Fantastik Edebiyat, "mainstream" edebiyat camiasında da daha yakın zamana kadar bile doğru düzgün kabul -ya da en azından itibar- gören bir şey değildi ki. Asla bir mainstream edebiyat kadar saygın bulunmuyordu, çünkü olmayacak işlerden bahsedip duruyor, üstelik bunu da gerçek dünyaya hiçbir göndermede bulunmadan yapıyor, yani yüzlerce sayfa boyunca boşuna laf çevirerek gerçek dünyaya yapılmış toplumsal bir eleştiri görmek bulmak isteyenlerin vaktini çalıyordu.
Çiçek Çocuklar'ın psychodelic kafayla, içinde bulundukları dünyadan kaçmak için bu türe ilgi göstermesi, türün ayakta kalmasına büyük katkı sağladı. Fantastik Edebiyat onlara göre edebiyatın uyuşturucusuydu, ve uyuşturucu kötü bir şey değildi. Onlar da Alice Harikalar Diyarında'yı da geleneğine dahil ettikleri Absürt ya da Avant-Garde akımların bir devamı olarak görüyordu Fantastik Edebiyatı. Ancak o şekilde ucundan kıyısından mainstream'e tutunabildi de yaşadı. Türün yazarları kendi aralarında dayanışma içerisinde kalmaya çalışıyorlardı.
Koskoca profesör Tolkien'in bile karşılaştığı tenkitler az mıdır? Gerçek dünyaya hiçbir gönderme yapmaması özellikle tasarlanmış, sadece alternatif bir evrene geçip bir maceraya dahil olarak hoşça vakit geçirmelik, ama büyük bir titizlikle inşaa edilmiş bir eserin içinde ille de alegorik anlamlar, imgelemler bulmaya çalışanlar, Tolkien kendi eseri içinde bunu bulamayacaklarını söyledikçe az mı sinirlenmişlerdi? "Kaçış Edebiyatı" tanımını bir küfür olarak yüzüne yüzüne çarpmışlardı adamcağızın.
Hele ki 80'lerde ve sonrasında Türkiye'de çizgi romana karşı başlatılan karalama kampanyası daha da ileri giderek, ders kitapları dururken "hikaye romanları" okumanın fuzuliliğine bile evrilmişti ki, ders kitabı dışında kalan her şeye, hikayeye romana bile kötü gözle bakan ebeveynler için çizgi roman affedilmez bir günahtı. Hepimizi oyuna maskaralığa özendiriyor, hayalci ve tembel yapıyordu. Güya onları okuyacağız diye ders çalışmıyorduk.
Sonra sonra bu durumun saçmalığını, okumayan bir nesil yetiştirmenin korkunçluğunu, içinde kitap okunmayan bir okulun imkansızlığını biraz da olsa anlayıp okullarda kitap okuma dersleri koymaya başladılar. Çocuklara hem kitap okumayı yasaklıyorlar, hem de edebiyat dersi veriyorlardı. Edebiyat dersini dinlemeli, ezberlemeli, ama edebiyat eserlerini okumamalı; onları okurken kaybedeceğimiz zamanı, onların anlatıldığı, özet geçildiği dersleri dinleyip ezberlemeye ve sınavlarını geçmeye harcamalıydık. Çünkü onlar için edebiyatın kendisi bile, liselere ya da üniversitelere giriş sınavlarında cevaplanarak net sayısını arttıracak bir şeyden fazlası değildi. Peki ama öyleyse niye öğretiliyordu bu edebiyat, niye soruluyordu sınavda? Aslında öğretilmiyordu da, sorulmuyordu da. Derslerde ve sınavlarda sadece ezber yeteneği ölçülüyordu. Edebiyat sadece ezberin malzemesiydi. Liseler üniversitelere girmek için, üniversiteler de iş bulabilmek ve para kazanabilmek için vardı ve bu keşmekeş içinde kimsenin hikayeye romana ayıracak vakti yoktu. Edebiyatın bizatihi hayatın bir ürünü, bir hayat dersi olduğu çoktan unutulmuştu.
Sonra her hafta bir kitap okuyup, okuduğumuzu kanıtlamamız için de özetini çıkarmamız istendi. Ama elbette bu da onların katı denetimleri altında olacaktı. İstediğimiz kitabı seçme hakkımız yoktu. İlla onların uygun gördüğünü okuyacaktık. Edebiyat dersinde tam da o yaştaki ergenleri alıp götürecek, yazmaya söylemeye teşvik edecek bir aşk şiiri okuyamazdınız örneğin. Sadece Cumhuriyet'in ilk yıllarında halkı eğitmek için Anadolu'ya gönderilen şairlere ısmarlama olarak yazdırılmış, şairlerinin bile içlerinden gelmeden, bir görev bilinciyle, zorlama bir şekilde yazdığı, Anadolu'nun güzelliklerini öven pastoral şiirler okunmalıydı. Çayırlar, dereler, çeşmeler, çobanlar, koyunlar, keçiler, geyikler... Çünkü onlar nezihti, onlar güvenliydi, aşkla meşkle çocukların ahlakını bozmazdı.
Ard arda gelen onlarca nesil edebiyatı bunlardan ibaret bildi ve soğudu. Edebiyat'ın fakültesi vardı, ama içinde ne öğretildiğini bilen yoktu. Sınavı geçmiştik işte, edebiyatla işimiz hala bitmemiş miydi? Kimse bunlardan daha fazla okumak için edebiyat filan seçmek istemiyordu.
İşte böyle zor günlerde ben de elbette aileye, toplumsal düzene ve eğitim sistemine karşı kendi kişisel mücadelemi verdim. Eminim birçoğunuzun benzer hikayeleri vardır. Kâh çuvallar dolusu biriken mizah dergilerim zorla çöpe atıldı, gizli gizli alıp evin dışında bir yerlere saklamak, yorgan altında fener ışığında okumak zorunda kaldım, kâh çantamda tüm serisini gezdirdiğim Harry Potter kitaplarıma el kondu. Fransız ekolüne bayıldığım çizgi romanlarım kesirli sayılarda zorlanıyorum diye gözlerimin önünde acımasızca yırtıldı. Matematiği iyi olmayanların geri zekalı olduğunu düşünen anneme göre aklımı hep bunlar çeliyordu. Ama çizgi romanlarım olmadan da matematikte her zamanki kadar vasattım hala... Annemin bu görüşü yüzünden kendimi liseye kadar geri zekalı sandım.
Evet, fantastik edebiyat, edebiyat dünyasının uyuşturucusudur ve hepimiz onun bağımlısı olan asi rockstarlarız sevgili arkadaşlar. Hell yeah.
+ Onu okuyacağına aç Sefiller'i oku Auguste.
- Okudum.
+ Vadideki Zambak'ı oku o zaman.
- Onu da okudum.
+ Eöö... Suç ve Ceza?
- Ohoo, 6 yaşımdayken okudum.
+ O zaman Savaş ve Barış'ı oku!
- Ayva reçelim, ben bu saydıklarının hepsini daha ilkokula giderken okudum, hatta 8 yaşımda üzerlerine makaleler yazdım ve ünlü dergilerde yayınlattım. Sen ne yaptın ve neyden bahsediyorsun ya? Aç biraz Yüzüklerin Efendisi filan oku da algın genişlesin.
+ +&%?#2*??!1