40
« : 31 Temmuz 2014, 18:12:57 »
Bölüm 3
Yonas, odasının meşe kapısı sertçe çalındığında yatağında mışıl mışıl uyuyordu. İlk vuruşta uyanıp, ikinci vuruşta hafifçe doğrulup, üçüncü vuruşta yatağından düştü. Sersemlemiş vaziyette yatağın çok ucunda yattığına ve kapıyı çalan her kimse aşırı sinirli olduğuna kanaat getirdi. Koşarak kapıya gitmeye çalışırken, yatağının yanındaki dolaba yasladığı asası Deardalan’a takılarak yere kapaklandı. Deardalan’ın ucunda duran Yeşim taşı yavaş yavaş parlaklaştı. Sanki o da uykusundan uyanmıştı.
“Millean Tozu adına! Senin dolabın yanında ne işin var Deardalan?” Asasına suçlayan bir bakışla baktı. Asanın ışığı yavaşça solmaya başlayınca ise babacan bir tavırla ona sarılıp ayağa kalktı. Kapı tekrar sertçe çalındı.
“Bizim kulede bir troll büyücü olduğundan haberim yoktu.” diye bağırdı Yonas. Sonra asasına eğilip fısıldadı. “Ya da troll beyinli bir büyücü olduğundan.” Deardalan bu espriye gülermiş gibi parlayıp parlayıp sönmeye başladı. Yonas sırıtır vaziyette kapının kulpunu tuttu ama tam açmak üzereyken kapının yanındaki aynayla göz göze geldi. Yakışıklı sayılabilecek, keskin hatlı bir yüzü vardı. Karman çorman saçları ve kirli sakalı o yakışıklılığından epey bir götürüyordu. Ama yine de kendisini beğendi. Deardalan da onu cesaretlendirmek ister gibi asanın ucundan bir çiçek açtırdı.
“Ah! Teşekkürler Deardalan.” Asasına gülümsedikten sonra en ciddi ifadesini takındı. Kulenin belki de en bakımsız kapısı, menteşelerinde asırlık bir yaratık saklanıyormuşçasına ciyaklayarak açıldı.
Kapının hemen diğer tarafında hayatında gördüğü, ve aslında sık sık görmek zorunda olduğu, en sevimsiz suratlı büyücü duruyordu. Gilron, yüzünde emanet bir parçaymış gibi duran aşırı küçük ve kalkık burnuyla kendisine en kötücül bakışı fırlattıktan sonra hiçbir izin istemeden odanın ortasına kadar yürüdü.
“Beceriksiz bir büyücü olduğun yetmezmiş gibi, uykucu ve ilgisizsin Yonas. Kurul tam 2 saattir yargılanman için seni bekliyor.” Odayı tiksinmiş bir ifadeyle kısık gözlerinin arasından inceledikten sonra aniden durdu ve Yonas’a baktı. “Yoksa kurulun karşısına çıkmayarak, bu davadan kaçabileceğini mi sandın?”
Yonas’a sırtını dönerek odayı incelemeye devam etti. Yonas arkasından sessizce Gilron’un taklidini yapınca, Deardalan parlayıp sönmeye başladı. Asanın ucundan kötü kokulu bir Hugl mantarı bile çıkardı. Yonas istemsizce sırıtıp hızlıca mantarı sakladı.
“İşin aslı, gece çok geç saatlere kadar çalışmam gerekti Gilron. Bazılarının aksine ben hala çalışıyorum...” Sözünü bitiremeden Gilron araya girdi.
“Biliyorum. Hala büyü yapmaya çalışıyorsun. Ama gün bittiğinde hala bir beceriksizsin. Hala Öfke’yi kullanamıyorsun.” Gilron masanın üzerinde duran ve Yonas’a ait olan kılıcı asasının ucuyla dürttü.
“Sadece Neşe ve Sevgi kullanarak büyü yapabilen bir büyücü olduğun için de, tıpkı barbarların yaptığı gibi, yanında bir kılıç taşıyorsun.
Yonas kendisine bunun sürekli hatırlatılmasından artık çok bunalmıştı. Evet. Bir büyücü, büyüsüne başlamadan önce içindeki en baskın duyguyu yönlendirmek zorundaydı ve Yonas yapısal olarak öfkelenemiyordu. Ne zaman bir şeye kızar gibi olsa, kızdığı için gülesi geliyordu. Ve kendini kılıç kullanırken mutlu hissediyordu. Babasının ona öğrettiği kılıç tekniklerini hala hatırlıyor ve fırsat buldukça idman yapıyordu. Kılıcını masadan alarak cübbesinde asılı duran kemere taktı.
“Bu kılıç baba yadigarı sevgili Gilron. Ayrıca senin en öfkeli halin bile benim en neşeli halimle başa çıkamaz.” Bu söylediğinde doğruluk payı vardı. Sadece büyücülerin yaşadığı Magico’da pek çok güçlü büyücü olmasına rağmen hiçbiri Neşe’yi, Sevgi’yi hatta Heyecan’ı Yonas kadar etkili kullanamıyordu. Tek sıkıntı, bu duyguların bir insanın sahip olabileceği en güçlü duygular olmamasıydı. Bu da Yonas’ı, güçlü büyücüler sıralamasında epey gerilere atıyordu.
“Her neyse, barbar. Hazırsan Gümüş Oda’ya gitmemiz gerekiyor. Dediğim gibi, birazdan yargılanacaksın. Ve umarım bu kuledeki son günün olacak.” Gilron o kadar çirkin gülümsedi ki, dudaklarının uçları ince suratını aşıp ensesine kadar uzandı. Yonas iğrenerek Gilron’a baktıktan sonra kapıdan çıktı. Gilron’da çıktıktan sonra kapısını aynı gıcırtıyla kapattı ve peşine takıldı.
Biraz sonra Magico’nun baş büyücüsü Altero’nun ve kuleyi yöneten kurulun karşısına çıkacaktı. Sebebi ise aslında fazla büyütüldüğünü düşündüğü küçük bir dikkatsizlikti. Bir bilgilendirme toplantısı esnasında uyuyakalmıştı. Muzip arkadaşlarından büyücü Togho, onu aniden sarsınca korkuyla yerinden sıçramış ve belinde asılı keselerden birinde bulunan Patlatma Tozu şömineye fırlamıştı. Küçük çaplı bir patlama gösterisi olmuştu. Aslında kendisi çok eğlenmişti ama bazıları bunu o kadar da eğlenceli bulmamıştı.
Kurulun karşısına çıkmak ve yargılanmak onun için çok da önemli değildi. Verebilecekleri herhangi bir ceza onu pek de korkutmuyordu aslında. Ama onu endişelendiren, daha da ziyade üzen şey, Altero’nun karşısına çıkmaktı. Baş büyücüye duyduğu kadar saygıyı bu hayatta sadece babası için duymuştu. Ki ikisi eskiden çok yakın arkadaşlardı. Babası öldürülene dek. Bu konu hakkında düşünmeyi pek sevmezdi.
Gümüş Oda’ya çıkan taş merdivenleri tırmanırken, Deardalan onun endişesini sezmiş olacak ki elinde titreşti. Boştaki eliyle asanın taşını okşayarak onu sakinleştirdi. Merdivenlerin bittiği yere geldiklerinde Gilron, kanatlı kapıları iterek açtı ve büyük salona giriş yaptılar.
Kurul tam kapının karşısında bulunan amfiye dizilmiş, 33 üyenin tamamı sandalyelerinde yerini almıştı. Yonas kapıda belirince homurdanmaların tonu biraz yükseldi. Baş büyücü Altero, Aldovel’deki kralların çoğunun tahtından daha görkemli görünen koltuğunda tüm azametiyle oturuyordu. Yonas yutkunarak amfinin tam ortasında yer alan daire şeklinde platforma adımını attı. Gilron ise yazıcı için ayrılmış olan kürsüye yöneldi. Yürürken Yonas’a hain hain sırıtmayı da ihmal etmedi.
Homurdanmalar sürerken, Altero asasını iki kez yere vurdu. Mermer zemine çarpan ahşabın gür sesi, yarım daire şeklindeki amfide bir gök gürültüsü gibi yankılandı. Tüm salon sessizliğe boğuldu.
Baş büyücünün tam yanında, onun koltuğuyla hemen hemen aynı yükseklikte olan minderde kıdemli büyücü Tuerstan oturuyordu. İnce ve kıvrık bıyıkları, sanki derin bir nefes çekse burun deliklerinden içeri girecekmiş gibi görünüyordu. Yonas gülme isteğiyle bir süre savaştıktan sonra bu büyücüye odaklandı. Tuerstan oturduğu minderinden kalkarak tüm salona seslendi.
“Değerli Magico Kurulu üyeleri ve Aldovel Büyücüler Konseyi ile Magico Kulesi’nin baş büyücüsü Altero Barışgetiren. Karşınızda bulunan Magico Kulesi’nin eski öğrencisi, yeni Gri Büyücüsü Yonas’ın yargılanması için burada toplandık. Aklınızdan gerçekler, yüreğinizden merhamet, bileğinizden adalet eksik olmasın.” Tuerstan hemen ardından Altero’nun diğer tarafında, benzer bir minderde oturan büyücü Holstan’a döndü.
“Sözcü Holstan. Sanığın suçunu bizlerle paylaşır mısınız lütfen?” Tuerstan lafını bitirdikten sonra mindere oturdu ve sanki oturduğu yerde bir tuşu aktif hale getirmiş gibi o oturur oturmaz Holstan ayağa kalktı. Yonas bu seremoniyi daha önce en az 50 kez görmüştü. Ve hepsinde aynı platformun üzerindeydi. O yüzden asasına yaslanarak oflayıp puflamaya başladı.
“Sevgili Magico Kurulu ve saygıdeğer Altero Barışgetiren. Hepinizi selamlıyorum. Magico yasalarında da açıkça belirtildiği gibi...” Holstan lafını tamamlayamadan gür bir ses araya girdi.
“Yasalar, yasalar, yasalar...” Tüm kafalar aynı anda sesin geldiği yöne, yani Yonas’ın tam karşısında bulunan baş büyücü Altero’ya döndü. “Yasaları artık hepimiz ezbere biliyoruz Sözcü Holstan. O yasalara bence en kısa zamanda “Hemen Olayın Detaylarını Anlatma” yasası eklemeliyiz.”
Deardalan bu espriyle epey neşelendi ve küçük bir Mika Çiçeği asanın ucunda belirdi. Yonas çiçeğe bakıp sırıttı ve çabucak asanın ucundan aldı.
“Şimdi bu küçük mevzudan daha önemli bir durum var. O yüzden büyücü Yonas’la ilgili kararın çabucak verilmesi için oylamaya geçelim.” diye devam etti Altero. O lafını bitirdiğinde salonda şaşkın bakışmalar yaşandı. Yonas da biraz şaşırmıştı. Baş büyücü her zaman sabırlı bir insan olmuştu. Gerçekten de önemli bir durum yaşanmış olmalıydı.
“Büyücü Yonas’ın ceza almaması yönünde oy kullananlar!” Kendi asasının ucunda bir ışık parıldadı. Onun yargısını koşulsuz şartsız kabul eden salonun büyük bölümü de aynı şekilde asalarını kavradı ve salonda rengarenk ışıklar parıldadı.
7 kişilik bir grup, ki hepsi büyücü Garam’ın yakın dostlarıydı, öfkeli suratlarla kıpırtısız kalmayı tercih ettiler. Bu Yonas’ı pek şaşırtmadı. Altero’yu da pek şaşırtmamış olacak ki sabırsızca elini sallayarak konuşmaya devam etti.
“Çoğunluk sağlandığına göre, Yonas’ı suçsuz ilan ediyorum. Artık diğer mevzuya geçebiliriz.”
Yonas rahatlayarak küçük bir reverans yaptı ve çıkış kapısına doğru yöneldi. Daha iki adım atamamıştı ki Altero’nun sesi onu durdurdu.
“Ceza almayacağını söyledim ama gidebileceğini söylemedim büyücü Yonas.” Yonas bir an için yerinde donup kaldıktan sonra dönüp baş büyücüye baktı. Tek kaşı kalkık vaziyette eliyle platformu işaret ediyordu. Yonas pek anlam veremeyerek platforma döndü. Deardalan da pek anlam verememiş olacaktı ki avucunun arasında huzursuzca titreşti.
“Hepinizin bildiği gibi, Batı Aldovel’de son zamanlarda pek çok tatsız söylenti dolaşıyor.” Altero çok ciddi bir ifade takınmıştı. Yonas “hepinizin bildiği gibi” ifadesini pek üstüne alınmayarak baş büyücüyü dinlemeye devam etti.
“Gökyüzünde kara bir bulut, uzunca zamandır asılı durumda. Artık Olmayan Şehir’in kuzey sınırında gölgelerin dolaştığı ve insanların kaybolduğu haberleri kulağımıza çalınıyor.” Tüm salon ölüm sessizliğiyle sarmalanmıştı. Genellikle kibirli bir ifadeyle oturan büyücü Garam bile çattığı kaşlarıyla ciddi bir ifade takınmış ve Altero’yu dikkatle dinler duruma geçmişti.
“Ve yine bildiğiniz gibi büyücüler konseyi bir süredir kadim kehanetin sırlarını çözebilmek için uğraş veriyordu. Hiç kimsenin konuşmadığı, okuyamadığı eski bir lisanda yazılmış olan bu kehanetin bazı parçaları artık bizim için yabancı değil.” Bu haber salonda bir hareketlenme yarattı. Garam’ın takipçilerinden Lordes isimli kadın büyücü ayağa fırladı.
“Bu kehanet saçmalığına yeterince zaman harcadınız zaten Baş Büyücü Altero. Bir de kehanette yazanları çözdüğünüz zırvalığıyla vaktimizi çalmayın lütfen.” Kadın öfkeyle konuşurken Garam onu kolundan sertçe tuttu ve sırasına geri oturttu. Kadın oturduktan sonra bir süre Garam’a da öfkeyle bakmayı sürdürdü.
Altero kadının konuşmasını bitirmesini bekledikten sonra tekrar konuşmaya başladı.
“Kehanet bir saçmalık değil, Aldovel’in kaderidir Lordes. Yüzyıllar boyunca dünyanın kaderini öğrenmek için çalıştık. Ne yazık ki o sır, bizim yaşadığımız bu çağda çözülmeye başladı.” Baş büyücü kederlenmiş gibi görünüyordu. Yonas, çözülmeye başlamış bir sırrın neden onu kederlendirdiğine tam olarak anlam veremiyordu. Aslında deminden beri konuşulan şeylerin çoğu pek ilgisini çekmiyor, niye orada bulunduğunu anlayamıyordu.
“ ‘Ne yazık ki’ diyorum çünkü kehanetin şimdi çözülmesi demek, o gelmesini hiç istemediğimiz günlerin artık çok yakın olması demek. Yani bulutun gölgesi, dünyayı karanlığa boğmak üzere.”
Salondaki herkes huzursuz biçimde kıpırdanmaya ve fısıltılar salonun duvarlarında yankılanmaya başladı. Altero kontrolü kaybetmeden konuşmayı sürdürdü.
“Şimdilik kehanete dair pek az şey öğrendik. Ama o pek az şeyin arasında bizi fazlasıyla alakadar eden bir şey var.” Oturduğu yerden ağır ağır doğrulan yaşlı büyücü salona yukarıdan bakarak insanların yüzlerini taradı.
“Bu kuleden, hatta bu salondan birisinin de kehanette rolü var.” Salonda kıpırdanmalar arttı. Büyücü Garam bu bilgiyi aşırı ilginç bulmuş olacaktı ki iyice öne eğilerek Altero’nun ağzına bakmaya başladı. Yonas’ın belindeki kılıç kemeri, nasıl olduysa koptu ve tangırdayarak mermer zemine düştü. Deardalan o kadar korktu ki taşından aşırı parlak bir ışık yayılarak salondaki tüm gölgeleri aydınlattı. Tüm salon irkilerek Yonas’a döndü. Yonas mahcup mahcup sırıtarak yere eğildi ve kılıcını aldı. Deardalan da yavaş yavaş söndü. Altero’yla bir an göz göze gelen Yonas’ın yüzündeki sırıtış iyice genişledi.
“Affınıza sığınarak ve sonsuz saygıyla size bir soru sormak istiyorum sayın baş büyücü.” diye lafa girdi Yonas. “Belli ki bu kehanet mevzusu çok ciddi bir konu ve beni epey aşıyor. Müsaadenizle ben daha fazla sakarlık yapmadan ve konunun ciddiyetini bozmadan odama çekileyim. Ne dersiniz?”
Baş büyücü uzun zamandır bahşetmediği bir gülüşü Yonas’a bahşetti.
“Sevgili Yonas. Baban ve ben bundan 45 yıl önce omuz omuza savaşmıştık. Çok yaman bir savaşçıydı. Benim büyüm ve onun fiziksel gücü bir araya geldiğinde karşımızda durabilen hiçbir düşman kalmıyordu.” Kısa bir an duraksayarak boşluğa baktı. Sanki tüm o eski anılar gözünün önünde canlanmış gibi bakışları boşlaştı. Hemen ardından eski ciddiyetine tekrar kavuştu.
“İkimiz her zaman kehanetin bir parçası olabileceğimizi düşünmüştük. Kıtanın en iyi savaşçısı ve büyücüsü olduğumuzu düşünmüş ve dünyanın bize ihtiyaç duyacağı o günün geleceğine inanmıştık. Onun ölümü inan beni, seni üzdüğünden daha fazla üzmüş ve yaralamıştı. Sadece en iyi dostumu değil, kehanetin bir parçasını da kaybettiğimi düşünmüştüm bugüne dek.” Sıralarında oturan herkes dikkat kesilmiş, baş büyücünün anlattıklarını dinliyordu. Yonas biraz duygulanmış ve diğer yandan adeta donup kalmıştı.
“Ama aslında ikimizin de kehanette yeri yokmuş. Aldovel’in yaşayacağı o kaçınılmaz günlerde, ikimizin de pek bir rolü yokmuş meğer.”
Yonas ne diyeceğini bilmez vaziyette Altero’ya bakmayı sürdürüyordu. Bir elinde asası diğer elinde kınında duran kılıcıyla kıpırtısız dikiliyordu.
“Bizi alakadar eden bölüme gelecek olursak... Tam olarak şöyle diyor:
Ve o gün geldiğinde, kılıç ve asa onun iki elinde yerini alacak. Kılıç, geçmişten alacağı intikam için. Asa, gelecekte ihtiyaç duyacağı için. Gölge onun kalbini esir alacak. Asasından parlayan ışık, karanlığı yırtacak. Atasından aldığı kılıç, gölgenin kalbine saplanacak. Diğer yoldaşları, onun ışığında yol alacak.”
Salonda az önce sessizlik hakimdiyse, şu an ki sessizliği tarif edecek bir sözcük henüz yazılmamış demekti. Kimse nefes bile almıyordu. Yonas bir sol elindeki kılıca, bir sağ elindeki asaya baktı. Aldovel’de asa ve kılıç kullanan tek büyücü kendisiydi.
Sessizliği bozan, bu toplantının başından beri sessiz olan Garam’dı. Sırasından sertçe kalkarak en sert bakışlarıyla Yonas’ı süzdü.
“Kabul edilemez.” dedikten sonra salonu terk etti. Yandaşları ise şok içinde Yonas’a bakıyorlardı. Hemen sağında duran Gilron hoşnutsuz bir ifadeyle Altero’ya ve Yonas’a bakıyordu.
“Hazırlıklarını yap evlat. Güneş batmadan önce Merilion Krallığı’na doğru yola çıkıyorsun. Işık, seninle olsun.”
Altero oturduğu yerden kalkarak salonun çıkışına yöneldi. Yonas hayal meyal insanların sessizce salonu terk ettiğini fark etti. Bulunduğu yerden hiç kımıldamadı. Kehanet hakkında pek bir şey bilmiyordu. Sadece eskilerin anlattığı hikayeler vardı. Tanrıların babası Galo’nun dünyayı terk etmesi ve kötü kalpli oğlu Elderioth’un dünyanın üzerine bir gölge gibi çökmesiyle ilgili hikayeler. Bir grup savaşçının, kehanette adı geçen savaşçıların gölgeye karşı koymak için bir araya geleceğine dair hikayeler...
Ama tüm bunların birer masaldan ibaret olduğuna inanmayı tercih etmişti. Şimdiyse onun bir parçası olduğu kendisine söylenmişti. Gerçekten bildiği tek bir şey vardı.
Eğer kendisi o kehanette adı geçen savaşçılardan, kahramanlardan biriyse, başları büyük bir beladaydı.