Yaz Şövalyesi | Ön Okuma

yaz sovalyesi

YAZ ŞÖVALYESİ
Jim Butcher

Birinci Bölüm

Beyaz Konsey’in şehre geldiği gün gökten kurbağa yağdı.

Tosbağa modeli, külüstür, eski bir Volkswagen olan Mavi Kaplumbağa’dan çıktım ve yaz ortası güneşinin altında gözlerimi kıstım. Meadow Gölü Parkı, Chicago Döngüsü’nün[1] biraz güneyinde ve Michigan Gölü’nün kıyısından uzun bir koşu mesafesindedir. Normalde burası son zamanlarda yaşadığımız sıcak günlerde bile insanlarla dolu olurdu. Bugünse parkın çevresinde sendeleyerek yürüyen, alışveriş arabalı ve uzun paltolu yaşlı bir kadın dışında ıssızdı. Daha öğlen bile olmamıştı, ama eşofmanım ve tişörtüm bu hava için fazla geliyordu.

Bir müddet gözlerimi kısarak parka göz gezdirdim, çimlerin üzerinde bir-iki adım yürüdüm, sonra da nemli ve yumuşak bir şeyin başıma çarpmasıyla afalladım.

Geriye çekilip saçıma bir şaplak attım. Küçük bir şey yüzümün yanından yere, ayaklarımın dibinde doğru düştü. Bir kurbağa. Çok büyük değildi – avuç içime rahatlıkla sığardı. Yere çarptıktan sonra birkaç saniye bocaladı, ardından hımbılca vırakladı ve sarhoş gibi sıçrayarak uzaklaşmaya başladı.

Çevreme bakındığımda yerde başka kurbağaların olduğunu da gördüm. Sürüyle kurbağa. Ben parkın içine doğru yürürken vıraklamalarının sesi giderek arttı. Birkaç amfıbik hayvan daha, sanki Ulu Tanrı onları bir çamaşır bacasından aşağı atmış gibi, gözlerimin önünde gökten yere indi. Her yanda kurbağalar sıçrıyordu. Zemini tamamen kaplamamışlardı, ama onları gözden kaçırmanız imkânsızdı. Her saniye yeni bir kurbağanın iniş sesi duyuluyordu. Vıraklamaları, kalabalık bir odada konuşup çene çalan insanların gürültüsünü andırıyordu hayal meyal.

“Tuhaf, değil mi?” dedi hevesli bir ses. Başımı kaldırdığımda geniş omuzlara ve güven dolu bir yürüyüşe sahip kısa boylu, genç bir adamın bana doğru geldiğini gördüm. Bir eşofman altı ve siyah renkli, düz bir tişört giymişti Kurtadam Billy. Bir veya iki yıl önce bu kıyafetler sahip olduğu fazladan yirmi–yirmi beş kiloyu gizliyor olurdu. Şimdiyse o kiloların yerine koyduğu kasları gizliyorlardı. Billy gülümseyerek elini uzattı. “Sana ne demiştim Harry?”

“Selam Billy,” diye cevap verdim. Elimi gereğinden biraz fazla sert sıktı. Belki de bu benden çok daha güçlü olduğu içindi. “Kurtadam işi nasıl gidiyor?”

“İlginçleşiyor,” dedi Billy. “Son zamanlarda devriyeye çıktığımızda birçok garip şeyle karşılaşır olduk. Bunun gibi.” Başıyla parkı işaret etti. Birkaç metre ötede gökten bir başka kurbağa daha düştü. “Büyücüyü bu yüzden çağırdık.”

Devriyeye çıkıyorlardı demek. Kanunsuz düzen sağlayıcılar adına Batman. “Buraya hiç normal insan geldi mi?”

“Üniversiteden birkaç meteoroloji uzmanı dışında hayır. Louisiana’da ya da öyle bir yerde birkaç hortum çıktığını, muhtemelen kurbağaları buraya atan şeyin de o fırtınalar olduğunu söylediler.”

Homurdandım. “‘Büyü kaynaklı’ daha inandırıcı bir açıklama olmaz mıydı?”

Billy sırıttı. “Merak etme. Eminim çok geçmeden biri gelip bu olayın uydurma olduğunu ilan edecektir.”

“Hı-hıı.” Kaplumbağa’ya geri döndüm ve kaputu açıp ön bagaj bölmesini alt üst etmeye başladım. Naylon bir sırt çantası buldum, içinden iki küçük bez çuvalı çekerek çıkardım ve birini Billy’ye attım. “Benim için birkaç kurbağa kapıp çuvala koyar mısın?”

Çuvalı yakalayıp kaşlarını çattı. “Neden?”

“Gerçek olduklarından emin olabileyim diye.”

Billy kaşlarını kaldırdı. “Olmadıklarını mı düşünüyorsun?”

Gözlerimi kısarak ona baktım. “Bak Billy, sadece dediğimi yap. Uyumadım, en son ne zaman sıcak bir yemek yediğimi hatırlamıyorum ve bu geceden önce yapmam gereken bir sürü şey var.”

“Ama neden gerçek olmasınlar ki? Gerçek görünüyorlar.”

Sıkıntıyla oflayıp sinirlerime hâkim olmaya çalıştım. Bu, son zamanlarda pek yapamadığım bir şeydi. “Sana gerçek gibi görünebilir ve gelebilirler, ama sadece birer kurgu olmaları mümkün. Yok Diyar’ın malzemesinden yapılmış ve büyüyle canlandırılmış olabilirler. Umarım öyledirler.”

“Neden?”

“Çünkü bu sadece bir perinin sıkıldığı ve bir oyun oynadığı anlamına gelir. Kimi zaman bunu yaparlar.”

“Tamam. Peki ya gerçeklerse?”

“Gerçeklerse çılgınca bir şeyler dönüyor demektir.”

“Çılgınca derken?”

“Ciddi biçimde çılgınca. Gerçeklik dokusunda delikler.”

“Bu kötü mü olur?”

Gözlerimi ona diktim. “Evet Billy, kötü olur. Bu büyük bir şeyin meydana geldiği anlamına gelir.”

“Peki ya–”

Asabım bozuldu. “Bugün ders vermeye ne zamanım ne de niyetim var. Kapa lanet çeneni.”

Billy yatıştırıcı bir şekilde elini kaldırdı. “Tamam adamım. Her neyse.” Parkta yürürken bana ayak uydurdu ve kurbağaları toplamaya başladı. “Ee, şey, seni görmek güzel Harry. Ben ve çete acaba bu hafta sonu bize uğrayıp biraz sosyalleşmek ister misin diye merak ediyorduk.”

Ben de bir kurbağa kaptım ve gözlerimi şüpheyle Billy’ye diktim. “Ne yaparak?”

Sırıttı. “Arcanos oynayarak adamım. Senaryo giderek daha eğlenceli bir hâl alıyor.”

Rol yapma oyunları. Tek heceli bir ses çıkardım. Alışveriş arabalı yaşlı kadın yanımızdan geçti, arabasının tekerlekleri gıcırdayıp sallanıyordu.

Billy, “Cidden, çok iyi,” diye ısrar etti. “Lord Malocchio’nun kalesine hücum ediyoruz, ama bunu gece yarısında ve kılık değiştirerek yapmamız gerekiyor, böylece Gerçek Konseyi onu alaşağı eden kanun dışı düzen sağlayıcıların kim olduğunu anlamayacak. Büyüler, iblisler, ejderhalar filan var. İlgini çeker mi?”

“İşime fazla benziyor.”

Billy homurdandı. “Bak Harry, bütün bu vampir savaşı meselesi yüzünden diken üstünde olduğunu biliyorum. Ve de huysuz. Ama son zamanlarda bodrum katına çok fazla kapanır oldun.”

“Hangi vampir savaşı?”

Billy gözlerini devirdi. “Haber yayılıyor Harry. Geçen sonbahar Bianca’nın mekânını yakmandan sonra vampirlerin Kırmızı Meclis’inin büyücülere karşı savaş ilan ettiğini biliyorum. O zamandan beri bir–iki kere seni öldürmeyi denediklerini de biliyorum. Hatta büyücülerin Beyaz Konsey’inin ne yapılacağına karar vermek için bu yakınlarda şehre geleceğini bile biliyorum.”

Ona ters ters baktım. “Ne Beyaz Konseyi?”

İçini çekti. “Bu bir münzeviye dönüşmen için iyi bir zaman değil Harry. Yani, kendine bir bak. Tıraş olalı ne kadar oldu? Duş alalı? Saçını kestireli? Çamaşırlarını yıkatmak için dışarı çıkalı?”

Bir elimi kaldırıp yüzümü kaplayan fırça gibi sakalı kaşıdım. “Dışarı çıktım. Hem de kaç kere çıktım.”

Billy bir kurbağa daha kaptı. “Ne zaman mesela?”

“Seninle ve Alfalarla birlikte o futbol maçına gittim.”

Billy homurdandı. “Evet. O ocaktaydı Dresden. Haziran ayındayız.” Billy yüzüme bir göz atıp kaşlarını çattı. “İnsanlar senin için endişeleniyor. Yani, bir proje ya da o tür bir şey üzerinde çalıştığını biliyorum. Ama bu yıkanmamış çılgın adam görünümü sana yakışmıyor.”

Eğilip bir kurbağa yakaladım. “Neden bahsettiğini bilmiyorsun.”

“Sandığından daha iyi biliyorum,” dedi. “Susan ile ilgili, değil mi? Geçen sonbahar ona bir şey oldu. Geri çevirmeye çalıştığın bir şey. Belki de vampirlerin yaptığı bir şey. Şehri bu yüzden terk etti.”

Gözlerimi kapatıp elimdeki kurbağayı ezmemeye çalıştım. “O konuyu kapa.”

Billy ayaklarını sımsıkı yere bastı ve çenesini ileri çıkardı. “Hayır, Harry. Lanet olsun, kayıplara karışıyorsun, bürona nadiren uğruyorsun, telefonuna cevap vermiyorsun, çoğu zaman kapını bile açmıyorsun. Biz senin dostlarınız, senin için endişeleniyoruz.”

“İyiyim,” dedim.

“Çok kötü bir yalancısın. Söylentiye göre Kırmızılar şehre takviye kuvvet getiriyormuş. Müritlerine aralarından seni ilk öldüren kişiyi tam bir vampir yapma sözü vermişler.”

“Vay canına,” diye mırıldandım. Başım ağrımaya başlamıştı.

“Dışarıda tek başına dolaşmanın zamanı değil. Gündüz bile.”

“Bebek bakıcısına ihtiyacım yok Billy.”

“Harry, seni çoğu kişiden daha iyi tanıyorum. Başkalarının yapamadığı şeyler yapabildiğini biliyorum – ama bu seni Süpermen yapmaz. Herkesin bazen yardıma ihtiyacı olur.”

“Benim yok. Şu anda yok.” Kurbağayı çuvalıma tıktım ve başka bir tane aldım. “Bunun için zamanım yok.”

“Ah, zaman dedin de aklıma geldi.” Billy eşofmanının cebinden katlanmış bir kâğıt parçası çıkarıp üzerinde yazanları okudu. “Saat üçte bir müşteriyle randevun var.”

Gözlerimi kırparak ona baktım. “Ne?”

“Bürona uğradım ve mesajlarını kontrol ettim. Bayan Sommerset diye biri sana ulaşmaya çalışıyordu, bu yüzden onu aradım ve senin için bir randevu ayarladım.”

Sinirlerimin yine gerildiğini hissettim. “Ne yaptın ne?”

Billy’nin yüzüne kızgınlık dolu bir ifade yerleşti. “Postanı da kontrol ettim. Büronun sahibi tahliye ihbarı göndermiş. Eğer bir hafta içinde borcunu ödemezsen seni dışarı atacak.”

“Hangi hakla gidip büromu karıştırabiliyorsun Billy? Ya da müşterilerimi arayabiliyorsun?”

Dik dik bakarak karşıma geçti. Göz göze gelme riskinden kaçınmak için burnuna odaklanmam gerekti. “Bırak dayılanmayı Harry. Ben senin dostunum. Bütün zamanını dairende saklanarak geçiriyorsun. İşini kurtarmana yardımcı olduğum için mutlu olmalısın.”

“Onun benim işim olduğu konusunda kesinlikle haklısın,” dedim öfkeyle. Alışveriş arabalı kadın, arabasının tekerlekleri gıcırdayarak arkamda yürürken görüş alanımın içinde bir daire çizdi. “Benim işim. Yani seni ilgilendirmez.”

Çenesini ileri çıkardı. “Pekâlâ. O hâlde mağarana geri girip seni oradan da çıkarmalarını beklemeye ne dersin?” Ellerini iki yana açtı. “Tanrı aşkına be adam. Bir insanın hayatının baş aşağı gittiğini görmek için büyücü olmak gerekmiyor. Acı çekiyorsun. Yardıma ihtiyacın var.”

Bir parmağımı göğsüne bastırdım. “Hayır, Billy. Daha fazla yardıma ihtiyacım yok. Tek bir numara öğrendiler diye dişleri ve kuyruğu olan maskeli süvariler olmaya hazır olduklarını zanneden bir avuç çocuğun bana bebek bakıcılığı yapmasına ihtiyacım yok. Vampirler bana erişemediklerinde çevremdeki insanları hedef alacaklar diye endişelenmeye ihtiyacım yok. Ben çuvalladım diye başka kimin incineceğini düşünerek kendimi yiyip bitirmeye ihtiyacım yok.” Yere uzanıp bir kurbağa kaptım, doğrulurken de bez çuvalı Billy’nin ellerinden çektim. “Sana ihtiyacım yok.”

Doğal olarak, saldırı tam o anda gerçekleşti.

Bütün suikast girişimleri gibi bu da çok sinsice değildi. Bir motor kükredi ve elli metre ötede siyah, kompakt bir kamyonet kaldırımı aşarak parka girdi. Sıçradı ve güneş yüzünden sararmış çimlerin üzerinde tekerlek izleri oluşturarak bizden yana döndü. İki adam kamyonetin arka kısmındaki denge demirine tutunmuştu. Baştan aşağı siyah renkli giysileri, kıyafetlerini tamamlayan siyah güneş gözlükleri ve siyah kar maskeleri vardı. Silahları da buna uygundu: mini-Uzi türünde otomatik silahlar.

“Geri çekil!” diye bağırdım. Sağ elimle Billy’yi yakalayıp arkama ittim. Sol elimle bileğimdeki bir sıra küçücük, ortaçağ tarzı kalkanla kaplı bileziği silkeledim. Sol elimi kamyona doğru kaldırdım, irademi toplayarak bileziğe odaklandım ve aniden saydam, ışıltılar saçan bir yarım küre oluşturup yaklaşan kamyonetle arama yaydım.

Kamyon bir fren gıcırtısıyla durdu. İki silahlı adam kamyonun durmasını beklemedi. Aksiyon filmi dublörlerini aratmayan bir silah kullanma becerisiyle uzilerini bana doğrulttular ve aralıksız bir biçimde ateş ederek şarjörlerini boşalttılar.

Önümdeki kalkandan kıvılcımlar sıçrarken kurşunlar inleyip tıslayarak her yöne sekti. Kalkanın enerjisi odaklanmanın sınırlarını zorladığı için bileziğim bir–iki saniye içinde rahatsız edici derecede ısındı. Mümkün olduğu kadar kalkana kurşunları havaya yansıtacak bir açı vermeye çalıştım. O mermilerin nereye gittiğini ancak tanrı bilirdi – sekip yakınlardaki bir otomobile veya yayaya isabet etmeyeceklerini umuyordum.

Şarjörler boşaldı. İki adam sarsak, profesyonellikten uzak hareketlerle silahlarını yeniden doldurmaya başladı.

“Harry!” diye bağırdı Billy.

“Şimdi olmaz!”

“Ama—”

Kalkanı indirip sağ elimi kaldırdım – enerji oluşturan tarafımı. İşaret parmağıma taktığım gümüş yüzükte kolumu her hareket ettirdiğimde birazcık kinetik enerji biriktiren bir tılsım vardı. Yüzüğü aylardır kullanmamıştım ve artık çok kuvvetli olmalıydı – onu silahlı adamlara karşı kullanmaya zar zor cesaret edebiliyordum. Böylesine bir güç içlerinden birini öldürebilirdi ve bu da temel olarak vücudumu kurşunlarla doldurmalarına müsaade etmemle aynı şey olurdu. Sadece gerçekleşmesi biraz daha fazla zaman alırdı. Beyaz Konsey, Büyünün İlk Kanunu’nu çiğneyen kişileri hoş karşılamıyordu: Öldürmeyeceksin. Bir keresinde bu kuralı teknik olarak çiğnemiştim, ama bu bir daha olmayacaktı.

Dişlerimi sıktım, silahlı adamların hemen yanına nişan aldım ve yüzüğü harekete geçirdim. Görünmez fakat somut olan saf güç, havayı kamçıladı ve ilk silahlı adamın gövdesine üstünkörü bir biçimde çarptı. Adamın otomatik silahı göğsüne sertçe çarptı. Darbe bir yandan güneş gözlüğünü başından uçururken bir yandan da giysilerini lime lime edip onu arkaya, pikabın ötesine doğru fırlattı. Adam aracın diğer tarafındaki bir yerlerde zemine çakıldı.

İkinci adam patlamadan daha az etkilendi. Darbe sadece omzuna ve başına isabet etti. Silahını elinde tutmayı başardı, ama güneş gözlüğü beraberinde kar maskesini de alarak gitti ve sade görünüşlü, oy bile veremeyecek yaştaki bir oğlanı ortaya çıkardı. Aniden gelen ışık karşısında gözlerini kırpıştırdı, sonra da silahını beceriksizce doldurmaya devam etti.

“Çocuklar,” diye hırlayıp kalkanımı yeniden kaldırdım. “Peşimden çocukları yolluyorlar. Lanet olsun.”

Derken bir şey ensemdeki tüyleri öylesine diken diken etti ki az kalsın yerimden sıçrıyordum. Silahlı çocuk yeniden ateş etmeye başladığında omzumun üstünden geriye göz attım.

Alışveriş arabalı yaşlı kadın aşağı yukarı beş metre arkamda durmuştu. Artık düşündüğüm kadar yaşlı olmadığını görebiliyordum. İhtiyarlık makyajının altındaki soğuk, karanlık gözlerinin ışıltısı dikkatimi çekti. Elleri genç ve pürüzsüzdü. Alışveriş arabasının derinliklerinden kısa namlulu bir pompalı tüfek çıkartıp bana doğrulttu.

Takırdayan otomatik silahtan çıkan kurşunlar kalkanıma çarpıyordu ve yapabildiğim tek şey onu yerinde tutmaktı. Üçüncü saldırgana karşı bir büyü yapmaya kalkarsam konsantrasyonumu ve onunla birlikte de kalkanımı kaybedecektim – ve kamyonetteki silahlı çocuk ne kadar deneyimsiz olursa olsun etrafa o kadar çok kurşun saçıyordu ki bunlardan biri eninde sonunda bana isabet ederdi.

Öte yandan, eğer kılık değiştirmiş suikastçı o pompalı tüfekle beş metre mesafeden ateş etme şansı yakalarsa kimse beni hastaneye götürmeye bile gerek görmeyecekti. Dosdoğru morga gidecektim.

Kurşunlar kalkanımı döverken üçüncü saldırganın tüfeğini doğrultmasını çaresizce izlemekten başka hiçbir şey yapamıyordum. İşim bitmişti ve büyük olasılıkla Billy de benimle beraber ölecekti.

Billy harekete geçti. Tişörtünü çoktan çıkarmıştı ve dalgalanacak kadar çok kası vardı – düz, sert kaslar; sporcu kasları; haltercilerin özenle yontulmuş adaleleri gibi değil… İleriye, tüfekli kadına doğru atıldı ve havada uçarken eşofman altını da çıkardı. Üzerinde hiçbir şey yoktu.

O anda Billy’nin kullandığı büyünün yarattığı dalgalanmayı hissettim – keskin, hassas ve odaklanmış. Yaptığı büyüde ne bir ritüel hissi ne de gücün serbest bırakılmak üzere yavaşça toplandığına dair bir işaret vardı. Hareket ederken bulanıklaştı, ardından bir nefeslik sürede Çıplak Billy’den Kurt Billy’ye, bir Danua[2] büyüklüğündeki koyu kürklü bir canavara dönüşerek saldırgana çarptı ve dişlerini pompalı tüfeğin ön dipçiğini tutan ele geçirdi.

Kadın haykırarak elini geri çekti, parmaklarından kan fışkırıyordu, silahını bir sopa gibi Billy’ye savurdu. Billy kıvrıldı ama darbe omzuna isabet etti, bir hırıltı koyuverdi. Neredeyse takip edilemeyecek bir hızla kadının diğer eline saldırdı ve pompalı tüfek yere düştü.

Kadın yeniden çığlık atarak elini geri kaçırdı.

İnsan değildi.

Elleri, omuzları ve çenesi gerilip uzadı. Çirkin, kaba pençelere dönüşen tırnaklarını Billy’ye savurup çenesini boydan boya yardı ve bu sefer acıyla havlama ile hırıltı karışımı bir ses çıkarmasına neden oldu. Billy yana doğru yuvarlandıktan sonra ayağa kalktı ve sırtını bana dönmesini sağlamak için dişi yaratığın etrafında daireler çizmeye başladı.

Kamyonetteki silahlı çocuğun şarjörü yeniden boşaldı. Kalkanı indirip hızla ileriye, pompalı tüfeği kapmak için yere doğru atıldım. Silahla beraber doğruldum ve, “Billy, uzaklaş!” diye bağırdım.

Kurt yana doğru sıçradı, kadın da kendi etrafında hızla dönerek benimle yüzleşti. Çarpılmış yüz hatları hiddetle doluydu, fillerinkileri andıran dişlerinin çevresi salyayla kaplanmıştı.

Karnına nişan alıp tetiği çektim.

Silah gürleyip geri teperek omzuma sertçe çarptı. Bunlar ya 10 kalibrelik ya da saçmalı kurşunlardı. Kadın bir haykırışla iki büklüm oldu ve geriye doğru sendeleyip yere düştü. Orada uzun süre kalmadı. Neredeyse sekerek tekrar ayaklandı. Yırtık pırtık giysisi kızıla boyanmıştı ve yüzü artık tamamen insanlıktan çıkmıştı. Koşarak yanımdan geçip kamyonetin arka tarafına atladı. Silahlı çocuk suç ortağını yanına çekti ve sürücü motoru çalıştırdı. Kamyonet harekete geçmeden önce etrafa biraz çimen saçtı, sıçrayarak yeniden caddeye çıktı ve trafiğin içinde gözden kayboldu.

Bir saniyeliğine, nefes nefese kalmış bir vaziyette arkalarından baktım. Tüfeği indirdim; bunu yaparken yerden aldığım kurbağayı her nasılsa hâlâ sol elimde tutmayı becerdiğimi fark ettim. Yaratığın canla başla kıvranıp debelenmesine bakılırsa ezilmesine ramak kalmıştı, bu yüzden elimi onu serbest bırakmayacak kadar gevşetmeye çalıştım.

Billy’yi görmek için döndüm. Kurt, yere attığı eşofmanının üzerinde dolandı, bir anlığına parladı, sonra da yeniden çıplak, genç bir adama dönüştü. Yüzünde çenesine paralel iki uzun kesik vardı. Boğazından aşağı ince bir şerit hâlinde kan akıyordu. Billy kendini gergin bir şekilde taşıyordu, ama bu acı çektiğinin tek belirtisiydi.

“İyi misin?” diye sordum.

Başıyla onayladı ve eşofmanıyla tişörtünü çabucak giydi. “Evet. O lanet olasıca şey de neydi öyle?”

“Gulyabani,” dedim. “Muhtemelen LaChaise çetesinin bir üyesi. Kırmızı Meclis’le beraber çalışırlar ve benden pek hoşlanmazlar.”

“Neden o?”

“Birkaç kere başlarını ağrıttım.”

Billy tişörtünün bir kenarını kaldırıp yüzündeki kesiklere bastırdı. “Pençeleri beklemiyordum.”

“Çok sinsidirler.”

“Gulyabani, ha? Ölü mü?”

Başımı iki yana salladım. “Hamamböcekleri gibidirler. Her şeyi atlatırlar. Yürüyebilecek hâlde misin?”

“Evet.”

“İyi. Gidelim buradan.” Kaplumbağa’ya doğru yöneldik. Giderken kurbağalarla dolu çuvalı yerden aldım ve silkeleyerek içindeki hayvanları boşaltmaya başladım. Ezmeme ramak kalan kurbağayı da yanlarına attım, sonra da elimi çimlere sildim.

Billy bana gözlerini kısarak baktı. “Neden serbest bıraktın onları?”

“Çünkü gerçekler.”

“Nereden biliyorsun?”

“Tuttuğum kurbağa elime pisledi.”

Billy’yi Mavi Kaplumbağa’ya oturttum, ben de diğer taraftan bindim. Koltuğumun altındaki ilkyardım kutusunu çıkarıp ona uzattım. Billy bir bezi yüzüne bastırarak dışarıdaki kurbağalara baktı. “Bu, durumun kötü olduğu anlamına mı geliyor?”

“Evet,” dedim, “durum kötü.” Bir dakikalığına sessiz kaldım, sonra da, “Hayatımı kurtardın,” dedim.

Omuz silkti. Bana bakmadı.

“Randevuyu saat üçe almıştın, değil mi? İsim neydi? Sommerset mi?”

Bana şöyle bir göz attı. Yüzündeki gülümsemeyi bastırmayı başardı – ama gözlerindekini değil. “Evet.”

Sakalımı kaşıdım ve başımla onayladım. “Son zamanlarda aklım başka yerlerdeydi. Belki önce bir temizlenmeliyim.”

“İyi olabilir,” diye onayladı Billy.

İçimi çektim. “Bazen tam bir eşek oluyorum.”

Billy güldü. “Bazen. Sen de hepimiz gibi insansın.”

Kaplumbağa’yı çalıştırdım. Motor biraz nazlandı, ama zor da olsa çalıştırmayı başardım.

Tam o anda bir şey sert, ağır bir gümlemeyle kaputuma çarptı. Sonra bir kez daha. Ardından bir başka sert darbe tavana indi.

Başım dönmeye, midem bulanmaya başladı. Bu his o kadar ani ve şiddetli bir şekilde geldi ki bayılmamak için direksiyon simidini kavramam gerekti. Uzaktan Billy’nin bana iyi olup olmadığımı sorduğunu duyabiliyordum. Değildim. Güç, dışarıdaki havada hareket edip kımıldanıyordu. Yoğun bir bozulma vardı, normalde pürüzsüz ve sessiz bir düzenle hareket eden büyü güçleri aniden arbedeli, yıkıcı, çıldırtıcı bir karmaşaya dönüşmüştü.

Bu hisleri uzaklaştırmaya çalıştım ve gözlerimi açmak için çaba harcadım. Gökten kurbağalar yağıyordu. Öyle arada bir cup diye düşmüyor, bardaktan boşanırcasına yağıyorlardı, öyle ki gök kapkara kesilmişti. Zavallı şeyler çamaşır bacasından düşer gibi hafifçe de konmuyordu. Dolu taneleri gibi iniyor, betonun ve Kaplumbağa’nın kaputunun üzerinde parçalanıyorlardı. Bir tanesi o kadar hızlı çarptı ki ön penceremde örümcek ağını andıran çatlaklar oluştu. Hemen vitese takıp gaza bastım. Birkaç yüz metre sonra dünya dışı yağmuru geride bıraktık.

İkimiz de çok hızlı nefes alıp veriyorduk. Billy haklıydı. Kurbağa yağmuru büyü bakımından ciddi bir şeylerin döndüğü anlamına geliyordu. Beyaz Konsey bu gece savaş hakkında görüşmek için şehre geliyordu. Görüşmem gereken bir müşterim vardı ve besbelli ki vampirler işi iyice ciddiye bindirmişti, bugüne kadar cesaret edebildiklerinden çok daha açıkça saldırmışlardı bana.

Silecekleri çalıştırdım. Kurbağanın kanı çatlamış camda kızıl şeritler bıraktı.

“Tanrı aşkına,” dedi Billy.

“Evet,” dedim. “Aksilikler hep üst üste gelir.”

 


[1] Chicago Döngüsü: Pek çok gökdelenin ve iş merkezinin bulunduğu merkez bölge – yhn.

[2] Danua: Alman mastifi veya Danimarka tazısı olarak da bilinen iri bir köpek cinsi. Meşhur çizgi-film karakteri Scooby Doo da bir danuadır – yhn.

#

Çeviri, ULAŞ APAK

Hazırlayan, M. İHSAN TATARİ