bölüm bir = Son normal hafta
İki pembe kelebek havada süzülüyordu.
Seda onlara hayranlıkla baktı. Çok güzellerdi… ama canı şimdi kelebek görmek istemiyordu. Bu yüzden de onlardan uzağa, yol kenarındaki bir ağacın gölgesine oturdu.
Sokakta pek kimse yoktu. Bunun nedeni günün en sıcak saatleri olmasıydı. Aslına bakarsanız, bu semtin insanları zararlı şeylerden kaçınmaz, onlardan ölesiye korkardı. Her gün öğle saatlerinde çocuklarını evlerine sokup perdeleri manyaklık derecesinde kat kat çekmeleri de bundandı.
Oysa Seda bu saatlerde eve çok ender uğrardı. Çünkü evde geçirdiği her dakika, çıldırmasına yetecek kadar sinirlendiriyordu onu. Anne ve baba dediği insanlar, sabah kalktıkları andan itibaren gece herkes uyuyana kadar bağırış çağırış kavga ederdi. 14 yaşındaydı, 10 yıldır onlarla yaşıyordu. İlk amalar sessiz ve sevgi dolu olan bu ev, zamanla hırs ve kötülükle dolmuştu. Seda artık buna alışmıştı ve takmıyordu. Aslında kendi ailesini, gerçek anne-babasını –belki kardeşi bile vardı- çok özlüyordu. Oysaki onlar evlerinde çıkan büyük bir yangında ölmüşlerdi. Hepsi. Seda o zaman dört yaşındaydı, zaten dört yaşından öncesini de hatırlamıyordu.
Yaz tatili boyunca, hep kelebek peşinde koşmuştu. Hiç arkadaşı yoktu, destek alabileceği kimse de. Yatılı okulda okuyordu (maddi durumları kötüydü ve bursuyla özel bir okula gidiyordu) ve okulu her ne kadar sevmese de özlüyordu…
Ağacın dibinde otururken, yine böyle bir ruh hali içindeydi işte. Başını kollarının arasına aldı, ve dünyanın kötülüklerini –kavgaları ve diğerlerini- bir daha görmemeyi diledi.
Yoldan birbiri ardına geçen iki arabanın sesini duydu, ancak umursayamayacak kadar yorgundu.
xxx
Alara arabadan indi. “Vay canına!” babası yeni evlerini büyük olduğundan bahsetmişti, ama bu kadarını beklemiyordu. Arabadan kızıl saçları ve yeşil gözleriyle Alara’nın aynısı bir kız indi. İkizi. Onun da ağzı açık kalmıştı.
Babaları gülümseyerek geldi ve kızın omzuna kolunu attı.
“Beğendin mi Dilara?” diye sordu. Kız mutlu gözlerle babasına baktı ve evet anlamında başını salladı. Ancak cevap vermezdi, hiçbir zaman vermemişti.
Çünkü Dilara konuşamıyordu.
Bu yeni şehirdeki yeni evlerine girdiler. Anneleri eşyalarla birlikte önceden gelmişti. İçeride onları karşıladı. Tek tek hepsini öptü.
“Sanırım muradınıza erdiniz, artık ayrı odalarınız var! Alara sen-”
“Tamam, tamam gidiyorum!” diye sevinçle yukarı kata çıktı. Bir kapının açıldığını duydular, sonra da neşe dolu bir çığlık. Dilara meraktan ölüyordu, annesini çekiştirdi.
“Tamam tatlım, hadi gel bakalım.” Dedi annesi kocaman bir gülümsemeyle. Birlikte yukarı çıktılar.
Kadın ona bir kapıyı işaret etti.
Dilara koşup kapıyı açtı, eğer yapabilseydi, kocaman bir çığlık atardı çünkü odası baştan başa turuncuydu! O çok sevdiği turuncu!
Koşup annesini boynuna atladı ve onu öptü. Sevinçten delirmek üzereydi. Sonra gidip Alara’nın odasına baktı.. Onunkiyse –Alara’nın çok sevdiği kırmızcı renklerle ışıldıyordu. Gidip ikizine de sarıldı. Babasını da kapıda görünce, koşup atladı yine. Öptü, öptü… O, teşekkürlerini böyle iletiyordu.
Ve biliyordu ki, konuşamamak, sevgiyi iletmesine bir engel değildi.
xxx
Çok zengin bir evdi burası. Her şeyin en iyisi. Teyzesine göre, Nesil bunları herkesten çok hak ediyordu. Ona küçük bir prenses muamelesi yapıyordu teyzesi. Nesil onu sevdiğini ve geçmişinin acısını dindirmeye çalıştığını biliyordu, ama bu zenginlik onu boğuyordu. Nesil, o yaza kadar bir yetimhanede büyümüştü. Anne-babası, Nesil daha bir yaşındayken, Ankara’ya yaptıkları bir gezi sırasında, trajik bir trafik kazasında ölmüşlerdi.
Nesil nasıl hayatta kalmış ve o yetimhaneye gönderilmiş, kimse bilmiyor. Hatta ailesini bile bilmiyordu, o yaz tesadüfen teyzesiyle karşılaşana kadar. Yapılan iddialar, testler ve araştırmalar sonunda gerçekten onun yeğeni olduğu ortaya çıkmıştı, ve işte buradaydı…
xxx
“Size daha ilk gün söylemiştim, sevgili konsey üyeleri. Bu kızlar bir bitkiye can vermekten acizler, nasıl koruyucu olabilirler?” dedi zarif görünüşlü bir adam.
“Henüz ihtiyaçları olan şeyi almadılar Oxis, ne bekliyordun?”dedi çok güzel görünen bir kadın.
“Tanrı aşkına Orenta, hepimiz, ihtiyacımız olanı almadan önce sihir yapabiliyorduk. Hatırlatırım
sen, sihirle açılan yaraları iyileştirmeyi kendi kendine öğrenmiştin-”
“Biz sihirli bir ortamda büyüdük, sevgili Oxis, ve güçlerimizin içtiğimiz su gibi farkındaydık. Onlarsa, tamamen normal bir hayat sürüyorlar. Nasıl olur anla-”
“YETER!” diye bağırdı konseyin başkanı yaşı Tiriq. “Renklerin seçimini yaptığını o geceden beri tartışıp duruyorsunuz. Oxis, sen istesen de istemesen de onlar birer koruyucu ve bu görevi ne pahasına olursa olsun yerine getirecekler. Eğer bir kez daha itiraz edersen tüm yetkilerini alıp seni dünyanın en ücra köşesine sürerim. Anlaşıldı mı?”
“Evet, efendim.”
“Orenta, geçmişte yaşanılan bazı şeyleri de göz önünde tutarak seni bir hafta görevinden alıkoyuyorum.”
“Ama bir haftada siyahlar koruyucuların kökünü kurutur-“
“Onları savunmasız bırakacağımı düşünmüyorsun herhalde. Hem artık onları korumak çok daha kolay, çok şükür ki bir araya getirmeyi başardık. Çıkabilirsiniz.”
Orenta gözlerinden ateşler saçarak Oxis’e baktı, ancak bir şey söylemedi.
Dengeler bozuluyor, savaşlar sürüyor ve renkler artık onları geri istiyordu.
<<<<
fantastikler ilk bölümden başlamaz değil mi ama
size fantastik olmayan ama cici bir bölüm sunuyorum
yorumları alayım