Daily Planet – 29.04.2015 (#6)

daily planet

İyi haftalar sevgili çizgi roman dostları! Bu hafta çizgi romanlarınıza nasıl baktınız? Onları üzmediniz değil mi? Üzerseniz Talon gelir alır kellenizi!

Masallar için özel olarak yaptığım inceleme bugün yayına girdi sonunda. Buradan ulaşabilirsiniz Onun yanında yarın da Şehzade Yangını girecek yayına. Sonrasında ise Wasteland. Derken kendimizi Avengers filmini izlemiş buluyoruz. Peki yetmez mi dediniz izledikten sonra? Civil War hazır efenim!

Bu hafta sizler için sevdiğim ve bilmeyenlerin de okuması için elimden geleni yapabileceğim çizgi romanlardan bir derleme yaptım geçen hafta da dediğim gibi. Haftaya içinse güzel bir planım var. Neden bana ne istediğinizi yazmıyorsunuz?

“Abim bana ordan az lovecraftımsı bişeyler çek, üstüne de az Stephen King ekle canım.” ya da “Ya böyle vurdulu kırdılı döğüşlü bir şey var mı?” veyahut “Reca ediyorum beni böyle şeylerle uğraştırmayınız, litfen en sanatsal eserlerinizden birini veriniz efenim” demek istiyor ve diyemiyorsanız, çekinmeyin a dostlar! Bu hafta nasıl bir çizgi roman istediğinizi düşleyerek forumda bulunan konuya mesaj atın. Ben de size haftaya istediğiniz şeyle ya da en yakın olan seçenekleri ile döneyim!

Overlok makinesi ayağınıza geldi!

[stextbox id=”black”]CALIBAN

calibanGeçen sene bu zamanlarda çıkan, bilimkurgu-korku türündeki bu çizgi roman Avatar yayınlarının baştacı olmuştu bir süre. Bölümleri çalkantılı olsa da uzay ve korku öğelerini sevdiğim için benim de o yoklukta baş tacım olmuştu.

Mürettebat, Caliban adlı bu koca gemide rutin görevlerinden birini yerine getirmek için hiperuzayda yol almaktadır. Kapalı bir kutunun içinde çok ama çok uzun bir zaman. İnsanlar galakside kendilerinden başka yaşam formu olmadığından emindirler ve uzayın tüm bu boşluğu onlara sadece evden ne kadar da uzakta olduklarını hatırlatmaktadır. Ancak imkansız görünen bir kaza Caliban’ın terkedilmiş bir uzaylı gemisine çarpmasıyla uzayın bu korkunç karanlığında kabus başlayacaktır.

Garth Ennis’in yazdığı ve Facundo Percio’nun çizgilerle buluşturduğu bu hikaye bize biraz Alien’ı hatırlatabilir. Hikaye başlangıcı birazcık benzer bir yapıda olsa da daha fazla bir benzerlik yok.

Hikayemiz mürettebattan birinin yazmak istediği roman için notlar almasıyka başlıyor. Tanınan bir yazar olmak isteyen karakter gemide ne zaman boş vakti olsa warp, hiperuzay, insanlık ve sayısız o kadar şeyin içindeki önemi hakkında notlar tutuyor. Gemideki tüm karakterleri hemen göremiyoruz, ancak gördüklerimiz psikolojik olarak çok iyi işlenmiş. Tanınan karakterlerde boşluklar görmek olası değil.

Korku öğesi ise bilinmezlikten geliyor. Karakterlerin karşılaştığı ve şimdiye kadar öğrendikleri hiçbir şeye uymayan bir bilinmezlik. Garth Ennis okuyucuya bu öğeyi yanlış yerde aratıp hiç beklenmedik anda yüzüne çarpıyor. Buna oldukça memnun kaldım.

Facundo Percio çizimleri basit tutmuş. Basit ancak yer yer de oldukça detaylı. Uzay-korku öğesini en iyi yansıtacak karanlık ve metalik mavi renk paleti tamı tamına gece okumalık harika bir eser ortaya çıkarmış.

Gelelim neden çalkantılı dediğime. Caliban maalesef mini bir seri. İlk sayıda çok iyi denebilecek bir şekilde başlayan seri ortalara doğru büyük bir ivme kaybediyor. Kısa bir seri için ortalara gelindiğinde bir şeylerin yerine oturmasını beklerken, özellikle tam olarak da 4. bölümde işler hiç de beklediğiniz gibi gitmiyor. Şaşırtıcı derecede değil, ‘bu ne lan’ dedirtecek cinsten. Şükür ki sonralarda toparlamaya başlayıp güzel denebilecek bir sonla bitiriyor da kötü anmıyoruz!

Puanım: 8/10

* * *

[stextbox id=”black”]THE CHIMPANZEE COMPLEX

chimpanzee-complexBu seri çıktığı andan beri en sevdiğim bilimkurgularda başı çeker. Ancak bunun incelemesini asıl Interstellar çıktığı sıralarda yapmak istiyordum; çünkü film ne kadar orijinal olsa da, duyurulduğu sıradaki fragmanda ondan yıllar önce çıkmış bir çizgi romanda gördüğümüz benzerlikler “işte bundan esinlenilmiş” dedirtmişti bana. Fransa asıllı bu eser birçok kez ödüllere aday gösterilmiş ve birkaç kez de kazanmıştır.

Hikayemiz 21. yüzyılın ortasında Apollo 11’in modülünün içinde Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’i de taşıyarak dünyaya inmesiyle başlıyor. İkisi de neden insanların 1969’da dünyaya başarılı bir iniş yapıldığını yazdığını ve nasıl geçmişe geldiklerini bilmediklerini iddia ediyorlardır. İkisi de çok kısa sürede aşırı yaşlanmadan ölür ve Birleşmiş Milletler onları Mars’ta bulunan bir uzay ırkına götürecek olaylar silsilesini başlatır.

Paradox adlı ilk bölüm inanılmaz vurucu bir şekilde başlıyor. Insterstellar fragmanını gördüğümde düşündüğüm benzerlikle başlayalım. Hikayemizin başlangıcı Mars’a gidecek ilk kadın olmak isteyen Helen ile başlıyor. Kendisi tatlı mı tatlı bir kız sahibi. Ancak kendisine gelen mesajda NASA’nın bütçe kesintisi yüzünden bu işin gerçekleşemeyeceği söyleniyor. Bu Helen’ı oldukça üzüyor. Kızı Sofia ise annesini uzaya gidip onu bırakacağı için bencillikle suçluyor. Helen durur mu? Helen bencil, illa gidecek. Bahçesinde bir uzay aracı yapıyor. Helen gidiyor…

Tamam tamam, tam olarak böyle olmuyor. Apollo 11’in dünyaya inişi ile NASA’da işler değişiyor ve Helen’ın Mars’a gitmek için bir şansı daha oluyor ve ‘istemeyerek’ kızını bırakıp gidiyor.

Chimpanzee Complex bir bilimkurgu olarak geçse de gerçeklikle bağlarını bırakmıyor. Günümüz politik olaylarının öngörüsüyle bu dünyadan tam olarak kopulmadığını gösteriyor. Bu esasen birçok okuyucu için oldukça iyi, çünkü bilimkurgu deyince büyük bir kesimin aklına “çiuuv çiuuvv” lazer silahları, “Glutensiz x ışını emülgatörü hazır mı? O halde 9999999 km/s hıza çıkılsın!” gibi ucuz şeyler geliyor. Bu yüzden de kimse bulaşmıyor. Bu şekilde gerçekçi, sert ve vurucu bir işe kimsenin burun kıvırabileceğini sanmıyorum. Devletin gizledikleri, dezanformasyonlar, aile ilişkileri… Bunların hepsi okuyucuların kendileri ve yaşadıkları dünyayla bağdaştırabilecekleri şeyler. Bunların hepsi korkunç şeyler olsa da aynı zamanda bizden oldukları için korkunç bir rahatlık hissi de veriyor.

Çizimler de hikaye kadar gerçekçi olmuş. Güzel ve çirkin dengesinin bozulmaması beni daha da sevindirdi, keza seksi kadınlardan veya kaslı erkeklerden geçilmeyen bir iş bence hikayeyi öldürüyor. Karakterlerin yüz ifadeleri o kadar iyi betimlenmiş ki bakılan yüzlerde aynı acıyı, mutluluğu paylaşabiliyorsunuz. Aynı dili konuşmasanız da aynı acıyı, sevgiyi paylaşmak insanlığa özgü bir şey midir acaba? Renklendirme ve gölgelendirme de oldukça başarılı. Uzayın korkunç, soğuk boşluğunu ve boğuculuğunu yansıtmakta oldukça başarılı.

Tek sorun ise hikayenin sadece 3 koca bölüm olması…

Puanım: 10/10

* * *

[stextbox id=”black”]GHOST WORLD

ghost-worldDaniel Clowes’ın sonrasında filmi de çekilen bu eseri iki genç kızın ergenlik-yetişkinlik arasındaki dönemini en inandırıcı, gerçekçi, komik, mutlu, üzücü şekilde anlatıyor. Enid ve Rebecca liseden yeni mezun olmuş ve yetişkinlikle yüzyüze olan iki genç kız. Üniversiteye gitmek istemiyorlar. 90’ların hipsterleri diyebileceğimiz bu ikiliyi hikaye boyunca takip ediyoruz.

Enid ne istemediğini bilen ama ne istediğine bir türlü karar veremeyen biri. Rebecca ise daha tutarlı, ne yapmasını gerektiğini bilen ve yapan, ancak büyümek de istemeyen biri. Zaman içinde bu yüzden yolları yavaş yavaş ayrılıyor. Ayrıldıkça da iş daha da hüzünlü bir hal alıyor. Bu ikisi çok yakın arkadaş olmalarına rağmen birbirlerinde oldukça farklılar. Tek ortak noktaları diğer insanlara karşı duydukları öfke olsa gerek.

Hikayenin dönüm noktası da bu öfke oluyor. İlk başta sırf dalga geçmek için uğraştıkları Seymour karakteri sonrasında Enid için bir idol oluyor. Seymour Enid’e benzeyen ancak ondan ziyade hayata tutunabilmiş denebilecek biri. Hayattan hiçbir beklentisi yok. Büyük bir plak koleksiyonuna sahip ve tek yaptığı onlarla hayatını geçirmek. .

Bu noktada Rebecca’nın sadece bir yan karakter olduğunu anlıyoruz. Asıl karakter ise Enid ve onun hayata bulmaya çalıştığı anlam çabası. Hepimiz Enid olduk. Bazılarımız şanslıydı. İstedikleri her şey zaten önlerindeydi. Hiçbir zaman bu çatışmayı yaşamadı. Bazılarımızsa toplum baskısı altında kalıp ‘herkes’ten biri oldu. Kimilerimizse buna karşı çıktı, kendi Hayalet Dünya’sında kısılı kaldı.

Enid üçüncü kısıma giriyor. Hayatta bir anlam arıyor. Sadece yaşamak için çalışmak istemiyor. Ergenliğin en büyük sorunu kimsenin onu anlayamayacağını düşünmektir. Bunu büyüyünce komik bulur, dalga geçeriz ancak ergenlikten ‘herkes’ gibi çıkmadıysanız üstünü kapattığımız, korkutucu bir gerçekle de yüzleşiriz. Gerçekten de aynı duyguları paylaşabileceğiniz, sizi tanıyabilecek kişi sayısı çok azdır, çünkü topluma uymayan bu düşüncelerle nadir bir bireysinizdir. İşte bu zaman, Enid gibi yok olmak isteriz.

Bu kısa çizgi roman üstüne sayfalar dolusu şey yazılabilir, ancak şu anda başlayıp da bitmeyecek noktaya geldim. O yüzden burada bırakıyorum. Çoğu insana uymayabilecek bir çizgi roman, fakat bazıları içinse akıldan hiçbir zaman çıkmayacak bir eser.

Aynı adlı bir filmi de bulunmakta ve en az çizgi romanı kadar iyi. Çizgi romanın adı olan Ghost World yazısını şehrin farklı yerlerindeki duvarlarda görmek mümkün. Sevmeyen kişiler içinse şöyle diyelim;

“It’s so bad it’s almost good.”

Puanım: 10/10

* * *

[stextbox id=”black”]LOCKE & KEY

locke-&-keyHikaye 3 çocuğun babalarının korkunç bir cinayete kurban gitmesinin ardından anneleriyle birlikte Lovecraft(!) şehrindeki Keyhouse’a taşınmasıyla başlıyor. Keyhouse evinin ilginç özellikleri var. Etrafta ilginç ve büyülü kapılar açan anahtarlar summon ediyor. Cinayeti işleyen katilin hapishaneden kaçması ve direk bu eve gelmesiyle de Locke ailesi için işler oldukça kötü bir hal alıyor.

Esasen ilk başta okumak istemeyip okunduktan sonra çok beğenilen bir eser benim için. Romanlarda ya da çizgilerde korku ve gerilim öğelerini vermek zordur. Etrafta önünüze zıplayacak bir şeyler yok, gerici müzikler yok. Bu yüzden olsa gerek, beni geren şeyler okuyabildiğimde oldukça seviniyorum. Locke & Key de bunlardan biri oldu. Gerici olmasının nedeni korkunç öğeleri yedirmeye çalışmasından değil de, karakterleri iyi kurgulamasından geliyor. Asi, dürüst, cesur kavramları bu çocuklar için uyuyor.

Karakterler o kadar sıradan ve diyaloglar o kadar basit ki, olayları kafanızda oynatmak hiç de zor olmuyor. Çocuklara biraz da sinir olmamak elde değil tabii, ama yapacak bir şey yok onun için…

Hikaye sizi şaşırtıyor. Hiçbir zaman aklınıza gelmeyecek sahnelerle hikaye ilginç kılınmış. Daha önce gerici demiştim, ancak kelime uyar mı bilmiyorum, bu tatlı bir gerilim. Gaiman’ın yazdıkları gibi desem anlatabilirim sanırım. Tam olarak korkunç değil, fakat gerilim demek için de bir şeyler daha gerekiyor gibi.

Bunu başarmasındaki en büyük yardımcı da elbette çizim ve renklendirmesi! Locke & Key’de basit ve keskin çizgiler tercih edilirken oldukça karanlık bir renk paleti kullanılmış. Gerilimi veren şey de tam olarak çizimler. Hani korku filmlerinde oynayan gölgeler, anlık hareket eden resimler görürsünüz ya, burada onların nasıl yedirildiği beni oldukça şaşırttı. Klişelerin kullanımı oldukça başarılı.

Joe Hill’i pek takip etmesem de babası Stephen King olan birinden de kötü bir şey beklenmezdi sanırım. Bu çizgi roman Joe’nun da babası gibi boş olmadığını kanıtlar nitelikte.

Puanım: 8,5/10

* * *

Bu hafta da bitti. Başta dediğimi tekrar hatırlatayım; forumdaki konuya istediğiniz, düşlediğiniz çizgi romanın nasıl bir şey olduğunu yazın, bir sonraki hafta size seçenekleri inceleyerek geleyim!

Katılımınızı bekliyorum efendim! Görüşmek üzere!