Eğitim konusunda çok doluyum, ülke dışını geçtim, ülkemizde daha çarpık ve yararsız bir sistem var.
Öncelikle video başlığı ve içeriği hakkında yorum yapayım. Okullar kesinlikle yaratıcılığın geliştirilebileceği yerler değildir, ülkemizde okullar sonsuzluğu, sınırsızlığı bir kalıba sokmaya çalışır. Uzayı bir varile sığdırmaya çalışmak veyahutta uzayın bir varilde kapladığı yeri kadarını göstermekten başka yaptıkları hiçbir iş yoktur.
Senelerdir devam eden bu politikanın zararlarını şu senelerde fazlasıyla gören yüz binlerce öğrenci vardır, yüz binlerce öğrenci de böyle giderse görecektir.
Bizim klişe bir müdür tiplememiz vardır veyahutta öğretmen, müfettiş olabilir, bu sahne zihnimizde kolayca canlanabilir. Kırmızı burunlu, kalın kaşlı, gözlüklü, gömleği pantolonunun içinde şişman bir adam, "Aman efendim, burası ilim, bilim yuvası" diye serzenişte bulunuyor kendine karşı gelen kişiye...
Değildir efendim. Siz inanıyor musunuz liseye kadar verilen matematik, fenni bilimler veya sosyal bilimler derslerinin birer bilim edasında geçtiğini? Sonsuz matematik dünyasında farklı ufuklara açılmak yerine belli şablonların aşılamadığı bir müfredatın bilim yaptığına inanıyor musunuz?
Matematik bilimi yapmak, altıncı sınıfta matematik derslerini can kulağı ile dinleyip devamını getirip, yarıştan kopan insanlardan ayrılıp mühendis olmak mıdır? Bu konuya birazdan değineceğim. Soruya benim cevabım ise "değildir" olur. Kız arkadaşım öğretmen, üniversite, lise sıralarında yıllarca öğrenci davranışlarını gözlemledim. Öğrencilerin nelerle uğraştıklarına aşinayım.
Verilen müfredatın öğrenilip öğrenilmemesi kesinlikle şansa bağlı, çocuk şanslıysa öğrenir onu. Zeka veya kapasiteyle alakalı değildir. Birbirinden farklı zihinsel yapıya sahip, farklı öğrenme metotlarıyla eğitim görmeyen bir sürü yaratıcı zihin yok olup gidiyor her an bu ülkede. Yerine ise sanayi kalıplarından çıkmış iki üç prototipten başka bir şey kalmıyor.
Aslında pek yabancı değilsiniz, kimdir bunlar; Gözlüklü, gömlekli asosyal mühendis çocuk, sayısal bilmeyen, barajı geçerek sözel bölüme girmiş, geleceğin işsizi donanımsız sözelci, "takım elbise ve masam olsa yeter abi ya" düsturuyla iibf bölümlerine kaydolmuş trilyarıncı ekonomi öğrencisi ve benzerleri.
Bunun sonucu ne oldu peki? Her sene on binlerce mezun veren mühendislik fakülteleri var. Peki sektörün bu kadar mühendise, bu kadar kalitesizliğe ihtiyacı var mı? Herkes biliyor bizim kalitesiz mühendislerimizin kalkülüsü görünce tokat yemiş gibi sarsılıp okulu ancak beş senede bitirdiğini.
Yapılan şeyi sadece bir meslek olarak gören, mezun dahi zor olmuş, iki sene önce gördüğü şeyi unutmuş mühendisten beklentimiz nedir? Hadi onu geçtim, kendi üretim faktörlerini kullanıp bir çıktı yaratamayan ülkede mühendis ne halta yarar?
Bin liraya işe girip yok olan beş senesine acımakla geçen bir ömre yelken açmaktan başka bir işe yaramaz. İstanbul Ahmet Mehmet Üniversitesi, Niğde Domates Üniversitesi, Kapadokya Balon Üniversitesi, Biruni Üniversitesi ve benzeri üniversiteler açarsan oradan çıkan elemandan da bir şey beklememen gerekir. Herifler o kadar ilerletmiş ki işi, artık üniversiteye koyacak bilgin ismi kalmadı, hepsi kapılmış vaziyette.

Bu politika yüzünden, son yıllarda akademiden çıkan mühendislerin maalesef %90'ı vasıfsızdır, fabrikada çalışan amelenin o işten anladığından daha fazlasını maalesef anlamaz. Boş beleş ve kendilerini bir ilim biliyormuş zanneden ama hayatın tokadını bu saçma politika yüzünden son yıllarda yemeye başlamış kişilerdir.
Bu kişilerin durumu herkesin fırıncı olduğu bir ülkede ekmek satmaya benzer. Halbuki fırın için odunu kesen kişi olsa ona getirisi daha fazla olacak üretimin ve emeğin. Bunun suçunu doğruca insanlara atmak pek mantıklı değil tabii ki, ancak üniversiteye giriş çağı insanların aklı başında olduğu bir çağdır. Hiç kimse mi göremiyor, bu kadar insanın mühendis olması durumunda oluşabilecek krizi. Bu kadar mı körüz, ailemiz bu kadar mı kör, yanlış yönlendirmelere nasıl bu kadar kolay düşebiliyoruz?
Bir insan marangoz, tornacı veya inşaatçı olunca fahişe olmuş kadar neden utanıyor? Aileler neden zorla çocuklarını okutmak istiyor? Yahu ara işleri yapmak utanılacak bir şey midir, marangoz olmak kötü müdür veya bu ülkenin o işleri yapacak insana ihtiyacı yok mudur?
Bu soruların cevabı soruların içinde gizli. Lakin kurnazlık ve üst zümreye, a ve b sınıfına geçme hayali o kadar köreltmiş ki toplumumuzu, aslında gerisin geri daha alt sınıflara düşmekteler.
Öncelikle şunun farkına varmalı, her şehirde üniversite açmak o şehri ve bölgeyi ilerletmez. İkincisi, üniversiteye gitmek kimseyi meslek sahibi yapmaz. Herkesin burun kıvırdığı felsefe, edebiyat, tarih gibi bölümler üniversitenin köklerinden gelen, ana bölümlerindendir. Ancak bizde akademi kültürü olmadığından bunu takmayı bırakın, bilen bile yok.
Üniversite meslek edindirme yeri olmaktan çıkarılmalı, başlı başına bir bilim alanı olmalı. Akademi bilim yapma yeridir çünkü, birileri meslekte ilerlesin diye kendinden veren bir yer değildir.
Üniversiteye girmek maddi veya manevi şartlarla zorlaştırılmalı. Sınavları daha zor hale getirilebilinir. Ayriyeten aileler artık okumaya niyeti olmayan, afedersiniz salak evlatlarını ısrarla liseye, üniversiteye yollamayı bırakmalı.
Aklı bilime ve öğrenmeye çalışmayan insanlar ilköğretimden sonra mesleki okullara yollanmalı. Meslek lisesi değil bakın, mesleki okul. Çıraklık sistemine benzer ama köhne değil, bilimsel metotlara sahip ve mesleği tam manasıyla öğretip kişiyi iyi bir meslek erbabı yapan okullardan bahsediyorum. Türkçe, matematik öğrenmesine gerek yoktur mesleğin ara elemanı olacak kişinin.
İnsanlarında artık marangozluğu, tornacılığı şerefsizlikten farksız bir şey olarak düşünmesi gerekir. O kadar korkunç ki, evladı tornacı olsa üzüntüden kafasını duvardan duvara vuracak evlat sahibi!
Bu insanların kültürsüz bırakılması tamamen kendi eşeklikleri ve kendi önem vermezliklerinden kaynaklanır. Bu zümrenin aklı paradan başka bir şey değildir ama doğrudan doğruya haksız da sayılmazlar. Karnını zor doyuran, okuma yazma bilmeyen adamın kafasını da kırsanız, o gidip tiyatro izlemez, kitap okumaz.
Bu durum şu şekilde çözülür, üretim faaliyetini dengeli şekilde oluşturmanız gerek. Üreten, üretim esnasında çalışan ve onları denetleyen insan sayısı dengeli olursa üretim hızlanır, getirisi de fazla olur. Bu şekilde alt zümrenin sosyo ekonomik durumu da belli bir ölçüde artar.
Başka ülkelerde gayet kültürlü ve sanatkar marangozlar, torna ustaları, demirciler, tırcılar falan var. Hiçbir yerde görmesek, kitaplarda okumasak, belgesellerde bile görebilirsiniz bunları... Bunun sebebi o ülkelerde sınıfsız bir toplum veya kişilerin babadan kalma mirasları değildir. Yukarıda bahsettiğim dengenin oluşmuş olmasıdır.
Hem bu şekilde üreten sınıf kendini, "şerefsiz", "dışlanmış", "alt insan" gibi hissetmez.
Bir diğer sorun ise liselerdir. Liselerde vatandaşlık, dil anlatımı, albayların girdiği garabet ders gibi derslerin kaldırılması gerekmektedir. Bunlar boşuna zaman kaybıdır. Evvela dilinin kurallarını sekiz senede öğrenememiş öğrenci girmesin liseye, ne işi var ki, gitsin meslek öğrensin üretime katılsın. Vatandaşlık, milli güvenlik gibi dersler yerine modern hayata, bilgi çağına yaraşır, moderniteye uygun, "bugünün kavramlarını" nı anlatan dersler eklenmelidir.
İletişim bilimleri veya yönetim bilimlerine bu nedenle ekstra özen gösterilebilir. Yahutta İngilizce haricinde, Almanca, İspanyolca, Arapça veya diğer dillerde seçmeli, kayda değecek bir eğitim politikası gözlenmelidir.
Eğitim politikasında yapılacak değişiklikler, maddi israfı, zaman israfını, kişilerin emekleri ve yıllarının yok olmasına karşı yapılacak değişiklikler olmalıdır. Göz göre göre işe yaramayacağı veya hak etmeyen birisinin üniversite okuması israftan başka bir şey değildir çünkü.