete," diye fısıldadı. "Zehirlenmiş." 
"Nasıl olur? Daha el kadar sübyan. Kim yapar, hangi namert oğlu namert..." 
"Etrafta namertten bol ne var Baka?" dedi gözlerinde öfkeyle, dişlerini gıcırdatarak. "Ama 
tahminim çitayların işidir. Aklıma başka bir şey de gelmez." 
 "Doğru dersin. O yılanlar yapmıştır," bir an düşündü. "Ramalbet olmasın? Son görüşmeniz 
pek iyi geçmemişti." 
"Yok," diye kafasını yukarı kaldırdı. "Makalakiler zehir kullanmaz. Onlar yılanlık bilmez. 
Ramalbet mert adamdır, elini çocuk kanına bulamaz." 
"Gören de hasmın değil dostun sanacak." 
"Onun gibi hasım Gökçek gibi dosttan evladır." 
"Gökçek itinin parmağı mı var diyorsun?" 
"Başka seçenek var mı? Ortalarda yok. Yakınıma, otağıma girebilecek kadar beni, zaafımı 
bilen başka kim var?" 
"Neyse, kimin yaptığı önemli değil. Yiğidimizi nasıl kurtarırız ona bakalım." 
"Salçı Bilge'yi bulmam lazım Baka, başka yolu yok." 
"Öyle de, Salçı Uruk'ta. Ona yetişene kadar çocuk zayi olmasın." 
"Tek gidecem Baka, tek sürecem Buruul'u. Rüzgardan hızlı gidip yıldırım gibi döneceğim." 
"Talas, bu iş böyle durup dururken olacak iş değil. İçinde bir bit yeniği olmalı. Ya hedef 
sensen? Ya seni çekmek için böyle yapıyorlarsa? Ya Uruk'a giderken pusu kurup hem seni 
hem Mete'yi öldüreceklerse?" 
Talas bu fikri reddetmek istedi ama yapamadı. Kafasını kaşıdı. Aklına girdi bir kere, rahat 
edemezdi. Dediği doğruydu Baka'nın. Ya ona pusu kurmak için böyle yaptılarsa? Hadi kendi 
ölse sorun değildi ama Mete Kugarya'nın geleceğiydi. Onu riske atamazdı. Yüce Han 
düşüncelerinden sıyrılıp kendini toparladı. O sırada "Bırak ben götüreyim," dedi Baka. 
"Vuracaklarsa beni vursunlar. Buruul senden benden akıllıdır. Saklarım Mete'yi sıkıca 
bağlarım eğere, sertçe vururum kıçına Uruk'a gider. Kendi bulur Salçı'yı." 
"Dediğini aklın alıyor mu Baka?" 
"Senin dediğinden daha çok alıyor. Öldürecekler seni beyim, yapma gözünü sevem. Pusu bu. 
İstersen tanrı Adapa ol, namussuzun pususundan kurtulamazsın. Dediklerin doğruysa hain 
tam içimizde. Seni bulurlar. Ben gidersem dikkat çekmez. Kimseye söylemeden çıkarım. Öyle 
bir sürerim ki yağız atımı, bir güne oradayım." 
"O sürate, o hıza bir gün dayanır mı ki Metem? Ölümle pençeleşiyor zaten." 
"Korkma Talas'ım. Barsın oğlu bars olur. Hem sen gitsen de aynı şey değil mi. Sen sanki 
benden hızlı mı götüreceksin, peheey!" 
Elini sağlam bir şekilde omzuna attı. "Baka," dedi vakarla.  "Sen benim karındaşımsın, 
sakimsin. Babamdan çok sana güvenirim bilirsin." 
Kafasını eğdi onaylarcasına. 
"Senden son bir ricam var. Oğluma iyi bak. Onu Uruk'a götüreceksin. Salçı'yı bulup tedavi 
ettireceksin. Buna inanıyorum. Ama bana bir şey olursa bundan sonra o sana emanet. Gözün 
gibi bakacaksın, zamanı geldiğinde babasının bitiremediğini ona tamamlatacaksın. Kugarya'ya 
sadık bir han yetiştireceksin." 
"Aklında ne var," dedi sessizce. "Niye böyle konuşursun?" 
"Gidip bu işi bitireceğim. Çitay Hanlığına gidip Kong-bai'yi öldüreceğim, ve muhtemelen 
yanına sığınmış olan Gökçek itini. Yoksa bu iş çok uzayacak." 
"Delilik bu. Öldürürler seni. Tek başına orduya mı diş geçireceksin." 
"Ordu değil, gizlice gireceğim saraya ve gizlice öldüreceğim ikisini de." 
"Böyle gazaddir gibi... suikastçılık bize yakışır mı beyim?" 
Gülümsedi. Tekrar elini omzuna attı. "Korkma, kendini savunması için ikisine de fırsat 
vereceğim. Sen beni merak etme. Ama dediklerimi unutma. Ne olur bilinmez. Bu gidişin 
dönüşü olmayabilir. O yüzden sözlerimi unutma. Oğlan ne babama ne hatuna, sana emanet." 
"Emrin başım üstüne beyim. Senin yanında olmak bir onurdu. Bunu bil. Bundan sonra oğlun 
oğlum, emanetin canımdan bir parçadır. Gözün arkada kalmasın." 
Sarılıp vedalaştılar. İki yiğit, iki has dost, iki bahadır. Kugarya Hanı Talas ve sakisi Baka. İkisi de 
biliyordu son sarılmalarıydı bu. Ama ikisinin de gözünde bir parça bile korku emaresi yoktu. 
Çünkü onlar gerektiğinde ölüme bile seve seve gidebilecek bir yürekle büyümüşlerdi. Gerçek 
birer kugaryalı gibi.
***** 
Talas Han sürdü atını kuzeydoğuya doğru. Çitay Hanlığı'na gidiyordu. Tökümen Dağları'nın 
altından geçip gizlice başşehir Bei-jim'e ulaşacaktı. Kızıltepe'den çıkalı bir kaç saat olmuştu. 
Havada keskin bir soğuk, sert bir rüzgâr vardı. Her zaman giydiği kahve rengi ince deri ceket 
zırhı ve beyaz gömleği vardı üzerinde. En sevdiği arkadaşı, Kılyaran nam yatağanı da hemen 
sağ yanında kınında duruyordu. Ne Kugarya yayı almıştı yanına ne bir ok. Çünkü menzille işi 
yoktu. Kara elf gazaddirleri gibi, tekinsiz bir casus gibi içeri sızacaktı. Talas'ın iyi bildiği işler 
değildi bunlar. O er meydanında düşmanının yerini dar etmeyi iyi bilirdi, sessizce arkadan 
dolanıp boğaz kesmeyi değil. Ama onu buna mecbur bırakmışlardı. Başka yol yoktu. Yine de 
son bir şans verecekti Kong-bai'ye ve bulursa Gökçek'e. Gözlerinin içine bakıp öldürecekti 
onları, uyudukları yataklarında değil. 
Atını son sürat sürerken bir ses işitti. Hemen arkasından bir ok uçtu gitti sanki. Yavaşladı. 
Sonra bir ok daha geldi geçti yanından. Ve bir ok daha. Neler olup bittiğini anlamaya 
çalışırken onlarca çekik gözlü çitay beliriverdi. Ama nasıl olur diye geçirdi içinden. Bu yöne 
geldiğini bilen yoktu ki. Bir tek Baka.  
"Vay Bakam vay," diye fısıldadı. "Demek sen ha!" 
Çitaylar iyice yaklaştı. Ses çıkarmadılar. Koca Talas haykırdı. "Ne o kahpenin dölleri. Ortak dil 
bileneniniz yok mu, yoksa dilinizi hepten mi yuttunuz?" 
İçlerinden birisi okuna davrandı ve tam omzundan vurdu Talas'ı. Artık geri dönüş yoktu. 
Yatağanını hafifçe okşayan Talas, onu çekmeden atını öne sürmüştü bile. Çılgın bir nara attı. 
Ölümü zaferle kucakladı. "Varsın sonumuz böyle gelsin, yine de sagucular bizi anlatırken üç 
beş çitay itini yanında götürmedi demesinler, ya heeaayyt!" 
Hızla davrandı ve önüne ilk gelenin boğazını kesti. Yanında gelen darbeden hafifçe eğilerek 
kaçtı. Ani bir şekilde atını döndürerek onun da sırtına sapladı kılıcını. Derken ikinci oku da 
yedi. Bu sefer diğer omzuna. Ok yedikçe, kesik aldıkça daha da güçleniyordu sanki Talas Han. 
Önünü kapattılar. O da atından atladı ve karşısındaki atlıyı da yakalayarak yere düşürdü. Yere 
düşmeden öldürmüştü rakibini. Doğrulurken yanındaki atın bacaklarını kesti ve düşen çitayı 
da beraberinde götürdü. Kaç tane yara aldığını bilmiyordu. Sayamadı. Artık görüntü yavaş 
yavaş bulanıklaşıyordu. Kılıcını sallarken son kurbanını da götürdü. Ama çok fazlaydılar. 
Gücü yetmedi. Yenilmez bahadır Talas Han bile yetersiz kaldı. Son aldığı darbe sırtınaydı. 
Hançerin soğuk demirini ciğerlerinde hissetti. Arkasını döndü.  
"On sekizinci darben de benden gelsin," derken tilki gibi gülümsüyordu düşmanı. 
"Gökçek!" diye baktı öfkeyle. "Hain piç!" 
"Hain olan ben değilim Talas Han. Ben sadece hırslıyım, senin yerinde gözüm var, daha 
fazlası değil. Asıl hainin kim olduğunu atan Çakır'a sor!" 
Talas durakladı. Vücudundaki 18 yarayı önemsemiyordu bile. Aklı birden gitti, babasına. 
Onun gizlice otağa girmeye çalıştığını hatırladı. Baka değildi, asıl hain babasıydı.  
"Mete'yi de zehirleyen o!" sözüyle irkildi. "Sen daha atanı bile tanımıyorsun zavallı han." 
Talas'ın gözleri kapanır gibi oluyor ağzından kan çıkıyordu. "Asıl atasını tanımayan sensin 
Gökçek," diyebildi zorla. "İt peşinde koşmaya devam et. Gün gelir Metem senin yaptığını 
sana sormaya gelir." 
"Yaşarsa," dedi ve son darbesini kalbine sapladı Talas'ın. "Babana verdiğim sözü tutup, 
kelleni gövdenden ayırmayacağım. Şimdi sıra onda." 
***** 
Baka atını sürdü, Uruk'a vardı. Salçı Bilge'yi buldu. Mete'nin tedavisi iki gün aldı. Salçı'yı bile 
zorladı. Ama ölmedi. Salçı Bilge Asena'yı buldu; Bozbörü Loncası'nın kurucusu börü şaman 
Asena. Talas'ın haberini çoktan almıştı yüce şaman. Onun ölümüne mani olamamıştı ama 
Mete'nin hayatını riske atamazdı. Bozsakallının telkininde karar kıldılar. Mete'yi güneye, 
makalaki diyarına yollayacaklardı. Bu şekilde güvende büyüyecekti. Gökçek'in arkasında asıl 
kimin olduğunu öğrenmek için yapılması gereken buydu.  
Bir kehanet uğruna oğlunun kuyusunu kazan, ona ihanet eden Çakır Han, Gökçek'e söz 
verdiği gibi tahtı ona bıraktı ve Kugarya'dan ayrıldı. Baka ve onun gibi bozbörüye bağlı birçok 
bey, bahadır çevre illere, diyarlara dağıtıldı. Talas'a bağlı sadık kırk boy inzivaya çekildi. Başka 
bir deyişle uykuya. Beyinin ölümüne şaşırmadı Baka, üzülmedi de. Yiğit gibi yaşayıp yiğit gibi 
ölmüştü beyi. Tek üzüldüğü ona verilen emanete sahip çıkamayacak oluşuydu. Ama 
Asena'nın ve bozsakallının sözü üzerine söz söylenmeyeceğini biliyordu. Kaderiyle baş başa 
kalmak pahasına kuzeye, Vilta Düklüğü'ne göçtü. 
Artık tek bir amacı vardı, Mete'nin büyümesini bekleyecek ve zamanı gelince uykudan uyanacak 
boylarla beraber mütegallibe Gökçek'i tahtından edecekti. Artık tek umudu buydu ve bunun
gerçekleştirebileceğine canı gönülden inanıyordu. Çünkü Baka biliyordu ki barsın yavrusu
atasının intikamını almazsa ona dağlar da dar gelir, bozkırlar da!