Daily Planet – 01.07.2015 (#10)

daily planet

İyi günler sevgili dostlar!

Bu hafta başka Türkçe çeviri çizgi romanlar yazmayı planlıyordum elime Güngezgini’ni alana kadar. Sonrasında farkettim ki bu hafta ne yazarsam yazayım bunun altında sönük kalacak. O yüzden bu haftayı sadece bu efsaneye ayırmaya karar verdim ancak sonraki hafta Türkçelere devam edeceğim.

Craig Thompson bu çizgi roman için yazdığı önsözünde “Sanat hayatlarımızı daha değerli mi kılıyor yoksa başka şeylere mi yönlendiriyor?” diye soruyor. Sizler ne düşünüyorsunuz bu konuda?

[stextbox id=”black”]GÜNGEZGİNİ

Buna nasıl başlasam bilemiyorum. Türkçe çevirilerde birinci sıraya koyabileceğim bir çizgi roman. Hoş, orijinal dilinde de dünyada en iyi çizgi romanlar arasında kabul ediliyor. Zamanında İngilizcesi üzerinden inceleme yapan bir site Güngezgini için şöyle demişti;

“Eğer soru ‘Çizgi roman edebiyat olabilir mi?’ ise, cevap Güngezgini.”

Künye bilgileri için tıklayın.

İlk olarak Çizgi Düşler’e büyük bir teşekkür etmek istiyorum bizi böylesine bir çizgi romanla tanıştırdığı için. Hem de böylesine harika bir çeviri ve düzenlemeyle. Çevirmen Cenk Könül’e, editör Burç Öner’e, grafiker Hakan Aysal’a ve hatta Özer Sahaf ve Yayıncılık sahibi İlker Özer’e ne kadar teşekkür etsek az.

Güngezgini, hayattaki küçük şeylerin önemini vurgulayıp bu küçük şeylerin kişi üzerinde ne kadar büyük etkileri olabileceğini anlatıyor bizlere. Brás de Oliva Domingos herkes gibi hayatın sıkıntılı dönemlerindedir. Ölüm ilanları yazarak hayatını kazanırken babası gibi bir yazar olmak istemektedir. Ancak ölür.

Sonra hikaye Brâs’ın farklı bir yaşı ile başlar. Gene ölür.

Her bölüm Brâs tam olarak şu noktada ölmeseydi neler olacaktı ya da şu noktada ölürse geride neler olacak üstüne kurulu. Ve asıl tadı da incelendiğinde çıkmakta. Hızlıca okuyup geçmek yerine Brâs’ın hayatını özümsediğinizde sizi gözyaşlarıyla baş başa bırakabilir. (Hayır ağlamıyorum gözüme soğ…ühü ühü ağlıyorum lan evet ne var…)

daytripper_3

“Hayat bir kitap gibidir, oğlum. Ve her kitabın bir sonu vardır. O kitabı ne kadar seversen sev son sayfaya gelirsin ve kitap biter. Sonu olmayan bir kitap eksiktir. Ve kitabın sonuna vardığında, yalnızca o son kelimeleri okuduğunda kitabın ne kadar iyi olduğunu anlarsın. Gerçek gibi.”

Hikayenin yazarları ve çizerleri ikiz kardeşler Fâbio Moon ve Gabriel Bâ. Yazım çizim işini nasıl hallettiler bilemiyorum ancak tüm konuşmalar, tüm çizimler bir bütün, tek bir zihin gibi. Çizgi romanda yazılar çizimlerden daha fazla öne çıkıyor. Bu demek değil ki çizimler basit. Her ne kadar öyle görünse de eğer çizimlere dikkat etmeden okuduysanız bitirip de geri dönüp tek tek incelediğinizde ne kadar detaylı ve yazılar ile ne kadar uyumlu olduğuna şaşıracaksınız. Geri dönüp baktığınızda dedim ya, geri döneceğinize emin olabilirsiniz.

Latin Amerika’yı özümsemiş olan çizgi roman bu rayından çıkmıyor. Sonuna kadar kültürlerine bağlılığını sürdürüyor. Hikayeyi sevmemiz ve karakterlerle empati kurabilmemiz için bir noktada bunun da yararı oluyor. Çünkü aile, ölüm, aşk gibi düşünceleri içinde bulunduğumuz kültürle çok kolay bağdaştırabiliyoruz. Yazarlar da bu gibi kavramlarla ‘uğraşıyorlar’.

daytripper ic

Hikayenin bölümlerinin sürekli ‘ölüm ilanı’ ile bitmesi yüzünden nihilist bir bakış açısı tutulduğunu düşünebilirsiniz ancak tam tersi söz konusu. Sürekli hayat ve ölüme karşı umutsuz görünen bir anlam arayışımız vardır. Brâs da bu arayışa dâhil. Her bölümde ölmesiyle, “Bu hayat nasıldı ve bittiğinde nasıl olacak?” diye sordurtarak bizden şimdiye kadarki yaşamımızı düşünmemizi istiyor. Yaşamdaki deneyimlerin, duyguların ne kadar değerli olduğuna dair felsefi bir düşünce. Belki onun bulduğu cevaplar sizin cevaplarınıza uymayacak ancak size umut verecek.

İnsanlar önlerinde ölmeden önce seçebilecekleri sayısız yolun olduğunu her zaman göz ardı ediyorlar. Bunda bu seçeneklerden bazılarının kötü olabileceği düşüncesi de var tabi ancak seçtiğimiz yol ne kadar sert, aşılması güç de olsa kişinin yaşamı zaten çılgınca bir düğüm. Yaşamı deneyimlemekten korkmayın.

Güngezgini; ölüm üzerine çok içten ve derin düşünceler barındırıyor.

“-Yabancılarla dolu bir toplumun içinde yaşıyoruz. Her geçen gün birbirimize daha da fazla uzaklaşıyoruz. Milyonlarca insanın arasında gitgide daha da yalnızlaşıyoruz. Her geçen gün şehrimizin, içinde kaybolduğumuz dev bir çöle dönüşmesine tanıklık ediyoruz. Adına ‘aşk’ dediğimiz bir vahayı, arıyoruz. Biz beklemeyi sürdürdükçe, etrafımızdaki herkes ve hatta her şey parmaklarımızın arasından akıp rüzgara karışan kum tanelerine dönüşüyor. Gözlerimiz körelmiş, burnumuzun dibinde olmasına rağmen göremediğimiz bir şeyi veya birini nasıl bulabiliriz? Bizim için hayattaki o en değerli şeye nasıl sımsıkı tutunabiliriz?

+Bu çöl şehri hikâyen her zaman dinleyicileri etkilemeyi başarıyor.

-Kulağa çok umutsuz gelse de yaşamaya değer bir macera olduğuna işaret ediyor. İnsanlar, hâlâ çözülecek gizemler, yaşanacak aşklar olduğuna inanmayı seviyor.

+Peki var mı?

-Evlat… Anneni çok seviyorum ama beni nasıl delirtebildiğini de biliyorsun.

+Annem herkesi delirtiyor.

-Aynen öyle, çok tartışıyoruz. Ama ona her baktığımda ne düşünüyorum biliyor musun? İlk tanışma anımızı hatırlıyorum. Ona bir yazar olmak istediğimi ve önümde yazılmayı bekleyen büyük bir aşk hikayesi olduğunu söylemiştim. Gülümsedi ve önümde yaşanmayı bekleyen bir aşk hikayesi olduğunu söyledi.”

Puanım: 10/10

Haftaya görüşmek üzere!