Rıhtım Forumlarında Dikkat Çeken 12 “Centilmen Piç” Yorumu

locke lamora top

Scott Lynch’in dünyaca ünlü fantastik kalpazanlık serisi Centilmen Piç için forumumuzda yer alan dikkat çekici yorumları sizler için derledik.

Patrick Rothfuss’un “En iyi on gözde kitabımdan biri,” olarak değerlendirdiği ve “Eğer okumadıysanız, okumalısınız. Okuduysanız, muhtemelen yeniden okumalısınız,” diyerek methettiği Centilmen Piç Serisi, bizlerin de kalbinde ayrı bir yere sahiptir.

Gerek Locke Lamora ve arkadaşlarının bin bir hinlikle çevirdiği kalpazanlıklar gerekse de konu aldığı dünyasının birbirinden ilginç nitelikleriyle eşine az rastlanır bir seri, bir nevi fantazyanın Ocean 11’ıdır desek hiç de abartmış olmayız hatta.

Hâl böyle olunca forumlarımızda bu seriyle ilgili pek çok dikkat çekici yorum kol geziyor. Bizler de onları ayıklayıp serinin ilk kitabı Locke Lamora’nın Yalanları’yla ilgili olanlardan beğeneceğinizi düşündüklerimizi bir araya topladık. Şimdiden keyifli okumalar!

(Yazar isimlerinin üzerine tıklayarak forumdaki haline ulaşabilirsiniz.)

1. Lordmuti

Ben beğendim kitabı, tavsiye ederim.

Sadece rahatsızlık duymak demeyelim de gözümü tırmalayan bir şey var onu belirtmek istiyorum: Konuşmalarda çok fazla “ah”, “…” ve aynı kelimeyi tekrar söylemek gibi duraklamalar/yavaşlamalar var. Yazar o anları daha iyi anlatmak için kullanmış bunları belki ama bana çok fazla geldi. Bunları sürekli kullanmasa, arada konuşmayı bölüp kısa bir süre durakladı, bir nefes verdi vs. gibi betimlemeler olsa daha iyi olurdu gibi geliyor. Bir de o ahlar vahlar yerine eee, ııı falan kullanılsa daha yerelleştirilmiş bir çeviri olabilirdi gibi geliyor. Çünkü küfürler falan çok güzel Türkçeleştirilmiş, elinize sağlık.

Puan olarak 9 mu versem 10 mu versem diye çok kararsız kaldım. 9,5 diyelim.

2. Grayswandir

Kitabı ikinci yarısını soluksuz okuyarak (ilk yarısı da çok iyi, ikinci yarıda işler iyice karışıyor yalnızca) bugün bitirdim, ve hakikaten söyleyecek bir şeyim yok. Rothfuss’un dediği kadar var. Muazzam.

3. mit

Scott Lynch hakikaten de hayran olunası bir evren yaratmış. Şahsen ben ilk yarısını da ikinci yarısını da büyük bir keyifle okudum. Genelde ilk 100 sayfa sıkıntım vardır, bilenler bilir. Ama bu kitapta hiç de öyle bir şey yaşamadım. Hatta bazı yerlerde düzeltiyi falan bırakıp tam gaz okumaya kaptırdım kendimi. Cidden iyiydi.

Yazarın arada bir geçmişe gidip şehirle ilgili bilgileri bölüm arlarında vermesini ayrı bir takdir ettim ben. Başlangıçta şu şudur bu budur diye bizi bilgiye boğmaktansa böyle bir yöntemi tercih etmesi çok yerinde olmuş.

4. spren

Evet iyi ki Patrick Rothfuss’a güvenip kitabı almışım dedim sonunda.

Ne yalan söyleyeyim ilk 50 sayfada baya bir sıkılmıştım ama azmettim devam ettim. Zaten asla yarım bırakamazdım.
Karakterlerin hepsini, özellikle de ana karakteri çok benimsemiş olarak okudum. Sanza’lar, Jean hatta Böcek sanki kendi kardeşim oldular. Bir yerden sonra Locke’un kibri beni acayip güldürmeye ve ’Locke’dan başka ne bekleyebilirdim ki.’ demeye başladım.

Sonuç olarak ve genel olarak adında yalan, içinde hırsızlık ve bol bol küfür geçen bir kitaba göre baya baya duygu içeriyordu.

5. Elendil_XX

Tek kelimeyle MUAZZAM’dı.

Sadece bunu söyleyip geçilmeyi hak etmiyor tabii. Öncelikle kitabın çevrileceği haberini aldığımdan beri büyük bir merakla beklediğim bir kitaptı Locke Lamora’nın Yalanları. Bunda Rothfuss’un ve yabancı okurların yorumları etkiliydi tabi. Çıkar çıkmaz da aldım okudum ve ne diyebilirim ki BA-YIL-DIM! Gerçekten de tüm övgüleri hak ediyor.

Bir kere yaratılan atmosfer şahane. Yazar alışılageldik dünyalardan oldukça farklı bir dünya yaratmış. Gerçi Sanderson ya da Rothfuss’un ki gibi en ince ayrıntısına kadar “kendine özgü” bir evren ile karşı karşıya değiliz. Kitabın geçtiği Camorr şehri bildiğimiz orta çağ Venedik’ine benzer bir şehir. Ama yazar bu şehri öyle bir anlatmış, öyle güzel tasvir etmiş ki hayran kalmamak elde değil.

Gelelim Locke karakterine. Kvothe’den sonra bu kadar benimseyeceğim ve sevebileceğim bir karakter daha çıkacağını sanmazdım, gerçekten çok sevdim. Kitap ilk çıktığında “Rüzgarın Adı” ile karşılaştıranlar ve ana karakterlerinin çok benzer olduğu yönünde yorumlar olmuş. Katılamayacağım, fazla alakaları yok açıkçası. Sadece ikisi de yetim ve ikisi de sahte bir şehir efsanesi yaratıyorlar. Bu açıdan benzer olabilirler ama bunun dışında pek ortak noktaları yok diyebilirim.

Peki Locke’u özel yapan ne? Çoğu fantezi roman kahramanlarının aksine süper güçleri ya da büyü yapma gibi yetenekleri yok ama dolandırıcılıkta, sahtekarlıkta ve soyluları elinde oynatarak soyup soğana çevirmede üstüne tanınmayan biri. Centilmen Piç’ler ile birlikte gerçekleştirdiği oyunları ve dalavereleri okurken ağzınız açık kalıyor. Özellikle Locke’un sadece kendisine gereken bir kıyafet bulmak için oynadığı oyunları anlatan bir bölüm var ki inanılmaz etkileyici.

Locke dışında ki karakterler de harika, özelikle Jean, Böcek ve Gri Kral’a bayıldım.

Kitap ayrıca bir kurgu harikası. Bölüm içlerine serpiştirilen Locke’un çocukluğunu ve Camorr şehrinin tarihini anlatan küçük ARA’lar kitaba renk katıyor. Ama bu durum bazen çok can sıkıcı olabiliyor tabi, hikayenin bazı kırılma anlarını soluksuz bir şekilde okurken birden alakasız bilgilere mahsur kalacak şekilde araya giren bölümler kopukluk yaratıyor. Bu olur olmadık yerde araya giren bölümler dışında kitap’ta gerçekten haddinden fazla tasvir ve şehir-lord ismi cümbüşlüğü var. Bazen paragraflarca Camorr şehrinin havasından suyundan, dük ve lordlarından bahsediliyor, okurken sık sık, “Tamam çok güzel de yeter artık bu kadar bilgi konuya gel” dediğimi hatırlıyorum.

Hikaye içinde bir çok sürpriz de barındırıyor, özellikle ortalara doğru bir ters-köşe olayı var ki apışıp kalıyorsunuz ve Locke’un ondan sonra yaptıklarını “normal” karşılamaya başlıyorsunuz.

Ve final… cidden çok iyiydi. Bu arada kitap boyunca Locke’un aşık olduğu bir kız’dan bahsediliyor, acaba karşımıza çıkar mı diye çok bekledim ama sonra’dan öğrendim ki serinin 3. kitabı olan “Republic Of Thieves” de karşımıza çıkıyormuş.

Son olarak anlatımı, mizahı ve karakterleriyle kitap gerçekten çok iyiydi. Şiddetle tavsiye ediyorum.

lies-of-locke-lamora

6. alper213

Bundan sonra okunacak kitabım olmadığından kitabı yaya yaya 2 haftada bitirdim. İnternetten Camorr’un haritasını bulup adı geçen yerleri okurken elimle takip ettim. Çok da zevk aldım. Sonlarına doğru  ‘kim bilir 2. kitap ne zaman çevrilecek’  düşüncesiyle hüzünlendim. Bilmem herkeste de oluyor mu ama ben sevdiğim kitapların bitişlerinde hep bir hüzün hep bir boşluk duygusuna kapılıyorum.

Sonuç olarak merakla çevrilmesini beklediğim bir serim daha oldu. Goodreads’ten gördüğüm kadarıyla 7 kitap olarak tasarlanmış. Devamını heyecanla bekliyorum.

7. Fırtınakıran

Öncelikle seriye adını veren “Centilmen Piç” olma durumu oldukça hoşuma gitti. Genelde serilere adlarını veren durumlar kitaplarda doğrudan geçmez. Uzaktan bir bağlantıyı siz kurarsınız. Oysa bu kitapta daha ilk sayfalarda serinin adının neden böyle olduğunu anlıyor ve “doğrudan” bir ilişki kuruyorsunuz.

Mesela başlarda Locke Lamora’nın düzenbaz bir hırsız olmasından dolayı tamamen ona ithafen böyle bir seri adına sahip olduğunu düşünmüştüm. Arkaplanda daha fazlası çıkınca bir hayli keyiflendim.

Kitap güzel başladı ve güzel devam etti, ancak 110’larda, “İyi hoş da bu böyle gitmez,” demeye başlamıştım. Ortada kurulu bir düzen ve bir hırsız çetesinin soygun planı vardı. Soctty Lynch’in anlatımı oldukça güzel olsa da sadece bu kurguyla 580 sayfa nasıl bitecekti? Bir yerde illaki sıkılacaktım. Neyse ki yazar imdadıma yetişti ve önce bir ters köşe, sonra da o ters köşenin tersiyle (ters köşe kare?) lineer bir kurgu planlamadığını gösterdi. Hele ki Capa Barsavi, Nazca, Gri Kral ve Örümcek kitaba dahil olunca sadece bir soygunun seyrini izlemeyeceğimden emin olup kitabı daha büyük bir merakla okumaya başladım. Hatta Peder Zincir’in geçtiği her flashback sahnesinde pek bir keyiflendim.

Scott Lynch yazmış olduğu bu ilk kitapta oldukça başarılı bir dünya çizmiş. Bu dünyanın en sevdiğim yanı buram buram Akdeniz kültürü kokmasıydı. İlk defa fantastik bir kitapta Akdeniz kültürünü görüyorum. İsimler bile İtalyan ve İspanyol kökenli olarak seçilmiş. Lynch’e hem yarattığı eşsiz ve “cam” bezeli dünya için teşekkür ediyorum, hem de fantastik bir diyara Akdeniz kültürünü yedirdiği için de minnetlerimi iletiyorum. Okura oldukça farklı bir deneyim yaşatıyor.

Lynch’in dünyasına verdiği özen betimlemelerine de bir hayli yansımış. Detaylı anlatımlarını hiç sıkıcı bulmadım. Dünyasını gözümüzde net biçimde canlandırmamıza yardımcı olduğu gibi, özene bezene yarattığı bu dünyayı basit cümlelerle tanıtmayı da seçmemiş. Çok da iyi yapmış.

Locke Lamora’nın yalanlarını oldukça beğenmeme ve her boş bulduğum anda okumama rağmen bazı eleştirilerim de olacak.

Bunlardan ilki kitapta bulunan dramatik sahnelerin yeterince vurucu olmadığına dair. Bu kitapta bir dram aramıyordum ve yazarın bunu ana etmen yapmamasına çok sevindim. Ama bazı sahnelerde beni üzmeyi ya da duygulandırmayı başaramadı. Kitabın genel atmosferi ve karakterlerin tutumları beni kendilerine oldukça bağlarken, bu gibi sahneler beklediğim etkiyi yaratmadı.

Bir diğer husussa kurguya dair olacak. Kitabın sonlarına kadar her çok iyiydi.

Locke’un tam anlamıyla bir düzenbaz ve hırsız oluşu kitabı orijinal yapan önemli yanlardan biriydi. O gerçek bir hırsız, gerçek bir pislikti. Kitapta da dalga geçildiği gibi, Robin Hood ile uzaktan yakından alakası yoktu. Böyle bir karakteri baş karakter yapmak da oldukça özgün bir fikir. Yazarımız da bu girişimini oldukça iyi biçimde idare etmiş ve altından kalkmış. Kitabı sıra dışı yapan etmenlerinden başında kesinlikle Locke Lamora geliyor demek istiyorum. Ayrıca Locke’un görünüş itibariyle hiçbir çekiciliği yok. Kendi kusurlarına da sahipp oluşu onu standart mükemmel başkarakter yapmaktan da alıkoymuş.

Son olarak Scott Lynch’in kadınlara verdiği role değinmek istiyorum. Pek çok fantastik kitapta kadınları farklı rollerde görüyoruz. Lynch ise onları hayatın her alanına yedirmiş. Bazen bir simyacı, bazen bir fahişe, bazen Sabetha’nın tüm kurnazlığıyla tam kendisi, bazense dev köpekbalıklarıyla ölümüne dövüşen gladyatörler. Kendisini oldukça takdir ettim. Aklıma da Patrick Rothfuss’un bir konuşmasında Tolkien’i överken Hobbit’te neden bir tane bile kadın karakter olmayışından hayıflandığı sahne geldi. Lynch de böyle düşünüyor sanırım, çünkü kitabında erkeğin olduğu her alana kadını da yerleştirmiş. Aktif rol biçmiş.

Kendisini keyifle okutan ve çabucak biten bir eser bu. Okuduğum için çok mutluyum. Devamını da merakla bekliyorum. Hacimli formuna rağmen kısa zamanda bitiyordu.

Ayrıca çeviri ve editörlük dört dörtlüktü. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Tertemiz ve başarıyla Türkçeleştirilmiş bir eserdi. Hele o küfürler… Hepsi tam bize göre çevrilmiş şekilde, tanıdık biçimde sırıtıyordu.

8. Kote

Öncelikle belirtmeliyim ki eşine az rastlanacak kalitede bir kitap. Şahsen kitabı sevdim ama kitap bende aralıksız bir okuma açlığı uyandırmadı. Kitabın başında karşılaştırılan Rüzgarın Adı’nı soluksuz okumuş uykusuz kalmıştım. Kralların Yolu’nu da aynı şekilde okuduğumu ve bazı kısımlarda heyecandan kitabı ayakta okuduğumu hatırlıyorum. Bu kitap bende öyle bir his uyandırmadı. Büyük ihtimalle fantastik ögeleri ve epik olayları çok sevişimden, bunlarınsa kitapta bulunmayışından kaynaklandı. Kesinlikle 2. kitabı da okuyacağım.

9. Oliver_

Kitabı az önce bitirdim ve hayran kaldım. Hırsızlık konuları cidden benim çok hoşuma gidiyor. Kitabın bu kadar akıcı olacağını tahmin etmemiştim. Okumadan önce betimlemelerin çok fazla olduğuna dair yorumlar okumuştum ama katılmıyorum. Bence gayet yerinde ve gerekli betimlemeler vardı.

10. uveybaba

Ben seriye başlamadan önce baya düşünmüştüm açıkçası. Ne zaman Kralkatili Güncesi ile ilgili bir şey araştırsam illa ki bir köşeden centilmen piç serisi çıkıyordu. Haliyle beklenti yükseldi. Gerçi bazı yerlerde fazla abartılmış olduğu veya olumsuz yorumlara da rastladım ama beklentimi düşüremedim. Gerçekten çok güzel bir kitaptı. Betimlemelerin biraz fazla olması dışında inanılmaz keyif aldım.

Betimler konusunda beni rahatsız eden nokta çok fazla veya kötü olması değildi. Tam olay örgüsünde kilit noktadayken, merak sınırlarınızın doruklarındayken birden bir kaç paragraflık betimlemeler ile karşılaşmak rahatsız etti. Yoksa betimlemeler gayet güzel ve akıcı.

Bunun dışında kitapla ilgili tek isteyebileceğim nokta uzun soluklu bir hikayeye sahip olması olabilirdi. Yani ikinci kitaba başlayacağım ama aklımda çok bir merak unsuru yok. Keşke Scott Lynch biraz daha gizem ve merak katsaydı hikayeye, ikinci kitabı okumak için sabırsızlansaydım.

red-seas-under-red-sky

11. xerhias

Hakikaten şahane bir kitaptı. Kitabın durgun başladığı doğru ama kesinlikle sıkıcı değil. Yalanları plan içinde planları küfürleri muhteşem olmuş. Ne diyelim Madrabaz bekçi seninle olsun Locke. Gönül rahatlığıyla bir 9/10’u hak ediyor.

12. Laughing Madcap

Serinin ilk kitabı olan Locke Lamora’nın Yalanları’nı, bin bir zorlukla ve ikna çabalarıyla okudum, bitirdim ve yorumlamaya geldim. Böylesine kaliteli bir eserin yazarına saygı duyulması ve yazarın özenli bir yorumlamayı hak ettiği gerçeğini de göz önünde bulundurarak sözlerime başlıyorum.

Kitabın güzelmiş, götoş.

Şaka bir yana, Patrick Rothfuss’un belirttiği üç maddeden başlayalım.

1. Kitabın girişi güçlü.

Evet, kitabın girişi kesinlikle güçlü. Kendisinin de belirttiği üzere, ilk 50 sayfada hem karakterlere giriş yapıyorsun, hem yaratmış olduğun evreni tanıtıyorsun hem de bu sırada IMDB’de 7 ve üzeri puan almış sayısız “soygun” filmlerinden daha kaliteli bir soygunu gözler önüne seriyorsun. Kitabın başlangıcının bu etkili havası beni çok heyecanlandırmıştı. Tahminim, iki-üç günde bitirir; ikinci kitabı da bir çırpıda harcardım ancak öyle olmadı.

Yeni bir evren yaratmanın en büyük sıkıntısı bunu okuyucuya aktarmak olsa gerek. Orijinal bir coğrafya ya da bir meslek grubunun ötesinde, takvimlerin, günlerin ve saatlerin bile yeni olduğu bir dünyadan bahsediyoruz. Scott Lynch, haklı olarak bu serinin her yönüyle “olmuş” olmasını istiyor ve bu yüzden, sıfırdan yarattığı bu evreni biz okuyuculara tanıtmak zorunda. Ancak bu durum, benim okuma hızımı bir hayli baltaladı. Kendimi “The Camorr Job” ya da “Lamora’s Eleven” tarzı bir filmin en heyecanlı yerini izlerken, birden filmin geçtiği bölgenin tarihi ve coğrafyası hakkında bilgi bombardımanına tutulurken bulunca, zaman zaman hevesim kırıldı. Betimlemeler konusunda oldukça yetenekli olmasına rağmen, bu bahsettiğim “tarih ve coğrafya” derslerinin çok da karmaşık ya da kafa zorlayıcı olmamasına rağmen, bu durum benim için kitabın okunma sürecini çok dalgalandırdı. Sanki her an bir quiz yapılacakmış gibi; Aşağıdakilerden hangisi Camorr’un mahallelerinden birisi değildir?

2. Kitabın ismi güzel.

Serinin adı “Centilmen Piç”, kitabın adı “Locke Lamora’nın Yalanları”, arka kapağında kitaptan alıntılanan bölüm de“Boğazında kanayan bir kesik olsa ve bir hekim o kesiği dikmeye çalışsa Lamora iğneyle ipliği çalar ve kahkahalar atarak geberip gider. Çocuk…çok fazla çalıyor.” olunca, gel de okuma.

3. Scott, kitapta ağzını bozmayı iyi beceriyor.

Hem evet, hem hayır. Burada takıldığım nokta küfürlerin içeriği ya da yoğunluğu değil; gerçek hayatta da küfürlerden rahatsız olan birisi değilim. Takıldığım nokta, bu durumun da bir hayli dalgalı olması. 1. maddede belirttiğim dalgalanma gibi yazarın tarzında da bazen dalgalanmalar oluyor. Mesela, şu meşhur “götoş” sahnesinde, sesli gülmeme rağmen çok şaşırdım; hiç öyle bir şey beklemiyordum. Yazar kitabın bazı yerlerinde takım elbisesini giymiş, binlerce kişilik bir topluluğa ders verircesine bir tarz takınmışken, bazı bölümlerde ise altına pijamasını çekmiş de sağ eli…cebinde, yazmış geçmiş gibi. Hayır, özensizlikten bahsetmiyorum; rahatlıktan bahsediyorum. Kitabın bazı bölümlerinde edebi ve planlı bir üslup hakimken, bazı bölümlerinde Jim Butcher tarzı bir rahatlık hakim.

Bu yazarın özensizliğini ya da kalitesizliğini göstermiyor; tersine, bu yazarın ne kadar geniş bir yelpazede yetenekli olduğunu gösteriyor. Tarih dersleri ve üslup farklılıkları konusundaki düşüncelerimin bir övgüden çok bir eleştiri olmasının tek sebebi, bu Scott Lynch’in ilk kitabı olması. Serinin planlanan 7 kitabı olduğu düşünülürse; çok da uzaklaşmaya gerek yok aslında, ikinci kitabı okumamla beraber aynı cümleleri övgü niyetiyle kullanacağımdan şüphe yok.

Karakterlere gelecek olursak, tanıtılan tüm karakterler; Hırsızbaşı’ndan Ibelius’a, hepsi de özenli ve tutarlı karakterlerdi. Tutarlı ve güncel olayların etkilerine mantıklı tepkiler veren karakterler yaratmak; yani hem sabit hem de gelişime açık karakterler yaratmak, okuyucunun bundan hiç rahatsız olmaması, oldukça güzel bir şey. Don ve Dona Salvara’nın kitap boyunca hallerini düşünün.

Centilmen Piç’lere ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bence Centilmen Piçler ; -Jean hariç- berbat dövüşçüler, yetenekli düzenbazlar ama en önemlisi mükemmel birer rahipler. Böylesine kaliteli birer din adamları yetiştirdiği için Peder Zincir’e, Fred ve George’dan sonra sonunda bağrımıza basacağımız enfes ikizleri bize tanıttığı için Scott Lynch’e teşekkür ediyorum. Şu son hususta Scott Lynch’e başka bir şey de söylerdim ama, spoiler.

Kurgu konusunda ise, kitabın başlarında düşündüklerim ile şu anda düşündüklerim arasında dağlar kadar fark var. Kitabın başlarında eğlenceli bir düzenbazlık gösterisine tanık olmak gibi çapsız ve küçük hayallerim vardı. Şimdi ise, bunca tarih ve coğrafya dersi, tanık olduğumuz iç içe geçmiş olaylar, uzak diyarlardan gelen haberler ve etkileşimler düşünülünce, heyecanlanmadan edemiyorum.

Sonuç itibariyle, kitap idare ederdi; Gri Kral’a kadar yavan, sonrasında ise oldukça basit bir kurguya sahipti.

YALANCI!

Kitaptaki ara bölümler gereksizdi; o bölümleri okurken sıkıntıdan patladım.

YALANCI!

Kitabın çevirisi bir hayli sıradandı ve yazım hatalarından geçilmiyordu.

YALANCI!

Kitabın en kötü yanı, serinin ikinci kitabının okuma listemde üst sıralara yükselmesine izin vermesi.

PİÇ KURUSU!

Peki, o zaman şöyle söyleyeyim. Kitabı alın, okuyun. Bitirmeseniz de olur aslında. Tek yapmanız gereken kitabı elinizde tutmak… Jean gelene kadar.

Centilmen Piç Serisi’yle ilgili diğer yorumlara buradan ulaşabilir, dilerseniz siz de katılıp sevdiğiniz/sevmediğiniz yanlarını diğer okurlarla tartışabilirsiniz. Serinin ikinci kitabı Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler’in de İthaki Yayınları tarafından dilimize kazandırıldığını, üçüncü cilt Hırsızlar Cumhuriyeti’nin çeviri ve editörlüğünün tamamlandığını da bir kez daha hatırlatalım.