@şenaydın
Grayswandir'in de belirttiği gibi, felsefi boyuttan öte bir bilimsel gerçekten bahsediyordum "insan" kavramından bahsederken. Doğadaki en iyi taklitçi hayvan olmamız (ve bağlantılı olarak, ayna nöronlarımızın çok gelişmiş olması), bir kişi için optimum toplumsal etkileşimlerin 150 kişilik gruplarda gerçekleşmesi, beynimizin üç evrimsel katmanının en içindeki sürüngen beyni* denilen tabakanın varlığı da bir gerçek.
İnsan bir hayvandır. Yığınlarla evrimsel kanıtlarla oturtulmuş bir durumdur bu ve tartışmaya açık, felsefi bir bilgi değildir. Bazı özelliklerimiz diğer memelilerle, omurgalılarla, omurgasızlarla, hatta bakterilerle ve arkelerle bile aynıdır. Bazı özelliklerimiz ise bizi diğer türlerden ayırır. Çok yüksek derecede, hatta en başarılı, doğa mühendisi bir tür olmamız gibi. Tam açıklama, bu konuya girmediği için daha fazla detaya girmiyorum, ancak, beyin de insanın bir parçası. Hatta türsel farklılığımız açısından büyük bir role sahip. Yapılan nörolojik çalışmalar, insanın beyninden bağımsız bir zihin varlığı olduğuna dair hiç bir kanıt içermiyor. Hatta, daha da ötesinde, nörolojik bulgular özgür irade kavramının bir yalan olduğu ihtimaline bile daha yatkın.
Bu yüzden, insan diye bir şey vardır. Bir hayvandır, beyni vardır ve bu beyin, çevresel koşullardan ve kişinin ailesinden aldığı kalıtımsal özelliklerden etkilense de, belli başlı özelliklere sahiptir. Örneğin, doğumu izleyen ilk günler ve anne ilgisi, çocuk açısından çok önemlidir ve burada bir eksiklik olursa, kişi ömür boyu bundan etkilenecektir. Aynı şekilde, bir bebek, belli aylar içinde yeterince insan yüzü görmezse, ileride ne kadar çok ve sık insan yüzü görürse görsün, asla onları doğru düzgün ayırt edemeyecektir. Bağlantılı olarak, doğada insan yüzüne benzer şekilleri ayırt etmeye çok meyilliyiz çünkü hayatımızın ilk ayları boyunca bir tanesini izliyoruz sürekli; annemizinkini. İnsan yüzündeki gerek fiziksel, gerek duygusal farklılıkları ayırt etmede de, bundan dolayı iyiyiz. Aynı şekilde, diğer ırkların yüzlerini daha zor ayırt ediyoruz çünkü bebeklikteki öğrenme aralığında, bu ırkların yüzlerine maruz kalmadık. İki farklı ırktan ebeveyni olan çocukların, bahsedilen ırklar için, bu sorunu çekmediği bilinmektedir.
Nörolojik ve genetik temelden başka bir örnek, prefrontal korteksi (PK) az aktivite gösteren kişilerin psikopat olmaya meyilli olmasıdır. PK'daki aktiviteyi pek çok molekül etkilemektedir ve bunlardan birisi de MAOA denilen bir moleküldür. Aynı isimli bir gen tarafından kodlanmaktadır ve MAOA genindeki bir anormallik, anormal bir ürüne yol açmakta ve bu da PK'daki sinyalizasyonu bozmaktadır. Sonuç olarak, PK aktivitesi azalmaktadır.
İnsanın, özellikle beyninin, belli karakteristikleri olduğunu ve bunların bizi şekillendirdiğini oturttuğumuza göre asıl konuya geçebiliriz. İnsanın kötüye ne kadar meyilli olduğuna dair, ünlü Milgram deneylerinden bir tanesinin sonuçlarına bakmak ilginç olacaktır.
Deneyin sonucuna göre, insanların çoğunluğunun, nasıl da, karşılarındaki kişiyi acı içinde kıvrandıracak, hatta hayati tehlike teşkil edecek derecede yüksek elektrik şoku vermeyi kabullendiğini görmek şaşırtıcıdır; sırf otoriter bir figür öyle diyor diye bir de. Tabii, karşı tarafta acı içinde kıvranan kişi aslında bir oyuncuydu ve elektrik şoku almıyordu fakat deneklerin bundan haberi yoktu. Bu deneyin benzerleri, insanlar ve hayvanlar üstünde tekrarlanmıştır, ve sonuçlar benzer çıkmıştır. Yalnız, hayvanlar üstünde yapılanda gerçekten şok veriliyordu. Neyse ki, şu anki etik kurallar böyle bir deneyi kesinlikle yasaklıyor.
Son olarak, lafların için teşekkür ederim, amacının iyi olduğunun farkındayım fakat gerçeklerden gözünü çevirecek bir insan değilim. Ne kadar kötü olursa olsun, yalandan daha iyidir. İnsanlık elbette değişecek, daha az kötüleşeceğiz kendimizi yok etmediğimiz sürece fakat büyük çapta her zaman kötü olacağız. "Uzaylı" filmlerimizdeki, başka canlıları esir eden ve kullanan, vahşi ve kana susamış tür aslında biziz.
* Sürüngen beyni; bölgesel ve saldırgan davranışlardan sorumlu beyin kısmı. Sürüngenlerin davrandığı gibi. Evrimsel olarak, Homo sapiens'in sürüngen olan çok eski atalarından kalmış bir kısım.
@Grayswandir
Belli başlı konularda anlaştığımıza sevindim.
Bir cezalandırma sistemi bütün sosyal canlılarda mevcuttur. İnsandaki ahlakın, kısmen, buradan kaynaklandığını düşünüyorum. Sonuçta, adaletin ve ahlakın amacı toplumsa düzeni sağlamak. Yani, ahlakın insan yaratımı değil, insan aracılığıyla yine evrim sonucu oluşmuş bir doğal fenomen olduğu fikrindeyim. İşin ironik yanı, yine bu evrimsel fenomene göre aslında kötü olmamız. Çoğu kişinin bunu fark etmemesi ise, insanın kendini kandırması -ve yine bunu sağlayan evrim- açısından bir başarı fakat gerçek açısından kayıp.
"Kanıt sahibi olmadan..." kısmı için; tarih boyunca hep belli neden-sonuç ilişkileri olmuş ve bunların sonucunda şu an olduğumuz yerdeyiz. Bunun aksini gösteren yeterli bir kanıt görmediğim için sahip olduğum fikirlere sahibim. Tabii, bu bilimsel değil. Zira bilimsel metodun dışında kalıyor ve benim şahsi fikrim fakat gerçekten çok da uzak olmadığını düşünüyorum.
Bu arada, karamsarlığın gerçekliğin doğasında olduğu düşüncesindeyim. Örneğin, adalet hiç bir zaman doğanın bir parçası olmadı. Milyarlarca yıl boyunca, sadece Yerküre'de, evrenin bir kırıntısı bile değil, yok olan on milyonlarca canlı türü ve doğanın tarafsız vahşeti buna yeterli kanıttır. Doğada hak, adalet ve eşitlik yoktur; koşullar ve onlara uyum sağlama dereceleri vardır. Doğanın olağan hali adaletsizliktir yani (en azından insan türünün adalet anlayışına göre). İnsan, doğada var olmayan bir şeyi kendi elleriyle oluşturmaya çalışıyor ve çok da güzel başarısız oluyoruz.
Bütün bunlara rağmen, dediğim gibi, denemeyi kestiğimiz an her şey çok daha kötü olacak. Küçük zaferler ve mutluluklardır bizim ruhumuzu kurtaracak olan. İnsanlık zaten kaybolmuş.