Mümkün Olanın Sınırları – Bölüm 7

mumkun olanin sinirlari bolum vii

“Tüm filodan,” diye ilan etti Gyllenstiern. “Yalnızca bir vagon kurtarabildik, ekselansları, Yağmacılar’a ait olanı saymıyorum. Korumalardan yalnızca yedi okçu hayatta kaldı. Uçurumun diğer tarafındaki yol tamamen kayboldu. Görebildiğimiz kadarıyla tepenin zirvesine kadar dümdüz duvar ve kaya parçaları dışında bir şey kalmadı. Köprü yıkıldığı zaman üzerinde olan bireylerin kurtulup kurtulmadığı bilinmiyor.”

Niedamir cevap vermedi. Önünde duran Denesleli Eyck ona ateşli gözlerle bakıyordu.

“Tanrıların gazabına uğruyoruz,” dedi şövalye kollarını kaldırarak. “Günah işledik Kral Niedamir. Bu bir sefer olmalıydı, kötülüğe karşı bir sefer. Çünkü ejderha kötülüğün kendisidir, evet, her ejderha kötülüğün ete kemiğe bürünmüş halidir. Benim için kötülük hiçbir şeydir, onu ayaklarımın altına alırım… Yok ederim… Evet, tıpkı Tanrıların ve Kutsal Yazıtlar’ın emrettiği gibi.”

“Bu sıyırmış mı?” dedi Boholt somurtarak.

“Bilmiyorum,” diye yanıtladı Geralt, kısrağının koşumunu yeniden düzeltirken. “Söylediklerinin tek kelimesini bile anlamadım.”

“Şşşt,” diye kızdı Jaskier. “Sözcüklerini ezberlemeye çalışıyorum. Kafiyelerime yardımı olur belki.”

“Kutsal Kitap’ta der ki,” diye devam etti Eyck hışımla. “Uçurumdan bir yılan ortaya çıkacak, yedi başlı ve on boynuzlu korkunç bir ejderha. Arka bacaklarının üzerindeyse mor ve kırmızı renklere bürünmüş, ellerinde altından bir kadeh tutan bir kadın oturacak ve alnında derin ve tamamen lekeli iffetinin damgasını taşıyacak!”

“Biliyordum!” diye araya girdi Jaskier neşeyle. “Cilia bu, Sommerhalder’in kaymakamının karısı!”

“Sessiz ol efendi şair,” diye emretti Gyllenstiern. “Ve siz Denesle Şövalyesi, konuşmaya devam edin, Tanrıların lütfuyla.”

“Kötülükle savaşmak için,” diye devam etti Eyck gösterişli bir edayla. “Kişinin kalbinin saf olması ve vicdanının başını dik tutması gerekiyor! Ama burada kimleri görüyoruz? Cüceler, karanlıklarda doğmuş ve karanlık güçlere tapan paganlar! İlahi hakka, güce ve ayrıcalığa küstahlık eden kafir büyücüler! Bir bağıcı, tiksindirici bir mutant, lanetli ve doğal olmayan bir yaratılış. Bu cezaya çarptırılmamıza hâlâ şaşırıyor musunuz? İlahi lütfun sınırlarını itelemeyi bırakalım artık! Israr ediyorum kralım, bu haşaratları çabucak aramızdan ayıklayalım…”

“Benim hakkımda tek bir kelime dahi etmedin,” diye lafını kesti Jaskier, söylenerek. “Şairler hakkında tek kelime bile yok. Hem de elimden gelenin en iyisini yaptım!”

Geralt, kemerinden sallanan baltanın keskin ucunu yavaş ve sabit hareketlerle okşayan Yarpen Zigrin’e gülümsedi. Neşelenen cüce sırıttı. Yennefer azametle arkasını döndü, kalçasına kadar yırtılmış olan elbisesine Eyck’ın sözlerinden daha fazla ilgi gösteriyordu.

“Belki biraz fazla ileri gittik,” dedi Dorregaray. “Ama asil nedenlerle olduğuna şüphe yok, Lord Eyck. Bununla birlikte büyücüler, cüceler ve bağıcı hakkındaki yorumlarınızı uygunsuz buldum, bu tür yorumlara yabancı olmasak da bunlar ne kibar ne de bir şövalyeye yakışan cinsten laflar Lord Eyck. Ayrıca eklemek isterim ki, az evvel koşup bağıcı ve büyücüyü kesin ölümden kurtaran efsunlu elf ipini atan kişi çok anlaşılmaz bir şekilde sizdiniz, başkası değil. Şu anda söylediklerinize bakarak neden onları kurtarmak yerine düşmeleri için dua etmediğinizi anlayamadım.”

“Hay şeytan,” diye mırıldandı Geralt, Jaskier’e. “İpi getiren o muydu? Eyck mı? Dorregaray değil mi?”

“Hayır,” diye mırıldandı ozan. “Kesinlikle Eyck idi.”

Geralt inanmazlıkla başını salladı. Yennefer sessizce küfredip ayaklandı.

“Şövalye Eyck,” dedi kadın ona, Geralt hariç herkesin kibar ve müşfik olduğunu düşündüğü bir tebessümle. “Bunu neden yaptığınızı açıklayabilir misiniz? Ben bir haşaratım ama hayatımı mı kurtardınız?”

“Siz bir kadınsınız sevgili Yennefer.” Şövalye sertçe eğildi. “Sizin çekici ve samimi yüzünüz bir gün lanetli büyülerinizden kurtulacağınızı düşünmemi sağlıyor.”

Boholt burnundan soludu.

“Size teşekkürlerimi sunuyorum, efendi şövalye,” diye cevapladı Yennefer soğukça. “Bağıcı Geralt da teşekkür ediyor. Ona teşekkür et Geralt.”

“Yüzümü şeytan görsün,” dedi bağıcı kesin bir samimiyetle. “Ona neden teşekkür edeyim ki? Ben sadece habis yüzü asla düzelmeyecek iğrenç bir mutantım. Şövalye Eyck beni boşluktan kazara kurtardı, çünkü bir bayan inatla bana tutunmuştu. Eğer yalnız olsaydım Eyck serçe parmağını bile kıpırdatmazdı. Haksız mıyım şövalye?”

“Haksızsınız Lord Geralt,” dedi gezgin şövalye sakince. “Ben yardıma muhtaç olan birine asla sırt çevirmem. Bir bağıcı bile olsa.”

“Ona teşekkür et Geralt. Ve ondan af dile,” dedi kadın sertçe. “Yoksa Eyck’ın senin hakkında söylediği her şeyi onaylamış olacaksın. Farklı olduğun için başkalarıyla nasıl yaşayacağını bilmiyorsun. Bu keşifteki varlığın bir hata. Seni buraya saçma bir neden getirdi. Buradan gitmen çok daha mantıklı olacaktır. Bence bunu sen de anladın. Eğer hâlâ anlayamadıysan da artık bunu idrak etme zamanın geldi.”

“Ne demeye çalışıyorsunuz madam?” diye araya girdi Gyllenstiern.

Büyücü cevap vermeden ona baktı. Jaskier ve Yarpen Zigrin birbirlerine anlamlı bir biçimde ama büyücüye belli etmeden gülümsedi.

Bağıcı bakışlarını Yennefer’in gözlerine dikti. Soğuktular.

“Lütfen beni affedin Denesleli Şövalye, size samimiyetimle teşekkür ederim,” diye ilan etti sonunda, başını eğerek. “Ayrıca hızlı kurtuluşumuza yardımı dokunan bütün herkese teşekkür ederim. Köprüden aşağı sarkarken herkesin nasıl da yardıma koştuğunu duydum. Hepinizden af dilerim. Karşılığında hiçbir şey istemeden teşekkür ettiğim Soylu Yennefer hariç. Güle güle. Bu haşarat yanınızdan ayrılıyor çünkü hepinizden bıkkınlık geldi. Kendine iyi bak Jaskier.”

“Hey Geralt,” dedi Boholt. “Sinir krizi geçiren şımarık küçük kızlar gibi davranmayı kes. Olayı büyütmenin anlamı yok. Lanet olsun…”

“Lordlarııııım!”

Uçurumun dar geçitlerini gözlemek için gönderilen Kozojed ve Holopol milislerinden bazıları boğazdan koşarak geliyorlardı.

“Neler oluyor? Nesi var bunun böyle?” diye sordu Nischuka başını kaldırarak.

“Lordlarım… Benim… Sevgili lordlarım,” diyebildi sonunda kunduracı, nefes nefes kalmış halde.

“Hırıldamayı kes dostum,” dedi Gyllenstiern, başparmaklarını altın kemerinin altına sıkıştırarak.

“Ejderha! Ejderha orada!”

“Nerede?”

“Uçurumun diğer tarafında… Düzlüklerde… Lordum… O…”

“Atlara!” diye emretti Gyllenstiern.

“Nischuka!” diye bağırdı Boholt. “Vagona binin! Yırtıcı, atına atla ve beni izle!”

“İşe koyulun çocuklar,” diye bağırdı Yarpen Zigrin. “İşe koyulun lanet olasılar!”

“Hey Bekleyin!” Jaskier lavtasını omzuna atmıştı. “Geralt beni atına al!”

“Atla!”

Uçurum giderek artan aralıklarla etrafa saçılmış solgun kayalarla son bulmuştu, doğal olmayan bir çember oluşturuyorlardı. Arkalarındaki toprak, düz olmayan çayırlığa gelmeden önce hafifçe eğiliyordu, binlerce delikle dolu kireç taşı tepeleriyle etrafları çevrilmişti. Kadim dağ akarsularının kurumuş yataklarından oluşan bu üç dar kanyon, çayırlığa tepeden bakıyordu.

İlk gelen Boholt’du. Kayalık bariyere atını koştururken aniden durdu ve üzengileri üstünde doğruldu.

“Veba adına,” dedi. “Sarı veba adına. Bu… Bu… Olamaz!”

“Ne?” diye sordu Dorregaray onun yanına giderek.

Yağmacılar’ın vagonundan aşağıya atlayan Yennefer da onların yanına geldi, göğsünü büyük bir kayaya bastırıp ileri baktı. Ardından gerileyip gözlerini ovaladı.

“Ne? Nedir o?” diye bağırdı Jaskier, Geralt’ın omzunun üstünden görmeye çalışarak. “Nedir o Boholt?”

“Ejderha… Altın.”

Az evvel çıktıkları daralan uçurumdan yüz adım kadar uzakta, ana kuzey kanyonuna giden yokuş aşağı yolun üzerindeki küçük bir tepeye oturmuş bir yaratık vardı. Dar başını yuvarlak göğsünde dinlendiriyordu, uzun ve ince boynunu mükemmel bir eğimle uzatmıştı, kuyruğunu dışarıya uzattığı pençelerinin etrafında gezdiriyordu.

Bu yaratıkta kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir lütuf vardı, sürüngenimsi kökeniyle kesinlikle uyuşmayan kedicil bir şeyler vardı, zira şüpheye yer bırakmayacak şekilde sürüngenimsiydi. Üzerinde taşıdığı pullar sanki güzelce boyanmış gibiydi. Kızgın, mükemmel bir ışık ejderhanın parlak sarı gözlerinden ışıldıyordu. Yaratık kesinlikle altın rengiydi: Toprağa girmiş pençelerinin uçlarından, boyuna doğru tomurcuklanan devedikenlerinin arasında gezen kuyruğuna kadar… Yaratık kehribar renkli, büyük, yarasamsı kanatlarını açtı ve yerinde kaldı, koca gözleriyle onlara bakıyor ve hayran kalmalarını emrediyor gibiydi.

“Altın bir ejderha,” diye mırıldandı Dorregaray. “Bu imkânsız… Yaşayan bir efsane!”

“Saçmalayın, altın ejderha diye bir şey yoktur,” diye iddia etti Nischuka tükürerek. “Neden bahsettiğimi biliyorum ben.”

“Yukarıda gördüğün nedir peki?” diye sordu Jaskier.

“Bu bir numara.”

“Bir illüzyon.”

“Bu bir illüzyon değil,” dedi Yennefer.

“Altın bir ejderha,” diye ekledi Gyllenstiern. “Kesinlikle altın bir ejderha.”

“Altın ejderhalar yalnızca efsanelerde vardır!”

“Durun,” diye araya girdi Boholt, olaya noktayı koyarcasına. “Kavga etmenin lüzumu yok. Burada altın bir ejderhayla uğraştığımızı herhangi bir aptal bile anlayabilir. Aradaki fark nedir sevgili lordlarım? Altın, alacalı, açık yeşil ya da benekli? Büyük değil. İki dakikadan az sürede halledebiliriz. Yırtıcı, Nischuka, vagonun brandasını çıkarıp eşyaları alın. Altın ya da değil fark etmez.”

“Bir fark var, Boholt,” dedi Yırtıcı. “Ve de çok önemli bir tane. Bu avladığımız ejderha değil. Holopol’un yakınında zehirlenen, bizi değerli metal ve taşlarla dolu mağarasında huzurla uyurken bekleyen değil bu. Bu yalnızca çayırda kıçının üstüne yatmış dinleniyor. Onunla uğraşmamızın amacı nedir?”

“Bu ejderha altın, Kennet,” diye bağırdı Yarpen Zigrin. “Daha önce benzerini görmüş müydün? Anlamıyor musun? Yalnızca derisiyle bile acınası bir hazineden alacağımızdan daha fazlasını kazanabiliriz.”

“Hem de değerli taşlar piyasasını da alt üst etmeden,” diye ekledi Yennefer çirkin bir tebessümle. “Yarpen haklı. Anlaşma hâlâ geçerli. Hâlâ paylaşacağımız bir şeyler var, değil mi?”

“Hey! Boholt?” diye bağırdı Nischuka vagondan, gürültüyle ekipmanları çıkarıyordu. “Atları korumak için ne kullanacağız? Altın bir kertenkele ateş mi, asit mi, yoksa buhar mı üfler?”

“Yalnızca şeytan bilir değerli lordlarım,” dedi Boholt, sıkıntıyla. “Hey! Büyücüler! Altın ejderha efsaneleri onları nasıl öldürebileceğimizi de anlatıyor mu?”

“Nasıl mı öldüreceğiz? Her zamanki yöntemle,” diye cevapladı Kozojed aniden, sesini yükselterek. “Boşa harcayacak zaman yok. Bana bir hayvan getirin. Onu zehirle doldurup kertenkeleye verelim. Bu işi görür.”

Dorregaray kunduracıya pis bir bakış attı. Boholt tükürdü, Jaskier ise iğrenerek yüzünü buruşturdu. Yarpen Zigrin elleri kalçalarında hoşnutsuzlukla gülümsedi.

“Neyi bekliyorsunuz?” diye sordu Kozojed. “İşe başlamanın tam zamanı. Sürüngenin derhal gebermesi için yemin ne olacağına karar vermemiz gerekiyor; bize son derece iğrenç, zehirli ya da çürümüş bir şeyler lazım.”

“Ah!” dedi hâlâ gülümseyen cüce. “Aynı anda hem zehirli, hem pis ve hem de şeytan gibi kokan tek şey nedir acaba? Bilmiyor musun Kozojed? Sensin tabi ki, seni küçük pislik.”

“Ne?”

“Yıkıl karşımdan seni pabuç hırsızı, seni bir daha görmek istemiyorum.”

“Lord Dorregaray,” dedi Boholt büyücünün yanına giderek. “Bir işe yara. Bu konuda herhangi bir öykü veya efsane biliyor musun? Altın ejderhalar hakkında ne biliyorsun?”

Büyücü gülümseyerek onurlu bir havayla ayağa kalktı.

“Altın ejderhalar hakkında ne bildiğimi mi soruyorsun? Ne eksiğini, ne de fazlasını.”

“Anlat. “

“Dikkatli, çok dikkatli dinleyin: Karşımızda oturan altın bir ejderhadır. Yaşayan bir efsane, belki de sizin çılgın cinayetlerinizden kurtulmayı başaran, türünün tek ve son örneği. Efsaneler öldürülmemelidir. Bu ejderhaya dokunmanıza izin vermeyeceğim. Anlaşıldı mı? Ekipmanlarınızı geri koyun, eyer çantalarınızı toplayın ve evinize dönün.”

Geralt bir kavganın çıkacağından emindi. Ama yanılmıştı.

Gyllenstiern sessizliği bozdu. “Onurlu büyücü, ne söylediğine ve kime söylediğine dikkat et. Eyer çantalarınızı toplayıp cehenneme gitmenizi Kral Niedamir emredebilir, Dorregaray; şunu bil ki aynısını ondan istemeniz uygun değildir. Anlaşıldı mı?”

“Hayır,” dedi büyücü gururla. “Anlaşılmadı çünkü ben hâlâ Efendi Dorregaray’im. Yalnızca bir tepenin üzerinden görülebilen bir krallığa hükmeden ve rezil, kirli ve kokuşmuş bir kaleyi yöneten önemsiz bir kralın emirlerine boyun eğmeyeceğim. Biliyor musun Lordum Gyllenstiern, elimin tek bir hareketiyle seni gübreye, görgüsüz kralını ise daha kötü bir şeye çevirebilirim. Peki bu anlaşıldı mı?”

Gyllensriern’in cevap verecek zamanı olmadı. Boholt, Dorregaray’a yaklaşıp onu kolundan yakaladı ve kendisine doğru çevirdi. Nischuka ve Yırtıcı sessiz ve zalim yüzlerle Boholt’un hemen arkasındaydılar.

“İyi dinle efendi büyücü,” dedi dev Yağmacı usulca. “Elini sallamadan önce beni dinle: Senin itirazların ve efsanelerin, hatta aptalca konuşmaların hakkında ne düşündüğümü söylemek için zaman harcayabilirdim ekselansları. Fakat pek istemiyorum. Kendini şu cevapla hoşnut et.”

Boholt boğazını temizledi, parmağını burun deliğine soktu büyücünün ayakkabılarına sümkürdü.

Dorregaray’in yüzü sarardı ama hareketsiz kaldı. Diğerleri gibi o da Nischuka’nın elinde gevşekçe duran topuzu fark etmişti. Tıpkı diğerleri gibi o da biliyordu ki, büyü yapmak için gereken süre Nischuka’nın kafasını bin parçaya ayırması için gereken zamandan çok daha uzundu.

“Tamam,” dedi Boholt. “Şimdi lütfen geri çekilin ekselansları. Ve eğer ağzınızı açma arzusu geri dönerse size çenenizi bir demet çimenle tıkayarak kendinizi durdurmanızı öneriyorum. Çünkü eğer sizin saçmalıklarınızı bir kez daha duyacak olursam buna pişman olacağınıza söz veriyorum.” Boholt arkasını ona dönerken ellerini sıvazlıyordu. “Nischuka, Yırtıcı, işe başlayın yoksa sürüngen bizden kaçacak.”

“Pek de kaçmaya niyeti varmış gibi görünmüyor,” dedi Jaskier etrafına bakarak. “Şuna baksanıza.”

Altın ejderha küçük tepede oturuyor, başını ve kanatlarını oynatıyor, kuyruğuyla toprağı dövüyordu.

“Kral Niedamir ve siz şövalyeler!” Bronz bir klarneti andıran bir ses aniden kükredi. “Ben ejderha Villentretenmerth! Bakıyorum da yarattığım ve de gurur duyduğum heyelan cesaretinizi kırmaya yetmemiş. İşte buradasınız. Bildiğiniz gibi bu vadiden sadece üç çıkış yolu var. Doğuya Holopol’e ve batıya Caingorn’a doğru. Bu iki yoldan birini seçerek buradan ayrılabilirsiniz fakat kuzeydeki uçurumdan geçemezsiniz; çünkü ben, Villentretenmerth, bunu yasaklıyorum. Eğer aranızda buyruğuma saygı gösterme niyetinde olmayan biri varsa ona da onurlu bir şekilde, sadece geleneksel silahların kullanıldığı, büyü ve ateş püskürtmelerinin olmadığı bir şövalye düellosuyla meydan okuyorum. Taraflardan biri teslim olana kadar savaş devam edecek. Protokole uygun olması açısından cevabınızı elçinizle göndermenizi bekleyeceğim!”

Herkes aptala döndü.

“Konuşuyor!” diye mırıldandı Boholt, zar zor soluk alarak. “Bu inanılmaz!”

“Ve bunu oldukça da akıllıca yapıyor,” diye ekledi Yarpen Zigrin. “Göreneksel silah nedir bilen var mı?”

“Normal silah, büyüsüz,” diye cevapladı Yennefer kaşlarını çatarak. “Bununla birlikte beni şaşırtan başka bir şey daha var. Dilleri çatallı olduğundan doğru dürüst konuşamazlar. Bu namussuz telepati kullanıyor. Dikkatli olun çünkü bu iki yollu çalışır. Düşüncelerinizi nasıl okuyacağını biliyor.”

“Tamamen çıldırmış mıdır nedir?” dedi Yırtıcı lakaplı Kennet, sıkılgan bir tavırla. “Onur düellosu mu? Aptal bir sürüngenle mi? O çok küçük!!! Hep birlikte saldıralım! Grup olarak!”

“Hayır.”

Birbirlerine baktılar.

Denesleli Eyck çoktan atına atlamıştı, tamamen zırhlıydı, mızrağı mahmuzundaydı, yaya haline nazaran çok daha etkileyici görünüyordu. Ateşli gözleri, siperliğini kaldırdığı miğferinin altından parıldıyordu. Çehresi solmuştu.

“Hayır, Lord Kennet,” diye tekrarladı şövalye. “Önce cesedimi çiğnemeniz gerekir. Ben buradayken şövalyelerin onuruna hakaret edilmesine müsaade etmeyeceğim. Onur düellosu kanununu çiğnemeye kim cesaret ederse…” Eyck’ın konuşması giderek gerginleşiyordu, sesi hırsla çatallaşıp heyecanla titredi. “Onurla dalga geçmek isteyen benimle de dalga geçmiş demektir. Ya onun ya da benim kanım bu topraklara heba olacak. Bu hayvan bir düello mu istiyor? Öyle olsun! Bırakın elçi benim adımı bildirsin! Bırakın Tanrılar’ın Hükmü kaderimize karar versin! Keskin diş ve pençelerin gücü ejderha için, onun cehennem gibi gazabı için, ve benim içinse… “

“Ne salak ama,” diye mırıldandı Yarpen Zigrin.

“Benim içinse kanun, inanç ve bu kertenkelenin mahvettiği bakirelerin gözyaşları…”

“Kapa çeneni Eyck, midemizi bulandırıyorsun,” diye azarladı Boholt. “Haydi ne yapacaksan yap. Saçmalayacağına şu çayırlığa çık haydi!”

“Hey Boholt! Bekle!” diye araya girdi cücelerin lideri, sakalını sıvazlayarak. “Anlaşmayı unuttun mu? Eğer Eyck kertenkeleyi öldürürse hazinenin yarısını…”

“Eyck hiçbir şey alamayacak,” dedi Boholt sırıtarak. “Bundan eminim. Eğer Jaskier ona bir şarkı adarsa o başka…”

“Sessizlik!” diye emretti Gyllenstiern. “Öyle olsun o zaman. İnanç ve onur, Caingorn’un renkleri içinde dövüşen gezgin şövalye Denesleli Eyck’ın bedeninde, Kral Niedamir’in mızrağı ve kılıcı olarak ejderhaya karşı bir araya gelecek. Kralın emri budur!”

“Gördün mü?” diye söylendi Yarpen usulca. “Niedamir’in kılıcı ve mızrağı. Salak Caingorn Kralı bizi kesinlikle kandırdı. Şimdi ne yapacağız?”

“Hiçbir şey,” diye tükürdü Boholt. “Eyck ile kavgaya tutuşmayacaksın tamam mı? Kesinlikle saçmalıyor ama çoktan atına atladıysa onu bırakmamız en iyisi. Kahretsin, bırak gitsin ve ejderhayla ne alacağı varsa görsün. Daha sonrasına bakarız.”

“Elçi pozisyonu kimin?” diye sordu Jaskier. “Ejderha bir elçi istedi. Belki de benim?”

“Hayır. Bu basit bir şarkı söyleme meselesi değil Jaskier,” diye cevapladı Boholt kaşlarını çatarak. “Yarpen Zigrin’in gür bir sesi var, bırakın elçi o olsun.”

“Katılıyorum, ne fark eder ki?” dedi Yarpen. “Bana üzerinde hanedan arması olan bir sancak verin de şu işi doğru yapalım.”

“Dikkatli ol efendi cüce, kibar ve saygılı ol,” diye azarladı onu Gyllenstiern.

“Bana neyi nasıl yapacağımı söyleme.” dedi cüce, göğsünü gururla gererek. “Sen daha konuşmayı bile öğrenememişken ben ilk resmi anlaşmamı yapmıştım.”

Ejderha tepede oturmayı sürdürüyor, sabırla beklerken kuyruğunu neşeyle sallıyordu. Cüce en yüksek kayanın üstüne çıktı. Boğazını temizledi ve böğürdü.

“Hey! Sen! Oradaki!” diye bağırdı elleri kalçalarında. “Pullu bok kafa! Elçinin ne diyeceğini duymaya hazır mısın? Şayet merak ediyorsan elçi benim! Gezgin şövalye Denesleli Eyck seni karşısına alan ilk kişi olacak. Mızrağını kutsal geleneklere uygun olarak göbeğine saplayacak: Bu senin için üzücü bir şey olabilir ama zavallı bakireler ve Kral Niedamir için büyük bir mutluluk kaynağı olacak. Savaş, onur ve kanun prensiplerine saygılı olmak zorunda. Alev püskürtmen yasak. Birbirinizi yalnızca geleneksel yollarla kıyma yapabilirsiniz. Savaş, taraflardan biri hayalet olana ya da tahtalıköyü boylayana dek devam edecek… Ve bunun sen olmasını her şeyden çok istiyoruz! Hepsini duydun mu ejderha?”

Ejderha esnedi, kanatlarını salladı ve hızla tepeden kayıp düz araziye indi.

“Seni duydum erdemli elçi,” diye cevapladı. “Yiğit Denesleli Eyck çayırlığın üzerinde yanıma gelme lütfunu göstersin. Ben hazırım!”

“Ne enayilik!” diye tükürdü Boholt, kayalık bariyere doğru atını süren şövalye Eyck’a doğru kasvetli bir bakış atarken. “Tam bir maskaralık…”

“Kapa çeneni Boholt,” diye bağırdı Jaskier ellerini sıvazlayarak. “Bakın, Eyck saldıracak! Cehennem aşkına, ne kadar da güzel bir şarkı yazacağım!”

“Hurra! Eyck için üç defa tezahürat!” diye bağırdı Niedamir’in okçularından biri, heyecanla.

“Ben olsam,” diye araya girdi Kozojed üzüntüyle. “Ona biraz sülfür yedirirdim, sırf ne olur ne olmaz diye.”

Savaş alanında Eyck mızrağını kaldırarak ejderhaya selam durdu. Miğferinin siperliğini sertçe kapattı ve atını mahmuzladı.

“Bak bak,” diye cevapladı cüce. “Bir salak olabilir ama ne yaptığını iyi biliyor. Şuna bak!”

İyice öne eğilen ve eyerinde gergince oturan Eyck dörtnala giderken mızrağını alçalttı. Geralt’ın tahminine karşın ejderha geri sıçramadı. Kurtulmak için hasmının etrafından da dolanmadı fakat doğrudan şövalyenin üzerine doğru hücuma geçti.

“Öldür onu! Öldür Eyck!” diye bağırdı Yarpen.

Eyck göğüs göğse bir çarpışmaya körü körüne atlamadı. Son hızla gitmesine rağmen son anda maharetle yönünü değiştirdi ve mızrağını atının kafasının üstünden kaydırdı. Ejderha yanından uçarken mahmuzlarının üstünde ayağa kalktı ve tüm gücüyle saldırdı. Koroya katılmak istemeyen Geralt haricinde herkes hep birlikte bağırdı.

Ejderha bu hücumdan kibar, çevik ve zarafet dolu dairesel bir hareketle kurtuldu. Kırbaçımsı bir hareketle kendi ekseni etrafında döndü ve kedicil bir coşku ve kayıtsızlıkla atın karnını pençesiyle deşti. At şaha kalkıp hırıldadı. Şövalye sarsılsa da mızrağını düşürmedi. At yere yığılırken ejderha, kudretli pençesinin tek bir vuruşuyla Eyck’ı eyerinden fırlattı. Adam havaya uçtu, zırhının göğüs plakası gıcırdadı. Yere düştüğünde çıkan parçalanma ve takırtıları herkes duydu.

Ejderha atı ayağıyla ezdi, yere oturdu ve dişli çenesini hayvana daldırdı. At, titreyerek ölmeden evvel dehşetle böğürdü.

Ortama derin bir sessizlik çöktü. Ejderha Villentretenmerth’in derin sesi herkes tarafından duyuldu.

“Yiğit Denesleli Eyck muharebe alanını terk edebilir. Savaşa devam edecek durumda değil. Sıradaki lütfen.”

“Hassiktir!” dedi Yarpen Zigrin sessizliğin içinde.

« Bölüm 6Bölüm 8 »

Bölümler

Giriş

Bölüm I

Bölüm II

Bölüm III

Bölüm IV

Bölüm V

Bölüm VI

Bölüm VII

Bölüm VIII