Mümkün Olanın Sınırları – Bölüm 3

mumkun olanin sinirlari bolum iii

Köprüye barikat kurulmuştu. Nehrin diğer yakasına geçişi, uzun ve sağlam bir kirişi tezgâhların üstüne yerleştirerek engellemişlerdi. Zincir zırhlı ve düğmeli deri ceket giymiş teberliler orada toplanmışlar, iki tarafı da koruyorlardı. Yukarda, gümüş bir grifin taşıyan kızıl bir bayrak rüzgârla dalgalanıyordu.

“Bu da nesi?” diye çıkıştı Borsch barikata yaklaştıklarında. “Geçemez miyiz?”

“Geçiş belgeniz var mı?” diye sordu en yakındaki teberli, dişlerinin arasındaki kürdanı çıkarmadı. Muhtemelen açlığını bastırmak ya da basitçe zaman öldürmek için çiğniyordu onu.

“Ne izni? Neler oluyor? Bulaşıcı bir sığır hastalığı mı? Savaş mı? Kimin adına yolu kapattınız?”

“Caingorn’un Lordu Kral Niedamir’in emriyle.”

Muhafız kürdanı ağzının diğer tarafına alıp bayrağı işaret etti.

“İzin belgesi olmadan geçemezsiniz.”

“Ne salakça,” diye araya girdi Geralt yorgun yorgun. “Bizler Caingorn’da değil, Holopol ilçesindeyiz. Braa’daki köprülerde geçiş ücreti alan Holopol’dur Caingorn değil. Niedamir ile bunun ne ilgisi var?”

“Bana sormayın.”

Muhafız kürdanını tükürdü.

“Ben yalnızca izinleri kontrol etmek için buradayım. Eğer isterseniz komutanımıza sorabilirsiniz.”

“O nerede?”

“İşte orada ücret standının arkasında güneşin tadını çıkarıyor,” dedi muhafız.

Geralt’a değil Zerikanlılar’ın eyerlerinin üstünde cesurca sergilenmiş çıplak bacaklarına bakıyordu.

Bir muhafız, ücret toplama kulübesinin arkasındaki bir saman balyasının üzerinde oturuyordu. Yerdeki kuma, teberinin sapıyla bir kadın resmi çiziyordu; alışılmadık perspektiften oldukça detaylı bir görüntüydü. Onun hemen yanında yarı uyuklayan cılız bir adam, bir lavtadaki telleri hassas biçimde tıngırdatıyordu. Eksantrik erik rengi şapkası gümüş bir kopçayla süslenmişti ve uzun balıkçıl tüyü, gözlerinin üstüne inmişti. Geralt şapkayı ve Buina’da, Laruga’da çok meşhur olan tüyü tanımıştı. Tüm malikânelerde, kalelerde, misafirhanelerde, hanlarda ve genelevlerde bilinirdi. Özellikle genelevlerde…

“Jaskier!”

“Bağıcı Geralt!” Şen mavi gözler şapkanın altında ortaya çıktı.

“Bu ne sürpriz! Gerçekten sen misin? Bir ihtimal izin belgen olabilir mi?”

“Bu geçiş izni olayı da nedir? Burada neler oluyor Jaskier? Üçlü Karga, Şövalye Borsch ve korumalarıyla yolculuk ediyorum. Nehri geçmek istiyoruz.”

“Ben de burada takılı kaldım.”

Jaskier doğruldu ve Zerikanlılar’a doğru zarifçe jestle eğilip şapkasını kaldırdı.

“Benim de geçmeme izin vermiyorlar. Hem de bana, yani Jaskier’e, bin mil çevredeki en ünlü ozan ve şaire. Kabul etmeyen teğmendi ve gördüğün gibi o da bir sanatçı.”

Silahının ucuyla kumdaki resmine son rötuşları eklemeden önce, “Geçiş belgesi olmayan kimseye izin veremem,” diye ilan etti teğmen kederli bir havayla.

“Nehrin bu yakasından dolanacağız. Hengfors’a gitmek daha uzun sürecek ama başka çaremiz yok,” dedi bağıcı.

“Hengfors’a mı?” Ozan şaşkındı. “Yani buraya Niedamir’i görmeye gelmedin mi? Ejderhayı avlamaya gelmedin mi?”

“Ne ejderhası?” diye sordu Üçlü Karga ilgiyle.

“Bilmiyor musunuz? Gerçekten bilmiyor musunuz? O zaman size her şeyi anlatayım lordlarım. Geçiş izni olan birisinin beni de yanında götürmesini beklemek zorunda olduğuma göre çok zamanımız var. Oturun.”

“Bekle,” diye araya girdi Üçlü Karga. “Neredeyse gün ortası oldu ve ben susadım, hay lanet! Böyle şeyleri kuru kuruya konuşamayız. Tea ve Vea çabuk kasabaya dönüp bir fıçı getirin.”

“Düşünce biçimini beğendim lord…”

“Borsch’a aynı zamanda Üçlü Karga diyebilirsin.”

“Jaskier, lakabım Rakipsiz’dir… Belirli genç hanımlar vermiştir.”

“Anlatmaya başla Jaskier,” diye onu susturdu bağıcı sabırsızca. “Bütün günümüzü burada geçiremeyiz…”

Ozan, lavtasını sapından kavradı ve hızlıca tellerini tıngırdattı.

“Nasıl tercih edersin? Mısralı mı yoksa düz yazı şeklinde mi?”

“Normal şekilde.”

“Nasıl istersen.” Jaskier lavtasını bırakmadı. “Dikkatli dinleyin soylu beyler, olaylar bundan bir hafta evvel buradan çok ırak olmayan Holopol adlı özgür şehirde gerçekleşti. Ah evet, sabahın erken saatlerinde, şafak kızıl puslu örtüsüyle çayırlığa düşünce…”

“Normal olacaktı,” diye belirtti bağıcı.

“Bu normal değil miydi? Pekâlâ, pekâlâ, anlıyorum. Kısaca, mecaz olmadan. Holopol kasabasının yanında bir ejderha belirdi.”

“Sahi mi?” diye heyecanlandı bağıcı. “Bu inanılmaz bir şey – buralarda yıllardır hiç kimse ejderha görmemişti. Sadece ejder kertenkele olmasın? Bazıları çok büyük oluyor…”

“Bana hakaret etme bağıcı, ne olduğunu biliyorum. Ben de gördüm. Şansıma, pazar var diye Holopol’a gelmiştim ve kendi gözlerimle gördüm. Şarkımı çoktan hazırladım fakat sen istemi…”

“Devam et. Büyük müydü?”

“Üç at kadar uzun, omuz başları kısraktan büyük değil ama çok daha şişmanca. Kum kadar gri…”

“Yeşil o zaman.”

“Evet. Hiç bir uyarı olmadan çayırlıktaki bir koyun sürüsüne doğru hücum etti. Çobanlar kaçıştılar. Bir düzine hayvan öldürdü ve dört tanesini yedikten sonra uçtu.”

“Uçtu…” Geralt başını salladı. “Bu kadar mı?”

“Hayır, ertesi sabah geri döndü, bu defa kentin daha yakınına. Braa’nın köşesinde elbiselerini yıkayan bir grup kadına doğru inişe geçti. Öyle koştular ki dostum! Hayatım boyunca hiç bu denli gülmemiştim. Ardından ejderha Holopol’un üstünde iki defa dönüp yakın meradaki koyunlara saldırdı. Yarattığı panik ve karmaşa görülmeye değerdi. Önceki gün hiç kimse çobanlara inanmamıştı… Sonra kaymakam, milisleri ve loncaları harekete geçirdi. Ama onları organize etmeden önce insanlar sorunu kendi başlarına çözmeye çalıştılar.”

“Nasıl?”

“Oldukça popüler bir yöntemle: Usta kunduracı, Kozojed adlı birisi sürüngeni bitirmek için bir şeyler buldu. Bir koyun öldürüp içini doldurdular: Marulcuk, itüzümü, baldıran otu, sülfür ve kunduracının katkısı. Ne olur ne olmaz diye yerel şifacı iki kilo kaynamış ilaç ekledi ve Kreve Tapınağı’nın papazı kurbanı kutsadı. Sonra içi doldurulmuş koyunu sürünün ortasında kazığa oturttular. Doğruyu söylemem gerekirse hiç kimse ejderhanın, etrafında bir sürü varken pis kokan bir şeye yaklaşacağına inanmıyordu. Ama gerçek, beklentilerimizi aştı. Canlı ve meleyen koyunları hiçe sayan sürüngen kazığa bağlı yemi yuttu.”

“Sonra ne oldu? Gerisini de anlat Jaskier.”

“Başka ne yapabilirim? Şimdi durmayacağım. Gerisini dinleyin. Ejderha kükreyip hem önden hem arkadan dumanlar üflerken yetenekli bir adamın bir kadının fermuarını açmasına yetecek kadar zamanı bile yoktu. Daha sonra takla attı, uçup kaçmaya çalıştı ve düşüp hareketsiz kaldı. İki gönüllü, nefes alıyor mu diye, kontrol etmeye gitti. Oranın mezarcısı ve köyün delisiydi, Voivod Tracasse’nin isyanı sırasında Holopol’dan geçen bir grup mızraklı asker tarafından hamile bırakılmış deli bir kızın oğludur.”

“Yine yalan söylüyorsun, Jaskier.”

“Ben yalan söylemem; yalnızca gri gerçeği boyarım o kadar. Arada fark var.”

“Pek sayılmaz. Devam et, vakit kaybediyoruz.”

“Dediğim gibi bir mezarcı ve bir cesaretli salak, gözcü olarak gittiler. Daha sonra onlara güzel bir cenaze seremonisi düzenledik, küçüktü ama göze hoş görünüyordu.”

“İyi o zaman,” dedi Borsch. “Demek ki ejderha ölmemiş.”

“Ama nasıl?” diye cevap verdi Jaskier neşeyle. “Yaşıyordu fakat mezarcıyla salağı yiyemeyecek kadar zayıftı; onların sadece kanını emdi. Sonra gitti… Havalanmadı, çok zordu. Bir kükremeyle birkaç metrede bir düştü ve sonra tekrar havalandı. Bazen arka ayaklarını sürükleyerek yerde süründü. En cesur olanlar onu gözden kaybetmeden belirli bir mesafeden takip etti. Ne oldu biliyor musun?”

“Anlat, Jaskier.”

“Braa’nın kaynağından pek uzak olmayan Büyük Kestrel Dağı’nın üstündeki bir nehre daldı. Mağaralarda saklanıyor.”

“Şimdi her şey açıklık kazandı,” dedi Geralt. “Ejderha asırlardır bu mağaralarda uykudaydı; benzer vakalar olduğunu işitmiştim. Hazinesi de orada olmalı. Askerlerin neden köprüyü tuttuğunu anladım. Birileri ellerini hazineye sürmek istiyor, o da Caingornlu Niedamir.”

“Aynen,” diye onayladı şarkıcı. “Bütün Holopol kenti bu sebepten ötürü kaynıyor çünkü insanlar ejderhanın hazinesinin kendilerine ait olduğunu düşünüyorlar. Ama Niedamir ile ters düşmekten korkuyorlar. Kral henüz tıraş bile olmaya başlamamış kuş beyinlinin teki fakat ona karşı gelmenin nasıl tehlikeli olduğunu göstermesini biliyor. Niedamir bu ejderhayı her şeyden çok istiyor. Tepkisi bu yüzden ani oldu.”

“Hazineyi istiyor demek istedin.”

“Bence ejderha, onun ilgisini, hazineden daha çok çekiyor. Çünkü anlıyorsunuz ya, Malleore Niedamir’in iştahını uzun zamandır kabartıyordu. Prensin garip ölümünden sonra, evlenecek yaşta olan bir prenses kaldı. Malleore’un güçleri, Niedamir veya diğer kısmetleri pek de iyi gözle görmediler. Zira herhangi yeni bir gücün onları sıkıca denetim altına alacağını biliyorlardı; saf, genç prensesin de nasıl çözeceğini bilmediği bir durumdu bu. Bu nedenle tozlu ve eski bir kehaneti bulup ortaya çıkardılar. Dediğine göre taht ve kız, bir ejderhayı yenene ait olacaktır. Bunun barışı sağlayacağını düşündüler, bu bölgede uzun zamandır kimsenin ejderha görmediğini biliyorlardı. Efsane Niedamir’in umurunda değildi. Malleore’u zor kullanarak ele geçirebilmek adına her türlü şeyi denedi ama Holopol ejderhasının haberi kulaklarına ulaştığı zaman anladı ki en sonunda Malleorelu soyluları kendi silahlarıyla fethedebilecekti. Eğer Malleore’a ejderhanın kafasını sallayarak zaferle dönerse onu Tanrılar tarafından gönderilmiş bir kral olarak hoş karşılayacaklar ve yüce güçler tek kelime bile edemeyecekti. Kedinin fare aradığı gibi bu ejderhanın peşine düşmüş olmasına şaşırma. Dahası bu ejderha zorlukla sürünüyor. Niedamir için tam bir ganimet, kaderin tebessümü, lanet olsun.”

“Rakiplerini devre dışı bırakıyor.”

“Evet, galiba öyle. Holopol sakinlerinin şevkini de söndürüyor. Ejderhayı indirebilecek bölgedeki tüm atlılara bir geçiş belgesi vermiş olsa gerek çünkü Niedamir elinde kılıçla ejderhayla savaşmak adına mağaralara kendisi girecek kadar hevesli değil. Bir çırpıda bütün ünlü ejderha avcıları etrafında toplandı. Birçoğunu muhtemelen sen tanıyorsundur, Geralt.”

“Olabilir. Kimler?”

“Denesle’den Eyck mesela.”

“Onun bunun ço…” Bağıcı sessiz bir ıslık çaldı. “Tanrıdan korkan erdemli Eyck: korkusuz şövalye, rezil ötesinin kendisi.”

“Onu tanıyor musun Geralt?” diye sordu Borsch. “Gerçekten ejderhalar üzerine bir uzman mıdır?”

“Sadece ejderha değil; Eyck tüm canavarlarla nasıl aşık atacağını bilir. Hatta mantikorlar, grifinler bile indirdiği olmuştur. Duyduğuma göre birkaç ejderha dahi yenmiş. İyidir ama çılgın herif ödeme almayarak işimizi baltalıyor. Başka kim var Jaskier?”

“Crinfrid Yağmacıları.”

“Sağlığını kazansa dahi ejderhanın hiç şansı yok. O üçü meşhur ve tecrübeli bir avcı grubudur, kurallara uymadan savaşırlar ama kifayetleri sorgulanmaz. Redanya’daki bütün ejder kertenkeleleri ve dev çıyanları yok ettiler, bu sırada da üç kızıl, bir siyah ejderha öldürdüler ve bu acayip bir şey. Hepsi bu kadar mı?”

“Hayır. Altı cüce de onlara katıldı: Yarpen Zigrin tarafından komuta edilen beş sakallı adam.”

“Onu tanımıyorum.”

“Şüphesiz Quartz Dağlı Ejderha Ocvista’yı duymuşsundur.”

“Duydum. Onun hazinesinden gelen taşları bile gördüm; inanılmaz gölgeli safirler ve çilek iriliğinde elmaslar.”

“Ocvista’yı Yarpen Zigrin ve cüceleri avlamıştı. Macerası hakkında bir şarkı yazmıştım ama çok sıkıcıydı ve duymamışsan bir şey kaybetmemişsindir.”

“Hepsi bu kadar mı?”

“Evet. Seni saymazsak. Ejderha hakkında bir şey bilmediğinde ısrarcıydın. Kim bilir belki doğrudur. Neyse şimdi biliyorsun. Şimdi ne olacak?”

“Şimdi hiçbir şey olmayacak. Ejderha ile ilgilenmiyorum.”

“Ah! Çok sinsice Geralt. Ne olursa olsun geçiş belgen yok.”

“Tekrar ediyorum: Ejderha beni ilgilendirmiyor. Peki ya sen Jaskier? Buralara seni hangi rüzgâr attı?”

“Her zaman ki gibi.” Şarkıcı omuzlarını silkti. “Olayların ve büyüleyici durumların yakınında olmam gerek. İnsanlar ejderha ile olan savaş hakkında uzun süre konuşacaklar. Tabii ki onların anlattığı öykülerden bir şarkı yazabilirim ama savaşı kendi gözleriyle görmüş birinin şarkıyı söylemesi daha iyi olacak.”

“Savaş mı?” diye sordu Üçlü Karga. “Bu daha çok otopsiye veya domuz kasaplığına benziyor. Seni ne kadar çok dinlersem beni o kadar çok hayrete düşürüyorsun. Bir avuç savaşçı hödüğün zehirlediği yarı ölü bir ejderhanın işini bitirmek için birbirlerinin üstünde debeleniyorlar, gülsem mi kussam mı bilemedim.”

“Yarı ölü kısmında yanılıyorsun,” diye karşılık verdi Geralt. “Eğer ejderha, zehri yuttuğunda hemen ölmediyse bu iyileşeceği anlamına geliyor. Bir önemi yok; Crinfrid Yağmacıları yine de öldüreceklerdir lakin savaş kısa sürmeyecek.”

“O zaman bahsin Yağmacılar’ın üstüne mi Geralt?”

“Kesinlikle.”

“Bu konuda pek emin olmazdım.” O zamana kadar sessiz kalan sanatçı muhafız araya girmişti. “Ejderha yalnızca büyüyle ölebilen efsunlu bir canlıdır. Eğer dün köprüden geçen büyücü kadına birisi yardım ederse…”

“Kime?” Geralt’ın başı ona döndü.

“Bir kadın büyücü,” diye tekrarladı muhafız. “Dediğim gibi.”

“Adı neydi?”

“Söylemişti ama unuttum. Geçiş belgesi vardı. Genç, kendince çekici, ama o gözleri… Bu tipleri bilirsiniz lordlar… İnsana baktıklarında belkemiğine kadar bir ürperti yayar.”

“Kim olabileceğini biliyor musun Jaskier?”

“Hayır,” dedi ozan suratını ekşiterek. “Genç, çekici ve gözler… Pek ipucu yok. Hepsi bu tanıma uyuyor. Tanıdığım bu kızlardan hiçbiri yirmi beş, otuz yaşından büyük görünmüyor ki çoğunu tanıyorum.

Ama neredeyse hepsi Novigrad’ın kozalaklı orman olduğu günleri hatırlar. Hem kadınlar adamotundan iksir yapmıyorlar mı, o da gözlerin parlamasına sebep olur. Bir kadın olduğu kesin.”

“Kızıl saçlı mıydı?” diye sordu bağıcı.

“Hayır efendim,” diye yanıtladı teğmen. “Siyah saçlıydı.”

“Atının rengi neydi? Beyaz yıldızlı kestane rengi miydi?”

“Hayır, saçı gibi koyu renkti. Size söylüyorum lordlarım, ejderhayı öldürecek olan odur. Ejderhalar büyücülerin işidir. İnsan gücü bu canavarlara hiçbir şey yapmaz.”

“Kunduracı Kozojed bunun hakkında ne düşünüyor merak ettim,” dedi Jaskier gülerek. “Eğer elinde marulcuk ve itüzümünden daha güçlü bir şey olsaydı ejderhanın derisi bir tel örgüde kuruyor olacaktı, benim şarkım çoktan bitmişti ve bugün güneşte sürünmeyecektim…”

“Niedamir neden seni de yanında götürmedi?” diye sordu Geralt, şaire pis bir bakış attı. “O gittiğinde sen Holopol’da kaldın. Kral, sanatçıları yanında dolaştırmayı sevmiyor mu? Krala müzik çalacağına neden burada sürünüyorsun?”

“Sebebi genç bir dul,” diye cevapladı Jaskier hüzünle. “Lanet olsun! Onunla düşüp kalktım ve ertesi gün uyandığımda Niedamir ve askerleri çoktan nehri geçmişti. Kozojed ve Holopol’un milis gözcülerini bile aldılar ancak beni unuttular. Teğmene başarısızca açıklamaya çalıştım ama o…”

“Eğer belgen olsaydı sorun yoktu,” diye açıkladı teberli tutkusuzca, ücret toplama standının duvarına yaslandı. “İzin yoksa tartışma da yok. Emir emirdir.”

“Ah!” Üçlü Karga onu böldü. “Kızlar birayla geri döndü.”

“Yalnız da değiller,” diye ekledi Jaskier ayaklanırken. “O ata bak. Ejderhaya benziyor.”

Zerikanlılar huş ormanından at üstünde gelirlerken yanlarında savaşa hazır giyimli sinirli bir aygıra binmiş bir atlı vardı.

Bağıcı da ayağa kalktı.

Atlı mor bir tunik ve samur kürküyle süslü kısa bir ceket giymişti. Onlara eyerinin üzerinden kibirle baktı. Geralt bu tür bakışları bilse de pek umurunda değildi.

“Merhaba, beyler. Adım Dorregaray,” diye kendisini takdim etti, attan yavaşça ve asaletle indi. “Efendi Dorregaray. Büyücü.”

“Efendi Geralt. Bağıcı.”

“Efendi Jaskier. Şair.”

“Borch, diğer bir deyişle Üçlü Karga. Fıçıyı açan kızlar benimle. Onlarla önceden tanıştın sanıyorum Lord Dorregaray.”

“Kesinlikle,” diye yanıtladı büyücü gülümsemeden. “Güzel Zerikanlı savaşçılar ve biz çoktan tanıştık.”

“İyi o zaman! Sağlığınıza!” Jaskier Vea’nın getirdiği deri kadehleri dağıttı. “Bizimle için efendi büyücü. Lord Borsch, teğmen bize katılabilir mi?”

“Elbette. Katıl bize iyi savaşçı.”

“Bence,” dedi büyücü, küçük bir yudum aldı. “Benimle aynı sebepten köprüde bekliyorsunuz.”

“Ejderhayı düşünüyorsan Lord Dorregaray,” dedi Jaskier. “Aynen öyle. Savaşta bulunup bir şarkı yazmak istiyorum. Maalesef bu teğmen, görgü kuralı bilmeyen biri olduğu söylenebilir, benim geçmeme müsaade etmedi. İzin belgesi istiyor.”

“Affedersiniz.” Teberli dilini şaklattı ve birasını içti. “Kimseyi izinsiz geçiremem. Bu konuda seçeneğim yok. Görünüşe bakılırsa bütün Holopol, dağdaki ejderhayı avlamak için vagon hazırlamış ama emirlerime uymalıyım…”

“Senin emirlerin asker,” diye onun lafını kesti Dorregaray kaşlarını çatarak. “Ahlaksızlığı yayan nahoş ayaktakımını, fahişeleri, isyanı, hırsızları, serserileri ve ona benzer tipleri kapsar. Beni değil.”

“Hiç kimseyi belgesiz geçirmedim,” dedi teğmen üstüne basa basa. “Yeminle…”

“Yemin etme,” diye onu susturdu Üçlü Karga oldukça soğuk bir edayla. “Tea, cesur savaşçı için bir tane daha doldur!” Hadi oturalım lordlarım. Ayakta çabucak bitirip içkiyi takdir etmemek soyluluğa yakışmaz.”

Fıçının etrafındaki kütüklere oturdular. Soyluluğa yeni terfi eden teberli memnuniyetinden kıpkırmızı oldu.

“İç, cesur yüzbaşı,” diye bastırdı Üçlü Karga.

“Ben yalnızca bir teğmenim yüzbaşı değil,” diye yanıt verdi yeni bir coşkuyla ve biraz daha kırmızıya döndü.

“Ama yüzbaşı olacağın belli,” diye sırıttı Borsch. “Senin gibi akıllı çocuklar anında terfi ediyor.”

Dorregaray yeni bir bardağı reddederek Geralt’a odaklandı.

“Kasabada hâlâ sizin basilikosunuzu konuşuyorlar asil bağıcı ve şimdiden ejderhaya ilginizi sardınız,” dedi çok düşük bir sesle.

“Merak ettim, bu tehlike içindeki türü zevk için mi yoksa para için mi avlayacaksınız?”

“Böyle bir merakınızın olması tuhaf geldi,” diye yanıtladı Geralt. “Özellikle bir ejderhanın dişlerini sökmek için infazına iki katı hızla üşüşen birinin merakı olduğundan. İlaçların ve büyülü iksirlerin için çok kıymetli değil mi? Bu doğru değil mi asil büyücü, canlı ejderhalardan sökülen dişler en iyisi değil mi?”

“Buraya gelmemin nedeninin bu olduğuna emin misin?”

“Evet, bundan eminim. Ancak birisi senden önde Dorregaray. Dişi meslektaşlarından birisi sende olmayan bir izin belgesiyle köprüyü geçti. Siyah saçlı bir kadın büyücü, eğer ilgilenirsen.”

“Kara bir atla mı?”

“Evet, görünüşe göre.”

“Yennefer,” dedi Dorregaray endişeyle.

Kimse fark etmedi ama bağıcı ürperdi.

Gelecekteki yüzbaşının geğirmesiyle sessizlik bozuldu.

“İzin belgesi… Olmadan geçilmez.”

“İki yüz lintar senin için yeterli olur mu?” diye önerdi Geralt şişman kaymakamdan aldığı cüzdanı cebinden çıkararak.

“Geralt,” dedi Üçlü Karga muammalı biçimde tebessüm ederken. “Sahiden…”

“Lütfen özrümü kabul et Borsch. Üzgünüm, seninle Hengfors’a gelemem. Tekrar karşılaşırsak başka bir zaman.”

“Hengfors’a gitmem için beni zorlayan bir şey yok,” diye cevapladı Üçlü Karga dikkatlice. “Hem de hiçbir şey, Geralt.”

“Lütfen cüzdanı geri koyun efendim,” diye tehdit etti teğmen. “Bu en basit anlamda bir yozlaşmadır. Üç yüz bile olsa geçmenize izin veremem.”

“Peki beş yüz için?” Borsch cüzdanını çıkardı. “Gümüşünü geri koy Geralt. Geçiş ücreti için sorumluluğu ben alıyorum. Beni eğlendirmeye başladı. Beş yüz, asker. Her kelle için yüz lintar, kızlarımı tek ve güzel bir birim olarak düşün. Ne diyorsun?”

“Ben ne yapacağım?” Gelecekteki Yüzbaşı Borsch’un cüzdanını gömleğinin içine saklarken kaygılıydı. “Krala ne söyleyeceğim?”

“Ona de ki,” diye önerdi Dorregaray, ayaklanırken kemerinden fildişi bir asa çıkardı.

“Gösteriyi gördüğünde korkudan ne yapacağını şaşırdın.”

“Ne gösterisi efendim?”

Büyücü asasıyla bir şey çizdi ve bir büyü bağırdı. Nehrin yanındaki bir çam ağacı havaya uçtu; ansızın yabani alazlar tabandan yukarıya onu tüketti.

“Hadi atlara!” Jaskier çeviklikle lavtasını sırtına asıp zıpladı. “Hadi atlara beyler! Ve bayanlar!”

Servetli ve yüzbaşı olma vaadi veren teğmen, teberlilere, “Bariyeri kaldırın,” diye bağırdı.

Bariyerin ötesindeki köprüde Vea dizginleri çekti. Atı raks edip nallarının takırtısı köprünün ahşap tabanında çınladı. Örgülü saçları rüzgârda uçuşan kız insanın içine işleyen bir haykırış kopardı.

“Evet, Vea!” dedi Üçlü Karga. “Hadi gidelim Zerikanlı! Kükreyen bir yel gibi!”

« Bölüm 2Bölüm 4 »

Bölümler

Giriş

Bölüm I

Bölüm II

Bölüm III

Bölüm IV

Bölüm V

Bölüm VI

Bölüm VII

Bölüm VIII