Bölüm 6 = Müttefik
“Çıkar beni buradan aşağılık! Bu benim zihnim ve beni buraya hapsedemezsin!” diye haykırdı upuzun koridora.
Gerçekten de uçsuz bucaksız bir koridordu bu. Dümdüz, sağlı sollu çapraz kapılarla sonsuz kadar uzanan, simsiyah ve düşüncelerden ibaret bir koridor.
Kendi düşüncelerinden.
“Benim bedenimde beslendin, seni asla çıkarmaya çalışmadım, asla dışlamadım ama sen beni buraya tıkıyorsun!”
Filmlerdeki kötü kız kahkahalarını andıran gür bir kahkaha, -kendi kahkahası- ıssız koridorda yankılandı.
Ve kötü kız belirdi yanında. Sessizce belirmişti, giysisi bile hışırdamadan. Soluk bile almıyordu kötü kız, yalnızca ona bakıyordu.
“Yalnızca bedenin senin Almira. İraden, düşüncen, Geçit’in, prensesliğin, annen, baban, her şeyin bana ait. Hatta aşkın bile. Sense bir hiçsin.”
“YALAN!” diye gürledi Almira ıssız koridora. “Seni ben yaşattım.”
“ASIL SENİ BEN YAŞATTIM NANKÖR! Güçsüz kaldığında, yıkıldığında, o kalın kafan çalışmadığında, sana hep hep hep ben yardım ettim… Sense benim ülkemde, benim yaşamımı sürdün. Buraya kadar. Ben, dışarı çıkıyorum. Sense burada bu sefalete mahkum oluyorsun. Ama ondan önce burada sürünüşünü görmek istiyorum.” Kötü kız kahkahası tekrar duyuldu ve Galeçya, geldiği gibi ansızın ve sessizce yok oldu.
Almira, kendi zihninde kapana kısılmıştı.
xxx
Rasa bu kez ağlamıyordu. Diğer herkes gibi o da, kadere boyun eğercesine çıt çıkarmadan oturuyordu Almira’nın odasında. Kimse konuşmuyordu, kimse ağlamıyordu.
Ölümün hain sessizliği hakimdi odaya.
Şifacılar ve doktorlar çağırılmıştı. Doktorlar Almira’yı bir sürü testten geçiriyordu. Şifacılar da bahçede çeşit çeşit ve çok ağır kokan otlar kaynatıp karıştırarak bir çok karışım elde ediliyordu.
Doktorlar çok şaşkındı. Almira’nın hiçbir şeyi yoktu. Yani uyuması dışında. Baygın falan da değildi, yalnızca uyuyordu. Böyle aralıksız uyuması için de akla uygun hiçbir neden bulamıyorlardı.
Şifacıların durumu da onlardan pek farklı değildi hani. Boyuna ot kaynatıp duruyorlardı ama, fiziksel rahatsızlıklar içindi bu otlar. Almira’nın ise daha ne sorunu olduğunu bile bilmiyorlardı. Ama yine de içirdiler ona.
Bir nebze yararı dokunmadı. Hala ölü gibi yatıyordu yatakta ve belki –belli ki- sonu bu olacaktı.
xxx
Issız koridora sindi ve bekledi. Taş zemin soğuktu ve canını acıtıyordu. Ama bu onu fazla etkilemedi. Bu uğurda canını koymuştu ortaya. Yemin etmişti buna ve dayanabilirdi.
O Galeçya’ya, en azından Galeçya’nın barındığı bedenin sahibine, onun bilmediği sonsuz bir sadakat duyuyordu. Ağabeyleri bu uğurda ölmüşlerdi. Ölümsüzdü onlar da oysaki, zavallı babaları gibi. Ama öldüler, belki de hissetmeden. Acı bile çekemeden öldüler. Galçeya’nınki çok güçlü bir sihirdi. Korumacı ve hırçın bir sihir.
Çaresiz şifacılar ve doktorlar saatlerce uğraştılar. Ama hiçbiri başaramadı. Kız hala uyuyordu. Yapacakları bir şey olmadığından gittiler sonunda. Hizmetkarlar yorulmuştu ve onlar da dinlenmeye yollandı. Babasının – ki o artık bir Kral’dı – yaşlı yüreği evladını bu şekilde görmeye dayanamadı ve o da karanlık odasına, acısını kendi kendine yenmeye gitti. Kraliçe bağırıp duruyordu, doktorların ve şifacıların işlerini iyi yapamadığından medet ummuştu.daha iyi bağırabilmek, bağırabilecek başka doktorlar ve şifacılar bulabilmek için o da çıkıp gitti odadan.
Ve prenses kaderiyle baş başa bırakıldı.
Müttefiki de o anda girdi yanına. Görünmezdi, evet, göremezlerdi ama hissedebilirlerdi. Hiçbir büyü –kara olsun olmasın- var olanı yok edemezdi.
Odanın kapısını açtı ve içeri girdi.
Prenses yatağında mahzun mahzun yatıyordu. Müttefiki onun güçlü günlerini biliyordu. Bu yakışmıyordu ona. Kurtaracaktı onu, kurtarmalıydı.
Bir planı vardı.
<<
aah kendi bölümünü atabilmek varmış
yorumları okuyamıcak olsam da siz gene de yazın
başkasını kötü emellerime adet edip copy paste yaptıtırım
edit: yorumları da okuycam işte nihahaaaa