Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - estarriol

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7
31
Oyunlar / Ynt: Age Of Empires
« : 15 Mayıs 2012, 17:41:43 »
Age of Mythology, mitolojiyi sevenlerin ilgisini çekebilir fakat mitolojiye çok meraklı olmama rağmen ben bile dayanamadım. scottneo ve zekican5 sizin Mythology'yi diğerlerinden daha çok sevmenizin nedeni belki de ilk karşılaştığınız Age of Empires oyununun o olmasıdır. Zira scottneo'nun yaşına baktım ve zekican5 de bu sene ygs'ye girdiğine göre 18 yaşında diye düşünürsek; ben 10 yaşındayken AoE II'yi oynuyordum, AoE Mythology'nin çıkışı ise scottneo'nun 10, zekican5'in 9 yaşına denk geliyor. Oghertay'ın yaşı da bu tezimi destekliyor :). Hadi bizim sözümüzü umursamıyorsunuz diyelim, nette araştırın en çok hangi Age of Empires oyunu sevilir? Son söz size gençler eğer Mythology'yi diğerlerinden çok seviyorsanız yorum yapmaya gerek duyuyorum ;).

Playing AoE II, before it was cool.

Spoiler: Göster
Adam haklı.


Spoiler: Göster


Hipster Eco is hipster.

Hasılı, biz seni anladık kardeşim. Raadol.

32
Çizgi Roman & Manga / Ynt: Galip Tekin'den Tuhaf Öyküler
« : 12 Mayıs 2012, 01:10:18 »
Efendim şöyle bir kapağı vardı, kitaba Kadıköy Rıhtım'da rastlamıştım.

Spoiler: Göster


Kitabı alıp okuma sebebim aslında kendimde eksik gördüğüm bir yanı desteklemekti. Galip Tekin' in Cinsellik ve vahşeti konu edinen yapıtları olduğundan haberdardım çünkü. Beklediğimi de buldum açıkçası. En azından çizimlerin bu açıdan hayli zengin olduğunu söylemek gerekir.

Kitabın isminin içeriği hakkında yeterli bilgi verdiğini eklemeliyim. Yani öykülerden oluşuyor kitap ve hepsi de konu itibariyle tuhaf bir yapıya sahipler. Ama tüm bunlar esere ısınmam için yeterli olmadı maalesef. Çünkü kitabın birtakım yanları gerçekten beğeniyi engelliyor, ki ben de hakikaten zor beğenen biri değilimdir.

Örneğin kurgular yeterince sıradışı öğelerle doluydu, ama sanki bu öğeleri kullanabilmek uğruna oluşturulmuş gibiydiler. Sonra sahneler ve aralardaki geçişler, bazen olması gerekenden uzun, bazen kısa sürüyor, her şey çok hızlı gelişebiliyordu. He bir de diyaloglar var ona da değinmek gerek. Kitabı okuyunca ilk aklıma gelen, "Acaba bu diyalogları yazan kişiyle, çizer aynı kişi mi?" olmuştu. Çünkü hemen hemen her hikayede klişe konuşmalara, amatörce hatalara rastlamak mümkün oluyordu. Zamanla kitabı okumakta hayli zorlandığımı, bitmesi için can attığımı fark ettim.

Uzun lafın kısası, kan ve seks görmek isteyenler ya da bu öğelerin hikayelerin işleyişine katılmasına merak duyanlar için uygundur denebilir Tuhaf Öyküler için. Ama

Kişisel Görüş : Ben beğenmedim.
Spoiler: Göster
Koyubeyaz' a buradan sevgiler ve teşekkürler. Her hakkı saklıdır.

33
Eşlik şarkısı

Bu kitabı okumak bir ayrıcalıktı.

Korkuttuğu için, şaşırttığı için, merak uyandırdığı için, ama en çok da hayatımda tanıdığım en sapık zihinle saatler geçirmeme olanak sağladığı için, bir ayrıcalıktı bu kitabı okumak. Tek başına sapkınlık bir yazarı değerli kılmaz elbette, bu yüzden Lovecraft’ ın, onu alelade bir caniden çok büyük ölçüde farklı kılacak kadar yüksek bir meziyete sahip olduğunu söylemek gerekir.

Bu meziyet, onun, karakteri içindeki her noktayı ayrı birer canavara dönüştürmesine, aklının dehlizlerinde dolaşan her endişeyi bizler için bir kabusa çevirmesine, kısaca Cthulhu mitini oluşturmasına olanak sağlamıştır. Denizler altında bir ölüm uykusuna yatmış, gördüğü düşlerde bize kabuslar hazırlayan Cthulhu, aslında Lovecraft’ ın kendisidir. Annesinin ifadesiyle yüzüne bakılmayacak kadar çirkin bu adam, kendi gözlemleriyle karşılaşılmaya değmeyecek kadar basit ve aciz insanlara en az Cthulhu kadar uzaktır çünkü. Ve bu yalnız ve uzak adamın taşıdığı meziyet, bütün o mesafeyi anlamsız kılacak kadar güçlüdür.

Bu yüzden şaşırılmaması gerekir onun kitaplarında sıkça rastlanabilecek, “Yüce Eskileri çağırdıkları ayinleri için insanları kurban eden zenciler” den yahut “Çarpık suratlı moğol göçmenler” den bahseden satırlar görüldüğünde. Zira herşeyden başka olan bu adamın korkusu, kendinden başka olan herşeye karşı bitmeyen bir teyakkuz halindedir ve asla uykuya dalmayacaktır.

Yalnızlığa olan eğilimi bu raddeye getirmiştir Howard Philips Lovecraft’ ı çünkü. Takıntılı dehası, bize kendi hakkında bu tür ipuçları bırakmıştır, ve onu tanımamız hususunda hayli yardımcı olmuştur. Zira kendi yarattığı evrene bu derece bağlı olması ve onu yalnızca kendi beğendiği haliyle tanıtmak konusunda olan ısrarı, bize amacı doğrultusunda aldığı kararlara yöneltilen eleştirileri pek ciddiye almadığını göstermiştir. Onu tipik bir öykü yazarından farklı kılan birçok özelliği vardır. Hikayelerindeki diyaloglar yok denecek kadar azdır örneğin. Ya da akıl almaz bir canavarı tasvir ederken bir ilkokul çocuğunun mahallenin kuduz köpeğinden bahsedişini dinliyormuşsunuz hissine kapılırsınız. Ve bu yönleriyle çok eleştirilmiştir Lovecraft. Ama karşılaştığı hakarete varan eleştirilere bir an olsun kulak asmamıştır, söylenenler umrunda bile olmamıştır. Tıpkı ölüleri diriltmek üzerine olan saplantısı koyulaştıkça kimseyi dinlemeden mezarların içini boşaltmaya devam eden Herbert West’ in umrunda olmadığı gibi.

Lovecraft öykülerinden oluşan Cthulhu’nun Çağrısı adlı derleme, özellikle bahsedilmesi gereken bir husus bu evreni tanımak isteyenler için. Çünkü bu kitap, aslında evrenin bizim dünyamıza yakın taraflarından başlıyor ve bize uzak olan bu evrenin asıl merkezine doğru devam ediyor. Evrenin köşelerinden başlıyor onu anlatmaya diye düşünüyorum, çünkü bu evrenin merkezinde Yüce Eskiler var.

Ve gerçeklik dediğimiz bu ortak hayale kendimizi fazlasıyla kaptırmış olan bizler, ne R'lyeh'deki evinde düş görerek bekleyen ölü Cthulhu’ dan haberdarız, ne de onu uyandırıp Arz’ a döndürmeyi amaçlayan Cthulhu mezhebinden. “Cthulhu’ nun Çağrısı” ve “Insmouth Üzerindeki Gölge” adlı öykülerin bize bahsettiği gizemler, sahip olan kişilerin ölümüne sebebiyet verebilecek kadar tehlikeli bilgiler çünkü. Karanlığın kalbine yolculuk yapmış kişilerin ağzından anlatılmış bu son hikayelere hazır olmak için kitabın başına doğru dönmek gerekiyor açıkçası.

İlk öyküler bu açıdan daha yakın dünyamıza. Bizim korkularımız onlar çünkü bir bakıma. Sebeplerini bilmediğimiz anomaliler, gözlerimizi kapatabilme şansını bulabildiğimiz endişeler var “Randolpf Carter’ ın İfadesi” nde ve “Yabancı” da. Ardından başkalarının sıradışılıklarından örnekler veriyor anlatıcı bize.

“Erich Zann” ın eşsiz ve kaynağını düşünmenin bile tüyleri ürperteceği müziğini dinlemek bu durumu çok güzel ifade ediyor.  “Herbert West” ile tanışmak da tıpkı önceki öykü bilinmeyene vakıf insanların varlığından haberdar olmak anlamına geliyor, bir fazlayla belki, bu defa konu alınan bir sanatçının müziğe olan tutkusu değil, bir doktorun ölüleri diriltme saplantısı.

Ve hatta “Pickman’ ın Modeli” ni okuduğumuzda başımıza gelen de bu. Buradaki nüans, belki de öykülerin bize ipin ucunu gittikçe daha fazla vermeye başlamasından ibaret. Çünkü “Duvarlardaki Fareler” i okuyunca görüyoruz ki, belki de ipin ucunudan yakalamak isteyen biz değiliz, bizi bağlamaya çalışan birileri var satırların içinde.

Dost Körpe’ nin ustaca seçimleri belki de bu yüzden önemlidir Lovecraft’ ın evreniyle benim gibi yeni tanışan kimseler için. Yaşananları içselleştirmenin bir şekilde mümkün olduğu bu hikayeler, okuyanı hızla içine çekiyor çünkü. Bir an oluyor, hayatınız boyunca dışını hiç görememiş olduğunuz bir şatoda bir başka güne uyanıyorsunuz. Ve yalnız bir adamın kendinden ölesiye korkuşunu yaşıyorsunuz. Bir an oluyor, bir an olsun düşünmenin dahi insanı çıldırtmaya yeteceği varlıklarla anlaşmalar yapıyorsunuz; sadece gerçeğe bir adım yaklaşmak özlemiyle. Ve güçler kazanıyorsunuz. Kah ölümün orkestrasıyla birlikte çalıyor, kah yalnızca korkunun kendisinin hayal edebileceği resimler çıkarıyorsunuz ortaya.

Ama ne olursa olsun, gizeme yeterince vakıf olduğunuza inanamıyorsunuz kitabın sonuna gelinceye kadar. Atalarınızın helak olmasına neden olmuş meraklar uyanıyor içinizde. Kötülüğün onlara musallat olduğu topraklara geri dönüyorsunuz sırf, içiniz sizi oraya çektiği için. Ve başınıza geleceklerden habersiz dalıyorsunuz belki de sonunuz olacak karanlık topraklara.

Unutmadan, eğer uğursuz bir hakikat kendini göstermediyse hala, kitabın künye bilgilerine -umarım- buradan ulaşabilirsiniz.

Spoiler: Göster
Biraz fantezi oldu, denemiş olduk. Tahammül edip okumuş olanlara çok teşekkür ederim.

34
Sinema / Ynt: The Avengers (2012)
« : 04 Mayıs 2012, 22:05:09 »
İzlediğim iyi "Hulk" tı bugün görmüş olduğum adam, onu söyleyeyim bir kere. Adam bir gariban, çift kişilikli, öfke kontrol sorunları olan profesör tiplemesine gerçekten gitmişti. Sakin atın çiftesi de pek oldu nitekim.

Tony Stark' a da diyecek yok, filmi götürenlerden biriydi R. Downey Junior. Dikkatimi çeken bir ayrıntı, önceki filmde karaktere gölge düşüren her ayrıntı yok edilmiş diyebilirim. Bir şekilde beyazlamış arkadaş. Ama küstahlık baki kalıyormuş diyorum, he yakışıyor abimize, o ayrı.

Kaptan Kuzey Amerika olmamış, soğuk iyi gelmiş babaya, en azından nostalji yapmışlar biraz, ama olmamış. Ama hakikaten her kahraman filmini saf propogandaya dönüştüren o malum edebiyata girme hatasını bir kez daha yapmışlar. Ne diyelim, önce Amerika' da satacak film sonuçta. Reklamı yapacaklar.

Özetle, sırf Hulk ve Ironman için izlenir bu film. Canınız sıkılıyorsa iyi gidecektir.

Dayak yiyen tanrılarımız (Loki gerçekten iyiydi. Tam bir karakter oyuncusu performansı.), kendi çapında kahraman olmaya çalışan fedakar ajanlarımızla güzel bir film olmuş. Beklentiyi karşılıyor. Çünkü beklentim çok da yüksek değildi.

Kişisel Görüş : "13 liraya değdi gibi."

35
Şişedeki Mısralar / Ynt: Dizeli Yazılar
« : 03 Mayıs 2012, 22:42:14 »
Şu şiirleri okudum, önce şiirleri yazana imrendim, sonra yorumları yazanı kıskandım ne yalan söyleyeyim. Şiirlerin sahibine niye imrendiğimi söylememe gerek yok.

Yorumların sahiplerini de kıskandım; çünkü ben sonuna kadar okumaya zor dayandım, samimi söylüyorum bünyem dayanmıyor böyle şeylere. Bu kadar içli yazdığını bilseydim vallahi okumazdım. Ben zor okuyorum, millet yorum yazmış. Helal olsun. Neyse bir gün geçti aradan da çok şükür ben de bunları yazabildim.

Sevmek nedir onu bile bilmediğimi

bir kez daha anladım, ellerine sağlık hakikaten.

36
Şişedeki Mısralar / Ynt: Damlalar...
« : 03 Mayıs 2012, 00:36:29 »
Malkavian' ın söylediklerine katılmamak elde değil. İnsanın unutmaya meyilli olduğu şeyleri hatırlatıyor biraz bu şiir. Aklıma Necip Fazıl Kısakürek' in ağlamak üzerine yazdıklarını getirdi. Reis Bey' deki meşhur replik:

"Yapmayın Reis bey, siz ağlayamazsınız. Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz." diye anlatır ağlamanın insan için anlamını bir idam mahkumunun dilinden.

Herşeyin varoluşunda anlaşılmak en önemli safha iken, her varoluşta ağlamanın bir payı olduğunu düşünmek fazla olmaz sanıyorum bu yüzden. -Yine düştü çenem bu arada-

Ortadoğu'ya ilişkin şiirinizi beğenmiştim, bu ondan daha sade ve daha manidar olmuş. Az kelimeyle çok şey anlatabilmenin ustalık işi olduğu kadar yetenekle ve karakterle alakalı olduğunu düşünmüşümdür hep.

Umarım elinizdeki fırsatı en güzel şekilde değerlendiriyorsunuzdur. Unutmayın, yeteneği olmayan kimselere yeteneğiniz miktarınca borcunuz var. :)

37
Şişedeki Mısralar / Ynt: Kan,Barut ve Toprak
« : 03 Mayıs 2012, 00:24:12 »
Bir toprağı iyi tanımak, kokusunu ciğerine derinlemesine çekmekle aslında ya, insan o kokuyu bazen mektuplarla, bazen savaş havadisiyle, bazen de kulaktan kulağa yayılanlarla alıyor.

Ülkemizde her kesimden insanın hemfikir olduğu nadir konulardan birinin Ortadoğu'da yaşananlara karşı takınılacak tavır olduğunu görmek umutlandırmıştır beni daima. Herkesin fikri hakkında kesin bir bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığı malum, ama umut işte.

Ve sanatkarların toplum vicdanının sesi olmak gibi bir fonksiyonu varsa, en çok böyle yazılarla ortaya çıkıyor sanıyorum. Çenemin düşmesine sebep oldunuz efendim, benim suçum yok. Şiiriniz bana çok samimi geldi. Bu konu üzerine yazılan yazıların çoğunda gördüğüm abartılı ifadelerden uzak, yalın bir anlatımı var. Söz konusu duyguları aktarmak olduğunda, şaşaalı ifadelerdense, böyle mütevazı bir ton tutturulması daha güzel geliyor bana. Şiir tekniğinizi de eleştirmek, belki bir şekilde faydalı olmak isterdim fakat korkarım bunun için yeterli düzeyde bilgim yok.

Elinize sağlık, gerçekten güzel olmuş.

38
Bilim & Teknoloji / Ynt: Kuş Gibi Uçmak Buna Denir
« : 03 Mayıs 2012, 00:15:47 »
Yerçekimi, rüzgar, sıcaklık, nem, boşluk, doluluk ... diye sayarak bitiremeyeceğin onca sensörü bir makinaya koy, sonra kuş gibi hafif olsun, sinsi sinsi uçsun insanın tepesinde. Olacak şey değil ama yapmışlar bir şekilde. Helal olsun. Ama çok can sıkıcı bir hareket tarzı var efendim. Ecnebi insanlara saygımız var ama biz yapsaydık -ki yakında yapacağız inşallah *-*!- daha samimi jestleri mimikleri olurdu bu robotun diyorum. :P

Örneksiz olmaz tabi, ben de güzide uçağımızla baş başa bırakıyorum sizi. -Sondaki mühendis abilerimize dikkat.-

39
Roland Emmerich' in sende uyandırdığı duygular konusunda yalnız değilsin. Bilimkurgu severlerin büyük kısmında haklı bir şüphe var Alman yönetmene karşı.

"2012", "10,000 BC", "Yarından Sonra" gibi filmleri izlemiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki Roland Emmerich, bir bakıma kötü senaryoları kurtarmak zorunda kalmış bir yönetmendir. Ve çoğunlukla başarısız olmuştur, daha çok eldeki malzemenin kalitesizliğinden işin gerçeği. Ne de olsa malzemeler -bir kısmında senaryonun ve yapımın bile kendisine ait olması da bambaşka- bu kadar kötü olduğunda, büyük bir başarı beklenemiyor.

Buna rağmen, "Kurtuluş Günü" ve "Vatansever" gibi beklentileri karşılamış filmlerin yönetmeni olarak kendisine yeniden şans verilebileceği kanaatindeyim. Ayrıca  Emmerich, büyük bütçeli filmlere ve bilimkurgu yapımlara aşina bir yönetmen.

Kendisine şans verilir verilmesine ya, benim kafama asıl takılan, adamın daha çekmesi beklenen iki üç filminin bulunması. Hele bu günlerde Imdb' de anonsunu görüp yıkıldığım "Kurtuluş Günü 2" gibi söylentiler var ki, insanı yıkan cinsten söylentiler bunlar.
Spoiler: Göster
Yapma gözünü seveyim Emerih.


40
Vakıf Serisi / Ynt: Vakıf Serisi Soru Hattı
« : 26 Nisan 2012, 16:15:55 »
Efendim asıl ben emeği geçen arkadaşlar adına size teşekkür ederim. İnanın biri soru sorunca hepimiz çok seviniyoruz :)

Sorunuzun konusu benim de kafamı uzun zamandır meşgul ediyor. Hatta tam tarihi itibariyle 2009 yılından beri bekliyoruz bir film çekimini. Ama ne yazık ki böyle bir yapım olmadı Vakıf ile alakalı bu güne kadar, bildiğim kadarıyla.

"Vakıf" ve "Çelik Mağaralar" filmlerini bekleyin derim, çok yakın zamanda olmasa da gelecekleri açıklandı. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye çok yakında buradan ve portalımızdan ulaşabilirsiniz. Açıkçası şu sıralar bu haberle uğraşıyorduk, isabet oldu. Kısacası affınıza sığınarak biraz bekleteceğiz sizi. Ama haberimizle kafalardaki soru işaretlerini biraz olsun gidereceğimize inanıyorum.

41
Vakıf Serisi / Ynt: Ben, Robot - (I, Robot)
« : 26 Nisan 2012, 16:06:26 »
Işık hızındaki cevap için teşekkürler öncelikle. :) Birisi bir öyküden özellikle bahsetsin ki ben de kendi favori öykümden bahsedebileyim diye bekliyordum. Benim favorim "Liar!".

"Liar!" adlı öyküyü okumayan Susan Calvin' i tanıyorum demesin benden söylemesi. Eğer o öykü olmasaydı Mike ile Greg (Powell ile Donovan) benim de favori karakterlerimdi. Adamların hem mühendis hem de gırgır olmasının benim tarafımdan tutulmasında katkısı büyük. Eminim senin için de öyledir. Bu üç karakterin buluştuğu efsane hikaye "Escape!" in de tartışılmaz bir yeri var benim için.

Kitaptan bahsedince bu kitabı okumuş biriyle konuşmaktan duyduğum heyecanı hissettim. Yorumunu görmek de güzel olacak. Sabırla bekliyorum.
Spoiler: Göster
estarriol uses peygamber sabrı


42
Vakıf Serisi / Ben, Robot - (I, Robot)
« : 26 Nisan 2012, 15:38:31 »

Robotun ortalama bir “Asimov Evreni Sakini” nin hayatındaki önemi tartışılmazdır. Kimisi atalarının yaşadıkları gezegene gelebilmelerini borçludur robotlara, kimi çocuğunun evin bahçesinde sakince oynuyor oluşunu, kimisi firmasının gelecek on yıl içerisinde yapacağı hiçbir finansal hareketi düşünmek zorunda olmayışını.

Peki robotlar bu konuma nasıl gelmiştir? Düşünen, başkaları ve kendisi için endişe duyması mümkün olan, tek başına bir evi, bir uzay istasyonunu, belki bir gezegeni idare etme yeteneğine sahip olan robotların çağına gelmeyi beklerken neler yaşamıştır insanlık? Robot neden var olmalıdır? Nasıl var olacaktır?

Bu soruların cevabını Susan Calvin’ in, Gregory Powell’ ın veya Michael Donovan’ ın tecrübelerinde bulmak için "Ben, Robot" kitabının okunması şart. Şart, çünkü Üç Robot Yasası, Pozitronik Beyin yahut Franskenstein Kompleksi gibi kavramları anlamak için onları ilk defa anıldığı kitaptan öğrenmekten daha iyi bir seçenek düşünmek zor.

Bütün bu yazdıklarımın yanında bir iki hafta önce okumuş olduğum bu eserin özellikle "Mike ile Greg" hikayeleriyle beni ilk defa kahkaha attırmış, Calvin hikayeleriyle ilk defa cidden dehşete düşürmüş bilim-kurgu kitabı olduğunu itiraf etmeliyim. Edebi yanı çok kuvvetli bu kısa hikayelerin dizinini aşağıda bulabilirsiniz.


İçindekiler :

0.  Giriş - (Introduction / Birleştirici öykünün ilk kısmı. Diğer öykülerin aralarında da bu öyküden kısımlar görülüyor.)
1.  Robbie - (Robbie)
2.  Köşekapmaca - (Runaround)
3.  Mantık - (Reason)
4.  Şu Tavşanı Tut - (Catch that Rabbit)
5.  Yakışıklı - (Satisfaction Guarantied)
6.  Yalancı! - (Liar!)
7.  Küçük Kayıp Robot - (Little Lost Robot)
8.  Kaçış - (Escape!)
9.  Kanıt - (Evidence)
10.Sakınılabilir Çatışma - (Evitable Conflict)


Ayrıca künye bilgileri için buraya tıklayabilirsiniz.

43
Duyurular / Ynt: Biz Bunu İstiyoruz 2 | The Witcher
« : 25 Nisan 2012, 23:59:38 »
Öncelikle çok samimi söylüyorum, ön okumanın tadı damağımda kaldı. Benim yayınevim olsa bu kitabı basardım kesin, hatta kimin çevireceği şuan belliydi. Ellerine sağlık İhsan abi. Helal olsun. En çok beğendiğim kısım :

Alıntı
“Kendim gelirim,” diye tekrar etti yabancı, yankılı, metalik sesiyle. “Ve siz üçünüz benim önümde yürüyeceksiniz. Beni kale kumandanına götüreceksiniz. Yolu bilmiyorum.”
“Anlaşıldı efendim,” diye geveledi muhafız, başını devirerek.

oldu. Az evvel Geralt'ı öldürmek isteyen adamın, bir anda süt dökmüş kediye dönüşü hoştu :D

İkinci okuduğum kısım da inceleme oldu. Allah biliyor ya, çeviri olduğunu unutmuştum, baktım ki Fırtınakıran değil bu konuşan, başkasının yorumları, sevincim buruk kaldı. Sevinçliyim, çünkü yaptığı iş eline yakışmış gerçekten. Buruk bir sevinç, çünkü daha kendi incelemesini görmemize var gibi görünüyor. Ama çevirinin güzel olmasının yanında, doğru adamın yazısı seçilmiş bir de, onu da beğendim. Projenin amacı eseri en güzel şekilde tanıtmak malum, ama bunu yaparken şakşakçı bir adamın seçilmemiş olması, ilkeli bir eleştirinin tercih edilişi iyiydi.

Alıntı
Maalesef her masalda olduğu gibi çok az dünya inşa etme ya da karakter gelişimi var. Aslına bakarsanız Geralt’tan çok daha fazla kişiliğe ve derinliğe sahip karakterleri olan video oyunları bile oynadım ki bu, video oyun karakterlerinin çok bilinen bir özelliği de değildir. Biçimsel olarak Sapkowski’nin neyi başarmaya çalıştığını anlayamadım. Hikâyeler birer masal mı olacaktı? Korku mu? Komedi mi?

Sorusu yöneltilmiş mesela, yerinde buldum bu soruyu. Yalnız cevabı biraz içinde gizli sanki. Nasıl La Fontaine, tilkinin veya kurdun karakterine ilişkin derinlemesine bir inşaya girişmek yerine, okurun merakını bu karakterlerin hikayede geçen olaylara karşı tutumlarına dayanarak gidermelerini isterse, Andrzej Sapkowski de öyle yapıyor belki de. Oyuna başlayıp, atmosferi görmüş biri olarak söyleyebilirim ki Witcher ın karşılaştığı insanların hayvanlıkları, hikayeyi bir fabl havasına büründürüyor zaman zaman. O yüzden burada muradın aslında kişiler değil de, hikayenin sunduğu değerler olduğunu sanıyorum.

Lafı uzatmadan tanıtım yazısının sinsi baştan çıkarıcılığını inkar edemeyeceğimi söyleyeyim, kötü bir biçimde etkilendim :D Bu arada her sayfanın ayrı bir teması var resmen. Emek gözle seçilir halde. He bu arada, bilmem ne der okuyanlar, tek bir yazım hatası yok bu saydıklarım arasında benim gözüme iliştiği kadarıyla. Ayrıca takdir etmek lazım bunu. Bu sebeplerden yapımda yayında emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarım ne yapacağına, ne okuyacağına karar verme konusunda her daim yardıma muhtaç bir okur olarak.

44
Vakıf Serisi / Ynt: Vakıf Serisi
« : 25 Nisan 2012, 17:15:34 »
Ah bir de şu resimleri photobucket'e yüklememeniz gerektiğini öğrenseniz.

Öğrendiğim iyi oldu, teşekkürler. Özellikle Photobucket yerine nereye yüklememiz gerektiğini söylediğiniz için teşekkür ederim. Malum bilmemek ayıp, öğrenmemek ayıp, en iyisi bilip de öğretmemek günümüzde. Yardımlarınızdan dolayı size borçluyum bu sebepten.

Çok sevdiğim bir arkadaşımın deyimiyle : Ben bugün bunu öğrendim!

45
Eğlence & Mizah / Ynt: Bugün Ben Şunu Öğrendim:
« : 19 Nisan 2012, 00:54:47 »
Maydanoz salatası çok güzelmiş. Annem önüme getirdiğinde "Tavşan mıyım ben?" şeklinde verdiğim tepkiyle, maydanozların tükenişi arasında kısa bir süre geçti. Malzemeler: Maydanoz, Zeytin Yağı, Tuz.
Edit: Malzemelerde limon da varmış.

Aynını ben bugün öğrenebildim, tekrar ellerine sağlık Eco, annenin yüzünü kara çıkartmadın bir ev sahibi olarak. Keşke daha fazla yeseydim diyorum şuan, pişmanım.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7