Kayıt Ol

Gurur

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Gurur
« : 14 Ocak 2011, 18:57:17 »
Gurur

Tel örgüleri dünyayı her hangi bir yerinden ikiye bölüyor, nöbetçiler bu yasak oyunun korkunç güzelliğini her saat başı birbirlerine devrediyorlardı.
Silahlarının haznelerinde geceyi konuşturacak, karanlığı ortasından yaracak çelik çekirdekli mermiler vardı. Dağ taş düşmandı. Karşı tepelerin üstündeki bodur ağaçlar, çamlar birer ihanet, birer tavşan ürkekliğiyle kıpırdıyorlardı. Han nehri ulu bir durgunlukla akıyordu.
Karanlık büyük, baş edilmez kuvvetiyle gözlerimize kadar dolmuştu. Nöbetçiydim. Mum ışığının altında kitap okuyordum. Çadırın önünde ayak sesleri işittim. Tanıdığım bir ses rütbemi çağırdı.
‘‘Teğmenim!’’
‘‘Gir içeri!’’
Nöbetçi çavuşu içeri girdi.
‘‘Söyle!’’
‘‘12-1 nöbetçisi tel örgünün kenarında bir Koreli çocuk yakalamış. Tel örgünün bu tarafına geçmiş.’’
‘‘Nerede?’’
‘‘Dışarıda. Kapının önünde bekliyor.’’
‘‘İçeri getir!’’
Nöbetçi çavuşu çocuğu içeri soktu. Sırtında ince beyaz bir gömlek. Ayakları yaralı çıplak, saçları darmadağınık. On yaşında ya var ya yok.
‘‘Yaklaş!’’ dedim.
Korkarak baktı, kıpırdamadı. Nöbetçi çavuşuna:
‘‘Türkçe biliyor mu?’’
‘‘Biliyor. Dışarıda bizimle konuştu.’’
‘‘Şöyle ışığa gel!’’ kapının kenarına iyice kedi gibi sokuldu.
‘‘Gelsene ulan!’’ Nöbetçi çavuşu ensesinden tuttu, önüme getirdi. Titriyordu.
‘‘Ne arıyordun tel örgünün kenarında?’’
‘‘...!’’
‘‘Sana söylüyorum. Cevap versene!’’
‘‘…!’’
Yatağımdan doğruldum. Bir adım geri çekildi. Alt dudağı titriyordu. Gözlerinin bulutlandığını gördüm. Dokunsam ağlayacaktı.
‘‘Korkma oğlum. Sana bir şey yapmayacağım. Söyle niçin bu tarafa geçtin? Biliyorsun bu tarafa geçmek yasak.’’
‘‘…!’’
Çavuşa:
‘‘Ara şunun üstünü!’’ dedim. Cebinden boş bir kibrit kutusu, kirli bir mendil, paslı bir çakı çıktı. Çakıyı gösterdim.
‘‘Bu ne?’’
‘‘…!’’
Bağırdım:
‘‘Konuşmazsan seni hapsederim!’’ Ellerini ince gömleğinin üzerinde birleştirdi. Boynunu eğerek çavuşa baktı. Çavuşa:
‘‘Çık sen!’’ dedim. Çavuş çıktığı an bağırdım.
‘‘Dövdüler mi sen? Söyle!’’
‘‘ Hayır’’ dedi. Gözlerine baktım. Gözlerini benden kaçırdı, çıplak ayaklarının ucuna dikti. Bir müddet sustuk. Sonra bir an gözlerimiz karşılaştı. Gülmek istedi cesaret edemedi, gülmekle ağlamak arasında bir tik ağzının kenarında seğirdi.
‘‘Adın ne senin?’’
‘‘Hi.’’
‘‘Bu köyden misin?’’
‘‘Değil.’’
‘‘Anan baban var mı?’’
‘‘Yok’’
‘‘Kimin yanında kalıyorsun?’’
‘‘Mamasan Çong-ca’nın.’’
‘‘Para veriyor mu sana?’’
‘‘Askerlere evin yolunu gösterirsem veriyor’’
‘‘Ben sana bir dolar versem?’’ Tekrar gülmek istedi. Gözleri ısındı. Deminki tik gevşedi, yüzüne yayıldı. Şimdi çirkin bir köpek yavrusuna benziyordu.
‘‘Gerçekten verir misin?’’
Döndüm. Yatağın  başında asılı ceketime uzandım. Para cüzdanımı ceketimin ön cebinden çıkardım. Çadırın içine rüzgar doldu. Baktım, kaçmış. Dışarı fırladım. İlerdeki nöbetçi askere seslendim.
‘‘Hey! Nöbetçi!’’
‘‘Buyur komutanım.’’
‘‘Çocuk kaçtı. Yakalayın!’’
Gecenin içinde koşuşmalar oldu, asker postalları toprağın üzerinde takırdadı, sesler duyuldu. Biraz sonra çocuğu yaka paça getirdiler. Beyaz gömleğinin üzerinde taptaze kan lekeleri vardı. Nöbetçinin elinden bileğini kurtardı, burnunu sildi. Burnunun ucu, ağzının kenarı kan oldu. Eli kanıyordu. Nöbetçi, nefes nefese konuştu.
‘‘Tel örgünün üzerine düştü. Ayağından yakaladım. O bir yana geçmek için çabaladı. Fakat kurtulamadı.’’
Biraz önce cebinden çıkan kirli mendilini önüne attım.
‘‘Al, sil yüzünü.’’ Mendili aldı. Kanayan eline sardı.
‘‘Niye kaçtın? Ben sana para verecektim.’’ Vahşileşti, gözlerini kısıp bağırdı:
‘‘Yalan söylüyorsun. Vermeyecektin.’’
Nöbetçi tartaklamak istedi.
Cebimden bir sigara çıkardım, kağıdını yırtıp, tütünü avucuma boşalttım.
‘‘Uzat elini!’’
Kanlı avucuna tütünü bastım. Haykırdı.
‘‘Bak, dedim, bu tarafa niçin geçtiğini söylemezsen seni hapsederim. Ellerine kelepçe vururlar. Belki de seni kurşuna dizerler.’’
Yüzüme bakıp ciddiyetimi ölçmek istedi. Dimdik baktım.
‘‘Açtım.’’ Dedi.
‘‘Yalan söylüyorsun.’’
‘‘Vallah!’’
‘‘Gecenin bu saatinde ne bulucaktın?’’
‘‘Ekmek!’’
‘‘Ekmek mi?’’
‘‘Ekmek ya. Akşam aşçı bizim tarafa atarken, bu tarafa düştü.’’
‘‘Ne tarafa?’’
‘‘Sizin tarafa. Tel örgünün kenarına. Boş bira kutularının bulunduğu yere.’’
Akşamları aşçılar artan yemekleri, ekmek parçalarını, meyve kabuklarını tel örgünün öbür tarafına atıyorlar, bir sürü çocuk, kadın, erkek, bunları daha hava iken kapıyorlar, kavga ediyorlar, ortalığı anlamadığınız bir dilin gürültüsüyle dolduruyorlardı. Her akşam doymuş birkaç aşçıyla aç bir sürü insanın oyunlarını görüyorduk.
Nöbetçiye seslendim. Ekmeğin yerini tarif edip, aramasını söyledim.
‘‘Elin acıyor mu?’’
‘‘Acımıyor.’’
Nöbetçi gelene kadar tek kelime konuşmadık. Nöbetçi bir tarafından iştahsız bir ağzın ısırdığı büyükçe bir ekmek parçasıyla içeri girdi, ekmeği masanın üstüne bıraktı.
‘‘Bir daha bu tarafa geçme. Vururlar seni sonra.’’
Nöbetçiye:
‘‘Götür tel örgünün öbür tarafına bırak.’’ Dedim. Masanın üstünden çakısını, boş kibrit kutusunu aldı, yüzüme bakmadan, nöbetçinin önünde dışarıya çıktı. Arkalarından baktım, nöbetçinin süngüsü parlıyor, çocuğun ürkek gölgesini aydınlatır gibi oluyordu
‘‘Hiiii!...!’’ diye bağırdım. Durdu geriye baktı.
‘‘Ekmeğini burada unuttun.’’
Kırgın, ince bir sesle:
‘‘İstemiyorum’’ dedi, ‘‘senin olsun.’’
Han nehri ulu bir durgunlukla akıyordu…





Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gurur
« Yanıtla #1 : 14 Ocak 2011, 19:43:13 »
Yerinde ve akıcı betimlemeleriyle oldukça hoş, ilgi çekici bir öykü olmuş. Konusunun farklı olmasından ötürü de oldukça merakla okudum yazını... Yalnızca birkaç yazım hatası var düzeltmen gereken; bununla birlikte yazıyı ve içerisinde bolca, hem de ard arda yer alan diyalogları paragraflara ayırırsan çok daha okunaklı olur bizim açımızdan.

Bu güzel yazıyı bizimle paylaştığın için teşekkür ederim. Ellerine sağlık.

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gurur
« Yanıtla #2 : 14 Ocak 2011, 19:46:05 »
Teşekkürler, beğenmene sevindim. Diyalogları paragraflara ayırmayı bende düşündüm. Ama sonra vazgeçtim. Konuşmalar karışır diye korktum. :)
Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı edi

  • **
  • 51
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gurur
« Yanıtla #3 : 16 Ocak 2011, 09:54:32 »
Çok güzel yazmışın.
Betimlemeleri tam yerinde kullanmışın.
Ve akıcı bir şekilde olmuş.
Çok beğendim.
Ellerine yüreğine sağlık.
Sadece susmak ıstıyorum;
Yalan ınsanları kaale almadan..
Haklıyken haksız gözuksem bıle kendımı savunmadan..
HUZUR bulmak ıstıyorum,gözlerımı kapayıp,kımseyı anmadan...
Sessızlığı dınlemek ıstıyorum,herseyı yasamıs gıbı yaparak...
[/size][/i]

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gurur
« Yanıtla #4 : 16 Ocak 2011, 11:36:43 »
Çok güzel yazmışın.
Betimlemeleri tam yerinde kullanmışın.
Ve akıcı bir şekilde olmuş.
Çok beğendim.
Ellerine yüreğine sağlık.
Teşekkür ederim. Beğenmene çok sevindim. :hug
Sen ne zamandan beri hikayelerimi okumaya başladın? :P
Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Gurur
« Yanıtla #5 : 20 Ocak 2011, 10:06:06 »
Vay be gerçekten bir solukta okudum. Ayrıca bazı şeyleri tamamlamayıp bize bırakman daha bir güzel olmuş. Umarım devamı yoktur. :)

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gurur
« Yanıtla #6 : 20 Ocak 2011, 17:58:42 »
Sevdim bu yazını, denildiği gibi bir iki ufak hata gözüme çarptı ama o benim takıntım, takıldım, yazı gayet akıcıydı yoksa.

Spoiler: Göster
Gurur

Tel örgüleri dünyayı her hangi bir yerinden ikiye bölüyor, nöbetçiler bu yasak oyunun korkunç güzelliğini her saat başı birbirlerine devrediyorlardı.

"her hangi" bitişik yazılır.
gibi.


Silahlarının haznelerinde geceyi konuşturacak, karanlığı ortasından yaracak çelik çekirdekli mermiler vardı. Dağ taş düşmandı. Karşı tepelerin üstündeki bodur ağaçlar, çamlar birer ihanet, birer tavşan ürkekliğiyle kıpırdıyorlardı. Han nehri ulu bir durgunlukla akıyordu.
Karanlık büyük, baş edilmez kuvvetiyle gözlerimize kadar dolmuştu. Nöbetçiydim. Mum ışığının altında kitap okuyordum. Çadırın önünde ayak sesleri işittim. Tanıdığım bir ses rütbemi çağırdı.


Bu paragraf hoşuma gitti, güzel benzetmeler kullanmışsın, betimlemen güçlü. Okuyucuyu atmosfere taşıman başarılı. Sonunu başlığa güzel bağlamışsın, orası da hoşuma gitti. Kalemine sağlık.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gurur
« Yanıtla #7 : 20 Ocak 2011, 18:51:08 »
Alıntı
Silahlarının haznelerinde geceyi konuşturacak, karanlığı ortasından yaracak çelik çekirdekli mermiler vardı.

Betimlemelerin gittikçe güçleniyor. Tebrikler, yukarıda söylenenlere dikkat et.

Onun dışında anlattığın şeyin hoşluğunu bir kenara atamam. Böyle yazmak zordur demek istiyorum ama böyle düşünmenin bile zor olduğu geliyor aklıma. Bir dedenin torununa anlattığı gibi, masum, saf bir hüzün.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gurur
« Yanıtla #8 : 23 Ocak 2011, 19:41:31 »
Vay be gerçekten bir solukta okudum. Ayrıca bazı şeyleri tamamlamayıp bize bırakman daha bir güzel olmuş. Umarım devamı yoktur. :)
Devamı yok.  :D
Sevdim bu yazını, denildiği gibi bir iki ufak hata gözüme çarptı ama o benim takıntım, takıldım, yazı gayet akıcıydı yoksa.

Spoiler: Göster
Gurur

Tel örgüleri dünyayı her hangi bir yerinden ikiye bölüyor, nöbetçiler bu yasak oyunun korkunç güzelliğini her saat başı birbirlerine devrediyorlardı.

"her hangi" bitişik yazılır.
gibi.


Silahlarının haznelerinde geceyi konuşturacak, karanlığı ortasından yaracak çelik çekirdekli mermiler vardı. Dağ taş düşmandı. Karşı tepelerin üstündeki bodur ağaçlar, çamlar birer ihanet, birer tavşan ürkekliğiyle kıpırdıyorlardı. Han nehri ulu bir durgunlukla akıyordu.
Karanlık büyük, baş edilmez kuvvetiyle gözlerimize kadar dolmuştu. Nöbetçiydim. Mum ışığının altında kitap okuyordum. Çadırın önünde ayak sesleri işittim. Tanıdığım bir ses rütbemi çağırdı.


Bu paragraf hoşuma gitti, güzel benzetmeler kullanmışsın, betimlemen güçlü. Okuyucuyu atmosfere taşıman başarılı. Sonunu başlığa güzel bağlamışsın, orası da hoşuma gitti. Kalemine sağlık.
Herhangi ayrı yazılır diye biliyordum. Söylediğin iyi oldu, yoksa yanlış bilicektim hep.
Betimlemelerde iyiyim övünmek gibi olmasın :P
Alıntı
Silahlarının haznelerinde geceyi konuşturacak, karanlığı ortasından yaracak çelik çekirdekli mermiler vardı.

Betimlemelerin gittikçe güçleniyor. Tebrikler, yukarıda söylenenlere dikkat et.

Onun dışında anlattığın şeyin hoşluğunu bir kenara atamam. Böyle yazmak zordur demek istiyorum ama böyle düşünmenin bile zor olduğu geliyor aklıma. Bir dedenin torununa anlattığı gibi, masum, saf bir hüzün.
Bu benim şu ana kadar yazdığım en zor hikaye idi. Yazarken sonunu hiç düşünmemiştim. Hatta başlığın ne olucağına bile karar vermemiştim. Birden bire gelişti olaylar.  :D

Kısacası yorumlarınız için teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim. (hepinizin :P)
Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe