15
« : 09 Ekim 2012, 19:08:58 »
İlk Bölümün Devamı
Köye geri dönemezlerdi. İnsanlar hala orada olabilir Reia ve Ven'i yakalayıp öldürebilirdi. O yüzden ormanın derinliklerine doğru yol almalıydılar. Tehlikeli olsa bile saklanıp yardım aramalıydılar. Başka bir kurtuluşları yok gibi görünüyordu. Ven nereye gideceklerini ne yapacaklarını bilmiyordu. Adamla karşılaştığı o anda bile bu kadar korkmamıştı. O an ki seri kanlılığından hiç eser yoktu şimdi. Büyük bir boşluğa bırakıldığını hisseder gibiydi çaresiz ve ümitsizdi. Reia'yı alıp çoktan ormanın içine dalmıştı ama ne tarafa gideceklerdi ki? Birden Reia'nın yayı nereden bulduğu sorusu aklına geldi. Kız üzgün bir şekilde sadece önüne bakarak yürüyordu. Aşırı derecede korktuğu belli oluyordu. Gözlerine baktığınız zaman bu korkuyu hissedebiliyordunuz. Kırmızı kuyruklu yıldız onları takip ederken Ven hafif bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
"İyi misin Reia? Ormana girişimizin üstünden baya bir zaman geçti tek bir kelime bile etmedin."
Reia gözlerini ayaklarından kaldırmadan cevap verdi.
"Daha iyiyim. O yaratığı görünce çok korkmuştum ve ve seni öldüreceğini düşündüm. Sadece panik yaptım o kadar şimdi daha iyiyim. Beni merak etme." Ven iyi olduğunu söylemesine sevinmişti ama iyi olmadığını biliyordu. Sadece Ven'i geçiştiriyordu. Belki de yalnız kalmak ve düşünmek istiyordu kız.
İnsanların köylerine neden saldırdığını düşünmeye başladı Ven. Ve bir zamanlar kendisinden yaşça büyük olanlardan duyduğu geçmiş olaylar aklına geldi. İlk İnsanların kıtaya gelip yürek ağaçlarını yakmaya başlaması sonucu çıkan savaşlarda çocuklar yeniliyordu ve bir anlaşma yapıldı anlaşmada çocuklara sadece orman alanlarının kontrolü verilmişti. İnsanlar açık arazilerin kontrolünü ele geçirmişti. İnsanlar Ven'in akrabalarına Ormanda yaşadıkları ve kendilerinden küçük oldukları için Orman'ın Çocukları demişti. Kendi diyarlarına aniden gelen insanlarla barış sağlamalarının üzerinden 4 bin yıl geçmişti. Orman'ın Çocukları ve İlk İnsanlar uzun yıllardır barış içinde yaşamışlardı. Ven'den daha yaşlı olanlar böyle anlatmıştı. Orman'ın Çocukları ve İlk Adamlar birbirlerine yakın büyümüşlerdi. Zaman içinde İlk Adamlar, Orman'ın Çocuklarının geleneklerini ve kültürel farklılıklarını kucaklamıştı. Çocuklar'ın tanrılarını kendi tanrılarıymış gibi benimsemişlerdi. Ven bunları biliyordu. İnsanları sadece hikayelerde duymuştu daha önce hiç bir yerde görmemişti. Sadece barış içinde olduklarını biliyordu ama yine de onlardan nefret ediyordu. Kibirli yaratıklar olarak görüyordu onları ve atalarını öldürdükleri için kızgındı. Bu son yaşanan olaysa bu nefretini körüklemeye yetmişti. Barışı bozulmuştu. Dört bin yıldır süren barış bozulmuştu. Neden böyle bir şey olduğunu bilmiyordu ama yakın zamanda öğrenmeyi umuyordu.
Uzun bir sessizliğin ardından Ven sessizliği bozarak konuşmaya başladı.
"Yayı nereden buldun Reia?" diye sordu.
Reia gözlerini yerden kaldırıp Ven'in mavi gözlerine yumuşak bir bakış attı. Kızın gözleri daha önce olmadığı kadar kırmızı ve suluydu.
"Yürek ağacının altına gömmüştüm. Annem yaylarla oynamama izin vermiyordu. Gizlice yürek ağaıcına gelip yayımla bir şeyler avlamaya çalışıyordum."
Ven düşünceli görünerek sorgusuna devam etti, "Başka ne sakladın oraya?"
"Birkaç tane obsidiyandan yapılmış bıçak sakladım."
Ven birden duraksadı. O silahlara ihtiyacı olacağını biliyordu olmalıydı da çünkü kapıda büyük bir savaş içeri girmek için bekliyordu. Ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyordu ama savaşın yaklaşacağını hissediyordu. "Obsidiyanla ne yapıyordun ki?" diye sordu.
"Ben istemedim onları. Büyük anne Hulia istedi ilerde lazım olacağını söyledi saklamam gerekiyormuş." yorulmuş gibi derin bir nefes aldı.
"Kaç tane sakladın peki o bıçaklardan?"
"20-25 tane vardı."
Ven düşünüyordu. Hulia'nın o bıçakları onlar için oraya bıraktığını anlamıştı. Hulia bir yeşilgörendi. Yeşilgörenler, Ormanın Çocukları'nın bilge kişileriydi. Bu kişiler doğa ve kehanetler üzerinde geniş bilgiye sahipti ve aynı zamanda wargdılar. Başka bir canlının zihnine girip onu kontrol edebilen kişilere warg veya derideğiştiren denirdi. Hulia neredeyse yüz yıldır yaşıyordu yeterince yaşlıydı. Bembeyaz saçları ve yaşlılıktan küçülmüş gözleri vardı. Gözleri bir yaprak kadar yeşildi. Ellerinde bulunan üç parmağı ve pençe kadar uzun tırnakları solgun görünüyordu. Bütün vücudu buruş buruş olmuştu artık. Büyük ihtimalle köye saldıran insanlar tarafından öldürülmüştü ayrıca saldırının olacağını daha önceden ön görmüş olmalıydı. Bu yüzden obsidiyanları oraya saklamasını istemişti Reia'dan. Ven'in işine yaracağını biliyordu. Geri dönüp o silahları oradan almalıydı.
Ven normal gözlerin takip edemeyeceği kadar hızlı bir şekilde hareket ederek, "Geri dönmeliyiz o bıçaklar işimize yarayabilir. Fazla uzaklaşmış olamayız." diyerek kızın kolundan yakaladı.
Söylediği gibi fazla uzaklaşmamışlardı. Kısa zamanda yürek ağacına vardılar. Vardılar varmasına ama karşılaştıkları manzara hiçte hoş karşılanacak bir manzara değildi. Kırmızı yapraklar yanmış, ağacın beyaz gövdesi ateş yüzünden kararmıştı. İnsanlar çocukların tanrılarını dört bin yıldan sonra ilk defa yakmıştı. Bu olay kesinlikle bir savaşın başlama sebebi olabilirdi. Ven görüntüyü beynine iyice kazımak istiyordu bu anı unutmamak ve gördüğü herkese anlatmak istiyordu. İnsanların kibirli olduğunu bir gün bizden daha fazlasını isteyeceklerini akrabalarına söylemişti ama kimse aldırış etmemişti Ven'e. İşte şimdi haklı görünüyordu Ven. İnsanlara olan öfkesi inanılmaz bir şekilde büyümeye devam ediyordu. Bu yaptıklarını ödetecekti onlara nasıl olacaksa olacaktı ama bir şekilde ödeyeceklerdi bu yaptıklarını. Hız almadan büyüyen bu nefretle Reia'ya döndü Ven, kızın gözlerinde de aynı nefreti görebiliyordu.
"Silahları nereye saklamıştın?" diye sordu sakin bir şekilde.
Kız yakılan ağacın kalıntıları arasına daldı ve eliyle toprağı eşelemeye başladı kısa zaman sonra eline siyah bir bohça çarptı. Bohçayı çıkarıp siyah örtüsünü dikkatlice açarak içinden çıkan obsidiyanları Ven'e doğru uzattı. Simsiyah parlıyorlardı. Donmuş ateş diyordu bazıları bu nadide güzellikte camdan yapılmış silahlara. Obsidiyan bir tür volkanik camdı. İnsanların bunlara ejderhacamı dediğini biliyordu Ven. Aşırı kırılgan olan bu silahlar ayrıca aşırı keskindiler. O yüzden dikkatlice taşımak zorundaydılar. Bohçaya sıkıca sarıp yanlarında taşıyacaklardı mecburen. Ven'in aklına başka bir fikir gelmişti. Etrafta bulunan ağaçlardan bir çanta yapacaktı ve silahları onun içine koyup taşıyacaklardı. Böylece kırma riskleri de azalmış olacaktı. Yürek ağacının etrafında bulunan kara ağaçların yapraklarından ve dallarından ufak bir çanta hazırlamışlardı bile. Dikkatlice silahları içine yerleştirdiler ve Reia'nın yardımı ile Ven'in sırtına atmışlardı çantayı. Reia da yayını ve oklarını bularak sırtına takmıştı.
Silahlarını aldıkları gibi yola koyuldular. Yürek ağacının o görüntüsü iki çocuğunda yüreğini dağlıyordu. Tanrılarıyla iletişimde oldukları tek ağaçtı onlar ve artık yoktu. Köye geri dönememişlerdi. Akrabalarına ne olduğunu bilmiyorlardı köye ne olduğunu bilmiyorlardı. Gidemezlerdi de zaten yapamazlardı. Köylerini, akrabalarını, arkadaşlarını öyle harap bir şekilde görmek yüreklerini bir kez daha acıtmaktan nefretlerini artırmaktan başka işe yaramazdı. En iyisi yola koyulmak ve başka köylere gidip diğerlerini uyarmak en azından oralarda bir direnişin olduğunu görmek iyi gelirdi. Kuzeye doğru ilerliyorlardı soğuk ormanlara doğru. Daimi kış topraklarına doğru ilerliyorlardı. Güneşte kavrulmuş tenleri soğuğa aldırış etmiyordu. Aşırı sıcağa ve aşırı soğuğa karşı hiçbir tepki vermiyorlardı. Orman'ın Çocuklarının vücut ısıları hep aynıydı bu özellikleri tanrılardan verilen bir lütuf gibiydi sanki.
Düşünmeye başladı Ven. Hulia'yı düşündü. Kardeşi Ren'i düşündü. Annesi Polira'yı düşündü. Babası Bven'i düşündü. Arkadaşları Leafiv'i, Ashon'u, Meeri'yi, Ioa'yı hepsini düşündü. Hepsi ölmüştü şimdi. İnsanların kılıçları altında can vermişti hepsi. Eski büyülerle korunmuş olabilirlerdi belki ama büyüler eskisi kadar güçlü değildi artık. Meeri derideğiştirendi ve bir sincabı vardı. Belki de sincabının içinde hala yaşıyordu Meeri. Bilmiyordu bilmekte istemiyordu. Öldüklerini mi yoksa yaşadıklarını mı bilmek istemiyordu. Neler yapacağını da bilmiyordu. Korkuyor muydu yoksa korkmuyor muydu hiçbir şey bilmiyordu. Bir tek Reia vardı yanında. Ona göz kulak olabilecekti bir tek. Belki de kendi ırkından geriye sadece Reia kalmıştı. Bunu da bilmiyordu. Reia ile hiçbir kan bağı bulunmuyordu Ven'in. Meeri'nin kardeşiydi Reia. Meeri herkesten uzun boyluydu, bütün ırkları içinde belkide en uzunları oydu. Reia gibi uzun ince ve siyahtı saçları. Gözleri yemyeşildi, gözlerine baktığınızda kendinizi kaybediyordunuz sanki. Erkek olduğunu bilmese Ven onun bir kız olduğunu sanabilirdi. Reia'ya fazla benzediği söylenemezdi. Reia kırmızı gözlere ve koyu kahve saçlara sahipti. Ayrıca boyu yaşıtlarına göre baya kısaydı. Reia doğalı yaklaşık 8-9 yıl geçmiş olmalıydı. Meeri ise ondan 5 yıl daha erken doğmuştu. Ven ise Meeri'dan sadece 2 yıl önce doğmuştu. Meeri'yi tekrar görmek için dünyaları verebilirdi Ven. En sevdiği arkadaşıydı ve belkide gerçekten seviyordu Meeri'yi.
"Bir şeyler yemem gerekiyor." dedi Reia sessizliği bozarak.
Yanlarında hiç yemek yoktu açıkçası akıllarına bile gelmemişti bu ihtimal. Ne yiyeceklerdi yol boyunca? Ormanda oldukları için dua etmelilerdi. Ormanda yiyecek olurdu ayrıca Orman'ın Çocuklarıydı onlar sadece yaprakları yiyerek bile yaşayabilirlerdi. Ven yürek ağacından ne kadar uzaklaştıklarını bilmiyordu ama yeterince uzakta olduklarını biliyordu. Yiyecek bir şey var mı diye ağaçlardaki meyveleri kontrol ediyordu Ven. Böğürtlen ağacı görmüştü. Kırmızı ve siyah renklerde gayet sulu ve lezzetli böğürtlenlerdi. Onları toplamaya koyuldu. Toplamaya devam ederken "viuuvv" diye ince tiz bir ses duydu. Birkaç metre ötesindeki bataklıktan gelen sese doğru yöneldi. Reia'nın okunun ucunda tuttuğu kurbağayı gördü. Kurbağalar lezzetli olurdu. Reia'nın kurbağa avladığını gördükten sonra tekrar böğürtlenlerin arasına daldı ve toplamaya devam etti.
Bugünü kurbağa ve Ven'in topladığı böğürtlenleri yiyerek geçirdiler. Yemek yedikleri ve sessizce oturup manzarayı izledikleri zaman neredeyse güneş batıyordu. Arada birkaç kelime konuşmuşlardı ondan başka önemli bir şey olmamıştı. Hava karardığında ise Reia günün yorucu olması nedeniyle hemen uykuya dalmıştı. Daha güzel ve aydınlık bir güne uyanmak için uyumuştu. Yarın başlarına neler geleceklerini bilmiyorlardı ama zerre kadar da korkmuyorlardı. Çünkü Orman'ın Çocuklarıydı onlar cesur ve vahşiydiler. Orman onları mutlaka korurdu o yüzden huzur içinde uykuya daldılar.