''Gitmek mi?'' diye tekrarladı genç adam yumuşak, sersemlemiş bir sesle. ''Ama nereye gideceğiz? Hiçbir yer güvenli değil, kardeşlerimiz güneşin doğduğu her yerde bu zulümlerin var olduğunu söylüyor...''
Sanki gözlerinde vücut bulmuş gibi, güneş gri bulutların arasında belirdi. Ama cesedin kömürleşmiş kalıntıları, kış gökyüzünün üzerinde solgun solgun, kasvetle parlayan büzülmüş küreden daha fazla ısı veriyordu.
Güneşe bakan yaşlı adam acı acı gülümsedi.
''Güneşin doğduğu her yerde, ha? Evet, bu doğru.''
''O zaman...''
''Başka güneşler de var, oğlum,'' dedi yaşlı adam, düşünceler içinde gökyüzüne bakarak ve asasının üzerine oyulmuş sembolleri okşayarak. ''Başka güneşler de var...'' [*]Bana biraz, Stephen King'in Silahşör kitabında Jake Chambers'ın söylediği söze bir gönderme gibi geldi. Olmaya da bilir.[/*]
Weis&Hickman, Karakılıç'ın Dövülüşü
''Aptal rolü yapmayı bırak,'' diye bağırdı Paul. ''Lonca nehir kenarına kurulmuş bir köy gibidir. Suya ihtiyaçları vardır ama gereksinimleri ne kadarsa o kadarını alabilirler. Nehre baraj kurup onu kontrol edemezler; çünkü bu, dikkatleri aldıkları şeye çekeceğinden sonuçta felakete yol açar. Bahar akışı... işte nehirleri bu. Ve ben bir baraj inşa ettim. Ama barajım öyle bir baraj ki, nehri yok etmeden onu yok edemezsin.''
Frank Herbert, Dune
''Evet kardeşim. Benimle birlikte Cehennem'e girecek. Önümden gidip, benim yerime dövüşecek. Kara rahiplerle, kara büyükullanıcılarıyla, ruhları lanetlenmiş topraklarda kalmaya mahkum edilmiş ölülerle ve Kraliçemin yaratabileceği sayısız işkenceyle karşılaşacak. Tüm bunlar hem bedenini yaralayacak, hem aklını yutacak, hem de ruhunu parçalayacak. Sonunda, artık dayanacak hali kalmayınca ayaklarımın dibine yığılacak... kan içinde, perişan halde, ölüm döşeğinde. Kalan son gücüyle, teselli amacıyla elini bana uzatacak. Benden, kendisini kurtarmamı istemeyecek. Böyle bir şey istemeyecek kadar güçlü. Benim için hayatını isteyerek, severek verecek. Bütün isteyeceği, ölürken yanında durmam olacak. Ama ben onun yanından yürüyüp geçeceğim Caramon. Yüzüne bile bakmadan, tek bir söz söylemeden yürüyüp geçeceğim. Neden mi? Çünkü artık ona ihtiyacım kalmayacak.''
Weis&Hickman, İkizlerin Sınavı
Ölmek üzere olan genç, ''Bir insanın yüreğinin toprağı daha da taşlıdır, Louis,'' diye mırıldandı. ''İnsan ne ekebilirse onu eker... ve onu yetiştirir.''
Stephen King, Hayvan Mezarlığı
''İçine garip bir duygu doldu. Bir bakıma kendisi Agincourt'da değildi. Point Venuti'de, Mendocino bölgesinde, California'da da değildi. Amerika'da, Diyar'da falan da değildi. Ama sayısız dünyanın içindeydi. Aynı anda hepsinde. O dünyaların belli bir yerinde de değildi. Her yerindeydi. Kendisiydi çünkü dünyalar. Tılsım herhalde babası Phil Sawyer'in sandığından da büyük bir şeydi. Yalnız mümkün olan tüm dünyaların ekseni değil, dünyaların kendisiydi. Dünyalar ve dünyaların arasındaki boşluklar. Buradaki transandantalizm, mağarada yaşayan Tibet'li bir ermişi bile delirtmeye yeterdi. Jack Sawyer her yerdeydi. Jack Sawyer her şeydi. Elli bin dünya aşağıda, Afrika'ya karşılık gelen bir çölde bir ot susuzluktan ölüverdi. Bir başka dünyada ejderhalar gezegenin üzerindeki bir bulutta çiftleşiyorlardı. Alevli solukları buz gibi havaya karışıyordu. Jack erkek ejderdi. Jack dişi ejderdi. Jack spermdi. Jack yumurtaydı. Bir milyon evren ilerde üç toz taneciği yıldızlar arası boşlukta uçtu. Jack o tozlardı. Jack aradaki boşlukta rastgele boşluklar açıyordu onların üzerinde. Onları makrokozmik bir piyanistin ezgisini çalan bir alet gibi kullanıyordu. Jack'in mutlu dişleri bir portakalı ısırdı. Jack'in mutsuz teni, başka dişler kendisini ısırırken acıyla bağırdı. Bir milyar çiçek tarhında bir trilyon tozdu. Annesinin rahminde bir önceki hayatını düşünen bir yavruydu. Peru'da yumurta, Ohio'daki Buddy Parkins'in kümesinde bir samandı. Buddy Parkins'in burnundaki tozdu. Onu hapşırtan tüylerdi. Gemilerdeki atomlardı, yaratıksı kokusuydu.
Yüreği vurdu, bin güneş ışık saçtı.
Uçan kırlangıçlar olup dünyalardan havalandı.
Diyar cehenneminin cevher kuyularında öldü.
Etheridge'in kravatında bir nezle virüsü oldu.
Uzak yerlerde rüzgar olup esti.''
Straub&King, Tılsım
''Yolun kenarında ya da karyolanın yakınındaki salıncaklı iskemlede oturup kaderimizden yakınmamız şart mıdır? Ka'ya isyan etmek zorunda mıyız? Hayır. Çünkü Ka dünyayı hareket ettiren tekerlektir. Ona öfkelenerek bağırıp çağıran kadın ve erkekler tekerleğin kenarının altında ezilirler.''
Stephen King, Çılgınlığın Ötesi
''Ve Marslılar hayatta kalmak için tek soruyu sormaktan kaçınmaları gerektiğini kavradılar: Neden yaşıyoruz ki? Yaşam kendisinin yanıtıydı. Yaşam; daha fazla yaşamın türemesi olabildiğince iyi bir yaşamın sürdürülmesidir. Marslılar 'Neden yaşıyoruz ki?' sorusunu savaşın ve umutsuzluğun hüküm sürdüğü, yanıtın olmadığı bir dönemde sorduklarını fark ettiler. Ama uygarlık dinip durulduğunda ve savaşlar sona erdiğinde, soru yeni bir şekilde anlamını yitirdi. Yaşam artık güzeldi ve tartışılmaya ihtiyacı yoktu.''
Ray Bradbury, Mars Yıllıkları