Ekşi Sözlük'ten dispossessed in theory adlı yazarın, roman hakkında 6 Haziran 2004 tarihinde yazmış olduğu bir nevi incelemeyi buradan paylaşmak istiyorum. Ortaya çok iyi bir analiz çıkartmış bence. Buyrun;
ursula k. leguin’in 1974 yılında yayınladığı mülksüzler, 1920’lerin sonlarından itibaren dünya edebiyatında yaygın olrak görülen disütopya – komünist ve totaliter rejim korkusu sebebiyle gelecek hakkında umutsuzluk – akımının sona erdiği 70’lerde, o güne kadar yapılan tartışmaların ve ortaya atılan iddiaların karşısına olgun önermelerle çıkıyor. her ne kadar sorunlu olsa da yaşadığımız dünyanın da güzellikleri olduğunu bir kez daha hatırlatıyor okuyucuya. bilim kurgu tarzında yazılmış olmakla birlikte, mülksüzler, siyasi sistemlerin ve idealist yaklaşımların neler ifade ettiğini, ne gibi artıları ve ne gibi eksileri olabileceğini ve ne tür sonuçlar doğurabileceğini “gerçekçi, idealist ve ütopik” bir dünyalar sistemi yaratarak anlatıyor.
kitapta, ursula k. leguin yarattığı iki dünya içerisinde anarşizm ve kapitalizmin yapılanmasını ve ekonomik düzenlemelerin sosyal yapıya etkisini çok çarpıcı bir dille okuyucuya iletiyor. hem ileri kapitalizmin (yaşadığımız dünyanın geleceğinin) ve anarşizmin (belki de en idealist ve ütopik yaklaşımın) gözüyle bakıyor ve kurguluyor, hem de bu sistemlerin ortaya çıkardığı sorunları bir bir, okuyucunun ayaklarını yere bastırırcasına gösteriyor. yaşadığımız dünyadaki gerçekliklerin aslında idealist teorilerin o an için varolabilecek en iyi yansımaları olduğunu ve sorunların hiçbir zaman tükenmeyeceğini vurguluyor bir bakıma.
kitap kurgusu itibariyle iki ana gezegene sahip, anarres ve urras. hikaye anarşist bir dünya olan anarres’li bir fizikçinin kapitalist urras’a gelmesini, ve oradaki yaşam ile tamamen farklı olan kendi yaşamı arasında kalmasının yarattığı “kültür şoku”nu ve ardından geri dönüşünü anlatıyor. bu arada yazar bu şokun nedenini okuyucuya en iyi biçimde anlatabilmek için sürekli olarak “flash back”ler kullanarak iki gezegen arasında gidip geliyor.
annares tam anlamıyla anarşist bir gezegen. sahip olmak yok, herşey ortak, kişi toplumun iyiliği ve “özgürlüğü” için çalışıyor ve böylece kendini kendince “özgür” kılıyor. gezegen, yapılanması itibariyle tamamen sıfırdan kurgulanmış ve üzerinde yaşayan toplum, idealistlerce öngörülen, saf anarşist bilince sahip. ancak leguin, öngörülen en ideal kurgunun bile insanın doğası gereği yine de sorunlu, hatta yaşadığımız dünyayı bazı yönlerden aratır olduğunu gösteriyor okuyucuya. bunu yaparken de anarşizmin temel açmazını ortaya koyuyor: sistemsizliğin yarattığı sistem; ve toplumdaki bireylerdeki sistemsizlik bilincinin/inancının yoğunluğu sebebiyle aslında varolan sistemin algılanamaması; ve bunun sonucunda bireyin özgürlük inancı ve düşüncesi doğrultusunda sistemsizliğin bir nevi kölesi olması durumu.
bütün bunlarla birlikte, idealist söylemler içerisinde sıkça değinilen “sıfırdan kurgulanma” önermesini, “kıt kaynağın doğru kullanımının gerekliliği”nin yarattığı kaçınılmaz gerçeklik ile ciddi derecede zorluyor. yani ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ve herşeyin paylaşılmasının, eldeki kaynakları eşit olarak bölüşmeyi öngörse de bu paylaşım sonucunda herkes “çok az” da eşitleneceğini ve rekabet olmadığından yaşam standartlarının gelişmeyeceğini gösteriyor (nitekim yaşadığımız dünya’da sovyetler birliği’nin çöküşüne sebep olan ana etken de bu olmuştur).
anarres, sonuçta “sistemsizlik sistemi”nin korunması için bir bakıma totaliterleşen anarşist bir dünyayı temsil ediyor ve sorunları okuyucunun kendi dünyasındaki idealist yaklaşımları yıkarcasına gözler önüne seriliyor.
urras ise, okuyucunun yaşadığı dünyanın geleceği ile kolayca özdeşleştirebileceği, rekabetin can yaktığı, kişisel çıkarların yeri geldiğinde herşeyden önce geldiği, ekonomik dengesizliğin uçurumlar yarattığı bir dünya. ancak rekabetin getirdiği üretkenlik çerçevesinde teknoloji ve ürün çeşitliliği açısından çok ileri seviyede olan bir yer. anarresten tamamen farklı olan urras’ta, sahip olma ve en önemlisi “lüks” anlayışı var; zevkler doğrultusunda hareket etme ve istediğini elde etme çabası var. halbuki anarres’te, zevk kavramı toplumsal çıkarları korumak adına neredeyse yok edilmiş durumda.
leguin mülksüzler ile, idealist yaklaşımlara kendini fazla kaptrımanın sonucu olarak yaşadığı dünyadaki güzellikleri yok sayan anarko-sosyalistlere adeta “yeter” diyor. ancak buna karşılık kendi söylemine de fazla kapılmayıp dengeli bir eleştirel yaklaşım sergiliyor ve gerçek özgürlüğün ne olduğunu okuyucuya açıkça sorgulatıyor.
sonuç olarak mülksüzler’in kurgusuna oldukça başarılı bir bakış açısı ile yaklaşan bülent somay’ın kitabın “sonsöz”ünde söylediği gibi:
“ mülksüzler, bir dizi taocu zıtlık üzerine kurulu. bu zıtlıkların en başında ikiz dünyalar olan anarres ve urras geliyor. bu iki dünya bir “ikili sistem” oluşturuyorlar, birbirlerinin etrafında dönüyorlar. her biri ötekinin “ay”ı. hangisinin ay, hangisinin dünya olduğu, ne taraftan baktığınıza bağlı. dünyalardan biri verimli, diğeri çorak; biri özgür, diğeri sınıflı ve sömürülü; biri “anarşist”, diğeri “arşist” (devletçi , yönetimci, hiyerarşik). roman iki yolculuk üzerine kurulu: biri gidiş, diğeri dönüş. ama aslında “gidiş”, eski dünyaya “dönüş” zaten. “dönüş” ise aslında, farklı bir insan olarak, farklı bir dünyaya “ilk kez gidiş”.”.
dispossessed in theory - 06.06.2004