Kayıt Ol

Kayıp İnci Hanı (XIV. Hafta)

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (XIV. Hafta)
« : 11 Mart 2011, 11:23:03 »
KAYIP İNCİ HANI

Kayıp İnci Hanı Nedir?

Bu bölüm okuyucularımızı okunması tavsiye edilen hikayelere yönlendirmektedir. Bu yüzden sizin de değerli bulduğunuz, diğerlerinin arasından sıyrıldığını düşündüğünüz hikayeler var ise Kurgu İskelesi içinde bulunan hikayenin adını ve linkini KoyuBeyaz'a özel mesaj yoluyla yollarsanız okunacak ve değerlendirilecektir. Bundan sonra liste oluşturulurken hikayenin aldığı yazar puanlarına da dikkat edilecektir.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (I. Hafta)
« Yanıtla #1 : 11 Mart 2011, 14:06:06 »
Dove è la mia Amore?
Dove è la mia speranza?
Dove è la mia ragione
per vivere?

Questo è tutto ciò
che ho perso.
Questo era tutto ciò
che ho sempre voluto.



---

Adam, kırmızı kadife ile kaplı, oldukça şık bir okuma koltuğuna rahatça kurulmuştu. Bacaklarını koltukla aynı malzeme ile kaplanmış genişçe bir mindere uzatmış, elindeki eski ve kalın bir romanı okumakla meşguldü. Gençlik yıllarını çoktan geride bırakmış, orta boylu bir adamdı. Uzun, kar beyazı saçlarını arkasında özenle toplamıştı. Yüzünde artık pek kullanılmayan, yuvarlak çerçeveli bir gözlük vardı. Zamanın modasına uygun bir şekilde ince kumaşlı, oldukça sade renklerden oluşan kıyafetler giymişti. Gri renkli, uzun ve ince bir pardösü ile de kıyafetini tamamlamıştı.


---

“Taşın bağışlayıcı gücünü hafife alıyorsun,” dedi gölgenin içindeki ses. “Asıl sen taşın gücünü hafife alıyorsun, az önce lanet olası şehrin yarısını havaya uçurduk. Farkında mısın bilmiyorum ama bu hiç hoşuna gitmeyecek,” diye karşılık verdi diğer ses.

“Saçmalama… Hak ettiklerini sende biliyorsun… Anlayışla karşılayacaktır,” ama bu seferki ses tonu ilki kadar kesin değildi. İçinden ekledi –umarım-.


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (II.Hafta)
« Yanıtla #2 : 23 Mart 2011, 12:52:01 »
Sarayın parlak ve göz alıcı zemininde çıplak ayaklarla gezinirken, bir prensesin sürekli giymek zorunda olduğu o abartılı topukluların rahatsız edici çınlamasını duvarlar arasında yankı bulurken işitmemek, gerçekten de hoş bir duyguydu. Peşinde birilerinin koşuşturup durduğunu hissetmemek de öyle... Çünkü küçük bir dükkana girdiğinizde "Size nasıl yardımcı olabilirim?" sorusuna "Sadece bakıyorum..." diye cevap vermenize karşın hala arkanızda dolaşarak sizi takip etmekte olan dükkan görevlilerinden dolayı yaşadığınız aynı bıkkınlık ve bunalma hissini veriyordu bu sadık hizmetliler bana, her saniye vereceğim emirleri hazır olda beklerken. Üstelik kendimi baskı altında da hissediyordum. Sürekli hareketlerine dikkat etmesi gereken, bir nezaket budalası gibi...


---

'İlk nefesini üflediğinde ciğerlerimde ne kadar bedbaht, elem ve hüzün varsa eridi gitti. Beni bin defa eritti ve bin defa döktü. On bin deva dövdü. Çekici Coronras beni örs ile araya aldığında, her düz edişinde tepemdeki üç mücevherin ışığını biraz daha görmek için kıvılcımlara göğüs gerdim. Beni ocakta tuttuğu her an alevler yüzümü dağlarken onların sessiz şarkısı ile huzuru buldum.'


---

Her şeyin başlangıcı olan o uğursuz Cuma akşamını dün gibi hatırlıyorum. Mesai bitmişti. Şirkette hemen herkes; plazanın boğucu atmosferini geride bırakıp, (hafta sonu tatilinin motivasyonunu da arkalarında hissederek) dışarıdaki hafif çiseleyen sonbahar akşamüstünün ıslak, gri atmosferine kendilerini çoktan atıvermişlerdi bile. Ben de çıkmak üzereydim ama idari müdür Firdevs Hanım’ın ofisinin camlı kapısından, hâlâ içeride olduğunu görünce, kariyer hayalleri kuran her gencin yapacağı gibi iyi akşamlar demek için yanına gittim.


Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (III. Hafta)
« Yanıtla #3 : 11 Nisan 2011, 16:26:49 »
Batan güneşin son ışıkları, küçük bir liman kasabası olan Demirkazık’a vuruyor; kasabanın küçük şirin evlerinde uzun gölgeler bırakarak, sokaklarda hala yorulmak bilmeksizin kahkaha dolu oyunlarını oynayan çocuklara eve gitme vakti olduğunu hatırlatıyordu.


---

Her şeyi hissedebiliyordu. Algıları bir anda insanüstü bir düzeyde açılmıştı. Rüzgâr parmaklarının arasından esip geçerken, küçük ölü deri parçalarını da koparıp sürüklüyordu. Kirpiklerinden kopan birkaç telin havada salınırkenki hışırtılarını duydu. Ağzı kurumuştu. Tuzlu, demirimsi bir tat alıyordu. Ağzı ıslaktı fakat kurumuştu. Hava, boynundaki, alt çene kemiğinin kulaklarının altındaki çıkıntıları arasında bir otoyol gibi uzanan yarıktan içeri giriyordu. Ağzını ıslatan sıvı oradan akıp hemen altındaki mazgala şapırtıyla akıyordu. Aynı mazgalın farklı bölgelerinden çıkan ılık buhar dirseklerini dağlıyordu. Aşırı bir çaba gösterip sırtını bir havalandırma borusuna yasladı.


---

‘Beş Yüz Yirmi Dört Bin Yüz Altmış’tan sonra, altın tren uçarak çıkagelecek ve rünlerle bezeli vagonlarını kendi ağırlığı değerince insanlarla doldurmaya başlayacak.’

Altın kaplama bir tren hemen kapısının önünde durmuştu. Dama Köyü’nden birkaç kilometre uzaktaki tarlaların yakınında bir evde ikamet eden Dummur Shashko, kapısını açıp o koca, bal rengi gözleriyle trene bakakalmıştı. Gözlerinin bal rengi olduğu düşünülürse, o an, göz bebekleri iki bal kâsesinde giderek batmakta olan küçük sinekler gibiydiler.


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (IV. Hafta)
« Yanıtla #4 : 06 Temmuz 2011, 00:26:52 »
"Ah denizci, şanlı denizci! Şarap rengi dalgalarda balıklarla uyuyan denizci! Hem laneti, hem sevgisi deniz, yaşam kaynağı bir şişe rom olan denizci! Hırçın dalgalı güzel kadına her daim aşık denizci..."


---

Öldüğünde evine gidiyordun.

Bir araba kazasıydı. Özellikle dikkat edilecek bir şey yok ama ölümcüldü. Arkanda eşini ve iki çocuğunu bıraktın. Acısız bir ölümdü. İlkyardım görevlileri seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptılar ama faydasızdı. İnan bana, vücudun tamamen parçalanmıştı.
  
Ve işte benimle tanıştın.



---

Evrendeki herhangi bir varlık var olmadan önce büyük bir boşluk vardı ve bunun yanında da büyük bir güç. Elementler veya evren yokken O vardı. Zamanın başında biz bile yokken...  O öyle bir güçtü ki her şeyi yoktan var etti. Hem de sadece sıkıntıdan... Ya da güçlerini yeni keşfeden bir çocuktu, kim bilir? Şimdi anlatacağım öykü de O'nunla başladı. Hikayemi can kulağıyla dinlemenizi tavsiye ederim. Böylece bileceksiniz ne umutlarla burada yaşadığınızı ve neden bu cezaya çarptırıldığınızı...

Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (V. Hafta)
« Yanıtla #5 : 16 Temmuz 2011, 21:22:47 »
Bir drow bebeği sakat doğarsa, o anda öldürülür bilindiği üzere. Sakatlık gibi kusurlar, drowlar arasında asla kabul ve hoş görü görmeyen bir unsur, dahası utanç kaynağıdır. Mükemmeliyete karşı saplantı besleyen bir halkta, birgün bir iblis kehaneti gerçek olsa ve bir drow bunu kendi çıkarları için kullansa...


---

Uzun zaman önce bir büyücü vardı.
Ebedi Tanrılar tarafından kutsanmıştı.
Ama o karanlığa kaçtı,
Essia'ydı bu döneğin adı.



---

Yalnızca çizgiler vardı ve eklenen tek dinamik ileri geri hareketti. Tek bir nesne üzerine kurulmuş bir dünyadan söz ediyoruz. Bu nesneyi yazmak kaç satır sürdü biliyor musun? İleride neye dönüşeceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Yalnızca yazıyordum. Tek bir nokta. ileri ve geri hareket ediyor. Geçtiği yerleri ikiye bölüyor. Ve böldüğü yerler yanlara doğru açılıp yeni bir düzlem meydana getiriyor.

Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (VI. Hafta)
« Yanıtla #6 : 23 Temmuz 2011, 21:52:57 »
Adımlarını hızlı bir şekilde önündeki karartıya uydurmaya çalıştı. Etraf zaten karanlıktı, fakat bu adamda -ya da artık her neyse- o karartıdan çok daha fazlası vardı. O hızlandıkça hızlanıyor, yavaşladıkça adımlarını ona göre uyarlıyordu.

Bağlanmamıştı, adam bir kez bile dönüp kendisine bakmamıştı veya herhangi bir farklı kimseyle karşılaşmamıştı. Tüm bunlara rağmen bir türlü dönüp kaçamıyordu. Birçok defa denemişti fakat engellenemez bir güç, özgür iradesine müdahale ediyordu. Bedeni; kendisinin istemediği fakat bir o kadarda garip şekilde, benliğinin komutuyla yönlendiriliyormuş gibiydi. Önündeki herif her ne yaptıysa bedenine değil duygularına hâkim oluyordu.



---

Tam sekiz saattir yoldaydık, sıkılmış bir şekilde arabanın penceresinden dışarıya  baktım.
Lanet olsun! Her taraf yemyeşildi. Yeşil renk olan her şeyden nefret ederim.
Ağaçlar, dağlar, üzerinde gittiğimiz toprak yol,  gökyüzü bile ağaçların dallarındaki yapraklar yüzünden yeşildi.  Çıldırtıcı derecede parlak ve göz alıcı...
Etrafımızı yeşil renk giysileri olan bir ordu sarmıştı sanki. yeşil bir kafese kapatılmış gibiydik.
Yeşil renk olmayan tek şey arabamızdı. Doğanın düzenini bozan siyah renk bir araba hayal edin. Ve içinde oturan takıntılı zavallı kızı düşünün!



---

Kahkahası, delirmiş bir Tanrının zevk çığlıklarını andırıyordu. Tiz, yankılı ve keskin bir kahkaha. Kör düşmanını acımadan katletmişti. Kalbini yerinden söküp küçümser bir edayla inceledi.

"Tanrıymış!"

Dudaklarını kıvırarak söylediği sözcük, rüzgarın cılız sesini bastırarak kısa bir süre hüküm sürdü. Arkasında kırmızı çizgiler eşliğinde sonsuz bulutun içine bırakılan kalp hala canlı görünüyordu...


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (VII. Hafta)
« Yanıtla #7 : 31 Temmuz 2011, 00:18:24 »
Gözlerini aniden açtı ve yatağında hızlıca doğrulup etrafına bakındı. Karanlık otel odası yatmadan önce nasıl bıraktıysa aynen öyleydi. Yani gayet sıradan ve küçük... Pencereden sızan dolunayın solgun ışığı odayı bir parça da olsa aydınlatıyor, içerideki eski mobilyaları yarım yamalak ortaya çıkarıyordu. Etraf oldukça sessizdi fakat adam az önce bir tıkırtı duyduğuna yemin edebilirdi. Eli gayri ihtiyari olarak boynunda asılı olan madalyona gitti. Zinciri çekip atletinin altında gizli olan madalyonu ortaya çıkardığında şüphelerinde haklı olduğunu gördü. Madalyonun yuvarlak kenarlarını süsleyen rünler soğuk ve mavi bir parıltı ile ışıldıyordu. Normalde boş ve pürüzsüz olan orta kısmında ise şimdi uluyan bir kurt başı görünüyordu.


---

Bir zamanlar yüksek tepelerin, derin ormanların ve dumanlı kafaların arasında küçük bir ova vardı. O ovada adı sanı şimdilerde anılmayan küçük bir köy varlığını sürdürürdü. Ondan geriye yalnız söylenen şarkılar kaldı. Bu şarkılar da o köyün yegane avcısı hakkındaydı. Yerli halk ona Bungalow Bill derdi. Küçük köyün, tavuk, inek, keçi dışındaki et ihtiyacını karşılamak ona düşmüştü. En başta bunlardan başka ne et ihtiyacı olabilir ki diye düşünmüştü Bill. Ona "Hey Bill, domuz etini sevmiyor musun?" demişlerdi. Bill bunu akıllıca bulmuş ve domuz avlamaya gitmişti. Ancak aradan bir kaç yıl geçtikten sonra köyde bir domuz çiftliği olduğunun farkına varmıştı. Anlaşılacağı üzere, Bungalow Bill, köyün hiç de öyle en zeki insanı sayılmazdı. En güçlüsü de değildi elbette ki ilk seferlerinde bolca yaralanmıştı ormanda. Bu yüzden Bungalow Bill her ihtimale karşı annesini yanına alırdı.


---

Bahçenin dışında hiçbir şey yoktu. Hava, su, toprak, ateş bile yoktu. Güzel bir kız ve güzel kızın çiçekleri vardı. Güzel kızın ismi Lucy'di. Lucy, sarı bir elbise giyerdi. Çiçekleri ne kadar narin ve kırılgansa, Lucy de o kadar narin ve kırılgandı.

Lucy, çiçeklerinin tohumlarını büyük bir şefkatle toprağa dikerdi. Dışarıdan bakılınca rastgeleymiş gibi görünse de aslında hep bilinçli bir şekilde atardı tohumları. Bazı çiçekler sarı, bazıları beyazdı. Kimisi gün batımı kadar kırmızı, kimiyse masallardaki kadar tatlı bir pembeye bürünmüştü. Çiçeklerin isimleri yoktu, onlar karanfil, leylak veya gül değillerdi. Sadece çiçeklerdi o kadar. Lucy istiyordu ki, her birinin farklılığı bahçesine daha da güzel bir hava katsın. Fakat bazen, bazı çiçekler diğerlerini kıskanıyordu. Bazen sarılar sırf pembe oldukları için pembe çiçeklere küsüyor; pembeler ise sırf sarı oldukları için sarılarla konuşmuyordu. Lucy yine de çiçeklerini seviyor, onlara şefkatle yaklaşıyordu.


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (VIII. Hafta)
« Yanıtla #8 : 09 Ağustos 2011, 00:50:03 »
Bizimkiyle paralel bir evrende, kuklaların izin verildiği takdirde canlanabildiği bir dünya vardı. "Kuklacılık" son derece üst bir makamdı. Bu bir iş değil, sanattı. Okulları ve kursları, ustaları ve çırakları vardı. Bir de "Kukla Büyüsü" vardı. Sadece belli bir seviyeye ulaşmış "kuklacıların" yapabildiği bir büyü. Bu büyü yapıldığında "kukla" kendi başına hareket edebilen bir bireye dönüşürdü. Gösteriler şenlenir, insanlar mutlu olurdu.

Bu öykünün geçtiği zamanda, insanlar yine "mutlu" oluyorlardı. Ama bir sorun vardı. Birey olmayı başarmış kuklalar, durumdan o kadar da memnun değildiler...



---

"Mükemmel," diye düşündü, "Yine rüyadayım."

Cansız ve bir haftada yarısını döktüğü saçlarını karıştırdı adam eliyle. Rüyada olduğunu biliyordu ama bilinci uyanık olduğu zamanlardan daha açıktı, alışmıştı artık buna. İçinde bulunduğu boyutsuz, gri boşluğu gözleriyle taradı morarmış ve çökmüş gözleriyle. "Gel artık, kafamın içinden çık gel."



---

Genç kadın şalına sarınarak kapının önüne çıktı. Ayakkabılarını giydi yavaşça ve tedirgince etrafı süzdü. Kapıyı arkasından çekti, küçük ama hızlı adımlarla sokağa çıktı. Üzerinde en sevdiği çiçekli elbisesi vardı; yeni yıkanmış ve güzelce ütülenmişti. Kınalı saçlarını gevşekçe bağlamış, bir eşarpla başını örtmüştü. Saçından birkaç perçem kurtulmuş, o başını çevirip etrafa bakındıkça uçuşuyordu.

Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (IX. Hafta)
« Yanıtla #9 : 18 Ağustos 2011, 10:35:36 »
"Çatıda, öylece dikiliyor."

İki katlı bir kimyasal fabrikası, bundan 40 yıl önce kurulduğundan beri böylesine bir kalabalığa şahitlik yapmamıştı. 15 metre ileriye kurulmuş barikatlar ve etrafındaki polisler dışında, polis halkasının dışındaki meraklı kalabalık ve binanın tepesinde turlayan helikopter; mahalleyi bir karnaval havasına sokmuştu.

Ya da Joker öyle olduğunu düşünüyordu.



---

Benden bir tane daha var. O güler, ben ağlarım... Güneş yüzüme ılık ılık vurur bazen ve ben düşünürüm. Gördüklerimi görmemek isterim, bildiklerimi bilmemek ve bazen de sevdiklerimi sevmemek... Bir iprk yumağı olsam ve bir tahtaya sarılı olsam, biri gelse beni yavaşça çözüp işlese. Emek olsa, sabır olsa ve en önemlisi sevgi olsa... Ve o ipek yumağı her zaman beyaz olsa, her zaman masum kalsa, dünyanın bütün çirkinlikleri ona değip lekelemese... Ben ağladıkça o güler, o güldükçe ben... ağlarım.


---

Katil ellerindeki kana bakakaldı. Yerde kadının cesetinin yanında kendisine yollar açarak ilerlemekte olan kırmızı  birikinti, sokak lambalarının ışığının altında ölümün yumuşak parıltısını saçmaktaydı. Kadının gözleri parlaklığını yitirmiş, çöp tenekelerinin yanındaki basit ve zamansız ölümünü kabullenmiş bir ifadeye bürünmüştü.

Katil iki adım geriledi ve tenekelerin karşısında duran, ara sokağın sınırlarını belirleyen duvarın dibine çöktü. Bu işte yeni olduğu faltaşı gibi açılmış kara gözlerinden belliydi. O gözlerde az önce bir can almış olmanın getirdiği inanmazlık ve delilik rüzgarları uğulduyordu. Nedensiz cinayetin getirdiği delilik.


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (X. Hafta)
« Yanıtla #10 : 31 Ağustos 2011, 23:14:56 »
Yaşam ve ölüm kadar keskin olmayan, ışık ile karanlık arasında savaşanlar, düşmeyen ve uçmayan sadece dengede kalanların dünyası...


---

Zamanın birinde, nefret ve kin dolu gaddar bir kral diyar sınırlarından gelen komik bir haber üzerine bir yarışma düzenlemeye karar vermiş. Öyle ki hudutlardan gelen havadisler yıldırım nefesli ve kanatsız bir ejderin köylerin ve kasabaların sularını içerek kurutması üzerineymiş. Halk onu durdurması için paralı askerler ve sözde kahramanlara tonlarca para ödemiş ama sonuç alamamış. Pek çok mekândan benzer mektuplar gelmeye başlayınca kral, ejderha ya da değil, sorunun kaynağının yok edilmesi gerektiğine karar vermiş. Öyle ki düzenlediği yarışma ülkenin en iyi 12 demircisi arasında yapılacakmış.



---

Gözlerime ne oldu?

Neden göremiyorum?

Gözlerim açık, öyleyse neden göremiyorum? Yoksa gözlerim kapalı mı?

Belki de yalnızca gözlerinin karanlığa alışmasını beklemelisin.


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (XI. Hafta)
« Yanıtla #11 : 12 Eylül 2011, 16:37:44 »
Bin atlı bin sefer gelse, dediler
Titremez bile Akakçe şehri surları
Bir atlı bir sefer geldi
Ve inim inim inledi tüm sokaktakiler.



---

Yatağından kalktı ve bir içgüdüyle salona doğru yürümeye başladı. Çıplak ayakları, evin uzun ve soğuk koridorundan geçerken, başka zaman olsa üzerinde bu şekilde yürüdüğünde annesinin “Üşüteceksin!” diyeceği, beyaz benekli gri mermerin hissini bilincinin kapısına kadar taşıyabiliyordu ancak. Salonun kapısına vardığında durdu ve kapı eşiğine, artistik bir duruş takınarak yaslandı. İçerisi koyu renk ahşaptan mobilyalarla döşenmişti; yerler ise nispeten daha ‘sıcak’ olan, açık kahverengi parkelerle kaplıydı.


---

Adam, adımlarını uzun ve kararlı bir şekilde atmaya başladı.

Bir kaç sokaktır onu takip ettiğini fark ettiği adamı umursamaksızın gidiyordu. İki eli ceplerindeydi ve dağınık siyah saçları, rüzgâr tarafından tecavüze uğramıştı. Pek önemsediği söylenemezdi, çünkü son bir kaç gündür yaptıklarından sonra bugünün şafağını göreceğini sanmıyordu.


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (XII. Hafta)
« Yanıtla #12 : 27 Eylül 2011, 22:25:26 »
Bir zamanlar şimdi adları unutulmuş iki kardeş vardı. Michael küçük olandı, büyük olana ise George derlerdi. Güneşli ama kısmen yağmurun çiselediği sarı bir ekim akşamında doğmuşlardı. Önce George annesinin acı çığlıklarına kendi sessizliğiyle karşılık vermişti. Ebe nefes almadığını düşünüp işaret parmağını göğsüne uzattığında gayet sağlıklı bir şekilde elini tutmuştu. Ancak çok geçmeden güneşin ışıkları tamamen yok olurken, anneden son bir korkunç çığlık duyuldu. Kadın sessizliğe gömülüyordu ama ortalığın sakinleşmesini istemeyen bir kişi daha vardı. Küçük Michael acı çeken bir bebekten çok, öfkeli bir adamın karanlık çığlıklarıyla ebenin kollarına yerleşti. Birini yolcu ederken, iki kişilik yer açmışlardı kalabalık dünyada.


---

''Koca bir aptalsın sen Unu!'' Yumruklarını sıkmış yanında yürümekte olan adamın suratına bir tane geçirmemek için kendini zor tutuyordu.

''Çocuk gibisin. Kapı kulbu kadar aklın yok!''

Unu yanında köpüren adamın zaten gergin olan sinirlerini daha da arttırmamaya özen göstererek sözlerini dikkatle seçti.

''Haksızlık ediyorsun Mel. Bu harita gerçek ve gerçek bir hazinenin yerini gösteriyor.''



---

Bu kör gözler çok şey gördü evlat. Birçok kişinin görmemek için kendini öldüreceği şeyler. Arkadaşlarımın, dostlarımın, ailemin düşüşünü gördüm. İçlerinin boşaltılıp birer makineye dönüştürülmelerini gördüm. Hatta onları öldürdüm evlat! Tabi yaşadıklarını düşünebiliyorsan…

Ama sen bunları dinlemek için gelmedin değil mi? Sen insanlığın nasıl düşüp, bir avuç kişinin bu koloni gemisine tıkılı kaldığını öğrenmeye geldin. Öyleyse dinle, sakın sözümü kesme! Sözümün kesilmesinden hiç hoşlanmam!


Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (XIII. Hafta)
« Yanıtla #13 : 15 Aralık 2011, 20:27:13 »
"...Ve kapattı gözlerini yıldızlar,
Birer birer saklandılar.
Bulutlar gizledi Ay'ı.
Ve ağlamaya başladı gökyüzü,
Tanrı'nın en sevdiği,
Terketti ışığı."



---

Kuzey diyarlarında yaz başlamak üzere. Balıklar yumurtlamak için yavaş yavaş geri dönüyorlar. Şu somonlar ne ilginç canlılar. Nehirde geri geri yüzüp buraya kadar geliyorlar. Yumurtladıktan sonra ölüyorlar. Birkaç aylık komşum da onları depoluyor. Bu kadar balık yedikten sonra o yağların bir işe yaraması gerekiyor değil mi? Kış uykusu da bunun için var. Aylardır burada tek başına yaşamanın getirdiği umutsuzluk, bu bahar aylarında kuşlarla yer değiştiriyor. Mürekkebimin son damlalarını da bu küçük sayfaya ayırdım. Galiba şehre uğramanın zamanı geldi. Belki de sakallarımı kestiririm.


---

“Sakın!  Sakın bir adım daha atma!” bağırırken çatlayan sesimi olabildiğince ikna edici çıkarmaya çalışıyordum fakat kız acının verdiği yorgunluk yüzünden ayakta duramayacak kadar bitap düşmüştü ve harcadığım nefesler bir türlü karşılığını alamıyordu. Sayısız kesik vardı küçük bedenini sarmalayan. Kanla yıkanmış gibi, alabildiğine kırmızıydı teni. Babasının ona giydirdiği sürtük kıyafeti parçalara ayrılmıştı ve onu öylesine sefil gösteriyordu ki, kızı bu çaresizlik içinden çekip çıkaramayacağımı düşünmeye başlamış ve bu korkunun bana getirdiği ürpertiyle titremiştim. Yine de bağırıyordum. Belki de yüzüncü kez  “Dur! Yapma!” diyordum... Ancak hayata ve kaderine şans tanımanın işe yaramadığını, hatta sadece daha fazla acı getirdiğini haykıran yaralı vücudu ve masum yüzü onu intahar etmekten alıkoymama olanak vermiyordu.

Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Kayıp İnci Hanı (XIV. Hafta)
« Yanıtla #14 : 30 Ocak 2012, 10:25:54 »
''Sen kimsin, o adam kimdi, nereye gidiyoruz ve n'oluyor burda?''

''Cevap istiyorsan kaskını tak ve motora bin. En azından o adamla yalnız karşılaşmak istemiyorsan  benimle gelirsin.'' dedi kız ve motorun bağırtısı tüm sokakta yankı yaptı. Selim durdu, hayatı tehlikede olmasa bile bu sese karşı koyamayacağını biliyordu. Kaskı kafasına geçirdi ve motora bindi.

''Bu arada adım Selim.'' dedi öne eğilerek. Kız güldü, ''Ayça.'' dedi ve motora tam gaz asıldı.



---

Güzel bir vazoydu. Üzerindeki çiçek işlemeleri güneşin dokunuşunu hissedebilirlermiş gibi capcanlı parlıyordu. Fakat güzel olduğu kadar dayanıklı değildi. Taş zemin üzerindeki valsinin ikinci zıplayışında parçalarına ayrıldı. Hoş, onun gibi zemini kucaklayan diğerlerinin yanına, porselen cennetine gitmişti herhalde.

Kadın ve adam tüm bu yığının ortasında rus ruleti masalarında bile göremeyeceğiniz yırtıcı bakışlarla birbirlerini süzüyorlardı. Kadının dağılmış saçının yanında adamın yırtık gömleği ironik bir uyum sağlıyordu. Kırılan eşyaların sesinin son yankısı da salonun duvarlarını terkettiğinde ortalığa huzursuz bir sessizlik çöktü. Fırtına sonrası sessizlikti bu. Tıpkı fırtınlar tarafından yerle bir edilmiş hayalet kasabalara çöken o ürkütücü durgunluk gibi.



---

İnsanlık ne zaman kendisi olmayı bıraktı? Üzüntülerinin peşlerinden uçan kelebekler misali uçarlarken ama güve olduklarını fark ettiklerinde ve alev aldıklarında mı oldu bu? Yoksa ana gezegeni bırakmaya karar verdiklerinde ruhlarını geride bırakmak düşündüklerinden daha kolay olduğu için miydi?