Şehrin ortasında görkemli bir görüntüye sahip olmayan ama kadim zamanlardan beri ayakta kalmayı başarmış Deugan sarayı yer alıyordu. Şaşaadan ve gösterişten uzak, uzun ve karanlık koridorları, sütunlu salonlarıyla Sampra halkının kutsal saydığı bir yapıydı. Sarayın en geniş salonunda sütunlarda yer alan tüm meşaleler söndürülmüş ve salonun sonunda yer alan kaidede sadece bir tane mum yanıyordu. Mumun aydınlattığı yerde diz çökmüş dua eden Bake, salonun kapısının açılmasıyla irkildi ve bir anlık duraklamadan sonra duasına kaldığı yerden devam etti.
Bakean arması işlenmiş büyük ahşap giriş kapısından içeriye Cala girdi. Cala konseyde Bake'den sonra söz sahibi olan en yaşlı üyeydi. Sakin ve kendinden emin adımlarla Bake'nin olduğu yere doğru yürüyen Cala biraz yürüdükten sonra durdu ve Bake'nin duasını bitirmesini beklemeye başladı.
Cala, karanlığa gözleri alışınca, sütunları süsleyen bayraklara göz gezdirmeye başladı. Daha öncesinde bu sarayda yaşayan kral ve kraliçelere ait bayraklar salonun on üç sütununu süslüyordu, yalnızca bir sütunda bayrak asılı değildi. Bunun nedeni bir kehanete dayanıyordu. Bu sarayda on dört kral hüküm sürecek ve son kralın soyundan gelen insanlar yeni bir krallık kurarak yeryüzüne barışı egemen kılacaklardı. Bake bu sarayda ki on üçüncü emanetçiydi; kehanete istinaden kendini böyle tanımlıyor ve böyle hitap edilmesini istiyordu.
Bake duası bitince hafifçe kafasını Cala'nın olduğu tarafa döndürerek yaklaşmasını işaret etti.
"Işığımızın kaynağı, bugün toplanacak konseyi yönetmeyi arzu ediyor musunuz?... Ukra Vara savaş stratejilerimiz hakkında bir gözden geçirme talebinde bulundu."
"Eskiden rüyalarımda Gra Ane dağlarının rüzgarını hissederdim... Küçük bir çocukken dolaştığım yamaçlarda görürdüm kendimi. Şimdi masum çocukların cesetlerinden ve çığlıklarından başka hiç bir şey yok rüyalarımda."
"Efendim bu savaş yüce ruhlu tanrımızın sizin aracılığınızla kullarına ilettiği bir istekti. Gra Ane'ye son ziyaretiniz de ki mucize hala tüm halkınız tarafından dilden dile dolaşıyor. Ve Tanrının bu isteğini yerine getirip inancımızı yaymak için canını feda etmeye hazır cesur askerlerden kurulu bir ordu hazırlamayı başardık. Şimdi çok daha büyük hedeflerimiz var."
"Surları bile olmayan şehirlere saldırmak gibi mi?..."
"Obeth'de bazı üzücü hadiseler olduğu doğrudur efendim ama o kasaba kuzeye giden yolda aşılması gereken bir engeldi. Obethi geçmeden Gonetha'yı ve onun gibi büyük kuzey şehirlerini işgal etmemiz mümkün değil. Kaldı ki tüm Obeth halkına ve lordlarına inancımız tebliğ edilmişti ama inanmak istemeyen kalplere bazı şeyleri anlatmak çok meşakkatli olabiliyor ve yöneticilerin aldığı hatalı kararlar masum insanların kaderlerini de tayin ediyor..."
"Yalnızca dua etmek istiyorum..." diyerek, tekrar dua etmeye başlayan Bake tüm düşüncelerini sorgulamaktan kendini alamıyordu. İnsanları aydınlığa çıkarmak için yürüdükleri bu yol artık daha dik ve keskin çakıl taşlarıyla bezeliydi. Cala geldiği gibi sessizce salondan ayrıldı.
Büyük toplantı masasının etrafında yer alan on sandalyeden ikisi boştu. Taş duvarlarda Bakean armalarıyla süslü kalkanlar ve masanın üzerinde tavana zincirlerle asılmış on dört mumlu bir avize vardı. Sütunlardaki bayraklar gibi bu avizedeki mumlardan da yalnızca on üçü yanıyordu. Masanın üzerinde gümüş tabaklarda meyveler ve yine gümüş kadehlerde şaraplar servis edilmişti. Cala tüm konsey üyelerini süzdükten sonra konuşmaya başladı;
"Vase Bake hazretleri üzülerek bugün ki konseyimize katılamayacağını iletti. Bildiğiniz üzere bugün Ukra Vara'nın isteği doğrultusunda toplanmış bulunmaktayız. Top imalatı sırasında yaşanılan bazı olumsuz gelişmeler kuşkusuz tüm stratejimizi değiştirecektir. Kuzeyde ki şehirlerin savunma gücü oldukça yüksek ve kalın surlarla çevrili kalelere sahipler. Konu hakkında neler söylemek istersin Ukra Vara..."
Ukra Vara konseyin ikmalden sorumlu üyesiydi. Aynı zamanda bir ilim adamı ve bilgindi. Yapılmakta olan top, onun kontrolünde imal ediliyordu. Konuşmasına başlamadan önce masanın ortasına elindeki metal küreyi yerleştirdi ve küreden etrafa şok dalgası şeklinde mavi bir ışık yayıldı. Bu bir ses separatörüydü ve konuşmaların dışarıdan dinlenmesini engellemekte kullanılıyordu. Ukra Vara tekrar yerine oturarak konuşmasına başladı.
"Letha'da ki madenden elde edilen Platron kristalleri şehrimize son gelen kafileyle ulaştı ve ambara depolandı. Ancak beklediğimizden daha yüksek saflık derecesindeki kristallerin plazma topunda kullanılması için regüle edilmesi gerekiyor. Şu an için elimizde bir Platron regülatörü maalesef mevcut değil. Bu bizim kullandığımız Pulsar teknolojisinden daha eski bir teknoloji. Bu teknolojiyi Birinci kuşak gözcülerin istasyonlarında enerji dönüşümünü sağlamak için kullandığını ve Gaea'da bu istasyonlardan iki adet bulunduğunu biliyoruz ama uzun zamandır keşif görevinde olan ve bu istasyonları arayan Naukra'dan aylardır haber alamıyoruz."
"Şu teknik saçmalıklarla laf kalabalığı yapmayı bırak Ukra, ne yapmamızı tavsiye ediyorsun!" diyerek lafa giren Kriyan önündeki şarap kadehini hızlı bir şekilde kafasına dikti ve hepsini içtikten sonra elinin tersiyle ağzını silerek konuşmasına devam etti.
"O topu yapamayacaksan bunu Obeth'i kana bulamadan önce söylemeliydin! Artık geri dönüşü olmayan bir yoldayız. Biz onlara savaş açmasak da onlar bize saldıracaktır."
Askeri kanatın ikinci konsey üyesi Mauna söz alarak konuşmaya başladı;
"General Kriyan haklı, öyle ya da böyle artık bu savaşın içindeyiz. Letha'da saldıran Knohalılar bunun en büyük örneği. Artık Gonethalılarda tetikte bizi bekleyecektir. Belki de Knohalılarla işbirliği yapıp direkt olarak saldırabilirler bile. Ordumuz şu an tam manasıyla bir savaş tecrübesine sahip değil. Ve Sampra şehrinin surları çok eski."
Konseyin kadın üyeleri Andhera, Phulia ve Kitia sessizce konuşmaları dinliyorlardı. Kitia elindeki akrep işlemeli bıçağı masaya sapladı ve;
"Oturup Naukra'nın gelmesini ya da onların bize saldırmasını mı bekleyeceğiz?"
Toplantı odasının kapısı bir anda açıldı ve Naukra içeriye girdi;
"Yerinizde olsam beklerdim..."
Tüm üyeler şaşkınlıkla Naukra'ya bakıyordu. Tek başına çölü aşarak şehire ulaşmayı başarmış ve günler sonra Sampra'ya gelebilmişti. Üzerinde hala çöl kumları vardı ve dudaklarındaki çatlaklar uzaktan bakınca bile fark ediliyordu. "Ben gelmeden kuzey şehirlerine saldırmayı düşünmüyordunuz değil mi? O övündükleri surları darma dağın edeceğimiz günü görmeden ölmek istemezdim doğrusu."
Cala ayağa kalktı ve Naukra'ya sarıldı: "Seni tilki, çölleri tek başına nasıl aştığını merak ettim doğrusu, anlatacak çok şeyin olmalı... Seni tekrar aramızda gördüğümüze gerçekten çok sevindim. Ama kötü haberlerimiz var sana... Bizde tam kuzey şehirleri hakkında konuşuyorduk... Maalesef topu henüz tamamlayamadık."
"Tamamlayamadık değil, sadece regülatöre ihtiyacımız var mühendislik kısmı tamamlanmış durumda. Yani teknik olarak artık bir topumuz var. Sadece regüle edilmeden kullanılırsa ilk atış sonrası ortadan ikiye bölünebilir." diyerek Cala'nın söylediklerine karşın kendini savundu Ukra Vara ve devam etti; "Bir regülatör yapmamız elimizdeki teknolojiyle imkansız ya daha basit ve güçsüz toplar yapacağız ya da gözcü istasyonlarına bir şekilde ulaşıp hala çalışan bir regülatör bulmaya çalışacağız."
Naukra gülümsedi ve sakin bir şekilde sandalyesine oturdu;
"O zaman size iyi haberlerim var... Ve bir tane de kötü haberim." dedi ve önündeki kadehe sürahiden biraz şarap doldurdu. Küçük bir yudum aldıktan sonra konuşmasına devam etti; "İyi haber gözcü istasyonlarından birinin nerede olduğunu artık biliyoruz..."
Ukra Vara ağzı kulaklarına varmış bir şekilde;
" Sen ciddi misin?... Evet... Ciddisin... Bu harika bir haber. Hemen bir kafile ayarlayıp yola çıkalım." ama Naukra'nın gülmediğini görünce; "Kötü haber nedir peki..."
Naukra daha da ciddileşerek;
"İstasyon Rardorwen topraklarında ki bir ormanda gizlenmiş durumda."
Kitia gülerek lafa girdi;
"Yani bir aslanı öldürmek istiyoruz ama tek silahımız yine o aslanın midesinde öylemi." diyerek şen bir kahkaha patlattı.
Kitia kızıl saçları ve deri kıyafetleriyle bir hanımefendiden çok savaşçı gibi görünüyordu. İki omzunda yer alan metal zırh parçaları ve akrep işlemeli metal tokaya sahip kemeri; karizmatik ve gizemli görünmesini sağlıyordu. Aslında güzel denilebilecek yüz hatlarına sahipti ama erkeksi duruşu ve konuşma şekli erkeklerin daima ona karşı mesafeli davranmasına neden oluyordu.
Diğer kadın üyelerden Phulia da Kitia'nın verdiği örneğe gayri ihtiyari gülerken Cala ile göz göze geldi ve bir anda ciddileşti. Phulia güzelliği ile büyüleyen bir kadındı ve Cala'nın metresiydi. Zaten Cala'nın metresi olmasa şu an muhtemelen konseyde de olamayacak kadar sadece güzelliği ve dişiliğiyle ön plana çıkan bir kadındı.
Cala döndü ve şu ana kadar tek konuşmayan üye olan Andhera'ya;
"Sen ne düşünüyorsun..."
Andhera olgun ve bilgili bir kadındı. Cala onun düşüncelerine önem verirdi.
"Rardorwen'e bir kaç asker sokmak sorun olmazdı ama regülatörün bir şekilde en azından Letha'ya taşınması gerekiyor. Böyle bir şey için özel yapılmış bir araba ve bir düzine katır lazım. Ve bir o kadar da adam. Bence diğer istasyonu bulmaya çalışalım, belki de bizim hakim olduğumuz topraklardadır. Biri kuzeydeyse diğerinin güneyde olma ihtimali çok yüksek." diyerek cevap verdi.
Naukra tekrar söz alarak;
"Aslında çok daha mantıklı bir fikir var aklımda ama gerçekliğinden emin değilim. Karşılaştığım çok güvenilmeyecek bir adam bana hala hayatta olan bir gözcüden bahsetti. Gonetha'ya yakın bir çiftlikte yaşıyormuş... Eğer onu bulabilirsek muhtemelen tüm istasyonların yerini öğrenebiliriz."
"İlk gözcülerden yaşayan biri öylemi, yaşayanların hepsini öldürdüğümüzü sanıyordum. Neden bu adama inanalım?" diyerek bu düşünceye şüpheli bir şekilde yaklaştı Kitia.
"Bunları bana anlatan adam kendi elleriyle başka bir gözcüyü öldürdüğü için gözcüleri tanıdığını ve bu kadının kesinlikle bir gözcü olduğunu iddia ediyordu. Bizim hakkımızda çok şey biliyordu, başka bir gezegenden geldiğimizi bile biliyordu. Öldürdüğü gözcü her şeyi anlatmış... Tabii bende onu öldürdüm, bildiği şeyleri başkalarına da anlatabilirdi."
Cala; "O halde hemen bu gözcüyü bulmalıyız. Bunun için bir kafile hazırlayın ve yanınıza sadece güvendiğiniz adamları alın."
"Peki şu casus konusunda ne yapacağız Cala?" diye sordu Mauna.
"Komutanlardan Mitar adamı şahsen tanıdığını söyledi. Letha'da ki savaşta Knohalılara karşı savaşmış bir gezginmiş adam, dağ tepe dolanıp kartalıyla avlanan sıradan zararsız bir gezgin, fazlası değil." diye cevapladı onu Cala.
Naukra bir anda "Kartalıyla avlanan bir gezgin mi? Bu adam nerede şu an..."
"Tabii ki Kumtepe'de zindan da. Yargılanmayı bekliyor."
* * * * *
Şehrin batısında yer alan ve yüksek surları, kasvetli görüntüsüyle her yerden görünebilen Kumtepe. Tüm şehire hakim kulelerinden ziyade karanlık ve izbe zindanları ile biliniyordu. Kumtepe'nin diğer adı Günahkar Mezarıydı; mezardan farksız ve sadece duvarlarındaki küçük parmaklıklı boşluklardan giren gün ışığının aydınlattığı hücrelerden dolayı bu isim takılmıştı .
Giriş kapısından sızan ışık hücrelerin bulunduğu uzun koridoru hafifte olsa aydınlatıyordu. Kapının açılmasıyla bir kaç küçük fare etrafa dağıldı ve hızla gözden kayboldular. Gardiyan tek tek hücrelere günlük istihkakları olan buğday lapası ve ekmeği bıraktıktan sonra, sert bir şekilde kapıyı kapatıp gözden kayboldu. Küçük siyah fare bunu fırsat bilerek yine ortaya çıktı ve etrafı koklamaya başladı. Arkadaşları onun kadar cesur değildi ve saklandıkları yerlerden onu izliyorlardı.
"Pisst... Pissst, küçük dostum gelip yemeğime eşlik eder misin?"
Fare sesin geldiği yöne bakınca, ekmek ve buğday lapasını gördü. Ürkek bir şekilde ve temkinle hücreye yaklaşıp parmaklıklardan içeriye girdi. Küçük diliyle lapanın tadına baktıktan sonra içerideki adamdan korkup kaçan fare, adamın hareketsiz durmasından cesaret alarak tekrar gelip bu kez ekmekten yemeye başladı. Ekmekten küçük parçalar kopardıktan sonra biraz etrafına bakıp sıkıca tuttuğu ekmek parçasını hızlıca yutu veriyordu. O ana kadar hareketsiz duran adam bir anda atıldı ve fareyi yakaladı.
Parmaklıklı havalandırmaya yaklaşan adamın yüzü artık net bir şekilde görünüyordu bu Ghia'ydı. Ayak parmaklarının üzerinde kendini yükselterek fareyi dışarıya sarkıttı ve meşhur ıslığını çaldı. Şehrin üzerinde uçan Akina ıslığı duyar duymaz hemen karşılık vererek, Kumtepe'ye doğru kanat çırpmaya başladı. Kumtepe'nin olduğu yere varınca bir süre Ghia'yı arayan gözleri kulenin ortasındaki küçük boşluktan sarkan fareyi gördü ve hızla dalışa geçip fareyi kaptı. Tam bu sırada Ghia ile göz göze gelen Akina meşhur çığlığını atarak Ghia'yı selamladı ve tekrar yükseldi.
Koridorun kapısı açıldı ve ayak sesleri duyuldu. Gardiyan ve Naukra, Ghia'nın hücresinin önünde durdu. Gardiyan kilidi açtıktan sonra, Naukra; "Sen çekilebilirsin." dedi ve adama bir gümüş para fırlattı.
Hücreden içeriye giren Naukra, yerde oturan Ghia'nın yanına geldi ve eğildi, sert bir şekilde gözlerinin içine bakarak;
"Beni hatırlayamadın mı? Ben seni oldukça iyi hatırlıyorum. Obeth'te izini kaybettirmeyi başarmıştın ama görüyorsun ya dünya çok küçük.”