********
Romulion gittikten sonra Smir bir süre kendine zaman verdi. Bu olmasını düşündüğünden biraz daha farklı geçen bir buluşma olmuştu. Kafasını toparlamak ve kendisini süratle hazırlamak için yalnızlığa ihtiyaç duymuştu.
Smir o günün akşamında yoğun bir iç hazırlıktan sonra kendini istediği seviyeye getirmişti. Son bilgiler de ajanları-casusları tarafından ona ulaştırılmıştı. Artık beklemenin gereği yoktu. Her şey çoktan hareket halindeydi. Bugünlerde hepsi dersler alıyordu ve ders alma sırası Armellion'daydı. Hem de iyi bir ders.
Smir derin bir nefesle iç geçirdi. Böyle olmak zorundaydı. Buna inanıyordu. Ama bunun için, içinin kırılmasına da engel olamıyordu. Bir yanı intikam için yanıp coşkuyla gülerken bir yanı kaderin onu getirdiği bu noktada yapması gereken bütün acı seçimlere ve alması gereken bütün sorumluluklara lanet ediyordu.
Efendi kendi Şato halkını topladığında bu durum kesinlikle çok resmi ve soğuk bir karşılaşma yaratmıştı. Biber'in ve Günbatımı'nın duruşları kadar Kael'in ilave savaş donanımlarını kuşanmış olması ve iskelet büyücülerin koca bir tabur halinde büyük salonda toplanması da işin cabasıydı.
Konuşması Şeker, Baharat ve Günışığı'na kısaca bir bakış attıktan sonra çok resmi ve çok kısa olmuştu.
"Bugün, Kızıl Şato Sakinleri için önemli günlerden birisi. Sizi karanlıkta bırakmayacağım. Geri dönmeyi planlıyorum. Ama bir yandan da dönemeyeceğimi düşünerek gerekli düzenlemeleri yaptım. Bunun anlamını hepiniz biliyorsunuz. Sizi yüzüstü bırakmadım, bırakmayacağım. Siz ailemsiniz. Ben olmadan belki daha bile iyi olacaksınız."
O bu son sözleri söylerken Şeker irkilerek derin bir nefes yutmuştu. Baharat'ın gözleri kontrol ettiği yaşlarla parıldamaya başlıyordu. Smir ciddi konuşuyordu. Çok ciddi. Bu sıradan tehlikeli durumlardan değildi. Baia zaten şok olmuş durumdaydı.
"Geri gelmeyi planlıyorum. Gelemezsem, Efendi Romulion'a bir vasiyetim var. Şato'nun Ruhu da bilgilendirildi. Yeni Efendi, Üstat Romulion olacak. Sizler de azad olacaksınız. Çıktığım yol büyük bir değişim getirecek. Başarıda ya da başarısızlıkta bu durum aynı kalacak. Şato, değişecek. Hayatlarımız değişecek. Sizlere bunu söylemek istedim. Ve tekrar görüşene dek hoşçakalın demek istedim."
"Hoşçakalın, canlarım," diyerek, cevap beklemeden, rünlerle ışıldayan bulut-disk bineğinin üzerinde süratle harekete geçti ve arkasında iskelet ejderlere binmiş iskelet büyücülerle devasa salondan ayrıldı, Smir.
Arkasından ağlayan Şeker'in gözyaşları hıçkırıklarıyla karışıyordu. Günbatımı Şeker'i teselli etmeye çalışırken Kael yanında beliren Karanlık ile Şato'nun dışına kanat açıyordu. Şato gergin ve gölgeli bir bekleyişin girdabında sessizce süzülmeye başlamıştı.
Dışarıda kraterin içinden yükselen uğultulu şarkıların tonu değişmiş ve yüksek perdeden, daha önce bu duvarların sadece birkaç kez duyduğu bir ezgiyi söylemeye koyulmuştu. Kraterin şarkısı kilometrelerce uzaktan bile kulağa gelecek kadar şiddetle uğulduyor ve duyanların iliklerini donduruyordu.
*****
Mirantis şehri, Armellion ülkesi sayılan Mil Armon bölgesinin uzağında kalan bir şehirdi. Bununla beraber bu toprak neredeyse onbinlerce yıldır Armellion'un kutsal şehirlerinden biriydi.
Eskiden yaşanmış bir büyük savaşta, tanrıların avatarları bu şehir için savaşmıştı ve bu topraklarda karanlık ile ışığın pek eşsiz, destansı karşılaşmalarından biri yaşanmıştı. Bu topraklarda onlarca iyi tanrı avatarının kanı, iblis askerlerin ve iblis tanrıların avatarlarının kanıyla karışmıştı.
Zafer ışığın olmuştu. Armellion Tarikatının Tanrısı; Armel, bu savaşta kahramanlığı ve fedakarlığıyla çok öne çıkan bir isim olmuştu. Tanrının inananları, destansı bir mücadele sonunda neredeyse tek bir şövalye geri kalmayana dek şehit düşmüştü. Bu topraklar o günden sonra Armellion ermişleri ve dinadamları için kutsallaşmış ve bir Hac Yeri halini almıştı.
Bu şehir, Avrin kıtasının merkezinin biraz kuzeyindeydi. Merkezi ve korunaklı bir konumda olmasının etkisiyle, pek öyle geniş ordulara sahip bir yerleşim değildi. Lakin sahip olduğu fiziki ve büyülü savunmalar yabana atılacak cinsten sayılmazdı. Çevresinde bir havagemisi filosu ve bir şeref ordusu yanında, sürekli burada eğitimde ve hac görevinde bulunana Armellionlu şövalyeler-dinadamları-ermişler bulunurdu.
Mirantis için şu anda bu koruma pek bir şey ifade etmiyordu. Orduların saldırısına çok hazır olan bu şehir, sinsi bir akın ile vurulduğunda, savunmasının ağında minicik bir yarık kolayca açılmıştı. Bu yarık, Smir'in "karanlık kayanyıldız" binek büyüsünün geçebileceği kadar genişti.
Neredeyse bir at arabasını rahatça içine alacak büyüklükteki "karanlıkküresi", mor ışıltılı kuyruğu arkasında yanarak, süratle içeriye dalmış ve şehir korumalarından sıyrılıp sokaklar seviyesine inmişti. Küre, orada gözden kaybolmuş ve şehir içinde büyük bir karışıklığın işareti olmuştu bu.
Şehirde bir "karaölüm nöbetçisi" (en güçlü ve belalı zombileri yaratan zorlu büyülerden bir tanesi, zombiler canlı hallerine yakın beceride büyü ve silah kullanabilir. Öldürdükleri, dakikası dolmadan onlar gibi olur. Tenleri-kılıkları simsiyah ve gözleri soğuk mavi ışıltılıdır) salgınının başlaması, iskelet büyücülerden yarım düzinesinin ortaya çıkıp iskelet bölükleri çağırmaya başlaması, göz açıp kapayana kadar olmuştu. Şehir, bir kuşatmaya haftalarca yani yardım gelene kadar, çok rahatça dayanabilirdi.. Ama içeriye sızan seçkin bir birliğin şehre ne gibi zararlar vereceğini tahmin etmek savunucu her komutanın kabusuydu.
Kabus burada esiyordu. İskelet büyücülerin süvariliğindeki İskelet Ejderhaların ilk hedefleri, geniş bir alana yayılmış Mirantis bölgesi köy ve kasabaları olduğu kadar havagemisi filosunun zayıf üyelerini de içeriyordu. Tarlalar, silolar, bahçeler ve insanların yoğun olduğu şehirlerin çevreleri ilk hedef seçilmişti. Smir savunucuların güçlerini bölmek ve zaman kazanmak için buraları vuruyordu.
Armellion kuvvetlerinin burada şok yaşadığını söylemek haksızlık olur. Armellion birlikleri uyanık ve disiplinliydi. Lakin şehre yapılan saldırının haricinde bunun yarısı kadar bir kuvvet de civardaki yerleşimlere dağılınca, komutanlar kendi güçlerini geniş bir alana yaymak zorunda kalmıştı.
Karada atlı ve buharlı süvari bölükleri süratle konumlanırken, havada da zırhlı grifonlar ve şahinatlar savaşa giriyordu. İskelet Ejderhalara ve iskelet grifonlara süvarilik eden büyücü iskelet lordların saldırısı savunucuları dışarıda fazlasyla meşgul ediyordu.
Şehrin içinde yönetim, sokaklarda patlayan ve dört bir yandan yangın gibi yayılan büyülü salgınla uğraşıyor ve gelmesi beklenen asıl saldırıya karşı, hedef noktayı korumak için son hazırlıklarını yapıyordu.
Evet, böyle bir saldırıyı, hatta bu kişiden geleceğini biliyordular. Şehirde bir kaç haftadır bulunan bir "misafirleri" vardı ve Smir bu "misafirle" ilgili olarak kısa sürede defalarca uyarıda bulunmuştu. Armellion bu uyarıları duymazdan gelmişti.
Gölgeörücü sokakları neredeyse tamamen kaosa bulamıştı. Bir süre için sokaklardaki bu karmaşa ve Katedrale akan kara zombi gurupları onu gereksiz küçük karşılaşmalardan uzak tutacaktı.
Smir dumandan bineğinin üzerinde giderken, etrafında dönen dokuz karanlık küre mor ışıltılarla yanıyordu. Bunlar silah kürelerdi. Zaman zaman Smir'in önüne atlayan Şövalye gurupları ve muhafızların üzerine mor ışıltılı siyah "gölgemızrakları" fırlatıyordular. Karanlık, korkutucu kükremeleri andıran seslerle uçuşan bu mızraklar, Katedrale yaklaştıkça daha da sıklıkla uçuşmaya ve karanlık bir senfoniyi söylemeye başladılar.
Smir'in evcilleri de artık sahnedeydi. Disana(sukubus) elinde kamçısı ve uzun ince kılıcıyla kana susamış bir zevkle, coşkuyla kesip biçiyordu. Şövalyelerden bazılarını büyüsüyle esir alıp arkadaşlarına saldırtıyor ve hatları karıştırıp kendi işini kolaylaştırıyordu.
Rahuul(kılıç iblisi) dört elindeki dört koca kılıçla, koca cüssesinden ve hantal görünüşünden beklenmeyecek bir hızda, danseder gibi dövüşüyordu Etrafına kopmuş kol-bacak-kellelerden ve uçuşan parçalanmış zırhlardan bir kasırga artığı kıyamet alanı seriyordu. Rahuul işini severek ve ciddiyetle, disiplinle yapıyordu.
Rullipin(imp ifritcik), hop orada hop burada, hoplayıp zıplayıp çatılara ve pencerelere konumlanarak, etrafa iyi nişanlanmış "ateştoplarını" yağdırıyordu. Toplu haldeki asker guruplarını uzun mesafeden seyreltip sadece seçkin birliklerin diğerlerine yaklaşmasına yardımcı oluyordu.
Alprocos(Cehennem devi), Smir'in önünü açan yürüyüşüyle ön safları parçalayıp dağıtıyordu. Güçlü "ateş patlaması yumrukları" ve geniş alanlı "şok tekmeleri" ile yol açıyordu. Önünde tahkimatlar ve mevziler dağılıp havaya uçuyor-saçılıyordu.
Grimmarz(karanlık devi) efendisinin yanıbaşındaydı ve ona dokunabilecek kadar yaklaşanları karanlık zincirleri ile kendisine çekip hareketlerini kısıtlıyor, onların saldırılarını kendi üzerine esir alarak karanlık kürelerinin ve Smir'in işini kolaylaştırıyordu. Vuruşları düşmanlarının aklını karıştırıp saldırılarını zayıflatacak karanlık ve soğuk tılsımlarla yüklüydü, bedeninden karanlık fısıltılar, soğuk ve canlıların aklını karıştıran siyah dumanlar tütüyordu.
Smir'in katedrale iyice yaklaşınca havaya savurup serbest bıraktığı silah kutuları yere düştüklerinde yeni savaşçılar da yükseliyordu. Bunlar Smir'in yarattığı ve sonradan kullanmak üzere depoladığı "bilimsel" golemlerdi. Çelikdevler. Dört metreye varan boyları ve çelikten bedenleri vardı. Bir deri bir kemik kalmış, ağızsız-burunsuz bir insanı andıran silüetleri ile bu canavarlar bastıkları yeri inleterek hemen öne atılmıştı. Kızl gözleri ateş gibi yanıyordu. Ellerinde pençeler ve omuzlarında ileriye dönük, fırlatılabilir çiviler vardı.
Katedrale yaklaşırken yan sokaklardan kara zombilerin ve iskelet bölüklerinin kalın safları da onlara katılmaya başlıyordu. Smir'in ordusu karanlık ve yıkıcı bir çığ gibi ilerlerken katedrale yaklaştıkça savunmalar da sertleşiyordu. Karaölüm nöbetçilerinin ve iskeletlerin üzerine kutsal büyüler yangınlar gibi yağıp onları akalevlere buluyordu.
Yine de bu saldırıların gelişi sadece Smir'i gülümsetti. Karaölüm nöbetçileri çok zor ölürdü ve ölene kadar düşman safları epey yorulacak, meşgul olacaktı. İskeletler de yayları ve büyüleri ile karşı saldırıda etkiliydi. Bunlar olurken, o bu esnada kendi yolunu kapıdan içeri doğru açacaktı.
Smir ilerideki kapıyı gördü. Önündeki barikatlara ve şövalye muhafızlara, rahiplere doğru golemlerini ve ölüleri gönderdi. Bu esnada dokuz küre, bu savunucuların arkasında yükselen, Katedralin ana yapısının büyük kapısına acımasız bir saldırıya başladı. İsabetli ve nokta kadar hassas saldırılar, kapının menteşelerini koruyan noktalara acımasız bir şarkıyı haykırarak yorulmayan, coşkulu bir seranata başladı.
Katedral ortadaki devasa ana yapıdan dışarıya uzayan sekiz kocaman ve uzun kanattan oluşuyordu. Tepeden bakınca binanın silüeti, Armellion'un sekiz oklu gümüş yıldızıydı. Smir ana binayı zorluyordu.
İskeletler ve kara zombi büyücüler yan kanatlardan gelen saldırılara cevap verirken safları zayıflıyor gibi görünse de aslında arkadan sürekli takviye alıyordular ve taze birliklerden bir dalga şu anda burada bulunanlardan daha kalabalık bir halde Katedrale yaklaşıyordu. Şehirdeki kaos Smir'in beklentisinin ötesinde başarılı olmuş ve şehir merkezi süratle düşmeye başlamıştı.
Sonunda menteşeler iyice zayıfladı ve Smir elinden güçlü bir köztopu büyüsü gönderdi. Kapı kocaman ve yüksek bir kapıydı. Zırhlı bir kale kapısından daha güçlüydü çünkü bu katedralin derinlerindeki mahsenlerde çok kıymetli hazineler ve tutsaklar muhafaza ediliyordu.
Köztopu kapıyı alt kenarından vurdu ve menteşeler ile sürgüleri parçalandı. Kapı havada savrulup Smir'e doğru uçtu. Gölgeörücü elinin bir küçük hareketi ile kapıyı yana savurup binanın kanatlarından sağdakine yönlendirdi. Kapının vurduğu yerde beş büyü kullanıcısı savaşdışı kalmıştı. Şans Smir'den yanaydı. Ya da bu becerikli bir hareketti...
Smir açılmış kapının gölgeli aralığına doğru yürüdü. Kapı eşiği toz ve moloz ile kaplıydı.
Smir adının haykırıldığını zihninin içinde kocaman duydu. Seslenişi de tanıdı. Kaşları çatıldı. İçinden öfke yükseldi. Ses gökten geliyordu.
Yukarıdaki bir grifonun üzerindeki bir savaş rahibiydi bu. Bir tanıdık. Smir onunla daha önce birkaç kez karşılaşmıştı.
Rahibin elinden koca bir enerji mızrağı gümüş bir parıltıyla parlayarak fırladı.
Smir'in üzerinde bir anda "acıkalkanı" oluştu. Akmızrak süratle uçtu ve yıkıcı darbesiyle acı kalkanına çarpıp Smir'i sarstı. Smir acıyı bir sevgiliyi kucaklar gibi bütün benliğiyle, kabul ile kucakladı.
Aynı anda, ayna efsunuyla darbe Piskopos Limasis'in de üzerine vuruyordu.
Eğer bu kadar dehşetli bir hızla ve sert bir dalışla grifonunu Smir'e çevirmemiş olsaydı, ya da yere bu kadar yaklaşmadan büyüsünü göndermiş olsaydı belki hayatta kalabilirdi. Ama bu Piskoposun günü değildi. Acıkalkanının vuruşu üzerine patladığında darbe grifonuna da sıçramıştı. Kontrolsüz biçimde yere doğru çakılmaya geçtiklerinde, belki gerek yoktu ama Smir saldırısını ihtiyaçtan ziyade nefretten gönderdi.
"Geber, Limasis!" Smir'in "gazapışığı" büyüsü piskoposu grifonuyla birlikte havada parçalarken gölgeörücünün tek pişmanlığı ona daha uzun ve acılı bir ölüm verecek fırsatı yakalayamamış olmasıydı.
Limasis şu son yirmi yıldır Armellion hiyerarşisindeki en bağnaz, en fanatik, en kibirli, en acımasız ve hoşgörüsüz dinadamlarından biriydi. Okullarda ders vermesi ve etkili bir vaiz olması yüzünden kendi zehri geniş kitlelere bir hastalık-bir yangın gibi bulaşmış ve yayılmıştı. Smir bu adamdan çok ama çok nefret ediyordu.
Parçalanmış ceset kalıntıları dökülüp yere saçılırken Smir bir daha arkasına bakmadan yürüyüp Katedral kapısından içeri gölge kuşlar sürüsüyle birlikte yürüdü. Simsiyah ve bedensiz kuşlar canlıları hedef alan arayışları ve sadece element hasarından etkilenen dayanıklı doğalarıyla ilk savunma hattındaki şövalyeler için felaket oldular.
Kuşlar öldürürken ve ölürken Smir gözüne kestirdiği kilit noktalardaki büyü kullanıcıları ve silahşörleri "ölümün uzuneli" büyüsüyle kendine çekti! Silahşörler ve rahipler ayakları yerden kesilip karşı konulmaz bir hızla Smir'in çevresine çekilip atıldılar. Yere düşmeleriyle birlikte gölgeörücünün çevresindeki alan rengarenk yapışkan alevlerle bir fırına dönüştü. Hepsi tutuşmuş ve korkunç çığlıklarla ölümüne yanmaya başlamıştı. Acı çığlıkları korkunçtu!
Smir evcillerine emretti;
"Kapıda kalın. İşaretimi alana kadar tutun onları. Arkadan kimse gelmeyecek."
"Anlaşıldı, Smir. Kimse geçmeyecek," diye konuşan karanlık deviydi. Sesi çok uzaklardan gelen soğuk ve buz gibi, yabancı bir sesti. Yine de Smir'e güven veriyordu Grimmarz'ın sesi. Birlikte yıllardır yol yürüyordular, birlikte acı çekmiş, birlikte büyümüştüler. Öleceklerse birlikte ölecektiler. Karanlık devlerinin soğuk sadakati destansıydı.
Evcil iblisler kapıda koruma pozisyonu alırken ölüler ve iskeletler, içeriye sürülen öncü gurup haricinde, hep dışarıda pozisyon alıyordu. Hepsi kanatlardakileri meşgul etmek için diğer cephelere de yayılıp binayı işgale başlamıştı. Golemler Smirleydi. Onlar içeri girecekti.
Ayaklarının dibinde hala ateşler yanarken Smir bir kaç büyü kullanıcısı ve silahşörü daha yanına çekti. Ama şimdi diğerleri hazırlıklıydı ve iyice siper alarak bu tür bir saldırıya karşı daha hazırlıklıydılar. Smir en kritik ve en korunaklı gördüğü noktalara doğru nişan alarak güçlü bir "asit topu saçılımı" büyüsü söyledi. Asit toplarından bir rüzgar korunaklı siperle gibi yükselen mermer sütunlara ve duvar köşelerine vurdu. Balkon destekleri ve sütunlar şöktü, duvarlar delinip yıkıldı. Bölgesel küçük çöküntülerle bu koca giriş salonu yeniden ve Smir'in faydasına şekillendi.
Bu yeni haliyle salonda saklanacak yerler çok daha azalmıştı.
Smir hemen bir "zehir patlaması" büyüsü emretti. Bedeninden doğan bir zehir dalgası patlayıp vücudundan her yöne saçıldı. Yeşil ve sarı ışıltılı zerrecik patlamasının teması duvarlardan sıçrayıp saklananlara bile kısmen ulaşması çok yıkıcı olmuştu.
Zehir bu salonu yürüdü ve ilerledi. Sıradaki çok daha büyük bir salona yaklaşırken daha büyük büyülerini hazırladı. Canından fedakarlıkla bir büyü zinciri hazırladı ve içine zaman içinde öldüren sinsi büyülerden dört tanesini katıp bunu bir ışıma olacak şekilde ayarladı.
Smir üzerinde acı kalkanı ile koca salona girerken golemleri de fırtınalı bir hızla içeriye hücum etmişti. Bu salonda çok daha az şövalye ama daha çok rahip ve silahşör vardı. Golemler ilk hedef olarak büyü kullanıcılara ve silahşörlere saldırıyordu. Omuzlarındaki diken misiller parçalayıcı korkunç bir hızla, vızır vızır uçuşup vınlayarak kan arıyordu. Dikenler, kan buluyordu.
Gölgeörücünün çevresinde siyah dumanlar yayan karanlık bir yumak oluşmuştu. Şeffaf karanlık yumağının çevresinde sayısız uzun ve ince kol bir krakenin kolları gibiydi. Yılan gibi dansediyordu kollar. Smir'in çevresindeki şövalyeler ona koştukça hepsi bir bir bu kollara yakalanıyor ve kollardan fışkıran iğneli vantuzlar etlerine kadar batıp kanlarını emmeye başlıyordu. Smir'e can akıyordu.
Kolların vuruşları duvarları yıkıp sütunları kıracak kadar güçlüydü. Terasların üzerindekiler bunu kısa sürede far ettiler ve yıkılan teraslardan yere düşmeden havada kollara yakalandıklarında şaşırmak için çok az vakitleri vardı. Kollar hiç beklenmedik yerlerden dolanıp hedeflerini buluyor ve onlar daha ne olduğunu anlayamadan sarmalayıp dikenlerini geçiriyordu. Kısa süre içinde salondaki büyücüler ve silahşörler bu acılı ve hızlı ölümün pençesinde yakalanmış, kurutuluyordu.
Smir'in vampir yanı bu salonda bir ziyafet çekiyor ve buraya saldırırken tükettiği gücünün-sağlığının bir kısmını geri kazanıyordu. Kolların emdiği kan Smir'in bedenindeki atmayan kalbine dolup dönüşüyor, gölgeörücüyü tazeliyordu.
Rahiplerin büyüleri zayıf değildi ama Smir savaş alanlarında bir kaç ömür geçirmişti. Bir şövalyenin, bir silahşörün, bir rahibin, bir paladinin ve diğerlerinin... Zayıflıklarını ve güçlerini biliyordu. Güçlerini kullandırmadan en hızlı biçimde onlarla nasıl başa çıkacağını biliyordu. Çok daha genç ve tecrübesizken bile doğru taktiklerle kendinden güçlü ve kalabalık düşmanları yenmişti. Bunlar Smir için sedece zaman kaybıydı.
Smir de zaten fazla zaman kaybetmedi. Büyük salonda işi çabuk bitmişti. Mihrabın yanındaki küçük kapıdan bir küçük koridora ulaştı. Buralarda yolunu biliyordu. Savaşrahibi Vrimos Ragos Interia, bu Katedrale hacı olmak için gelmişti.
Alt katlara giden gizli geçidin bulunduğu odanın önündeki büyülü koruma ve tuzakları aşması çok uzun sürmedi. Bunlara ve dahasına hazırlıklıydı. Kapıdan geçti ve yanındaki golemleriyle birlikte devasa yeraltı galerilerinin bulunduğu kraterler bölgesine doğru yumuşak eğimli tüneli yürüdü. Bütün bu katedral ve çevresindeki kütüphaneler, hastaneler, okullar, kışlalar, askeri tesisler eski savaştaki en sert çarpışmanın olduğu alanın üzerine inşa edilmişti.
Tünelin ucuna yanaştığında oradakileri görebiliyordu. Onu bekliyordular.
Yeraltı havzasının bir ucundaki bu kocaman teras misali bölge bir şehir meydanı kadar genişti. Yanlardaki benzer teras bölgelere ve çınıtılara uzayan yollar-köprüler ve merdivenler vardı. Bu havza kocaman bir kavşaktı ve yeraltındaki tüneller labirentinin göbeğindeydi. İşte bu alandaki her bir potansiyel mevzinin, kritik bölgenin üzerinde pozşisyon almış okçular, silahşörler, şövalyeler, rahipler, büyü kullanıcıları ve az sayıda savaşçı golem vardı.
Asıl karşılama ekibi buradaydı. Onları görebiliyordu. Tam meydanın ortasında, karşısındaydılar. Beşli oradaydı. Smir eşikte durdu ve onların herbirinin gözlerinin taa içine tek tek baktı. Gülümsedi.
Piskopos Roschmors yüzündeki davetkar ve sabırsız gülümsemesiyle akbaba gibi duruyordu. Gerçekten de yaşlı ve yüzünde nurdan eser olmayan, itici görünüşlü sıska bir adamdı. Yanında bir şövalye lordu ve bir şövalye leydi, iki başrahip vardı. Bunlar Katedralin askeri ve ruhani olarak en büyükleri idi. Armellion şehrinin yüksek kademesi buradaydı.
"Size son bir kez sormak zorundayım," diyerek doğrudan konuya girdi Smir. Sıkıcı bir formalite olarak görse de bunu yapmak zorundaydı. Bazı kuralları yıkmayı çok sevse de Smir bazı yönlerden en kuralcılar kadar kuralcıydı. "...elinizdeki tutsağı bu şehirden daha güvenli ve uygun bir noktaya nakletmenizi tavsiye ediyorum. Tavsiye mi dikkate alacak mısınız?"
Armellion'un elindeki tutsak, Smir'in düşüncesine göre, bu konumdaki bir şehirde bulunması her yönden yanlış olan bir tutsaktı. O kadim iblislerden birinin yarı-çocuğuydu. İlk kanı taşıyanlardan biriydi. Onun adı Namuk idi. Bozucu Namuk. Fitne, fesat, kıskançlık, şehvet, yalan, hırsızlık, kibir... Namuk bozucuydu. O, bozardı. Yavaş yavaş, ama kesinlikle. Namuk sabırlıydı, namuk dayanıklıydı, namuk sinsiydi. Namuk çok güçlüydü. Gücü kişilerin, kitlelerin içine hissttirmeden nüfuz etmesinde ve hissettirmeden onları değiştirip bozmasındaydı.
Şövalye lordu güldü. Rahipler rahatsızlık ve öfkeyle, sabırsızca kıpırdandı. Leydi hem arkadaşlarına hemö de Smir'e açık bir endişeyle bakıyordu. Smir biliyordu, Leydinin içinde fırtınalar esiyordu. Smir Leydinin kokusunu alıyordu.. Hmmmm, koku mis gibiydi. Dişiliğin ve eldeğmemişliğin koku da vardı. Smir ve Leydi'nin gözleri çakıştı. Gölgeörücü gülümsedi. Leydinin bakışları sertleşip kılıçlar gibi keskinleşti. Smir dudaklarını yılan diliyle, şehvetle yaladı. Kader çok şakacıydı.
"Kapana girdin Pislik. Yolun sonuna geldin Kirli Smir. Dönek Smir. Hain Smir!!! Burada seni gömeceğiz," diye meydan okuyarak, kasıtlı olarak tahrik etmek için konuşuyordu Lord.
"Gölge ışıktan doğar. Şu halinize bakın. Kendi ışığınızla gözleriniz kör olmuş. Nasıl bir kibir denizinde yüzdüğünüzün farkında değilsiniz. Namuk'u burada tutabileceğinizi düşünmeniz bile ne kadar kibirli olduğunuzun kanıtı. Armel bile, onu esir almaktansa kaçmasına izin vermişti. Size tevazu dersi vermeye geldim."
***********