Merhaba,
Bir şeyler anlatmaya başlamadan önce bir neden ortaya koymam gerekirse:
Paylaşmayı, tartışmayı istediğim bazı fikirlerim, açıklamalarım, aforizmalarım, saçmalamalarım var ve bunları (klavye başında) paylaşmaya değer bulduğum iki yerden birisi bu forum (diğeri henüz yapılmadı).
Geçtiğimiz Cumartesi (27.12.14) gerçekleşen “Kahramanın Yol Türküsü” isimli radyo programında zihnimde canlanan bir şeyler… Sanırım böyle anlatamayacağım. Şöyle diyeyim: “fikrimin referans noktası” diye adlandırdığım bir ağaçta oluşan genişçe bir dal beni bunları size anlatmaya itti. Sizlerinde söyleyecek bir şeyleri olursa duymaktan memnuniyet duyarım.
Bu arada, başlamadan önce sanırım kendimle ilgili şunu söylemem gerekiyor: 36 küsur yıllık hayatımda çok az şeyi ciddiye alabildim; dolayısıyla eğer bir yerlerde dalga geçtiğimi düşünürseniz, muhtemelen doğru düşünüyorsunuzdur.
Bu gerekli bilgiyi de verdikten sonra dilerseniz başlayalım. Ama önce müzik gelsin; ne de olsa “önce müzik vardı,” değil mi?
http://youtu.be/ymUEnalLP9wSevgiler,
Zeki
**
1.
Aklın, fikrin acı-meyvesinden azıcık ısırmış genç dimağların büyük korkusudur “büyüyüp””sistemin çarklarına sıkışmak” ya da daha kötüsü “çarklardan biri olmak”. Bir yetişkin olduktan sonra, sistem bizi alıp duygusuz, düşüncesiz birer makineye dönüştürür; öz-benliğimizi yitirip emirleri uygulayan birer
kukla oluruz. Karşı durmamız gereken, savaşıp vazgeçmememiz gereken bir özgürlük arayışına gireriz. Özgür beyinler, özgür vicdanlar sahibi olmak için…
Hadi, buraya bir kesik atıp dürüst olalım; hepimiz o kurgulardaki kahramanlar gibi hissederiz bu noktada. Kılıçla, büyüyle, üstün zekâmız, yüksek öğrenme kabiliyetimizle ya da ne bileyim kurnazlığımızla alt edebileceğimize inanırız sistemi. Yaşadığımız yer bir anda Orta Dünya, Faerun ya da Yerdeniz oluverir. Galaksideki gezegenlerdir evimiz, okulumuz, işyerimiz. Kahramanızdır. Kara kitapları sevsek de, anti-kahramanları, antagonistleri sevsek de içeride biliriz ki onlar da birer kahramandır aslında; olsa olsa amuda kalkmışlardır belki.
Bu kahramanlık kompleksi biraz bencilliğe iter bizi, biraz yüksekten görmeye başlarız çevremizi. Arkadaşlarımız fark etmemiştir dişlilerin tıkır-tıkır dönen seslerini. Yavaşça hiçliklerine ilerlemektedirler. İpler, ileride beklemektedir onları; kollarına, ayaklarına bağlanacak.
… çabalarız. Bazen öylesine çabalarız ki nefes almak için durduğumuzda anca fark ederiz, hayat etrafımızdan akıp geçmiştir. Olsun, başarmışızdır, sistemin bir çarkı olmamışızdır. “Onlar” ın istedikleri
şeye dönüşmemişizdir.
Onlar, bizi makineleştirirler. Onlar, bizi yönetirler. Onlar, aklımızla oynarlar. Onlar, hayat enerjimizi emerler. Onlar, bizi yerler. Onlar, uşakları, köleleri, kulları olmamızı isterler.
2.
Kimdir bu “Onlar” ? Kimdir ya da nedir sistem? Ne zaman yetişkin oluruz? Nasıl yetişkin olmadan ya da sistemin çarklarına sıkışmadan yaşayabiliriz? Peki, gerçekten bir
onlar, gerçekten bir
sistem var mı? Gerçekten bizi avuçlarına düşürmeye mi çalışıyorlar?
Bu sorulara verebileceğim bir tane yanıt var: ben nereden bileyim! Bunları bilmek için zilyon tane hayat yaşamam, zilyon tane tecrübe biriktirmem gerekirdi.
Elbette buraya kadar
ben bilmem, sistem bilir demek için getirmedim sizi. Sonuçta ben de bir tane hayat yaşadım/ yaşıyorum. Kısıtlı da olsa bazı tahminlerde bulunabilirim –ki yazının başından beri bu tahminleri sıralamak için yanıp tutuşuyorum-.
3.
Bence ilk sormamız gereken soru: ne zaman yetişkin olmaktan korkmaya başladım? Olmalıdır. 13-14 yaşlarımda kızların eteklerinin altına bakabilmek için okul merdivenlerinin altında arkadaşlarımla dikilip kıkırdarken ( ne, sanki sizler yapmamışsınız gibi ) bundan korkuyor muydum? Ya da 16-17 yaşlarımda okul tuvaletinde sigara içerken, 18-19larımda Beyazıt Meydanı’nda polis dayağı yerken aklımdan
yetişkin olmamalıyım diye geçiyor muydu?
Aslında yanıtlar belli. Peki, buradan o eski
sahip olduklarımızın değerini ancak kaybettiğimiz zaman anlarız önermesine bir gönderme çıkarılabilir mi? Yetişkin olmamalıyım düşüncesi, aslında yetişkinliğe geçerken ya da geçtiğimiz zaman bize musallat oluyor olabilir mi?
4.
İkinci soru sanırım sistem nedir, kimdir, kim bizi sisteme sokmaya çalışır, kimlerden oluşur, nerededir sorularının bütünü olmalı. Açık söylemem gerekirse ben bu anlayışın kurgu olduğunu düşünüyorum.
Hayyam;
"ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok." Derken ne de doğru söylemiş değil mi?
Nereye bağlarız buradan peki soruyu ya da daha doğrusu cevabı? Sakın ola birileri korkularımızı manipüle etmeye çalışıyor olmasın? Kim yapar bunu? Yine “onlar” mı yoksa ortada başka bir şeyler mi var?
5.
Daha fazla soru sormadan önce bir anımı biraz süsleyerek anlatayım. Bu, fark edişimin öyküsüdür:
Soruların, haykırışların, zamana yakarışların kafamın içinde çınlaması yetmiyormuş, sistemle savaşan bir kahraman olmam yetmiyormuş gibi okul, askerlik vesaire bitmiş bir de iş bulup çalışmam gerekiyordu. Yeminler ediyor, beni kukla yapamayacaklarını haykırıyordum; kravatımı asla tam sıkmayacaktım, daima lastik tabanlı ayakkabı giyecektim hatta siyah spor ayakkabı, her gün en az iki saat oyun oynayacak, iki saat kitap okuyacaktım, yazları ceket giymeyecektim vesaire vesaire. Peki, yapabildim mi? Elbette ki yapabildim. Bunları yapamamam için tek bir geçerli bahane bulabilir misiniz? Tatmin olmuş muydum, arayışım, yakarışım, isyanım bitmiş miydi? Hayır!
Yıllar geçti böyle, bir gün (şimdi zamanını sorsanız,
kaç yıl sonra? Deseniz
bilmiyorum, hatırlamıyorum diyebilirim ancak) korkumun kırsalında, altımda atım, elimde mızrağım yel değirmenleriyle, gölgelerle savaşırken yakaladım kendimi. Anlamıştım…
6.
Epey karışık gittiğim bu yazıyı artık sizlere daha fazla eziyet vermeden bitireyim (tabii buraya kadar dayanıp da hala okuyanlar varsa).
George Basalla “Teknolojinin Evrimi” (Doğubatı yay. 2013) kitabında iki farklı evrim görüşünü (süreklilik ve süreksizlik) kafa kafaya vurup, sonunda birazcık sürekliliğe meylederek diyor ki: “… Usher, “anlayış geliştirme edimini” icat etme süreciyle birleştirerek bireysel yaratıcılığın önemine dikkat çekmişti; ama büyük icatların, bir dizi küçük icadın birikimsel sentezinden ortaya çıktığına emindi...” çok da fazla çalmadan özetleyelim: hiçbir şey zırt diye ortaya çıkmadı, küçük birikimler birleşti ve büyük değişimler yarattı.
Kurguyla gerçeği ayıramayan zavallı zihnim, yıllardır biriktirmiş olduğu sistem korkusuna öylesine kapılmıştı ki önünde duranı fark edemiyordu bile. Hayvani içgüdülerimizden gelenler hariç tüm korkular insan yapımıydı; insan yapımı korkulara kapılmıştım, üstelik en sevdiğim yazarlar, şairler bile bu korkuyu yaratanlardandı.
Bence, sistem ya da onlar diye bir şey yok, yetişkinlik dediğimiz ise sadece daha fazla sorumluluk sahibi olma durumu. İhtiyaçla isteği karıştırmadığımız, hırslarımıza yenik düşmediğimiz müddetçe kimsenin kuklası da olmayız. Tabii ki tam bu noktada birileri çıkıp da
süper güçler, egemen devletler falan diye konuşacaktır; baştan söyleyeyim kastettiğim bu veya herhangi siyasi bir durum değil (onun tartışması,
koyunlaşma ve koyunlaştırılma başlığı altında ayrıca tartışılmalı).
Son söz:
Özgür aklımızın, özgür vicdanımızın, özgür ruhumuzun önündeki tek engel yine bizleriz. Sistem biziz…