Denaro Forbin'in dediğine katılmamak elde değil. Ve tabii ki de çevirmenin veya yayınevinin veya dünya üzerindeki hiçbir kimsenin görevi yazarın yazdığı şeyi birebir çevirmek değildir. Böyle motamot bir mantık zaten işlemez de; çünkü zaten dillerin birbirlerinde olmayan farklı bambaşka sözcükleri olması bir yana (gurbet sözcüğünü doğrudan tanımlayan bir İngilizce sözcük olmaması gibi, ya da strange sözcüğünü tuhaf/garip gibi şekillerde çevirebilecek olsak da tam anlamını vermemesi gibi), kültürler, adetler, rutinler dahi farklıdır ve haliyle çevirmenin görevi en az çevirdiği kadar da yorumlamaktır (interpret, türkçede tam anlamını vermiyor yine maalesef). Başka türlü başka dillerden şiirlerin çevirilerini okumamız mümkün olmazdı zaten.
Türkçe'ye çevrilirken de adlar değişir. Bu ne ilktir, ne de sondur. Zaman zaman mantıklı olması için, zaman zaman başka seçenek olmadığından, zaman zamansa Türk okuyucu için çok daha kapsamlı ve iyi bir deneyim sunacağından değiştirilir adlar. Haydi ne duruyoruz? Gelin örneklerle açıklayalım:
Zaman zaman mantıklı olması için:
Stephen King'in, "The Shining" adlı kitabını ele alalım. Aynı adla Stanley Kubrick tarafından filme de uyarlanmıştı hatırlarsanız. Jack Nicholson oynuyordu baş rolünde. Türkçe başlığımız şu: CİNNET
Hey ama Orçun tanrı aşkına görüyor musun nasıl da bire bir çevrilmemiş! Ne yapacağız şimdi?
Kitabın özgün adı, "The Shining", John Lennon'ın "Instant Karma!" adlı şarkısının bir dizesinden gelir. "We all shine on..." Kitabın çıktığı dönemde hem John Lennon ve şarkısı ünlüdür, hem de "shine" sözcüğü basitçe "parlamak"tan daha büyük bir anlam taşımaktadır İngilizce'de. John Lennon'la, şarkısıyla, ve İngilizce'yle özellikle o dönemde pek de haşır neşir olmayan Türk okuyucu için kitabın adı çeviride "Cinnet" diye çevrilmiştir.
Zaman zaman başka seçenek olmadığından:
Zamanında, Harry Potter'ın 6. Kiitabı çıkacağı zaman çok büyük olay olmuştu kitap adının çevrilmesi. "Harry Potter and the Half-Blood Prince", "Harry Potter ve Melez Prens" diye çevrilmişti. Halbuki hepimiz adımız gibi biliyorduk ki aslında "Harry Potter ve Yarımkan Prens" olmalıydı; çünkü başka bir şey olursa olmazdı.
Kutlukhan Kutlu'yla birlikte seriyi çeviren Sevin Okyay bir röportajında durumla ilgili aşağı yukarı şöyle bir açıklama yaptı: Evet, kitap adının 'yarımkan prens' olması gerektiğini biliyoruz; ama önceki kitaplarda birkaç kere karşımıza çıkan half-blood terimini hep 'melez' diye çevirdik. Çevirinin kendi içinde mantığının olabilmesi için bu kitabın adında bir anda değiştiremezdik.
Zaman zamansa Türk okuyucu için çok daha kapsamlı ve iyi bir deneyim sunacağından:
Ünlü bir fransız filmi vardır: Jeux D'enfants adında. Bir atlı karınca oyuncağıyla birbirleriyle sürekli iddiaya giren iki çocuğu ve büyümelerini anlatır. Çocuk filmde doğruluk mu cesaret mi, oyununun sadece cesaret kısmını oynamaktadırlar. Biri diğerine cesaret istiyen bir şey yapmasını söyler. Yapabiilirse oyuncak ona geçer. Bu sefer de o diğerinden cesaret gerektiren bir şey yapmasını ister. Ha tabii bir de film boyunca görürüz ki aşık olurlar.
Şimdi, Jeux D'enfants adının fransızcadan tam çevirisi "Çocuk Oyunu"dur (enfants: çocuklar, d': ingilizcede "of" türkçede "-ın" eki gibi, jeux: oyun); ancak ülkemizde bu film sinemaları girerken adı şöyle çevrilmiştir:
CESARETİN VAR MI AŞKA?
Aman tanrım Orçun tam bir çılgınsın! Elbette özgün halinden tamamen farklı olan bu adı savunacak değilsin değil mi? Savunacağım tabii. Ya ne yapacaktım! Zaten Avrupa Sineması'nın aksiyonsuzluğundan fevkalade bunalan Türk seyircisine bir fransız filmi getiriyorsunuz. "Çocuk Oyunu" diyerek onlarda hiçbir şey uyandırmayacak bir ad koymanız ticari anlamda size hiçbir artı sağlamayacaktır; ancak radikal bir kararla "Cesaretin Var Mı Aşka?"yı koyarsanız çeşitli çağrışımlar kazandırırsınız Türk izleyicisine. Öncelikle demin de bahsettiğimiz gibi filmde bir doğruluk-mu-cesaret-mi oyununun "cesaret" kısmı oynanmaktadır ve filmin ana noktasında bu oyun vardır. Başlığa bunu koydunuz. Filmin yine ana noktasında çocukların bu oyundan doğan aşkı olduğunu da biliyorsunuz (kaldı ki filmde bu aşka dair inatlaşmalarını da pek çok kez görüyoruz), e başlığınıza aşkı da koydunuz. Bir de tüm bunların üstüne Türk halkının çok büyük bir kısmının tüm sözlerini bildiği bir şarkı var elinizde, cesaretin var mı aşka diye bas bas bağırıyor. Neden böyle koymayasınız ki o zaman adını? Kim tutabilir sizi?
Gelelim Buz ve Ateşin Şarkısı serisine. Bir kere her şeyden önce, durup durup beşinci kitapta "Heey heey, durun orada bakalım çocuklar.. Ejderhaların Dansı diye çevirirseniz çok kırılırız" diyecekseniz beş kitap geç kaldınız. Her şeyden önce serinin adından başlayalım:
A Song of Ice And Fire ----> Tam çevirisi: Bir Buz ve Ateş Şarkısı (aa elimizdeki çeviri değil; ama çok çirkin görünüyor. Sorun değil o yüzden)
A Game of Thrones ----> Tam çevirisi: Bir Tahtlar Oyunu (bu ne yahu? Evet doğrudan çevirmek ne kadar da kötü bir şeydir değil mi?)
A Clash of Kings ----> Tam çevirisi: Bir Krallar Çarpışması (yine olmadı; ama yine de Epsilon'un tam çeviriye en yakın çevirdiği başlık bu, o yüzden onlara +12 tam çeviri puanı)
A Storm of Swords ----> Tam çevirisi: Bir Kılıçlar Fırtınası (kapat kapat.. bu ne böyle)
A Feast for Crows ----> Tam çevirisi: Kargalar İçin Bir Ziyafet (bambaşka)
A Dance with Dragons ----> Tam çevirisi: Ejderhalarla Bir Dans
Tabii bu tam çevirilerde özellikle "bir" sözcüğünü abartılı kullandım iyice kendinizi kötü hissedin diye. Yoksa siz de elbet o kadar abartılı bir birebir çeviri istemiyordunuz farkındayım; ama işte Denaro Forbin'in dediği şeye de buradan geliyoruz.
Taht Oyunları
Kralların Çarpışması
Kılıçların Fırtınası
Kargaların Ziyafeti
diye çevirmişsiniz ilk dört kitabı. Bir anda "bir şey-ların" kalıbından çıkıp: Sürpriz! "bir şey-larla" diye değiştirmeniz de değiştirmemeniz kadar yanlış bir tercih olacaktır. Yukarıda görebileceğiniz üzere aslında "-ların" eki almaması gereken pek çok başlık var serinin kitapları arasında, neden ejderhalarla dans onların arasında ayrıcalıklı olsun ki. Hiç.
Sonuç olarak evet, ah keşke öyle olmasaymış; ama "bilerek yapıyorlar çünkü onlar birer yılan", "o çevirmeni ilk gördüğüm gün zaten romatizmalarım azmıştı ve bu hiç iyiye işaret değil" gibi yorumlar yapmadan önce düşünmeliyiz, tartmalıyız. Kötü çeviri yapanlar da iyi çeviri yapanlar gibi bir emek harcıyor sonuçta. Yazık onlara.
Evet. Ve böylelikle ben de bir şeyler söyleyeyim diye başladığım yolu, demogoji (demagoji? Demogaji?) yaparak bitiriyorum.