Mümkün Olanın Sınırları – Bölüm 6

mumkun olanin sinirlari bolum vi

“Dikkat et! Dikkatini ver!” diye bağırdı Boholt, sürücü koltuğunda dönüp arkasında kalan sıraya bakarak. “Kayalara çok yakınsın! Dikkat!”

Taşların üzerinde zıplayan vagonlar birbirlerinin peşi sıra ilerliyordu. Sürücüler küfretti ve kırbaçlarını şaklattı; endişelilerdi, tekerleklerinin hendekten hatırı sayılır bir uzaklıkta kaldığından, dar ve düzgün olmayan yolla daima temas halinde olduğundan emin olmak için öne eğilmişlerdi. Uçurumun dibindeki Braa Nehri, kayalar arasında beyaz köpükler saçarak çalkalanıyordu.

Geralt atını yer yer kahverengi yosun ve beyaz liken çiçekleriyle kaplı taş duvara çok yakın tutuyordu. Yağmacılar’ın vagonunun geçmesine izin verdi. Sıranın en başındaki Yırtıcı, Holopol gözcüleri eşliğinde konvoyu yönlendiriyordu.

“Güzel!” dedi. “Biraz çaba harcayın! Yol genişliyor.”

Kral Niedamir ve Gyllenstiern korumalarıyla birlikte Geralt’a yetişti. At üstündeki birkaç okçu onları yanlardan çevirmişti. Onların arkasından kraliyet vagonları takip etti, sağır edici bir ses yayıyorlardı. Çok daha arkalarından sürekli küfreden Yarpen Zigrin ve cüceleri geliyordu. Beyaz koyun derisinden ceketiyle, zayıf ve çilli bir delikanlı olan Niedamir, Geralt’a kibirli ama bıkkın bir bakış atarak bağıcıyı geçti. Gyllenstiern ise doğrularak atını durdurdu.

“Eğer müsaade ederseniz Efendi Bağıcı,” dedi üstünlük taslayan bir havayla.

“Dinliyorum.”

Geralt kısrağını mahmuzladı ve vagonların arkasında ilerleyen şansölye ile yan yana ilerlemeye başladı. Gyllenstiern gibi şişman bir adamın vagonunun rahatlığı dururken at sürmesine şaşırmıştı.

Gyllenstiern altın kakmalı dizginlerini hafifçe çekti ve türkuaz ceketini omuzlarından itti.

“Dün ejderhaların sizi ilgilendirmediğini söylemiştiniz. Peki, neyle ilgileniyorsunuz Efendi Bağıcı? Neden bizimle birlikte yolculuk ediyorsunuz?”

“Burası özgür bir ülke Lord Şansölye.”

“Şu an ki durumda Lord Geralt bu konvoydaki herkes, Kral Niedamir’in iradesine göre yerini ve rolünü bilmelidir. Anlıyor musunuz?”

“Konuyu nereye getiriyorsunuz Lord Gyllenstiern?

“Zaten getirdim bile. Son zamanlarda siz bağıcılarla bir anlaşmaya varmanın zor olduğunu duydum. Duruma bakılırsa ne zaman birisi bir bağıcıdan canavarın tekini öldürmesini istese, bağıcı kılıcını alıp onu öldürmek yerine bu davranışın meşruluğu hakkında meditasyon yapmayı tercih ediyormuş. Kabul edilebilir sınırların ne olduğunu düşünmeyi arzuluyormuş. Özellikle şu an ki durumda öldürmenin etik yasalarıyla çelişmeyeceğinden ve canavarın gerçekten bir canavar olduğundan emin olmalıymış, sanki ilk bakışta belli değilmiş gibi. Bence sizi parasal güvenliğiniz sıkıntıya sokuyor, benim zamanımda bağıcılar para kokmazdı. Tek pis koku ayaklarına sardıkları sargı bezlerinden gelirdi. En ufak bir oyalanma belirtisi olmazdı: öldürmeleri istenen her ne varsa hemen öldürürlerdi, o kadar. Bir kurtadam, ejderha ya da vergi memuru olması fark etmezdi. Sadece işin etkinliği vardı. Ne düşünüyorsun Geralt?”

“Bana bir görev mi vereceksin Gyllenstiern?” diye yanıtladı bağıcı kabaca. “Teklifini bekliyorum. O zaman bir karar veririz. Ama eğer durum bundan ibaret değilse lafı bu şekilde gevelemenin bir anlamı yok, değil mi?”

“Görev mi?” diye iç geçirdi şansölye. “Hayır, sana verecek görevim yok. Bugün bir ejderha avlıyoruz ve görünüşe göre bu, senin yeteneklerini aşıyor bağıcı. Yağmacılar’ın bu işi tamamlayacağını umuyorum. Sadece seni bilgilendirmek istedim. Dikkatli dinle: Kral Niedamir ve ben, canavarları iyi ya da kötü diye nitelendiren bu tip hayali ayrımlara tahammül etmeyeceğiz. Bağıcıların bu prensibi nasıl uyguladıklarını duymak ya da görmek istemiyoruz. Kraliyet işlerine karışma Lordum ve Dorregaray ile entrika çevirmeyi bırak.”

“Büyücülerle iş birliği yapmak gibi bir huyum yoktur. Bu kanıya da nereden vardın?”

“Dorregaray’in hayalleri,” dedi Gyllenstiern. “Bağıcılarınkileri bile geçiyor. Senin çift taraflı ayrımını o bütün canavarlar iyidir diyerek yapıyor!”

“Birazcık abartıyor.”

“Ona ne şüphe. Lakin görüşlerini inanılmaz bir kararlılıkla savunuyor. Açıkçası eğer bir şeylerin peşinde olduğu ortaya çıkarsa şaşırmazdım. Bu garip topluluğa katılması çok tuhaf…”

“Dorregaray’den ben de pek hoşlanmıyorum, hislerimiz ortak.”

“Sözümü kesme! Belirtmem gerekir ki burada bulunmanız bana tuhaf geliyor: Bir tilkinin kürkündeki bitlerden daha fazla vicdanı olan bir bağıcı; doğanın dengesi hakkındaki druidsel aykırılıkları etrafa saçmaktan vazgeçmeyen bir büyücü; sessiz bir şövalye; Üçlü Karga Borsch ve Zerikanlı korumaları – herkesin bildiği üzere Zerikanlılar ejderha heykelleri önünde kurban ayinleri düzenlerler. Ve aniden hepsi birden avımıza katıldılar. Sence de tuhaf değil mi?”

“Öyle diyorsan öyledir.”

“Şunu bil o zaman,” diye sürdürdü konuşmasını şansölye. “Eğer öyle bir duruma gelirsek en zorlu sorunlar her daim en kolay çözümlerle sonuçlanır. Beni onu kullanmaya zorlama bağıcı.”

“Anlamıyorum.”

“Anlıyorsun. Çok iyi anlıyorsun. Bu konuşma için teşekkürler Geralt.”

Bağıcı atını durdurdu. Gyllenstiern vagonların arkasındaki krala yetişmek için hızını arttırdı. Hâlâ bir göğüs zırhı taşıyormuş gibi görünen, mat deriden dikilmiş kara bir yelek giyen Denesleli Eyck; zırh, gümüş bir kalkan ve güçlü bir süvari mızrağı taşıyan uykulu atıyla yürüme hızıyla bağıcının yanından geçti. Geralt ona el salladı ama gezgin şövalye bakışlarını kaçırdı, dudaklarını birbirine bastırıp atını hızla ileri sürdü.

“Seni pek sevmiyor,” dedi Dorregaray, Geralt’a katılarak. “Haksız mıyım?”

“Görünüşe göre.”

“Bir rakip, değil mi? İkiniz de benzer bir iş yapıyorsunuz. Aranızdaki fark, Eyck bir idealistken sen bir profesyonelsin. Bu, doğradığınız varlıklar için fark yaratmıyor.”

“Beni Eyck ile karşılaştırma Dorregaray. Senin karşılaştırmanda kimin daha kötü çıkacağı belli olmaz.”

“Nasıl istersen. Doğruyu söylemek gerekirse benim gözümde sen de onun kadar iğrençsin.”

“Teşekkürler.”

“Lafı bile olmaz.” Büyücü, Yarpen ve cücelerin bağırmasından korkan atının boynunu okşadı. “Bana kalırsa bağıcı, cinayeti iş haline getirmek iğrenç, adice ve aptalca. Dünyamız bir denge üzerine kurulu. Yıkım ve bu dünyadaki herhangi bir canlının öldürülmesi ise bu dengeyi tehdit ediyor. Dengenin yokluğu soykırıma ve bildiğimiz dünyanın sonuna yol açar.”

“Druid teorisi,” diye ilan etti Geralt. “Onu bilirim. Yaşlı bir keşiş Rivia’dayken bunu bana anlatmıştı. Konuşmamızdan iki gün sonra fare-adamlar onu parçalarına ayırdı. Bunun sonucunda herhangi bir dengesizliğin oluşup oluşmadığı pek de belli değildi.”

Dorregaray, Geralt’a ilgisizce baktı.

“Tekrar söylüyorum dünya dengede duruyor. Doğal bir dengede. Her türün düşmanları vardır, her biri diğeri için doğal bir düşmandır. Bu gerçek aynı zamanda insanlara da uygulanıyor. İnsanların doğal düşmanlarının tamamen yok edilişi – ki sen buna katkıda bulunuyorsun Geralt – soyu bozuk ırkımızı tehdit ediyor.”

“Biliyor musun büyücü,” diye yanıtladı öfkesine hâkim olamayan Bağıcı. “Belki oğlu bir basilikos tarafından yenen bir anneyi ziyaret etmeli ve ona bu talihsizliğinden ötürü sevinmesi gerektiğini, çünkü bunun soyu bozuk insan ırkının kurtuluşu olacağını açıklamalısın. Bekle ve gör bakalım sana nasıl bir cevap veriyor.”

“İyi savunma bağıcı,” diye araya girdi Yennefer, büyük siyah atıyla onlara katılmıştı. “Söylediğin şeyler hakkında dikkatli ol Dorregaray”

“Fikirlerimi kendime saklama alışkanlığım yoktur.”

Yennefer ikisinin arasına girdi. Altın tülünü, yuvarlanarak saç bandı haline getirilmiş beyaz bir boyun atkısıyla değiştirdiğini fark etti bağıcı.

“Düşüncelerini bastırmaya çalış Dorregaray,” dedi kadın. “En azından Niedamir ve Yağmacılar’ın önünde. Senin avı sabote etmek istediğinden şüpheleniyorlar. Kendini kelimelerle kısıtladığın sürece sana zararsız bir manyak muamelesi yapmaya devam edeceklerdir. Fakat bir şey yapmaya kalktığın anda nefes almaya bile zamanın olmaksızın boynunu kırarlar.”

Büyücü küçümser bir tavırla gülümsedi.

“Ayrıca,” diye devam etti Yennefer. “Böyle görüşler sunarak mesleğimizin ve görevimizin temellerini baltalıyorsun.”

“Anlayamadım.”

“Teorilerini büyük yaratılışa ve haşaratlara uygulayabilirsin Dorregaray ama ejderhalara olmaz. Ejderhalar insanların en azılı düşmanı olarak kalacaklar. İnsanların soyunun bozulması meselesi değil, hayatta kalma meselesi bu. En nihayetinde insanlık, düşmanlarını ve kendisini tehdit eden her şeyi yok etmek zorunda.”

“Ejderhalar insanların düşmanı değildir,” diye araya girdi Geralt.

Kadın ona bakıp yalnızca dudaklarıyla gülümsedi.

“Bu konuda,” dedi, “Tartışmayı biz insanlara bırak. Sen, bağıcı, yargılamak için yaratılmadın. Sadece belli başlı görevleri yerine getirmek için varsın.”

“Hizmet etmeye programlı bir golem gibi mi?”

“Kendi kelimelerin, benim değil,” dedi kadın soğukça. “Benim olsalardı bile daha münasip olamazlardı.”

“Yennefer,” dedi Dorregaray. “Senin yaşındaki eğitimli bir kadının bu kadar saçma sapan konuşması hayret uyandırıcı. Neden ejderhalar insanların en büyük düşmanı olarak görülüyor? Neden ejderhalardan yüz kat daha fazla can almış başka canlılar değil? Neden hirikiler, dev çıyanlar, mantikorlar, amfisbena ya da griffonlar değil? Neden kurtlar değil?”

“Sana anlatayım. İnsanoğlunun diğer türlere göre üstünlük mücadelesi, doğada hakkı olan yeri için savaşı yalnızca saldırgan ve göçebe bir şekilde yiyecek arayışı sona erdiğinde ve mevsimlerin değişimine göre hareket etmeyi bıraktığında başarıya ulaşacak. Aksi takdirde yeterince çabuk üreyemez. İnsanlık gerçek bir bağımsızlığı olmayan bir çocuktur. Bir kadın yalnızca bir şehrin duvarlarının ardında ya da korumalı bir kasabada güvenle doğum yapabilir. Doğurganlık, Dorregaray, gelişim, hayatta kalma ve baskınlık için gereklidir. Şimdi de ejderhalara gelelim, yalnızca bir ejderha bir şehri veya kasabayı tehdit edebilir, başka bir canavar değil. Eğer ejderhalar yok edilmezse insanlar güvenlikleri için birleşeceklerine dağılırlar. Şayet bir ejderha yoğun nüfuslu bir yere ateş püskürtürse bu bir felaket olur – yüzlerce kurbanı olan korkunç bir katliam. İşte bu yüzden kalan her ejderha yok edilmelidir.”

Dorregaray ona dudaklarında garip bir gülümsemeyle baktı.

“Biliyor musun Yennefer, senin insan hâkimiyeti fikrin gerçek olduğunda ve doğadaki haklı yerimizi aldığımızda hayatta olmamayı tercih ederim. Neyse ki bu hiç olmayacak. Birbirinizi yiyeceksiniz, birbirinizi zehirleyeceksiniz, hastalığa ve tifoya yenik düşeceksiniz; çünkü kadınların her sene doğum yaptığı fakat yeni doğan her on bebekten yalnızca bir tanesinin on günden fazla yaşamayı başaracağı harika şehirlerinizi tehdit eden şey ejderhalar değil, pislik ve bit olacak. Evet, Yennefer, elbette: üreme, üreme ve daha fazla üreme. Kendine iyi bak canım, git ve birkaç bebek yap, en azından bu saçma sapan konuşmana göre daha doğal bir fonksiyonun. Güle güle.”

Büyücü adam atını mahmuzladı ve sıranın başına erişmek için hızla ilerledi.

Yennefer’in solgun ve gergin suretini gördüğünde Geralt ansızın büyücü adama acıdı. Durumu çok iyi kavramıştı: Yennefer diğer tüm kadın büyücüler gibi kısırdı fakat diğerlerinin aksine o bundan dolayı acı çekmişti ve birinin bunu hatırlatması öfkeden deliye dönmesine neden oluyordu. Dorregaray şüphesiz bu zayıflığı biliyordu ancak Yennefer’in intikama karşı soğukkanlı bir susuzluğu olduğundan haberi yoktu.

“Sorun çıkaracak,” diye tısladı kadın. “Ah, evet! Dikkat et Geralt. Eğer iş oraya varırsa ve sağduyulu davranmazsan seni savunacağımı sanma.”

“Endişelenme,” dedi adam tebessümle. “Biz bağıcılar ve hizmetçi golemler daima mantıklı davranırız. Davranışlarımızı belirleyen içimizdeki sınırlar açık ve belirgin biçimde sabitlenmiştir.”

“Şuna da bakın hele!” Yennefer’in yüzü biraz daha soldu. “İffetsizliği ortaya çıkmış bir kız gibi üzüldün. Sen bir bağıcısın, bunu değiştiremezsin. Senin görevin…”

“Görevim hakkında konuşmayı kes, Yen. Bu tartışma midemi bulandırmaya başladı.”

“Benimle bu şekilde konuşma, seni uyarıyorum. Ne senin mide bulantın ne de yasaklanmış davranışların beni ilgilendirir.”

“Eğer insanoğlunun iyiliği için mücadele etmekten bahsetmeyi ve muhteşem etikler hakkında vaaz vermeyi kesmezsen bunların bir kısmına tanık olabilirsin. Ya da insan kabilesinin korkunç düşmanı olan ejderhalar hakkında. Ben senden iyi biliyorum.”

“Öyle mi?” Büyücü gözlerini kırptı. “Ne biliyormuşsun bağıcı?”

“Bildiğim şu.” Geralt boynuna asılı olan madalyonun çılgınca uyarısını hiçe saydı. “Eğer ejderhalar hazine koruyor olmasalardı salak itler bile onların kaderiyle ilgilenmezdi. Hele büyücülerin hiç umurunda olmazdı. Her ejderha avında mücevher loncalarına kuvvetle bağlı büyücülerin de bulunması ilginç bir şeydir. Mesela sen. Daha sonra pazarlar taşlara doymuşken ejderha hazinesinden gelen mücevherler sanki büyülenmiş gibi kaybolmaya başlar ve fiyatları sürekli artar. Bu yüzden bana görevden ve türlerin hayatta kalma savaşından bahsetme sakın. Seni çok iyi ve çok uzun süredir tanıyorum.”

“Çok uzun süredir,” dedi düşmanca bir tavırla yüzünü ekşiterek. “Maalesef. Ama beni iyi tanıdığını sanma seni onun bunun çocuğu. Lanet olsun, ne aptalmışım… Cehenneme git! Senin yüzüne bile bakamıyorum artık.”

Bir çığlık atarak kara atını mahmuzladı ve konvoyun en başına doğru gitti. Bağıcı bağıran, küfreden ve kemik flütler çalan cücelerin vagonunun geçmesi için atını durdurdu. Aralarında, yulaf çuvallarının üstüne sere serpe uzanmış olan Jaskier lavtasını çalıyordu.

“Hey!” diye haykırdı Yarpen Zigrin sürücü koltuğundan Yennefer’i işaret ediyordu. “Yoldaki o kara şey de nedir? Merak ediyorum, ne olabilir ki? Bir kısrağa benziyor!”

“Şüphesiz!” dedi Jaskier bağırıp erik rengi şapkasını geriye atarak. “Katıra binen bir kısrak! İnanılmaz!” (yhn. Katırlar kısırdır.)

Yarpen’in çocuklarının sakalları koro halinde atılan bir kahkahayla sallandı. Yennefer onları duymamış gibi yaptı.

Geralt, Niedamir’in okçularının geçmesi için atını durdurdu. Onların biraz arkasında Borsch yavaşça at sürüyordu ve hemen onun arkasında da artçı koruma olarak Zerikanlılar vardı. Geralt onları bekledi. Kısrağını Borsch’un atının yanına getirdi. Sessizlik içinde ilerlediler.

“Bağıcı,” dedi Üçlü Karga aniden. “Sana bir şey sormak istiyorum.”

“Sor o zaman.”

“Neden geri dönmüyorsun?”

Bağıcı ona bir süreliğine sükûnetle baktı.

“Sahiden bilmek istiyor musun?”

“Evet.” diye yanıtladı Üçlü Karga, ona dönerek.

“Konvoyla birlikte yürüyorum çünkü ben sadece hizmetçi bir golemim, ana yolda rüzgârla taşınmış bir demet üstüpü parçasıyım. Nereye gideyim? Söyle bana. Ne amaçla? Bu grupta konuşacak bir sürü insan var. Ben yaklaştığım zaman bazıları konuşmalarını kısa kesmiyor da. Beni sevmeyenler arkamdan konuşmaktansa yüzüme doğrudan söylüyor. Seninle o hana gitmemle aynı sebepten dolayı onlarla yolculuk ediyorum çünkü benim için fark etmiyor. Herhangi bir yerde özellikle bulunmam gerekmiyor. Yolun sonunda benim için hiçbir şey yok.”

Üçlü Karga boğazını temizledi.

“Her yolun sonunda bir hedef, bir amaç vardır. Herkesin vardır. Farklılığına rağmen senin de var.”

“Soru sorma sırası şimdi bende.”

“Sor bakalım.”

“Kendi yolunun sonunda bir hedef görüyor musun?”

“Bir tane görüyorum.”

“Şanslısın.”

“Bu bir şans meselesi değil Geralt. Tek mesele neye inandığın ve kendini neye adadığındır. Bunu senden başka hiç kimse… Ne oldu bağıcı?”

“Bugün hiç kimse hırslarından bahsetmekten bıkmadı,” diye mırıldandı Geralt. “Niedamir’in hırsı Malleore’u fethetmekten ibaret. Denesleli Eyck insanları ejderhalardan korumak istiyor. Dorregaray onun tam tersi bir amacın peşinde. Yennefer vücudunun maruz kaldığı dönüşümler yüzünden tutkularını gerçekleştiremiyor ve bu onu üzüyor. Olaya bak, yalnızca Yağmacılar ve cücelerin hırsa ihtiyacı yok gibi görünüyor. Elde etmek istedikleri tek şey bir yığın para. Belki de bu yüzden bana çekici geliyorlardır.”

“Hayır, Riviyalı Geralt, sana çekici gelen onlar değil. Ne körüm ne de sağır. Bu kadar yolu onlar için tepmedin. Bana kalırsa…”

“Her şey boşuna,” dedi bağıcı öfkeden yoksun bir sesle.

“Üzgünüm.”

“Özür dilemene gerek yok.”

Sıranın başındaki Caingornlu okçular hareket etmeyi kesince onlar da çarpışmamak için atlarını durdurdular.

“Ne oldu?” Geralt üzengi kemiğinin üzerine kalktı. “Neden durduk?”

“Bilmiyorum.” dedi Borsch, etrafına bakınırken.

Vea bir şeyler mırıldandı, garip bir biçimde endişeli görünüyordu.

“Ben öne gidiyorum,” dedi bağıcı. “Ne oldu öğreneceğim.”

“Bekle.”

“Neden?”

Üçlü Karga yere bakarak sessiz kaldı.

“Neden?” diye tekrarladı Geralt.

“Bir daha düşündüm de gitmelisin,” dedi Borsch en sonunda. “Hatta bence böylesi daha iyi olabilir.”

“Neden daha iyi olsun ki?”

“Git.”

Uçurumun her iki kenarını birbirine bağlayan köprü sağlam görünüyordu. Akıntıyı kırıp köpüklü derelere dönüşmesine neden olan kare şeklindeki bir sütunun üzerine yerleştirilmiş görkemli çam kütüklerinden inşa edilmişti.

“Hey, Yırtıcı!” diye bağırdı Boholt vagona yaklaşarak. “Neden durdun?”

“Bu köprüden emin değilim.”

“Neden bu yoldan gidiyoruz?” diye sordu Gyllenstiern onların yanına gelerek. “Köprüyü vagonlarla geçme konusunda pek hevesli sayılmam. Hey! Kunduracı! Neden buradan gidiyoruz? Yol batıya doğru uzanıyor!”

Holopol’un kahraman zehircisi ona doğru koştu ve koyun derisi şapkasını çıkardı. En az Kral Sambuk’un zamanından kaldığı belli olan eski usul göğüs zırhıyla örtülü cübbesiyle komik bir havası vardı.

“Bu yol daha kısadır soylu lordum.” diye yanıtladı. Şansölye ile değil, yüzünde ölümcül bir bıkkınlık olan Niedamir’e hitap ederek konuşmuştu.

“O nasıl oluyor?” diye sordu Gyllenstiern suratını buruşturarak.

Niedamir kunduracıya bakmaya tenezzül etmedi.

“Şey, “ diye açıklamaya başladı Kozojed, bölgeye hâkim olan üç sivri tepeyi işaret ederek. “Tam şurada Chiava, Büyük Kestrel ve Steed’in Dişi var. Yol, kadim bir korumalı kasabanın harabelerine doğru ilerliyor, Chiava’nın etrafından kuzeye doğru dönüyor ve nehrin kaynağının ötesine kadar ilerlemeye devam ediyor. Köprüden geçerek yolu kısaltabiliriz. Dağların arasındaki küçük göle kadar uçurumu takip edebiliriz. Eğer orada ejderhanın izini bulamazsak doğuya yönelip yakın alandaki küçük kanyonları inceleriz. Biraz daha doğuda düz dağ çayırlıkları, sonra da doğrudan Caingorn’a yani sizin krallığınıza uzanan bir yol var lordum.”

“Bu bilgiyi nereden edindin Kozojed?” diye sordu Boholt. “Takunya rendelerken mi?”

“Hayır lordum. Gençliğimde bir çobandım.”

“Köprü dayanacak mı? Boholt koltuğundan kalkıp köpüren nehre baktı. “Uçurum kırk kulaç derinliğinde.”

“Dayanacaktır lordum.”

“Böyle yabani bir bölgede bu köprünün nereden çıktığını biliyor musun?”

“Troller,” diye açıkladı Kozojed. “Eski zamanlarda geçiş ücreti almak için bu köprüyü inşa etmişler. Geçmek isteyen herkes yüklü bir meblağ ödemek zorundaymış. Ama gelen kişi sayısı çok azmış, bu yüzden troller kalkıp gitmişler. Köprü yerinde kalmış.”

“Tekrar ediyorum,” diye lafa girdi Gyllenstiern kızgınlıkla. “Yabanda mahsur kalırsak diye vagonları ekipman ve yiyecekle doldurmuştuk. Düz yolda kalmak daha iyi değil mi?”

“Yolu takip edebiliriz,” dedi kunduracı omuz silkerek. “Fakat uzar. Kral ejderhayla savaşmak için hevesli olduğunu ifade etmişti. Sabırsızlıkla ışıldıyordu.”

“Sabırsızlıkla yanıyordu,” diye düzeltti şansölye.

“Yanıyordu o zaman,” diye boyun eğdi kunduracı. “Yine de eğer köprüyü geçersek yol kısalacaktır.”

“O zaman gidelim Kozojed!” diye karar verdi Boholt. “Sen ve askerlerin, ileri marş. Benim geldiğim yerde en cesurları en önden göndeririz.”

“Her seferinde tek vagon olacak!” diye emretti Gyllenstiern.

“Kabul!” Boholt atları kamçıladı: vagon köprünün kütükleri üzerinde takırdadı. “Arkaya bak Yırtıcı! Tekerleklerimizin düzgün gittiğine emin ol.”

Geralt atını durdurdu, yolu Niedamir’in okçuları tarafından engellenmişti, onların kızıl ve sarı yelekleri eğik bir taş duvarın üstünde toplanmıştı.

Bağıcının kısrağı burnundan soludu.

Ardından yer sarsıldı. Kayalık duvarların keskin köşeleri arka plandaki gökyüzüne karşı bulanıklaştı ve duvarın kendisi donuk, somut bir kükreme yaydı.

“Dikkatli olun!” diye bağırdı çoktan köprünün karşısına geçmiş olan Boholt. “Dikkatli olun!”

Henüz küçük olan ilk taşlar, yamaç kasılmalarla sarsılırken hışırdamaya ve ona çarpmaya başladı. Geralt arkasındaki yolun karşısında siyah bir çatlağın oluşmaya başladığını gördü. Parçalanıp sağır edici bir gürültüyle boşluğa dönüştü.

“Atlara!” diye bağırdı Gyllenstiern. “Lordlarım! Çabucak geçmeliyiz!”

Başını bineğinin yelesine doğru eğmiş olan Niedamir, arkasında Gyllenstiern ve okçulardan birkaçı olduğu halde aceleyle atını köprüye sürdü. Arkalarında, üzerinde standart bir griffin sembolü bulunan kraliyet vagonu fersiz bir çatırdamayla sallanan kütüklerin üstüne çarptı.

“Bu bir heyelan! Yoldan çekilin!” diye bağırdı Yarpen Zigrin atlarını kamçılayarak.

Cücelerin vagonu birkaç okçuya çarparak Niedamir’in ikinci vagonunu geçti.

“Kıpırda! Bağıcı! Yoldan çekil!”

Dik ve düz oturan Denesleli Eyck, tek bir mahmuzla cücelerin vagonunu geçti. Eğer beti benzi atmamış ve çenesi kasılmamış olsa gezgin şövalyenin kayaların ve taşların yola düştüğünü fark etmemiş olduğu sanılabilirdi. Geride kalan bir grup okçudan vahşi haykırışlar yükseldi. Atlar kişnedi.

Geralt dizginlerini çekince atı geriledi. Hemen önünde, yamaçtan hızla yuvarlanan kayaların darbeleriyle toprak sarsıldı.

Taşların üstünde gümbürdeyen cüce vagonu köprüye erişmesine ramak kala sarsıldı ve bir çatırdamayla birlikte devrildi. Akslarından birisi kırılmış ve tekerleklerinden biri türbülansa düşmeden evvel korkuluğundan fırlamıştı.

Bağıcının keskin kaya parçalarının darbelerine maruz kalan kısrağı gemini azıya aldı. Geralt atından atlamaya çalıştı ama botu mahmuzuna takılı kaldı. Düştü. Kısrak kişneyerek uçurumun üstünde sallanan köprüye fırladı. Cüceler bağırıp küfrederek karşıya koştular.

“Daha hızlı Geralt!” diye bağırdı Jaskier omzunun üzerinden, cücelerin peşi sıra koşarken.

“Sıçra bağıcı!” diye bağırdı eyerinin üstünde güçlükle oturan Dorregaray, vahşileşmiş atını zorlukla kontrol etmeye çalışırken.

Arkalarında kalan yolun büyük bir bölümü yıkıldı. Heyelanın ve Niedamir’in vagonlarının parçalara ayrılırken yarattığı bir toz bulutu havalandı. Büyücünün eyer çantalarının iplerine tutunmayı başarmıştı bağıcı. Bir çığlık duydu.

Yennefer atıyla birlikte düştü ve yana yuvarlandı. Kendisini yere atıp başını elleriyle korumaya çalışarak körü körüne tekmeleyen toynaklardan uzak durmaya çabaladı. Bağıcı ona doğru koşturmak için ipleri bıraktı, taş yağmurundan kaçıp ayaklarının altında oluşan çatlaklardan sıçrayarak ilerledi. Yaralanmış omzunu tutan Yennefer dizlerinin üstünde doğruldu. Gözleri ardına kadar açılmıştı ve kaşının üstünde bir kesik vardı. Kulak memesinden aşağı kan süzülüyordu.

“Ayağa kalk Yen!”

“Geralt, dikkat et!”

Kulak tırmalayıcı bir gürültüyle duvardan kopup ayrılan devasa bir kaya parçası büyük bir gümbürtüyle tam arkalarına düştü. Geralt büyücüyü vücuduyla korumak için yere atladı. Kaya yığını patladı ve yabanarısı iğneleri gibi binlerce parçaya ayrıldı.

“Çabuk olun!” diye haykırdı Dorregaray. Atının üzerinde asasını sallayarak duvardan kopup düşen diğer kayaları toza çeviriyordu. “Haydi, köprüye bağıcı!”

Yennefer parmaklarını öne uzatarak eliyle bir işaret yaptı. Bağırarak söylediği şeyi hiç kimse anlamadı. Taşlar, başlarının üstünde beliren mavimsi kemerde kızgın demire düşen yağmur damlaları gibi buharlaştı.

“Köprüye Geralt!” diye haykırdı kadın. “Beni takip et!”

Dorregaray ve atından inmiş birkaç okçunun peşinden koştular. Köprü sallandı ve çatladı, kütükler eğildi ve üzerindekileri bir korkuluktan diğerine attı.

“Çabuk!”

Köprü kulakları sağır edebilecek bir gürültüyle çöktü. Az evvel geçtikleri kısım kopup ayrıldı ve büyük bir gümbürtüyle boşluğa düştü, beraberinde cüce vagonunu da götürdü, o da kaya yığınlarına çarparak parçalandı. Paniklemiş atların korku dolu kişnemelerini duydular. Köprüde kalan grup tutunmaya devam etti fakat Geralt giderek dikleşen bir yükseltide koştuklarını fark etti. Yennefer soluk soluğa küfretti.

“Düşüyoruz Yen! Sıkı tutun!”

Köprünün geri kalan kısmı çatladı, ikiye ayrıldı ve tıpkı bir kale kapısı gibi aşağıya savruldu. Yennefer ve Geralt kaydı, parmaklarıyla kütüklerin arasındaki çatlaklara tutundular. Giderek elinin kaydığını fark eden kadın bir çığlık attı. Tek eliyle tutunmaya devam eden Geralt diğeriyle hançerini çekti ve onu bir çatlağa sokup silahı iki eliyle birden kavradı. Yennefer, sırtına astığı kılıç kemeri ve kabzasına sıkıca tutunduğunda adamın dirsekleri zorlanmaya başladı. Köprü kaymaya ve giderek daha da dikleşmeye başladı.

“Yen,” diye inledi bağıcı. “Bir şeyler yap… Lanet olası. Bir büyü yap!”

“Nasıl?” diye cevap verdi kadın, kısık ve hafif öfkeli bir homurtuyla. “İki elimle tutunuyorum!”

“Ellerinden birini serbest bırak.”

“Yapamam…”

“Hey!” diye bağırdı Jaskier yukardan. “Dayanabilir misiniz? Hey!”

Geralt cevap vermenin yardımı olacağını sanmıyordu.

“Bir ip atın!” dedi Jaskier. “Çabuk olun lanet olasıcalar!”

Yağmacılar, cüceler ve Gyllenstiern, Jaskier’in yanında belirdi. Geralt, Boholt’un boğuk sesini duydu. “Bekle bir dakika. Kadın yakında düşer. Ondan sonra bağıcıyı çekeriz.”

Geralt’ın sırtına sıkıca tutunan Yennefer bir yılan gibi tısladı. Omuz askısı bağıcının göğsünü acıyla sıktı.

“Yen? Tutunabilir misin? Ayaklarını kullanabilir misin?”

“Evet,” diye homurdandı kadın. “Teorik olarak.”

Geralt aşağı, keskin kayaların, köprüden yuvarlanmış birkaç kütüğün, bir at bedeninin ve Caingorn’un parlak renklerini taşıyan bir cesedin arasında köpüren nehre baktı. Zümrüt yeşili şeffaf derinliklerde akıntıya karşı yüzen dev bir alabalık gördü.

“Dayanabilir misin Yen?”

“Birazcık… Evet…”

“Kendini yukarı çek. Elinle tutunabileceğin bir yer bulmalısın.”

“Hayır… Yapamam…”

“Bir ip atın!” diye bağırdı Jaskier. “Hepiniz çıldırdınız mı? İkisi de düşecek!”

“Daha iyi olmaz mıydı?” diye mırıldandı Gyllestiern usulca.

Köprü sarsılıp biraz daha eğildi. Geralt hançerinin kabzasını tutan ellerindeki hissiyatı yitirmeye başlamıştı.

“Yen…”

“Kapa çeneni… Ve kıpırdanmayı kes…”

“Yen?”

“Bana öyle seslenme!”

“Dayanabilecek misin?”

“Hayır,” diye yanıtladı kadın, soğuk bir biçimde.

Kadın artık çaba harcamıyordu, sadece arkasına asılmış, ölü, eylemsiz bir ağırlıktı.

“Yen?”

“Kes sesini.”

“Yen. Beni affet.”

“Hayır. Asla.”

Bir şey kütüklerin arasından yılan gibi hızla süründü.

Soğuk ve solgun bir ışık yayarak sanki hayattaymış gibi kıvrılıp buruluyordu, hareketli ucu nazikçe okşayarak Geralt’ın boynunu buldu, koltuk altlarına sokuldu ve gevşek bir düğüm attı. Geralt’ın altındaki büyücü inledi ve soluk aldı. Bağıcı onun gözyaşlarına boğulacağından emindi. Yanılmıştı.

“Dikkat edin!” diye bağırdı Jaskier yukarıdan. “Sizi yukarı çekeceğiz! Nischuka! Kennet! Çekin! Hadi!”

İp gerildi ve etraflarını acı verici, nefes almayı zorlaştıracak bir biçimde sardı. Yennefer soluk soluğa iç çekti. Ahşap kütüklere sürtünerek yukarıya doğru hızlıca çekildiler.

Ayağa ilk kalkan Yennefer oldu.

« Bölüm 5Bölüm 7 »

Bölümler

Giriş

Bölüm I

Bölüm II

Bölüm III

Bölüm IV

Bölüm V

Bölüm VI

Bölüm VII

Bölüm VIII