Kayıt Ol

Cadı

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Cadı
« : 17 Mayıs 2016, 14:11:51 »
CADI
Savaş Çığırtkanı


Önü keskin bir uçurum, arkası köknar ağaçlarının iç içe geçtiği küflü bir ormandı. Kışın ilk karı doğunun alçak tepelerine düşerken dizlerinin dibine yaktığı küçük ateş, döne döne düşen kar tanelerini iştahla yalayıp yutuyordu. Kalın elbisesi ve hayattayken bir kurdu zemheride bile sıcak tutan gri kürkü sırtında olsa da üşüyor, katlayıp üzerine oturduğu pelerinin yokluğunu şiddetle hissediyordu. Ellerini ateşe doğru uzatarak beyhude yere ovuşturdu. Birazdan diye düşündü, ne soğuk ne de iliklerime işleyen bu rüzgâr bana ilişemeyecek.

Yanındaki çantadan çıkardığı küçük bezden keseyi kucağına aldı. Ardından her biri bir ceviz büyüklüğündeki gece kadar siyah üç taşı avuçladı.  Bulunduğu yer yüksek olmasına rağmen uçurumun ardında neler olup bittiğini göremese de az sonra beklediği işaret gri gökyüzünde havalandı ve kırmızı tüylü bir ok başının üzerinden geçerek arkasındaki ağaca saplandı.

İşareti alır almaz başını eğdi, çenesine zar zor ulaşan siyah dalgalı saçları solgun yüzünü örtüyordu. İnce uzun bedeni ile bir ateşin önünde bağdaş kurmuş olan kadını izleyen birisi olsaydı, bu havada o tepede ne yaptığını anlayamayarak onun bir deli olduğuna hükmederdi. Neyse ki o, gözlerden uzak ama yapacaklarını da tüm vadiye ulaştıracak bir yer seçmişti kendisine.

Sağ avucunun içinde döndürdüğü taşların üzerine eğdiği başı bir iki saniye kıpırtısız kaldı. İnce dudakları sessiz sözlerle aralandı ve keskin bir nefes üflediği taşları huşuyla ateşe attı. Alevden dillerin kar tanelerini yararak havalanmalarını sessizce izledi. Ardından kıpırdadıkça dudaklarının arasından kaçan dumanla birlikte sözleri havaya karıştı. Keseden aldığı siyah bir saç tomarını alevlere atarken sesi ateşle birlikte hararetlendi. O anda rüzgar sanki birinden emir almışçasına şiddetlendi, kadının çevresinde bir tur attıktan sonra kar tanelerini de yanına katarak bir kuşun çevikliğiyle göğe fırladı. Kadın başını ve ellerini yukarı kaldırırken sesini daha da yükseltti. Artık haykırıyordu. Arzuladığı ne ise gelmesi için yalvarmıyor adeta onları tutkuyla emrine çağırıyordu.
Her sabah olduğu gibi güneş bu sabah da doğudan doğmuştu ama bulutların ötesine geçemeyerek dünyayı sıcaklığından ve aydınlığından mahrum bırakmıştı. Hava soğuk ve insanı yorganın altında kalmaya sevk eden bir kasvetle yüklüydü. Bunlar yetmezmiş gibi o anda kadının üstünde toplanan kara tekinsiz bulutlarla tepe ve önündeki vadi iyice karardı.

Bulutları ortadan yarıp ürpertici bir uğultu ile aşağıya inen rüzgar kadının önündeki ateşin üzerine kapandı ve sönmesi gereken alevler aynı anda daha da harlanarak yükseldi. Kadının emriyle siyah taşlar ileriye fırladı. “Gidin, geçtiğiniz yerlerde düşmanın yüreğine korku salın. Gidin ve dostlarımı şahlandırın, atlarını hızla, kollarını kuvvetle, yüreklerini ise çıktığınız ateşle canlandırın.”

Görünmez ama bir gece esintisi gibi hissedilen etkisi de taşları takip ediyordu. Kadın yerinde sessizce oturmaya devam ederken kırmızı ışıkların parladığı gözlerini tatminle ateşe dikti.

Beklediği etki kısa sürede kabarık saçlarının arasına gizlenen kulaklarına ulaştı. Sevgili taşları geçtiği yerlerdeki sesleri, acı dolu çığlıklara karışan zafer naralarını ona taşıyordu. Birbirleri ile çarpışan çelikler, kemikleri kılan baltalar, rüzgârları yaran mızraklar. Biliyordu ki vadide çarpışan iki koca ordu iç içe geçecek ama o ve büyüsü arkalarında olduğu sürece kazananlar her zaman olduğu gibi Sedarlılar olacaktı.  İzlemesine gerek yoktu: yine o kazanmıştı.

Ateş eski boyutuna dönse de artık üşümüyor, damarlarında dolaşan büyünün yakıcılığını hala hissedebiliyordu. Taşları savaş alanın üstünde dolandıkça ölümle yüz yüze gelen insanların korkularını yakalayacak ve içindeki ateş bir süre daha yanacaktı. 



Aghon, cüssesinden beklenmeyecek hafiflikte adımlarla sık ağaçların arasından tepeye tırmandığında kadını sönmeye yüz tutmuş ateşin önünde otururken buldu. Saatlerdir milim kımıldamamış gibi, kadının siyah saçları, kürklü sırtı ve dizlerinin üzerindeki elleri ince bir kar tabakası ile beyazlamıştı. Sanki çok uzun süre önce ölmüş de, bulunamayan bedeni burada kuruyup kalmış,  taştan bir heykeli akla getiriyordu.
Emirler basitti: Cadı’yı koru, ama dikkatini dağıtacak kadar yaklaşma, başkalarının yaklaşmasına da izin verme. Birçok kereler şahit olduğu bu sahnede her hangi bir terslik bulamayan Aghon geldiği gibi sessizce uzaklaştı.



Kiana, derin bir nefesle silkindi. Ellerindeki yumruları açtı, taşları her zamanki gibi geri dönmüşlerdi. Ne şekilleri ne de boyutları değişmemiş olsa da bir damar gibi içlerinde atan enerjiyi hissedebiliyordu. Öne eğildi ve güçlü bir şekilde üfledi; “Sön!” diye emretti. Kaybolan ateşten geriye kalan külleri birkaç dakika sonra kar örtecekti. Ancak kendisi gibi bir cadı burayı bulursa yaptıklarının izlerini takip edebilirdi, ölümlü zavallılar için basit bir kamp yerinden öteye geçemeyecekti.

Taşlarını ve bez kesesini çantasına yerleştirdi. Kenarları kalın kürklü peleriniyle başını ve tüm bedenini sardı. Ormanın içinde yürürken, sadece tepeleri beyazlayan ağaçların arasından, kadını ayırmak çok zordu. Koyu yeşil elbisesi ve pelerini ile yürüyen bir köknardan farkı yoktu. Uzun boyu hızını arttırıyor, sağlam bastığı ayakları kuru iğne yapraklarla kaplı eğimli zeminde adeta yürümüyor da kayarcasına ilerliyor izlenimi bırakıyordu. Sessiz adımları bir avcının zarafetine sahipti.

Çok değil birkaç dakika sonra keskin duyuları, uzaklardan kılıcın ve kalkanın birbirlerini döven seslerini yakaladı. Onu, Mickal’ın Cadısı’nı korumakla yükümlü olan ufak birlik, bitmiş bir muharebeden kaçan ya da umutsuzlukla son güçleri ile önlerine gelene saldıran artçılarla karşılaşmış olmalıydılar. Yoksa Zadenalıların muharebe bittikten sonra bile kendisini arayacak kadar aptal olduklarını sanmıyordu.

Aceleye gerek yoktu. Mickal, korumalarının her birini başlarının çaresine bakabilecek maharette savaşçılardan seçmişti. Hele ki liderleri Aghon’un onu küçümseyen bakışlarını hatırlayınca ağırdan almakta hiçbir sakınca görmedi. Adam hiçbir zaman açıkça isteklerine karşı gelmemiş olsa da bir savaş meydanında düşmanıyla dövüşmenin zevkinden, Kiana’nın, bir cadının korumalığını yapmak için mahrum kaldığı için duyduğu hoşnutsuzluğu her fırsatta hissettiriyordu.

Sık dallardan yol bulup etrafına düşen kar tanelerini izlerken önünden aniden kaybolan ağaçlardan geniş bir çayıra adım attı. Tahmin ettiği gibi kısa bir süre önce geniş düzlükte küçük bir arbede yaşanmıştı. Korumaların, cansız bedenlerin arasında dolanmalarını kendini belli etmeden, sessizce kenardan izledi. Aghon yağmalama işini umursamaksızın düz bir kayaya oturmuş iri kılıcını kan lekelerinden temizliyordu. Dağılmış uzun sarı saçlarından adamın yüzünü göremese de her zamanki kibirli ifadesiyle kaşlarının çatılı olduğundan emindi.

Normal bir insanın duyma mesafesinden çok ötedeydiler. Fakat Kiana bir cadıydı ve korumaların sabırsızlıkla ‘lanet cadının’ neden hala gelmediğini birbirlerine sorduklarını duyabiliyordu. Aghon’un seslerini kesmeleri için cadının onları tepeden bile duyabileceğini hatırlatmasını işittiğinde keyifle gülümsedi. “Beni hafife almamakla akıllık ediyorsun Aghon.” dedi fısıltıyla.

Tüm korumaları gibi Aghon da giydiği siyah deri zırhının arasına serpiştirdiği çelikten parçaları, omuzluk ve kollukları bulutların arasından çıkmaya çalışan birkaç parça ışık huzmesi üzerlerine düştükçe puslu çayırlıkta bir işaret feneri gibi parlıyordu.

O esna da Aghon, kılıcını kaldırıp sağa sola doğru çevirerek temizlendiğinden emin olmak için kontrol ederken çelikten akseden ışık bir an Kiana’nın gözünü aldı ve keskin bir acı başına saplandı. Kaçınmak için bir adım geriye çekildiğinde varlığı Aghon tarafından fark edilmişti. “Tuhaf.” diye mırıldanan Kiana’nın arzusundan önce fark edilmesi ile açıklığa doğru ilerlemekten başka seçeneği kalmamıştı. Kendisini karşılayan Aghon’un başıyla verdiği selama karşılık verme zahmetine girmeden yanından geçti.

“Toplanın!” Aghon’un boğuk ve kalın sesi çayırda yankılandı. Adamları liderlerinin komutları ile hızlıca toparlanmaya başladılar.

Kiana etrafından dolanmak yerine cesetleri inceleyerek aralarından yürümeyi tercih etmişti.  Çayırda yatan on beş Zedanalı artık evlerine, kadınlarına ya da çocuklarına dönemeyecekti. Birinin önünde durdu; adamın kara saçlı kara bıyıklı yüzünün yarısı kendi kanıyla kızıla boyanmıştı. Solgun eli adamın alnına düşmüş saçları geriye taramak için uzandığı an Cadı ayak bileğine yapışan bir el hissetti. Ölü olması gereken adamın gözleri dehşetle açılmıştı. Aghon’un yanında hareketlendiğini fark eden Kiana elinin bir hareketi ile adamı durdurdu ve yaralının kulağına eğildi. “Şişşş!” diye fısıldadı. “Korkma!” sakince söylenmiş sözler adamı yatıştırırken kadın elbisesinin kolundan eline kayan küçük bir bıçağı Zadenalının boynuna yavaşça sapladı. Bileğindeki el gevşedi, ışığı sönen siyah gözler kapanamadan kadının başının üzerindeki bir noktaya sabitlendi. Kiana, Aghon’u şaşırtan bir şefkatle gözlerini kapattı. Ayağa kalkıp bileğini kurtardığında bıçak ortaya çıktığı hızla gözden kaybolmuştu.
 
Atların arasındaki siyah beygiri sabırsızca toprağı toynakları ile dövüyordu. Onların yanına yürürken hayvanların burunlarından havaya karışan nefesleri ve vücutlarından buharlarla çıktıkça Kiana’nın gözünde hava daha da soğuyordu.

Orist, oldukça iri yarı bir savaşçı, Aghon’un işareti ile kadının atına binmesine yardımcı olmak için eğildi. Eyerine yerleşen Kiana diğerlerinin atlarına binmesini beklemeden yola koyuldu. Savaş alanının gerisine kurulan kampa gidip ısınmak için sabırsızlanıyordu.

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #1 : 19 Mayıs 2016, 21:10:21 »
Forumdaki ilk konunuzun bir hikaye olması buraların daha da dolacağını gösteriyor gibi, şimdiden ellerinize sağlık.

Yakalayabildiğim büyük bir imla ve yazım hatası yok, belli ki üzerinden bir iki defa geçilmiş ve ben genelde yeni üyelerin hikayelerini okumaya başladığımda çok sık özensizlikle karşılaşıyorum. Umarım devamı gelir bu itinanın.

İsimlerden hikayenin kurgu bir dünyada geçtiği belli. Neyse ki yarattığınız evren ve düzeni anlatmak için uğraşmadan direk olarak olayların içine sürüklemişsiniz okuyucuyu. Savaş ve büyü sahnesiyle başlamak ve bunu oldukça akıcı şekilde yazmanız hikayeyi hızlı bir şekilde okumamı sağladı. Bir giriş olduğu için isimler kafamı biraz karıştırdı, sonunda sadece iki isim aklımda kaldı: Aghon ve Kiana. Diğerlerini de hatırlamak için hikayenin devamı gerekir, umarım bu sıralar pek okuyamadığım halde zaman bulurum.  
Spoiler: Göster

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Cadı
« Yanıtla #2 : 20 Mayıs 2016, 10:02:14 »
Oldukça enteresan bir hikayeye benziyor. Devamını bekliyorum, yorum yapmak için henüz erken.

Bu arada hikayeye birkaç şamanik göndermeler yapacak mısınız bilmiyorum ama çok güzel oturur gibi geldi bana. İyi çalışmalar.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #3 : 20 Mayıs 2016, 12:34:26 »
Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim milenya ve grikunduz. :) imla hatası olmaması için yazdıktan sonra bir kaç kere kontrol ediyorum, sonra yaparım diye bırakmamaya çalışıyorum ama elbette gözümden kaçanlar da çok değil. Evet, Şamanik unsurlar ileri ki kısımlarda olacak. Salt batı tarzı bir cadı kavramı olmamasına çalıştım, doğudan da bir şeyler katmaya çalıştım, umarım başarabilirim. Bir bölüm daha gönderiyorum umarım beğenirsiniz :)

***

Tepelerin ardındaki geniş vadiye kurulan çadırların aralarına yakılan ateşler akşamın alacakaranlığında Sedar ordusunun büyüklüğünü gözler önüne seriyordu. Kiana, atını doludizgin sürerken etrafında dolanan hırçın rüzgârlar, giysilerini üzerinden çıkarmak için sabırsızlanan bir sevgili gibi buzdan parmaklarıyla pelerininden içeri sızıyorlardı. Çadırının sıcaklığına kavuşabilmesi için biraz daha sabretmesi gerektiğini biliyordu. Sabır övündüğü özelliklerinden biri olmamasına rağmen son zamanlarda katlanması gerekenleri düşündükçe biraz sonra yüzleşeceği General Beldon bunların arasında eğlenceli bile sayılabilirdi.

Yılın ilk karı bu seneden daha nazlı çıkmış ve güneş batmadan çok önce yağmayı bırakmıştı. Sanki insanların doyumsuzca akıttıkları kanla sulanan toprağı ve o toprağın üzerinde yatan cansız bedenleri örtmeyi utançla reddetmişti. Atları, eriyen karın geride bıraktığı çamuru hunharca döverken Cadı ve korumaları Sedarlıların kampına neşesizce girdiler. Yollarının üzerinden telaşla çekilen askerler, Zedanalılara karşı kazandıkları zaferlerini onlara gümüş bir tepside sunan Cadı’nın önünde ne bir tezahürat gösterebildiler ne de sevinçlerini açık edebildiler.

Kamptaki en büyük çadırın önünde atlarından indiklerinde Kiana, kulağına ulaşan cılız sızlanmaları arkasında bırakıp atının yularını seyislerden birisine fırlattı. 'Aciz korkaklar!' Zihninde yankılanan kelimelerin seyrinin yüzüne ulaşmasına izin vermeden, zorunluluklarından bir an önce kurtulup yalnız kalmak için generalin çadırına girdi. Onu takip eden Aghon’un varlığına ise gölgesi kadar ehemmiyet vermiyordu.

“Gördüğüm kadarıyla sağ salim dönmüşsünüz.” dedi General Bendol. Çadırının tek kapısı olan desenli kalın kumaşın aralanması ile başını parşömenlerin arasından kaldırmıştı. Savaş zırhını çıkarmaya vakit bulamayan adamın gelişi güzel sildiği belli olan yüzünde, ellerinde ve giysilerinde savaşın kirli izleri seçiliyordu. Otuzlarında olmasına rağmen tepesi seyrelmiş saçları ve zayıf yüzü ile olduğundan daha yaşlı ve mülayim görünüyordu fakat Kiana, generalin yumuşak görüntüsünün aldatıcı olduğunu çoktan öğrenmişti.

“Şüpheniz mi vardı, General?” dedi Kiana. Herhangi bir davet beklemeden çadırın ortasındaki masanın yanından dolandı ve yanan odunların kızarttığı metalin ayrı bir ışık kaynağı gibi durduğu sobanın yakınlarındaki bir sandalyeye kendisini bıraktı.

General Beldon, Aghon’un selamını başıyla kabul ederken Kiana ile konuşmasına rağmen askerine bakarak cevap verdi. “Elbette yoktu, Kral Mickal sizi en iyi askerlerine emanet etti.”

“Gereksiz bir işgüzarlık.” dedi Kiana sesindeki küçümseyici tonu saklamaya gerek görmeyerek. Islak pelerinini omuzlarından düşürüp sandalyenin arkasına atan kadın Aghon’u meydan okuyarak süzdü.
“Üzerine titrendiği için mutlu olmayan bir kadın, aklın alıyor mu Aghon?” dedi Bendol ilgisini tekrar önündeki kağıda bir şeyler yazmaya verirken.

Aghon girişin yakınında, General'e saygısından hazır olda beklerken bir eli kılıcının kabzasını sıkıca kavramıştı. Adamın yüzündeki sakin ifade, kadının bakışları ile kesiştiğinde “Söz konusu kadınlar olduğunda, karşımdaki çok güçlü bir cadı olmasa dahi, kesin konuşamıyorum, Efendim.” dedi o kalın sesi ile.

Kiana, adamın kahverengi gözlerindeki nefretle birlikte yanan gizli ışığı yakalarken "Anlamadığınız şeylere o kalın kafanızı yormayın derim." dedi alayla. Eldivenlerinden kurtardığı ellerini sobaya doğru uzatırken bakışlarını uzun parmaklarına dikti. Ne adamın cevabı ile ilgileniyordu ne de General'in huzurunda bir askerini aşağılamaktan çekiniyordu.

General Bendol'dan gelen belli belirsiz öksürük sesi ile Aghon, kılıcının kabzasını sıkan parmaklarını gevşetti.

"Kral Mickal'a iletmemi istediğiniz bir şey var mı?" dedi Beldon başını yana eğerken bakışlarını kadına yöneltti. Gümüş hokkanın başında bekleyen diviti Kiana’nın cevabı için sabırsızlanıyordu.

"En derin sevgilerimi iletin." dedi Kiana, kendisini izleyen Generale.

"Elbette." diyen General ince dudaklarında belirsiz bir gülümseme ile önüne döndü. "Kralımızın da aynı muhabbet ile size karşılık vereceğinden eminim."

Çok kısa bir an kâğıdın üzerinde gezinen divitin sesinden başka bir şey duyulmadı. Kiana rahatsızca kıpırdanırken generalin arkasındaki mumun titrek ışığına dikti karanlık bakışlarını. Alevler çok kısa bir an parlayıp yükselirken sessizce içini çekti. Ne yaptığını fark ettiğinde General'i hızla kontrol etti, adam hala sevgili Kral'ına kazandığı savaşın detaylarını yazmakla meşguldü. Bakışları az yukarıya kaydığında Aghon'un çatılmış kaşlarının altında merakla parlayan gözleri ile karşılaştı.

O esnada katladığı kağıdın üzerine döktüğü erimiş mum damlalarını izleyen General "Bir kaç gün içinde ordu Uyvar Kalesine ilerleyecek. Çok fazla bir direnişle karşılaşacağımızı sanmıyorum ama yine de bize eşlik etmenizi umuyorum." dedi.

General'in sözlerinin bir rica olmadığının farkında olan Kiana, "Uyvar'da çok kalmaya niyetim yok General. En kısa sürede Laracal'e dönmeyi planlıyorum." dedi.

"Uyvar Kalesi'nde daha rahat edersiniz." diye ısrar eden General, mühürlediği parşömeni Aghon'a uzatırken "Moreno'yla gönder." diye emretti ve rahatça sandalyesine yaslandı.

Aghon başıyla selamlayarak çadırdan çıktığında General ile başbaşa kalan Kiana öfkeyle dudaklarını sıkıyordu. İşini bitirmiş olan General nihayet ilgisini kadına çevirmişti fakat şimdi de Kiana'nın adamla çene çalmaya gönlü yoktu.

"Kralına söyle bütün kışı bu rezil topraklarda at sırtında geçirmeyeceğim. Siz güneyde ne halt ederseniz edin fakat peşinizde bir çoban köpeği gibi dolanmaya hiç niyetim yok General." dedi Kiana dişlerinin arasından.

"İstesem de Kralıma söylediklerinizi iletemem, gördünüz ulağı az önce gönderdim." dedi General Cadı'nın çıkışından etkilenmeyerek.

"Tekrar gönderin." Sözlerine ayağa kalkarak nokta koyan Kiana, sobanın ısısı ile nerdeyse kuruyan pelerinini omuzlarına gelişigüzel attı ve çadırdan ayrılırken ardında General'i kıpkırmızı bir yüzle bıraktı.

***

Önüne konumlanmış iki muhafızın arasından çadırına hışımla girdiğinde dilinin ucuna kadar gelen fakat yutmak zorunda kaldığı sözler midesinden boğazına doğru acı bir tat bırakıyordu. Eldiven ve pelerinini, üst üste atılmış kürkler ve yastıklardan yapılma alçak bir sedire fırlatırken kendisine hizmet eden kızın yokluğunu fark etti. Köşedeki yanmayan sobanın görüntüsü odayı olduğundan daha soğuk hissettiriyordu. "Yan!" diye soludu cansız metalin yanından geçerken.

Parça parça kürklerle kalınlaştırılmış çadırın bezden duvarları arasındaki geniş alanı ikiye ayıran perdeyi aralayıp arka bölüme geçti fakat orada da yer yatağından ve giysi sandığından başka bir şey bulamadı.  "Daria!" diye öfkeyle seslendiğinde sözleri bezden duvarların ötesine geçmeyecek kadar alçaktı. Bir kaç dakika sonra ön bölümden gelen gürültü ile Kiana hışımla döndü.

Daria, Cadı gelmeden önce yakması gereken sobanın gürül gürül yandığını görünce kucakladığı odunları korkuyla düşürmüştü. Uzun boylu kadının perdenin ardından çıkması ile ağzında bir şeyler gevelemeye başladı. "Özür dilerim. Özür dilerim,  döndüğünüzü fark edemedim."  

Kiana bir şey söylemeden önce kızın dağılmış saçlarını ve gelişigüzel iliklenmiş elbisesinin düğmelerini süzdü. Yere diktiği bakışlarının altında kirpiklerinin gölgelediği yanağının bir bölümü berelenmişti. "Bendol'ün sefil askerlerinin fahişeliğini yapmak için burada değilsin, Daria. Onun için başka bir çadır var zaten." dedi sesini yükseltmeye gerek duymadan.

İması bile kızı titretmeye yetmiş, kıpkırmızı kesilen Daira'nın dudakları itiraz etmek için aralanmıştı. Elinin bir hareketiyle kızı susturan Kiana "Laracal'e döndüğümüzde kendine yeni bir yer bul, yoksa ben senin için bulurum." dedi.


Ölülerini gömen, esirlerini ise tepelerindeki bezden başka bir şeye sahip olmayan çadırdan bozma alanlara mahkûm eden Sedarlılar, tekrar yağmaya başlayan kara aldırmadan ateşlerin etrafına toplanarak zaferlerini kutluyorlardı. Çalgıcıların savaş ezgilerine karışan vatan özlemi yüklü türküleri eşliğinde çok içmişler, çok gülmüşler az da olsa dövüşmüşlerdi.

Ağlamaktan başka bir iş tutamayan kızı gözünün önünden gönderdiğinden beri geçen iki saati çadırının yalnızlığında geçiren Kiana’nın sarhoş nidalarını işitmek için keskin duyularına ihtiyacı yoktu. Yarı uzandığı sedirden doğrulduğunda uykunun bu gece için gözlerinden çok uzaklarda konakladığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Gece kadar kara kalın elbisesini, kara ormanın kara kurtlarının kürkünden dikilmiş kara pelerini ile örttü. Kumaştan kapının önünde dikilerek dışarıyı dinledi.
 
Aghon’un tüm itirazlarına rağmen çadırının önünde tuttuğu iki muhafızın nefes alış verişleri soğuk havada kesik kesikti. “Cadı uyudu galiba. Yarım saattir içeriden hiç bir ses gelmiyor.“ diye fısıldadı biri. Çadır bezinin ardında, Cadı’nın ince dudaklarından gözlerine ulaşmayan bir gülümseme ile onları dinlediğinin farkında değildi.

“Cadı’nın uyuyup uyumaması ne değiştirir? Nasıl olsa şafağa kadar buradan ayrılamayız.”dedi diğeri. Bu nöbetten herhangi bir kaçışın olmadığını kabullenmenin rahatlığı sesine sinmişti.

“Bu gece buradan ayrılsak bile bizi kimse fark etmez.” dedi ilk konuşan muhafız.

“Aghon’u o kadar hafife alma derim.” diye uyardı ikincisi.

Kiana bezin içinden, ilk konuşan muhafızın kulağına doğru fısıldadı. “Aghon görmez bile.” Muhafız, Cadı’nın sözlerini monoton bir sesle arkadaşına tekrarladı.

Kaşları çatılan diğeri tam ağzını açıp azarlayacakken dudaklarından “Haklısın, o da çoktan bir yerlerde sızmıştır.” diye arkadaşını destekleyen sözler döküldü.

Kapısından uzaklaşan çamurlu adımların seslerini dinleyen Kiana, başlığını örttü ve kara pelerinine “Gizle beni.” diye buyurdu. Şenliğin arasından bir gölge gibi geçerken atını almaya gerek duymamıştı zira kamptan çok uzaklaşmaya niyeti yoktu. İnsanlardan uzaklaşıp ağaçların arasında yavaşça yürümeye başladığında görünmezliğini üzerinden sıyırdı. Ufak bir açıklığa geldiğinde ağaçlardan fırsat bulamayan kar taneleri, burada ay ışığından daha fazla aydınlık bırakarak yere düşüyordu.

Dalların çatısı altından birkaç adımla ileri çıkan Kiana eldivenli elini gökyüzüne açarak avucuna konan kar tanelerini incelerken “Yine ne var Ingrum?” dedi sanki görünmeyen biri ile konuşur gibi. Ardından bakışlarını kaldırarak “Beni neden çağırdın?” diye sordu bıkkınlıkla.

Ağaçların arasından açığa çıkan bir karaltı buğulu sesiyle “Seni de görmek güzel, Kiana.” dedi. Kat kat kumaşlara sarınmış Cadı’nın aksine ince giyinmiş olan kadının koyu renk tuniği, erkek gibi giydiği siyah pantolonun üzerinden dizlerine ulaşan çizmeleri ile buluşuyordu. Başının üstünde dağınık bir şekilde topladığı simsiyah saçları açıktaydı, ne bir pelerine ne de eldivene ihtiyaç duymuştu. Abanoz teninde bir çift fener gibi parlayan ela gözleri ise sahip olduğu tek açık renkti. “Görüşmeyeli uzun zaman oldu.” dedi yabancı sitemkâr bir şekilde.

Ellerini iki yanına birleştiren Kiana, kendisine yaklaşan Ingrum’un her hareketini dikkatle izliyordu. “Altı ay benim için yeterince uzun değildi.” dedi memnuniyetsizlikle. Uzun boyuyla Kiana artık bir adım ötesinde duran siyahî kadına yukarıdan bakıyordu.

“Hala Mickal’ın yanındasın.” diyen Ingrum, Kiana’yı yargılayan bir tavır içerisindeydi. “Eskiden tanıdığım kadın, o sefil mahlûka bu kadar uzun bir süre katlanamazdı.”

“Her şeyin bir zamanı var Ingrum.” dedi Kiana umursamayarak. “Çıkarlarımla örtüştüğü sürece onun beni kullanmasına izin veriyorum sadece.”

“Senin çıkarların mı yoksa Britriel’in doyumsuz arzuları mı?” diye sordu siyahî kadın.
 
“Ecemin arzuları benim de arzumdur Ingrum, senin de inkâr etmek yerine boyun eğmen gerektiği gibi.” Kiana sesini yükselmeden kadının yüzüne doğru fısıldadı.

Kendisine sunulan öneriyi dudaklarını alayla büzerek karşılayan Ingrum “Kieran nerede, yanında mı?” diye sordu. Aniden konuyu değiştirirken iri ela gözlerini genişçe açmış ve sözlerini hazin bir hale sokmuştu.

Kiana bir an konuşmak yerine karanlıkta siyahî kadının yüzünün gölgelerinde gizlenen duyguları yakalamaya çalıştı. “Kieran’ı neden merak ediyorsun?” diye sorarken kaşlarını çatmıştı.
“Kardeşinin uzun zamandır Meridan’da olmadığını duydum. Belki seninle birliktedir diye düşünmüştüm.”

“Benimle değil ve nerede olduğu da seni ilgilendirmez. Sakın ona bulaşayım deme Ingrum. O senin işine yaramaz.” diye tehdit etti Kiana, önündeki kısa boylu kadına yukarıdan bakmaya devam ederek.

“Benim istediğim sensin Kiana, Kieran değil. Eğer sen yanımda olursan daha güçlü olurum ve istersen kardeşini de yanında getirebilirsin elbette.” diye dürüstçe Ingrum düşüncelerini açık etti.
“İstediğini alamayacaksın.”

“Britriel’in hırslarının peşinde koşmaya devam mı edecek? Sırf o istedi diye şu sefil insanların arasında yaşayıp onların tüm pis işlerini mi yapacaksın?” dedi Ingrum dişlerini sıkarak. Öfkesi ilk defa yüzüne yansıyor, adeta kar taneleri siyahi kadının tenine değmeden havada eriyordu.

“Onların değil Ecemin emirlerini yerine getiriyorum.” diyen Kiana daha fazla konuşmak istemediğini göstererek arkasını döndü. “Seni tekrar görmemek dileği ile Ingrum.”

“Kieran’ın yerini söylersen belki o beni dinlemek ister. Senin kadar güçlü olmasa da daima senden daha ılımlı bir cadı olmuştu.” diye seslenen Ingrum, beklenti ile gülümsedi.

Fırtına gibi, siyahî kadına dönen Kiana, hızla eldivenlerini çıkardı ve yumruk haline getirdiği elini açtığında avucunda beliren üç siyah taş alevler içinde kaldı. “Sana… Kieran’ı bu işe karıştırmamanı söylemiştim!” diye ormanı çınlatarak haykırdı. Ingrum’a doğru savurduğu taşlar kadının aynı hızla önünde beliren ateşten kalkanın önünde yön değiştirerek rüzgârda savrulan yapraklar gibi ağaçların arasına dağıldığında karanlığın içinden çığlıklar yükseldi.

Yanan taşlar, etrafında dolandığı ince bir bedeni kementle çekilir gibi ağaçların arasından açıklığa sürüklediklerinde Kiana, bu süre içinde kılını bile kıpırdatmayan Ingrum’a öfkeyle süzüyordu. Sıktığı yumruğu ile hala çığlıklar atan kızın etrafındaki görünmez ipler daralırken Kiana, Ingrum’un sol yanındaki harekete başını çevirdi.

Siyahî kadın bakışlarını Kiana’dan ayırmadan arkasına doğru seslendi. “Yerinde kal Derik.” dedi telaşsız bir sesle. Uzun boylu adam yarım kalan adımını geri çekerken elinin etrafını saran elektrik kıvılcımlarını temkinli bir şekilde taze tutuyordu.

Kiana, eziyet ettiği kızın acısına parmaklarını gevşeterek son verdi ve yeniden elinde beliren taşlarını kavradı. “Seni bir daha uyarmayacağım.” dedi Ingrum’a. Çığlıkları inlemelere dönüşen ve şimdi yerde iki büklüm kıvranan kızı süzdü, ardından kendisine nefretle bakan Derik’in üzerinde küçümseyen bakışlarını gezdirdi. Hiçbir şey söylemeden geldiği yoldan ağaçların arasında kayboldu.

“İyi misin Rina?” Ingrum ağaçların arasındaki boşluktan bakışlarını yerdeki kıza çevirirken dudaklarında keyifli bir gülümseme peyda oldu.

“Britriel’in kaltağı!” diye mırıldanan kız çözülüp yerde sırt üstü uzandı ve inleyerek gözlerini kapadı. Bakır rengi saçları otların arasına karışırken üzerine düşen kar taneleri ile soğuduğunu hissetti.
Yanına gelen Derik’e ve Severina’ya başıyla işaret eden Ingrum, “Ben alacağımı aldım.” diyerek Kiana’nın ters yönünde ağaçlara daldı.

Hızla ayaklanan Severina, kendisini toparlayıp Derik’in ardından koştururken “Ne oldu ben ne kaçırdım?” diyerek sızlandı.

“Kieran’ın taşları.” dedi Ingrum soruyu soran kız yerine Derik’e dönerek. “Kiana'da, ablasında.”

“Kieran’ı öldürdü mü dersin?” Derik, artık yanında yürüyen Severina’nın omuzlarına kollarını dolayarak kızı kendisine doğru çekti.

“Kimin umurunda?” diyen Ingrum, diğer yandan bakır saçlı kızın saçlarını karıştırarak keyifle güldü.




Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #4 : 25 Mayıs 2016, 10:09:02 »
Kiana, kampa döndüğünde kora dönmüş ateşlerin etrafında kalan birkaç Sedarlı askerin arasında, kendisini gizlemeye gerek duymadan, yürürken tüm gece boyunca içmiş adamların ondan çekinir hallerinden artık tiksindiğini hissediyordu. Birkaç saat sonra güneş bu ayyaş ordunun üzerine doğacak ve zaferlerini birkaç mil daha güneye taşıyarak kendilerine altın tepsi ile sunulan Uyvar kalesine varmak için yola çıkacaklardı.

Çadırına birkaç adım kala durdu ve dinledi. Aghon’un muhafızları yerlerine dönmemişti fakat içeride birisi vardı, bunu hissedebiliyordu.  Daria’nın bu saate kadar ayakta kalacağını zannetmiyordu, kim bilir hangi sefil askerin koynundaydı. Sarhoşluğun verdiği delilikle onu da Daria gibi zanneden bir ahmakla karşılaşmak umuduyla hışımla içeri girdi. Böylelikle Ingrum’ın ayaklandırdığı öfkesini bu zavallı üzerine salıp rahatlayabilirdi fakat masanın yanındaki sandalyeye kurulmuş, uzun çizmelerini yanmaya devam eden sobaya doğru uzatmış Aghon’ı görünce bir an olduğu yerde dikildi. Adam sarı saçlarını küçük bir topuz halinde ensesine yakın toplamış ve kıyafetlerini değiştirerek kendisine çeki düzen vermişti. İri kılıcı her zamanki gibi yanındaydı, kemerinden sarkarak oturur vaziyette olduğu için yere değiyordu.

Kiana’nın gülümsemesi yanağının bir tarafına kayarken eldivenlerini tek tek parmaklarından uzaklaştırdı. “Yanlış çadırdasın sanırım.” dedi adama bakmadan pelerininden kurtulmak için uğraşırken. “Daira başka çadırda kalıyor.”

“Kendine haksızlık etmiyor musun?” diye sordu Aghon, kadının imasını anlayarak.

Adamın kalın sesinin kıvrımlarında gizlenen alayı yakalamak maharet işiydi fakat Kiana hızla bakışlarını kıyafetlerinden Aghon’a kaldırdı. Sobadan taşan ateşin ışığıyla gölgeler oynaşan adamın yüzünde çapkın bir gülümseme ile karşılaşmaya hazırlıklı değildi. Aylardır birlikte seyahat edip savaş meydanlarında zoraki bir ilişki içerisinde sıkışırken bile memnuniyetsiz bir ilgisizlikle birbirlerine tahammül etmişken bu da neyin nesiydi şimdi. Az önce sımsıkı kapalı olan aralarındaki a umursamazlık kapısını aralayan kendisiydi, bunun bilinciyle küfürlerin en alasını kendisine sıralarken geri kalanı sessizce adama gönderdi.

“Bilakis sana pek şans vermiyorum.” dedi Kiana, hislerini saklamanın en iyi yolu olarak açtığı kapıyı kapatmak yerine aralıktan sızıp geçmeyi seçerek. Pelerininden ve eldiveninden kurtulan kadın giysilerini sedire doğru fırlatırken büyük bir talihsizlikle Aghon’un yüzünden gelip geçen meydan okumayı kaçırmıştı.

Adam uzun bacaklarını kısa bir an esneterek uzatabildiği kadar gerindi ve sandalyeden kalkarak sessizce kadına yaklaştı. Kiana başını kaldırdığında kendi uzun boyuna rağmen önünde bir dağ gibi yükselen adamın yüzüne şaşkınla bakakaldı. Ateşin ışığı ile alev gibi yanan saçları Aghon’un yüzünü çevrelerken gözlerindeki karanlığı aydınlatamıyordu.

Beline dolanan nasırlı ellerin sertliği ile biraz sonra başına gelecekleri geç fark eden Kiana “Sen ne halt…” derken kelimeleri dudaklarını örten sıcak dudakların arasında boğuldu. Başını geriye çekmeye çalıştı ama o anda ensesini tüm hâkimiyeti ile kavrayan iri elin baskısı buna engel oldu. Herhangi bir istilayı önlemek için Kiana dudaklarını sımsıkı kaparken bir büyü sözcüğünü fısıldaması ve adamı kendinden uzaklaştırması imkânsız hale geliyordu. Çaresizce kurtulmak için elleriyle adamın göğsünü itmeye çalıştı ama bu aralarındaki mesafenin daha da kapanmasına sebep oldu.

Aghon’un Cadı’ya bu ziyareti planlarken ki amacı kesinlikle bu değildi. Çadırının önüne diktiği iki adamına saatlerce önce sızmış halde rastladıktan sonra kampın hiçbir yerinde kadını bulamayınca hissettiği öfke ile buraya gelmiş ve sabırla dönüşünü beklemişti. Adamları kadını ormanda ararken bir tilki misali Kiana’nın çadırına döneceğinin bilincinde onu beklemişti.

Fakat şimdi kollarındaki ince bedene sarılırken hissettiklerine de hazırlıklı değildi. Tüm orduyu korku ile titreten kadının kendi kollarından kurtulmak için çırpınışları ile eğlenen Aghon’un kısa bir an ayırdığı dudaklarından boğuk bir kahkaha döküldü. Amacından bu kadar fazla saparken Cadı’yı daha da fazla kızdırmayı göze alarak “Haklıymışım kendine haksızlık ediyorsun.” diye mırıldandı. Kadının siyah gözlerinde yanıp sönen ateşi gördüğünde sözlerinin yarattığı hiddeti gördü.

İnce kollar geniş göğsünden itip adamı kendinden uzaklaştırırken birbirine kilitlenmiş dudaklar nihayet serbest kalmanın rahatlığı ile öfkeyle büküldü. “Lanet olası, yan!” diye buyuran Kiana, ellerinde beliren alevleri az önce sıcaklığı ile ısındığı bedene gönderdi. 

Alevden dalgalar etrafında turlayıp yok olurken Aghon’un kılı bile kıpırdamamıştı. Kiana gördüklerine inanamayarak tekrar gürledi. “Ateşin efendisi!” bu kez öncekinin iki katı bir alev adamın etrafını sardı fakat aynı şekilde denize düşen bir meşale gibi kısa bir sürede yok oldu.

Aghon, “Genelde…” dedi ve bir an durarak öfkeyle soluyan kadını süzdü. “Kadınlar beni yakmaya çalışmazlar, kendileri yanarlar.”

Kiana, orduları bile dize getiren büyüsü yerine yüzyıllar boyunca kadınların başvurduğu klasik yöntemi kullandı ve üç adımda aşıp önüne geldiği adamın yüzüne okkalı bir tokadı yerleşti.

Aghon’un tokat karşısında milim oynamayan yüzünde alaycı bir gülümseme ortaya çıkarken “İşte şimdi bir kadın gibi davranmaya başladın.” diye mırıldandı.

“Nesin ya da ne değilsin bilmiyorum ama ne yaktığın kadınlar umurumda ne de sen.” derken Kiana’ın içindeki soluğu öfkeyle dışarı bıraktı. “Defol git çadırımdan.”

Aghon, kadını birkaç saniye süzdükten sonra tek kelime etmeden çıkışa doğru ilerlerdi. Çıkmadan önce geri dönerek, “Bir daha adamlarımı atlatıp da ortalardan kaybolma. Ölmüşsün kalmışsın umurumda değil ama senin yüzünden o muhafızların başına geleceklerden ben sorumluyum.” dedi.

Çevrimdışı BlackOut

  • **
  • 71
  • Rom: 1
  • Mantık kontrolü eline aldığında insanlık ölür.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #5 : 25 Mayıs 2016, 12:37:06 »
Öncelikle merhaba,
Yorum yapmayı pek becerebilen biri olmadığımı düşündüğümden genelde çenemi kapalı tutuyorum ama yazılarını beğendiğim insanlar da bir geri dönüş almalı dedim. Kurgunuz ve diliniz güzel ilerliyor. İlk bölüm olayın rengini pek açık etmese de ikinci bölümde işler biraz daha netleşti. Bir de yine ikinci bölüm hitap ettiğiniz okur kitlesini az da olsa belli ediyor sanırım. Anlatış tarzınız beni sürüklemeyi başardı. Dili kullanışınız da bunu destekliyor tabii. Ne zamandır yazdığınızı merak ettim doğrusu, eğer ki yeniyseniz yolunuz açık diye düşünüyorum. Değilseniz de zaten yeterince güzel ve daha iyi olması dileğiyle.

Aklıma gelen bir iki şeyi de söyleyeyim, öpüşme sahnesindeki istila detayıyla güldürdünüz. Belki gülünmeyecek bir şey ama yine de... Öpücüğün karşılık bulmadığını tam manasıyla anladık :D. Bir ara ardı ardına uzun cümleleri okurken hem yoruldum hem de kurgudan koptum. İkinci bölümün sonlarına yaklaşırken oldu sanırım bu. Son olarak işinize karışmak haddim değil ama eğer kurgunuz hala yapım aşamasında ise bir şey söylemek istiyorum. Karakterlerinizin çoğu -belki hepsi- her işe muktedir gibi görünüyor. (Bu cadılık anlamında güç sıralaması gibi anlaşılmasın.). Daha normal, insani karakterlerin eksikliğinden bahsediyorum. Yazdığınız karakterlerin bu insani yönlerini ya da daha gerçek (sıradan) insanları yazmanızı da öneririm.

İkinci paragrafta yazdıklarım tamamen kişisel görüşlerim. Eksik, hatalı ve baştan aşağı yanlış olabileceğini bilerek değerlendirin lütfen. Yorum hikayenizi bölmek gibi olmasın buyrun paylaşmaya devam edin okuyalım :).
“What is history but a fable agreed upon?”
-Napoléon Bonaparte


"He saw it in her eyes. The anguish, the frustration. The terrible nothing that clawed inside and sought to smother her. She knew. It was there, inside. She had been broken.

Then she smiled. Oh, storms. She smiled anyway.

It was the single most beautiful thing he’d seen in his entire life."

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #6 : 25 Mayıs 2016, 12:56:46 »
Ben de merhaba diyorum ve bu güzel yorumunuz için öncelikle teşekkür ediyorum :). Her ne kadar bu hikayenin birkaç aylık ömrü olsa da uzun bir süredir yazıyorum ama daha kat etmem gereken bir hayli yolum var. Kayıp Rıhtım’ı yıllardır takip ederim ama bir öyküm dışında katılmaya ne fırsatım oldu ne de böyle uzun soluklu bir hikaye için cesaretim.

İyi olması temenniniz için de ayrıca teşekkür ederim :D ve görüşleriniz elbette ki önemli o yüzden değindiğiniz noktalara açıklık getirmeye çalışayım:

Önceden daha uzun cümleler kurardım, sanırım tasvir okumayı sevmenin getirdiği bir alışkanlık bu. Son zamanlarda sadeleştirmeye çalışsam da sonuç ortada :D Hikayem aslında her ne kadar bu güç sahibi insanlar arasındaki çatışmalarla geçecek olsa da arada ve yakında insanların da gidişata katıldığı ve onu etkilediği bölümler olacak. :) umarım o kısımları da beğenirsiniz ve emin olun Cadı’nın da bir sürü insani kusurları var.
 
Estağfurullah diyorum eksik gedik bulmadım yorumunuzda, umarım ben aklınızdaki sorulara cevap verebilmişimdir. Keyifli okumalar  :xD

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #7 : 27 Mayıs 2016, 10:02:16 »
Uyvar Kalesi

Atını yavaşça durdurduktan sonra hayvanın boynuna eğilip siyah yelelerini kendinden beklenmeyecek bir şefkatle okşarken önündeki vadiye giren Sedar ordusunun piyade ve atlılarının düzenli ilerleyişini sessizce izlemeye başladı. Vadinin batısındaki Uyvar Kalesinin önünden doğal bir hendek oluşturarak güneye doğru akan nehrin bir kısmı alçalan ikindi güneşi ile bir meşale gibi yanıyordu. Kiana dalgın bakışlarla, daha da güneyde ağaçlar arasında kayboluşuna kadar nehri takip etti.

Altı gündür ordu ile birlikte bir kağnı temposu ile yollardaydılar. Bu sürede kendilerinden önce bu topraklara ulaşan korkulu haberleri ile birçok terk edilmiş köyden geçmişler, artık ıssız kalan birçok yerleşim yerini talan etmişlerdi. Can korkusu ile taşıyamadıklarını geride bırakan Zedarlıların ambarlarını yağmalamışlar, olur da unutulmuşsa diye en gizli köşelerdeki sandıkları karıştırmışlar gözlerine kestirdikleri sahipsiz eşyaları yanlarına almışlar, taşıyamadıklarını; ev, ambar, bağ bostan demeden yakmışlardı. Arkalarında, dumanları fersahlarca öteden görülebilen yıkıntılar bırakarak, geçtikleri yerleri yiyip bitiren çekirge sürüleri gibi ilerlemişlerdi.

Güneye indikçe hava bir nebzede olsa ısınmaya başlamıştı ama bu Kiana’nın neşesini yerine getirmekten uzaktı. Yanında atını durduran General Bendol’ün “Manzara muhteşem, değil mi?” sorusu ile adama döndü.

“Siz öyle diyorsanız.” Neşesiz bir sesle cevap veren Kiana, General’i beğendiği manzarası ile baş başa bırakarak ilerledi.

“Cadımız bu günlerde pek keyifsiz.” General Bendol’ün yapay bir şaşkınlık gizli sözleri kulağına iliştiğinde omzunun üzerinden geriye bakan Kiana, adamın Aghon ile konuştuğunu anladı.
Aghon’un koyu renk gözlerinde bir an yanıp sönen ima dolu ışığın ardından  “Eminim sıcak bir oda ve rahat bir yatak keyfini yerine getirecektir, efendim. Uzun zamandır yollardayız, konforlu birkaç hafta ile yüzüne renk geleceğinden eminim.” dediğini işitti.

Kiana, cevap vermeye tenezzül etmeden atını hızlandırdı. Aghon’u o geceden beri çok az görmüştü, gördüğünde ise adamın öpücüğünü hatırlatan bakışları, kısa süreler için uğrak yeri olmuştu.

Uyvar Kalesinin önündeki kalın köprü indirilmiş ve yeni ev sahiplerini karşılamak için taş kulelere ve surların çeşitli noktalarına sarı ve siyah renklerin hâkim olduğu Sedar bayrakları asılmıştı. General Bendol, bir yanına aldığı Mickal’in Cadısı diğer yanındaki iki komutanı ve Aghon ile kanatları onları kucaklar gibi açılmış büyük kapılara doğru atlarını sürerken onları takip eden uzun dar bayraklar taşıyan birkaç düzine şövalye ve Aghon’un adamlarının bulunduğu birlik ile kalede ikamet edecekti. Ordunun geri kalanı, nehrin kaleden ayırdığı geniş vadide konaklayacaktı. En azından yeni bir emre kadar birkaç ay dinlenmek ve beklemekten başka yapılacak herhangi bir şey kalmamıştı.

Daha önceden gelip, genel işleri yapacak ya da yeni efendilerinin özel ihtiyaçlarını karşılayacak hizmetlileri ayarlayan ve kaleyi General için hazırlayan Tolsar, ana kapıdan giren seçkin kafilenin atlarının alınması için seyis olarak ayarladığı fakir köylülere başıyla acele etmelerini emretti. Önüne gelerek nerdeyse dizlerine kadar eğilen Tolsar "Hoş geldiniz efendim." diyerek General Bendol'ü selamladı.

General hala eğilmeye devam eden adamın yanından geçerken önünde yükselen uzun kuleyi ve onun arkasındaki daha alçak ama kuleden daha geniş yapıyı inceledi. İri gri taş bloklarının yan yana ve üst üste dizilmesinden meydana gelen kale daha küçük diğer kuleye üst katlardan bir köprü ile bağlanmıştı. İkinci kulenin etrafını çevreleyen iç kale ve arkasındaki geniş düzlükteki ahırlar, asker ve hizmetlilerin kulübe ve barınakları sur içi bir köy izlenimi veriyordu.

İncelemesini bitiren General Bendol, pelerinini savurarak kaleye girdiğinde yanında ellerini birleştirerek yürüyen, bir nevi uşaklığını yapan adama döndü. "Umarım yemek hazırdır Tolsar."
"Yemek de odalarınız da hazır efendim." dedi Tolsar olabildiğince yaltaklanarak.

Kiana, kendisine yol veren Aghon’a başını çevirmeden gözlerinin ucuyla baktı. Sanki onun bilmesi gerekip de bilmediği bir şeyi keşfetmiş gibi gülümseyen sarışın adamın önüne geçerken çenesini hafifçe kaldırdı. Bu adamın sırrı ne ise onu öğrenmeliydi aksi takdirde şu an hala yüzünde olduğuna yemin edebileceği sinir bozucu ifadeye uzun süre katlanmak zorunda kalacaktı.

Her iki yanında yanan iki şömineye ilaveten geniş salonun ortasında kurulu etrafı ızgaralarla çevrili koca ateş içerisini olduğundan daha sıcak gösteriyordu. Salonun bir köşesine üzeri çeşit çeşit yiyecekle kalabalıklaştırılmış dikdörtgen uzun bir masa hazırlanmıştı.

General, komutanları ve onlarında bir kaç şövalyesi; üzerlerinden büyük bir yük kalkmış gibi, yanan odunların çıtırtılarına uyarak açılmışlardı. Adamlar keyifli bir gürültü ile masaya oturmaya başladıklarında Kiana ortadaki ateşin yanında durdu.

"Beyler!" Mickal’in cadısının renksiz sesi geniş salonda yankılandığında henüz başlayan neşeli konuşmalar anında kesildi. "General Bendol." Adamın kendisine baktığından emin olduktan sonra " İzninizle, yemekten önce yolun kirinden arınıp bahsedilen şu rahat yatağımı görmek istiyorum." dedi Aghon’un sözlerine gönderme yaparak.

General Bendol, Kiana'nın arkasında dikilen Aghon'a bakarak "Siz bizimle bir şeyler içip soluklanırken Aghon da odanızı kontrol etsin."  dedi. Kadının kaşlarının çatıldığını görünce komutanının eline tutuşturduğu metal kadehi uzatarak ekledi. "Güvenliğiniz bizim için önemli Kiana. İşimi şansa bırakamam."

Aghon hızlıca başını eğerek salonun her iki yanından yukarıya doğru uzanarak kaybolan taş merdivenlerden birisine doğru yönelen Tolsar'ın ardından kayboldu.

Sunulan kadehi almaktan başka alternatifi olmayan Kiana inatçılık etmek yerine içkisini yudum yudum tüketti. Oturmadan uzun masa boyunca yürürken çeşitli meze ve yemişlerin tadına bakıyordu. General'in ve komutanların kadının bu saygısızca tavrı karşısında düşündükleri gözlerinden yansırken Kiana, Tolsar'ın merdivenlerden indiğini gördü. Boş kadehi masaya bıraktı ve General'i başıyla selamladıktan sonra kendisini bekleyen uşağın ardından merdivenlere yöneldi.

"Odama yemekten önce sıcak su istiyorum ve Daria'yı bulup gönderin." diye emretti Kiana. Merdivenlerin sonuna geldiklerinde aralarına aldıkları Cadı'nın sandığı ile üst kattan inen iki oğlana geçmeleri için şaşkınlıkla yol verdi.

Kiana oğlanların koridorun ortasındaki bir odaya girerek gözden kaybolmalarını izlerken "O taşıdıkları benim sandığım değil miydi?" diye sordu.

"Evet hanımım, sizin sandığınız."

"Neden koridorlarda geziyor sorabilir miyim?" Sandığını takip eden Kiana, lafları ağzında gevelemeye niyetli uşaktan önce odaya girdi ve oğlanların çıkması için yana çekilirken duvarların gri yüzeyini yoklayan Aghon'u gördü.

Adam işine ara vermeden Kiana'nın sorusunu cevapladı. "Sandığının aşağıya indirilmesini ben söyledim. Yukarıdaki oda yerine, burası senin için daha uygun." Dönerek kadına gülümsedi. "Duvarlarından gizli geçitlere açılan bir kapıda olmadığına göre artık içimiz rahat uyuyabiliriz."
"Yukarıyı tercih ederim." dedi Kiana daha görmediği odayı el üstünde tutarak.

"Burası daha güvenli." dedi kısaca Aghon, Cadı'nın yanına yürürken. "Özel hizmetçin olarak Daria yerine daha güvenilir başka birisini seçebilirim." diye belirtti ciddiyetle.

"Daria'dan başkasını istemiyorum." dedi Kiana adamdan uzaklaşıp pencereye doğru yürüyerek.
“Aranızın iyi olmadığını düşünmüştüm.” dedi Aghon umursamayarak. Aralarındaki konuşmaları aç kulaklarla dinleyen Tolsar'a dönen adam, "Hanımefendiyi duydun." dedi artık gitmesi gerektiğini anlatan bir şekilde.

Tolsar bir cadıya bir adama baktı, hızlıca verdiği selamın ardından odadan sessizce çıktı. Uşağın ardından kapıyı kapatan Aghon sırtı kendisine dönük, altı parçalı, yer yer lekelerin olduğu camdan dışarıyı izleyen kadını süzdü. Sadece şömineye yakın bir noktada halısı olan iri kare taşlarla döşeli odayı boydan boya kat ederken ayak seslerine hiç renk vermeyen kadını takdir etti. Tam arkasında durdu ve kadının omzunun üzerinden uzanarak pencereden görünen manzarayı işaret etti.

"Meydana bakan surlara daha fazla nöbetçi yerleştirilir." dedi Aghon o kalın sesi ile. Kiana'nın irkildiğini fark etse de devam etti. "Bu taraf daha fazla göz önünde. Yukarıdaki odanın penceresi arkaya kulübelere bakıyor, bu yüzden kontrolü daha zor. Eğer biri odana bu taraftan girmeye kalkarsa yakalanma şansı daha fazla olacaktır." Dalgınlıkla kadının ancak kulaklarını geçen siyah dalgalı saçlarına elini uzatan Aghon, son anda çekerek kadının ince omzunu kavradı. "Çok gerginsin."

Kiana, sessizliğini daha fazla koruyamayacağını anlayarak adama dönerken elini de hızlıca omzundan uzaklaştırdı. "Güvenliğim için tüm tedbirler alındığına göre artık rahatlayabilirim." Cadı, bir el hareketi ile savrularak açılan kapıdan bakışlarını Aghon’a çevirdi. "Yalnız kalırsam elbette." dedi alayla.

Aghon manzaraya gülümseyerek son bir bakış attıktan sonra şöminenin karşısındaki tekli koltuğa gelişi güzel fırlattığı pelerinini aldı. Kendisini uğurlamak için bekleyen kadının karşısına gelince "Korkma, eğer bir şey olursa seslenmen yeterli." dedi sözlerinin iyice anlaşılmasını bekleyerek. "Ben hemen yan odadayım."

Kiana, odadan aheste bir yürüyüşle çıkan Aghon’un ardından kapıyı yine bir el hareketi ile kapatırken gürültü tüm kalede yankılandı.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #8 : 31 Mayıs 2016, 13:50:14 »
Cadı, şöminenin önüne çektiği yüksek arkalıklı koltukta otururken yanan ateşi dalgınlıkla izliyordu. Daria’nın içeri girip yemek tepsisini masaya bıraktığını fark etmesine rağmen düşüncelerinden sıyrılıp da kızın yakınında dikilmesine tepki vermedi.

“Yemek hazır, Hanımım.” dedi Daria çekingen bir sesle.

Kiana başını çevirdiğinde, kızı birkaç adım gerisinde ellerini önünde birleştirmiş ama bakışları halının desenlerinde kaybolmuş bir şekilde buldu. Uzun boyu ile karşısına geçip dikildiğinde Daria’nın dar omuzlarının kasıldığını fark etti. Çenesinin altına yerleştirdiği parmağı ile kızın bakışlarını kendisininkilere kilitlerken mırıldandı. “Fena değil.” Baş döndürücü bir güzellik yerine kızın iri masum gözleri, gençlik ile parlayan duru teni işine yarayabilirdi.

Kiana’nın sözlerini duyan Daria’nın yüzü daha da soldu. Sessizliğini korurken bire bin katılarak kulaktan kulağa yayılan söylentilerde; Kuzey’in cadılarının, kaçırdıkları kızların gençliğini çalmak için onları dolunay zamanında kazanlarda canlı canlı kaynatarak elde ettikleri kremler ile güzelleştiklerini duymuştu. İçinden dolunaya ne kadar kaldığını hesaplamaya çalışırken Cadı’nın söyledikleri ile dondu kaldı.

“Benim için bir şey yapacaksın.” Kana’nın kızın üzerinde dolaşan bakışları beğeniyle parladı. “Senin için çok zor olacağını sanmıyorum.” dedi takdir dolu bir edayla.

 Daria, kulağına kazan ve dolunay seremonisinden farklı gelse de birazdan öğreneceği Cadı’nın arzusunun hoşuna gitmeyeceğini hissediyordu ama sesini çıkarmadan Hanımının konuşmasını bekledi.

“Aghon hakkında bilgiye ihtiyacım var.” dedi Kiana. Kızın büyüyen gözlerine aldırmadan devam etti. “Ben geldiğimde Sedar ordusundaydı ama daha öncesini de öğrenmem lazım. Bendol’a soramam, kesin bir şeylerden şüphelenir. Sadece şüphelense iyi, olmayacak yerlere götürür işi.” Bendol’ün bir şeyler ima eden görüntüsünü düşüncelerinden uzaklaştırırken bakışları pencereye ardından korkusu her geçen dakika büyüyen Daira’ya kaydı. “Bir erkeğin dilini en iyi bir kadın çözer.” Son cümle kendi kendine konuşur gibi dudaklarından dökülmüştü. “Ve sen biraz işve biraz cilve ile çok rahatlıkla istediklerimi öğrenebilirsin.”

“ Ben…” diye kekeledi Daria “Yapamam.”

Sızlanan Daria’nın itirazına aldırmayan Kiana pencereye yönelerek kızın da onu takip etmesi için eli ile yanına çağırdı.

Birkaç zırhlı şövalyenin geçtiği alanın solunda el kol hareketlerine bakarak tartıştıklarına hükmettiği iki adamı parmağı ile gösterdi. Biri iri yarı, ablak yüzlüydü, diğeri ise daha kısa ve zayıf olsa da en azından yüzüne bakılacak bir tipi vardı. “Şu ikili, Aghon’un adamlarından…” İşaret ettiği adamları görüp görmediğini anlamak için Daria’ya döndü, daha ne kadar solabilir acaba diye düşündüğü kızın titreyen dudakları arasından hiçbir ses çıkmadı, sadece başıyla onayladı. “Şu yakışıklı olan değil de diğeri, iri yarı olan.”

Daria, buğulu camın ardından ikiliye dik dik bakarken mırıldandı “Orist.”

“Adı her neyse.” dedi Kiana eliyle sözleri geçiştirircesine. “Onu sürekli Aghon’un yanında görüyorum. Adamın her dediğini itiraz etmeden yapıyor belli ki birbirlerini iyi tanıyorlar. Onu konuşturman kolay olur.  Diğeri kurnaz bir tipe benziyor, onu boş ver.”

Daria artık adamlara bakmayı bırakmış dolmaya başlayan gözlerini Kiana’ya çevirmişti. “Lütfen Hanımım...” diye başladığı cümlesini Kiana’nın keskin bir bakışı ile yarım bıraktı. ‘yapamam.’ Kelimesi dudaklarının arkasında can çekişmişti.

“Sen akıllı bir kızsın Daria. Kendin için neyin iyi neyin bir felaket olacağını iyi bilirsin. Sadece dediğimi yap. İstediğim bilgileri getirirsen işin hakkında tekrar düşünebilirim.” diyen Kiana artık pencerenin önünde durmasının manasızlığı ile şöminenin yanındaki koltuğuna kuruldu. “İçeceği bırakıp tepsiyi geri götür.” dedi kızı daha fazla görmeye tahammül edemeyerek.


***
“İsterseniz Efendi Aghon’un söküklerini de dikebilirim.” dedi Daria kendi cüretine kendi de şaşırarak.

Orist’in etli yüzünde küçücük kalan siyah gözleri şaşkınlıkla büyüdü. “Yaveri hallediyordur.” diye mırıldanan adam daha önce hiç düşünmediği bir mevzunun sorulmasından dolayı birkaç saniye afallamıştı.

Daria, adamın dikmek için aldığı kıyafetlerine sıkıca sarılmış masum olmasına özen gösterdiği bir şaşkınlıkla bakıyordu. “Nasıl bilmezsin? Çok yakın değil misiniz?”

Orist, kalın ensesini kaşırken “O farklı, bu farklı.” diye geveledi doğru kelimeleri bulamayarak.

“Farkı anlamadım.” dedi Daria safça. O esnada cesaret isteyen bir hamle ile elini adamın çift el kılıcının kabzasını kavrayan koluna koymuştu. Adamın geniş yanaklarının az da olsa kızardığını görünce mutlulukla gülümsedi. Üç gündür Orist’e yanaşmaya çalışmış fakat her seferinde büyük bir talihsizlikle hep bir engelle karşılaşmıştı. Adamı ancak öğlen barakaların yakınlarında, bir gömleğin üzerine eğilmiş köfte parmaklarının beceriksizce kavradığı iğneyle bir söküğü dikmeye çalışırken, üstelik yalnız yakalamıştı.

“Sen arkadaşlarının, elbiselerini kimin diktiğini biliyor musun?” diye sordu Orist açıklayıcı olduğundan emin bir şekilde göğsünü şişirirken.

“Arkadaşlarımın hepsi dikiş yapabiliyorlar.” diyen Daria ardından kendini tutamamış ve kıkırdamaya başlamıştı. Cadı, Orist'e yanaşmasını söylediğinde kızın hissettiği korku uçup gitmişti. Bu koca adamla konuşmak çok kolaydı.

Orist, utangaçlıkla sadece “O da doğru.” diyebildi ve kıza katılarak gülmeye başladı gür sesi ile.

“Bakın hele, bizim koca adam kendine bir kız bulmuş.” Orist’in karşısından gelerek, ikiliye yanaşan adam, Cadı’nın pencereden Daria’ya gösterdiği diğer kişiydi. Daha görmeden sesini duyan kız adamın kimliğini anlamış ve istemsizce irkilmişti.

“Saçmalama Hasten.” diyen Orist, adamın Daria’ya ilgiyle bakışını yakalayarak kıza döndü. “Hadi sen de işinin başına dön. Cadı’dan benim yüzümden azar işitme.” dedi, iri adamın tüm keyfi kaçmıştı.

 Daria, bakışlarını kucağındaki gömlek yığınından kaldırmadan hafifçe dizini kırarak yanlarından uzaklaştı fakat Hasten’in sesi ve söyledikleri kulağına kadar ulaşmıştı. “Benim alanıma girmek istemezsin değil mi, Orist?”


Daria, bir an önce oradan uzaklaşabilmek için hızlıca yürümüş ve Orist’in Hasten’e ne cevap verdiğini duymamıştı. Adımlarına eşlik eden düşünceleriyle, arka kalenin mutfak kısmına geçerken kendisini beyhude yere teskin etmeye çalışmıştı. Hasten, Orist gibi değildi, kadınların ilgisini çeken yüzü adamla konuştuktan en fazla beş dakika sonra tüm çekiciliğini yitiriyor geride bir tiksinti bırakıyordu.

Mutfağa girdiğinde doğrudan büyük kaleye geçmek için merdivenlere yönelmiş ama aşçının onu görür görmez durdurması ile hazırlaması için kadına tarif ettiği yemekleri unuttuğunu fark etmişti. Cadı’nın iki haftadır kayıplarda olan iştahını harekete geçirebilmek niyetiyle aşçıdan, kadının sevdiğini düşündüğü birkaç yemeği yapmasını istemişti. Yarım saat sonra Cadı’nın sadece çatalıyla ezip karıştırdığı yemekle dolu tepsiyi gerisin geri mutfağa götürürken Aghon’un keskin bakışlarının altında kızarmıştı.

Öğleden sonra at gezintisine çıkan Kiana’nın yokluğunda Daria, tamir ettiği gömlekleri çamaşır odasında yıkayıp gürül gürül yanan sobalarda hızlıca kurutmuştu. Cadı dönmeden en azından gömleklerin bahanesiyle gidip Orist ile konuşabilir böylelikle, her akşam olduğu gibi bu akşam ne yaptığını sorduğunda Cadı’ya söyleyecek bir şeyleri olur, korkuyla ağzında lafları gevelemezdi. Mutfak tarafından çıkıp kalenin arkasındaki ahırlara yöneldi. Orist’i askerlerin kaldığı barınakların arkasındaki talim alanında bulmayı umuyordu. Ahırların içinden geçerken göz önünde olmayacağını varsaymıştı fakat kolunu mengene gibi kavrayan parmakların acısıyla boş bulunup haykırdı.

Boş olan bir bölmeye çekilirken ağzı hızla bir el tarafından kapatılmıştı. "Seke seke nereye gidiyorsun Daria? Orist'i görmeye mi?"

'Hasten!' Daria dehşetle solurken bir kalkan gibi kucakladığı gömlekler kollarından koparılıp yere samanların ve at pisliklerinin arasına fırlatıldı.

"Lütfen..." diye inleyen Daria yalvardı. "Sadece konuştuk, başka bir şey olmadı."

Hasten, gömleklerden birisini yerden alarak burnuna götürdü ve abartılı bir soluk aldı. "Koynunda mı kuruttun bunları sevgili Daria?" diye sordu kıza yaklaşırken.

"Hayır hayır! Hanımım istedi." diye açıklamaya çalışan Daria, başını iki yana sallarken kendisine yaklaşan adama dehşetle bakıyordu. Suratına fırlatılan gömleğin ardından gelen tokat ile yere savrulduğunda küçük bir çığlık ağzından koptu. Başını bölmenin kalın tahtasına çarpmış ardından samanların üzerine yığılmıştı. Hıçkırıklarını bastırmak için eliyle ağzını kapamaya çalışırken kolundan tutularak hoyratça kaldırıldığında bir koruyucu gibi Orist'in gömleğine sıkı sıkı sarıldı.

"Sen benim malımsın, neden anlamak istemiyorsun? Sana kaç kere söyledim ne yaparsam yapayım sesini çıkarmayacaksın diye." Hasten'in tıslayan sesi ensesinden kulaklarına ulaşırken yüz üstü tahtalara yapıştırıldığında ardından geleceklerin bilinciyle yüzünü ellerinin arasındaki gömleğe gömdü. Hasten'in sıklaşan nefeslerinin arasında hıçkırıklarını ellerini dişleyerek bastırmaya çalışıyordu ki bölmenin kapısı hızla savruldu.

Kiana, daha ahıra girmeden Daria'nın her bir hıçkırığını uzaktan duymuş,  yanındakilere aldırmadan iri kara aygırını gazapla bölmeye sürerek atın toynakları altında kapıyı parçalamıştı. Bir an gözü duvara yaslanarak yere yığılan kıza kaydığında gördükleri ile duyularına hücum eden tüm tiksintiyi, nefreti ve öfkeyi kendini toparlamaya çalışan Hasten'e yönlendirdi. "Sen ne cüretle benim olana elini sürersin!" diye kükredi Kiana, tüm ahırı sarsan bir rüzgârın eşliğinde. Kıza dokunmayan uğultulu yel, bölmedeki samanları etrafa saçarken hedefteki Hasten’i hızla karşıdaki duvara çaldı. Rüzgârın gücü hafiflemedi, adamın yüzü ve göğsü tahtalara sürterek tavana doğru yükselirken sadece ağzından birkaç acı haykırış duyuldu, artık ne bir pişmanlık ne de merhamet için yalvarmaya yer vardı.

Arkasından gelen korumalar ahırdan geldikleri gibi uzaklaşırken Cadı'nın sesi neredeyse kalenin önündeki tüm vadiye ulaşmıştı. "Seni burada öldürmek ziyandan öte bir şey değil." Atından inmeye gerek görmedi, eli sanki adamı havada tutan kendi bileğinin gücüymüşçesine gerilirken Kiana önce bölmeden sonra ahırdan çıktı, ardında Hasten'in haykıran sesi geliyordu.

Talim alanına ulaştığında çoktan kılıçlar susmuş mızraklar yere saplanmış ve tüm seçkinliklerine rağmen şövalyeler bile Cadı'nın gazabını izlemek için kenara çekilmişti. Daha az cesur olanlar alanı daha korkaklar ise koşarak kaleyi terk etmişti.

Hasten'in anormal bir açı ile bükülen kolları artık çırpınmayı bırakmıştı. Kiana suda yüzen bir kayık gibi havada süzülerek arkasından gelen adamı talim alanın ortasındaki yere çaldı. Kara saçları, öfkeyle kızarmış yüzünün bir kısmını perde gibi örterken gözlerinin tamamen siyaha döndüğüne yemin edenler çıkacaktı daha sonraları. 

"Benim olana elinizi sürerseniz ne olacağını izleyin, ahmaklar!” diye haykırdı Cadı.

Hasten'in yardım için yalvaran bakışları tüm alanda gezindi, bir an cesaretlenen yürekler Cadı’nın bakışları ile geri çekildi. Çığlıklar gelmeden önce Orist'i ile talim yapan Aghon, öne çıkmak için bir adım atan iri yarı adamı koluyla durdurdu. Kendisine sitemle bakan arkadaşının bakışlarını başıyla işaret ettiği noktaya yönlendirdi. Yüzü kanlar içindeki Daria, ayaklarını sürüyerek ahırdan çıkmış ve hala bırakmadığı gömleği kucaklarken olduğu yere yığılmıştı.

Orist, kıza doğru koşarken Aghon Cadı’nın bakışlarını üzerinde hissetti. Kadının siyah gözleri bir uyarı niteliğinde adamın gözlerini hapsetti ve nefretle bıraktı. Kiana, avucunda beliren üç kara taşı rüzgârı arkasına katarak, ateş ile yanarak Hasten’e doğru saldı ve kırık kolları ile ayağa kalkmaya çalışan adamı kıskıvrak yakaladı. Her şey o kadar hızlı vuku bulmuştu ki Kiana, atını geri ahırlara sürdüğünde Hasten’den geriye sadece rüzgârla savrulan küller kalmıştı. Orist’in kucakladığı kızın etrafında atını dizginlemek için bir tur attıktan sonra Cadı, adamın kederli bakışlarına aldırmadan kollarından aldığı Daria’yı eyerinin önüne yerleştirdi ve ardına bakmadan kalenin arka kapısında kayboldu.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #9 : 10 Haziran 2016, 15:16:11 »
Öğlen gezintisi sırasında keşfettiği terk edilmiş kulübeye vardıklarında Kiana ve hala baygın bir şekilde önünde oturan Daria iliklerine kadar ıslanmışlardı. Kulübe, Uyvar Kalesi’nin güneyinde, Sedar ordusundan çok uzakta, kuzeyden inen düşmanın korkusunu hissetmeden çok önce sahipleri tarafından terk edilmişti. Gelen geçen tarafından pek de iltifat görmemiş birkaç parça kırık dökük eşyaya sahip olmasına rağmen Kiana onu minnetle kabul etmişti. Çatısı akmayan hele ki bacası tüten bir yeri bu kadar kısa sürede isteseler de bulamazlardı.

Daria, odadaki tek pencerenin önündeki eski divanda şimdi derin bir uykudaydı. Kiana, diğer odada bulduğu battaniye işlevi görebilecek kalın bir örtüyü kirli olmasına aldırmadan ıslak giysilerinden kurtardığı kızın üzerine yığmıştı.  Onu alıp götürürken başından geçenlerden sonra kalede uyanmak istemeyeceğini düşünmüştü. Nefret edip korktuğu Cadı’yı başında bulmasının ne kadar rahatlatıcı olacağı aklına düşünce alayla gülümsedi.

Biraz etrafı karıştırdıktan sonra arka odaya istiflenen odunları bulan kadın, kulübenin pek boş bırakılan bir yer olmadığını, avcıların ara sıra burayı kullandıkları keşfetti. Eğer avcıların bu gece de böyle bir planları var ise iki kere düşünmeleri gerekecekti. Ocağa yığdığı odunlar gürül gürül yanarken bacağı aksayan bir sandalyeye kızın giysilerini serdi, kendi giysilerini ise yere yaydı. Islak bir kedi gibi hissederek sarıldığı bulduğu çarşaftan bozma yünlü kumaş ile ocağın yanına çektiği başka bir sandalyeye kuruldu.

Daria, çakan bir şimşeğin ardından pencereyi sarsan gök gürültüsü ile uyandığında Kiana yarım saattir yerinden kımıldamamıştı. Kız, ocağın yanında oturan kadının ateşin ışığı ile aydınlanan yüzünü tanıdığında acele ile doğrulmaya çalışırken son anda fark ettiği çıplaklığını kaymadan önce yakaladığı örtü ile kapadı. Cadı’nın kendisine dönen bakışlarının altında titrerken örtülerin üzerinde kalmasına dikkat ediyordu. Berelenmiş alnına doğru yükselen kaşlarının altında bir gözü morarmış ve kapanmıştı. Ne kadar kırılgan göründüğünün farkında değildi.

Birisi korkudan diğeri sıkışıp kaldığı bu durumda ne diyeceğini bilemediğinden birkaç dakika boyunca kıpırdamadan birbirlerini süzdüler. Kiana’nın kalkıp divana yaklaşması ile donup kalmış bu an da bozuldu.

Cadı’nın eli alnını yokladığında Daria örtülerin arasına biraz daha sinmiş, buz gibi bir el beklerken karşılaşmayı ummadığı sıcaklık ile şaşırmıştı. Oysaki nerde olursa olsun ateşin sönmesine tahammülü olmayan, her zaman kat kat giyinen Cadı’nın ellerinin buz gibi olmasını beklemişti.

“Ateşin yok.” diyen Kiana, Daria’nın şaşkınlığından yararlanarak elini kumaşın altından kızın karnına bastırdı ve gözlerini kapatarak kızın duyamadığı sözler mırıldandı.  Daria kısa bir süre için dahi olsa nefes almaya cesaret edememişti. Kiana, gözlerini açtığında kısaca “Şükret, hamile değilsin.” dedi. Elini kızın karnından çektiğinde de sözlerinin rahatlatıcı olduğundan emin bir şekilde ekledi. “Olsaydın da bir yolunu bulurduk.”

Sessizliğini koruyan Daria’nın gözlerinin dehşetle büyümesini yanlış anlayarak “Ne yani, o herifin piçini doğurmayı mı tercih ederdin?” diye kızı azarladı.

“Ben…” diye mırıldanan Daria devam edemeyerek bakışlarını kucağındaki ellerine indirdi. “Muhtemelen.” Kelimeyi ağzında gevelediği esnada gürleyen bir şimşek ile daha fazla devam etmekten kurtulmuştu.

“Saf mısın, yoksa aptal mı?” diye parlayan Kiana, kızın dudaklarının titremeye başladığını fark edince ne yapacağını bilemeyerek ellerini saçlarına geçirdi. Divanın önündeki birkaç adımlık alanı turlarken “Neyse bunları düşünmenin ve konuşmanın artık bir manası yok.” dedi konuyu geçiştirerek, sanki kendi kendine konuşurmuşçasına. Yataktan geriye çekilerek kızın biraz nefes almasını sağladığını umarken hafif hıçkırıklar ile tekrar geriye döndü. Ağlayan kızı nasıl teskin edeceğini bilemeyerek yatağın yanında birkaç dakika dikildi. “O şerefsiz öldü, korkma artık.” dedi sanki sözleri kötü olan her şeyin yok olması için yeterliymiş gibi.

“Bir başkası olacak, onun ölmesi çözüm değil ki.” dedi Daria hıçkırıkları arasında.

“Artık sana ellerini süremeyeceklerini biliyorlar. Hele ki ben yanındayken bu imkânsız.” dedi Kiana kızı beceriksizce rahatlatmaya çalışırken.

“Ama…” diye dudakları kıpırdayan Daria, Cadı’nın bezginlikle çatılan kaşlarını görünce sustu.

Kiana, iki duvar arasında attığı adımlarına geri dönerken elleri ile açıkta kalan kollarını ovuşturuyordu. Koltukaltlarından geçirdiği kumaş göğüslerini örterken ayak bileklerine ancak iniyordu. Çıplak ayakları neredeyse kulübenin zeminindeki bütün tozları süpürmüştü. “Bana daha en baştan söyleseydin, iş bu raddeye gelmez, o herifin işini sessizce hallederdim.”

Daria, Cadı’nın keyifsiz yüzüne bakarken kadındaki değişimi dehşetle izliyordu. “Korktum.”  diye mırıldandı.

“Sana artık kimseden korkmana gerek yok diyorum.” Kiana, bir an dönerek kızı öfkeyle süzdü.

“Sizden korktum.” diye itiraf etti sonunda Daria.

Yüzüne açık açık söylenen gerçekle kısa bir an bocalayan Kiana, duygularını saklamak için adımlamalarına geri dönerken mırıldandı. “Sandığım kadar aptal değilmişsin.”

“Herkes korkuyor.” diye atıldı Daria. “Seyisinden, şövalyesine kadar herkesin yanlarından geçtiğinizde ödleri patlıyor. Aşçı bile sizin için istediğim yemekleri, sinirleneceğiniz bir şey çıkacak diye kendisi yapıyordu.”

Kiana durarak kızın karşısında dikildi. İlk defa gözlerini kaçırmadan dik dik bakan kızın yüzüne doğru eğildi. “Yemeklerimi özel olarak sen mi yaptırıyordun?”

“Son zamanlarda iştahınız yoktu.” Daria yanaklarında kurumaya başlayan yaşları elinin tersi ile silerken yerlerini kırmızılıklara bırakmıştı. “Düşündüm ki… Zayıflamaya başladınız. Ben de sevdiğiniz yemekler olursa iştahınız yerine gelir diye ummuştum.” Kız, cesaretini kaybetmekten korkarak cümlelerini ardı ardına eklemişti.

“Benden korktuğundan mı sağlıma olan bu ilgin?” Kiana, yürüyüşüne dönmek yerine ocağın karşısındaki sandalyeye çökerken başını eğerek gülümsemesini kızdan sakladı.

“Endişelendim. Sizden ben sorumluyum. En azından efendi Aghon, size dikkat etmemi istemişti.” Son söylediklerinin anlamını fark ettiğinde Daria telaşla eliyle ağzını kapadı.

Kiana hızlıca omzunun üzerinden kıza baktığında saklanması istenilen sözlerin istemsizce ortaya döküldüğünü anlamıştı. “Ben Aghon’u araştırmanı isterken o da beni mi gözlüyordu?”

“Hayır, hayır! Öyle değil. Sadece iyi olduğunuzdan emin olmak istiyor.” Cadı’nın kaşlarından birinin kuşkuyla kalktığını görünce Daria telaşla ekledi. “Sizden korkmayan tek kişi o sanırım.”

Konunun üzerine gitmek yerine sandalyeye kurulan Kiana “Sabah kaleye döneriz. Şimdi dinlenmeye bak.” dedi itiraz kabul etmez bir şekilde. Aklına gelen bir düşünce ile bedenini yavaşça kıza döndürdü. Parmaklarını büyü yapıyormuşçasına oynatırken “Uyuyamazsan söylemen yeterli, hemen hallederim.” dedi.

 Daria, Cadı’nın latifesine gülmek yerine çenesine kadar çektiği örtünün altına kayarken “Gerek yok.” dedi aceleyle. “Zaten, kolay uyurum.”

Kiana, kızın gözleri kapanırken gülümsedi, en azından sızlanmaları artık kesilmişti. Sandalyesine kurulmadan önce ateşe birkaç odun daha attı. Kızın söylediklerini zihninin gerilerine iterken yarın olacakları zamanı geldiğinde düşünecekti.

***

Kiana’nın uykusu çok hafifti, bir de sandalyede uyurken başının önünde her düşüşünde irkilerek sıçrıyordu. Bu yüzden, yağmurun ve gök gürültüsünün yokluğunda, kulübenin önüne gelen atlıların sesleri tavşan uykusu kolayca bölmüştü. Adamların kulübede birilerinin olduğuna dair konuşmalarını kımıldamadan, sessizce dinledi. Yaptığı illüzyon ile kulübeyi bir taş yığını ile yer değiştirmiş olmasına rağmen bulunmuşlardı, hem de Aghon tarafından. Adamın o kalın ve kendinden emin sesini bir mil öteden bile olsa tanıyabilirdi. Adamların içeri girmesini engellemek için kapıyı kilitlemeye gerek duymadan gelmelerini bekledi.

Kulübenin kapısı yılların küfü yüzünden gıcırdayarak açılırken Aghon, başını eğerek içeriye girdi. Bakışlarını, divandaki kıpırtısız bedenden çekerek odada gezdirdi. Cadı’nın  gözleri ocağın ateşinden midir bilinmez loş odada zeytin taneleri gibi parlıyordu. Adamın bakışları kısa bir an kadının üzerinde dolandı; sarındığı eski örtü ince boynu ile omzunu gözler önüne sererken kadının gün geçtikçe zayıflayan bedeni yolunda gitmeyen bir şeylerin habercisiydi sanki.

Fark ettikleri ile kaşları çatılan Aghon, bakışlarını tekrar divandaki kıza çevirip “İyi mi?” diye sordu sesini kısarak.

“Ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi.” diye homurdandı Kiana. Eğildi, çıplak ayaklarının dibindeki odun yığınından büyük bir parçayı sönmeye yüz tutan korların üzerine attı. Hızla alazlanan ateşin çıtırtıları arasında kadının “Seni Bendol mü gönderdi?” diye soran sesi duyuldu.

Aghon, pelerinini çıkarıp kadının omuzlarına bırakırken, “Bendol’ün haberi olduğunda ben çoktan kaleden ayrılmıştım.” dedi.

Adam etrafa saçılmış kıyafetleri kontrol etmek için eğildiğinde, Kiana önündeki sarışın başın üzerinden “İki çaresiz kadının peşinden gelen bir şövalye.” diye mırıldanarak alayla gülümsedi.

“Şövalyeden çok bir anneye ihtiyacınız varmış gibi görünüyor.” Başını kaldırdığında kadının gözlerinde yanıp sönen ateş ile somurttu. “Ama elinizdeki sadece benim Kiana. Bununla mutlu olsan iyi edersin.”

Kiana yüzünü buruştururken “Kâfi değil.” diye mırıldandı belli belirsiz.

“Kıyafetleriniz kurumuş. Daria iyiyse kaleye dönmek en iyisi.” Aghon, Cadı’yı duyduysa bile yorum yapmamıştı.  “Sandalyenin tepesinde sabahlamayı istiyorsan ayrı, elbette.”

“Oraya dönmek istemiyorum.” diye itiraf eden Kiana, “Daria’nın da istemediğinden eminim.” dedi kızın uyuduğu divana karamsarca bakarken.

“Neden divana Daria’nın yanına yatmıyorsun?” Aghon, itiraz etmesini önlemek için Kiana’yı omuzlarından kavrayarak ayağa kaldırırken kadının uysallığı karşısında mırıldandı. “Orist ve Ikar da burada, dışarıda. Ben de buradayım, yeterli olmasam da. Rahatça uyuyabilirsiniz.”

Kiana, adamın kendisini yönlendirmesine izin verirken “Neden olmasın?” dedi uykulu bir sesle.

“Uslu kız.” diye fısıldayan Aghon, divana tırmanan Kiana’nın üzerine pelerini serdi. Uzun boylu kadının bedeni Daria doğru kıvrılırken adam neşesiz bir şekilde gülümsedi. “Sabah kalktığında bu halini özleyeceğim.” diye mırıldandı kadının duymadığını düşünerek.

Çevrimdışı LiquidRainbow

  • *
  • 8
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #10 : 17 Haziran 2016, 00:25:41 »
Merhaba,
Tek seferde tüm bölümleri okudum. Oldukça hoş ilerlerliyor. Eleştirebileceğim bir şey yok zira sen benden daha tecrubelisin. Devamını merakla bekliyorum. :)

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #11 : 17 Haziran 2016, 16:29:46 »
Teşekkür ederim LiquidRainbow, okunup bir de beğenildiğini bilmek güzel :) Bölmem mümkün olmadığından uzun bir bölüm gönderiyorum umarım aynı keyfi alırsınız. :)



Kulübeden döndüklerinde Kiana sabahın erken bir saati olmasına rağmen ayakta olan askerlerin ve kaledeki hizmetlilerin sessiz bakışları arasında kaleye girdiğinde ilk işi Daria’yı kendisine yakın bir odaya yerleştirmek olmuştu. Tahmin ettiği gibi çok beklemesine gerek kalmadan General Bendol’ün çağrısı ile adamı büyük kalenin en geniş odasına kurulmuş olarak bulmuş ve tartışmalarının tüm kalede yankılanması için Kiana elinden geleni yapmıştı. Madem tüm kale generallerine Cadı'yı şikâyet etmişti, o da onları daha da sindirmek için işe önce General Bendol’e kafa tutmakla başlamıştı. Fakat davranışlarının sonucunun böyle olacağını bilseydi o sabah aynı şekilde davranır mıydı, Kiana emin değildi.

At gezintilerine son verdiği gibi odasından da çıkmayan Kiana, o geceden sonra Aghon’u çok az görmüştü. Dört gün boyunca sadece bir akşam, şövalyelerin ve Aghon'un da katıldığı bir akşam yemeği için aşağıya inmişti. Zedana’nın batı sınırdaki küçük bir yerleşim olan Maragal’ın kıt akıllı Şefi’nin General nezdinde Sedar Kralı Mickal’a sadakatini sunmasını alayla izlemişti. Şef’in pişkin bakışlarına Kiana’nın cevabı adamı küçük gören bir umursamazlık olmuştu.

Daria’nın hatırı için bir şeyler yemeğe çalışsa da Kiana'nın kimse için uyku ile barışmaya niyeti yoktu. Hele ki bu akşam, rüzgâr pencereleri döverken kendisi de odasının döşemelerini eskitmekle meşguldü. Bir işaret ver, diye zihninde kelimeleri evirip çevirirken avucunun içinden koluna doğru yayılan ani bir acı ile olduğu yerde kaldı. Beklediği kesinlikle bu değildi; eline baktığında acıya sebep gösterebileceği hiçbir emare bulamasa da kaynağını çok iyi biliyordu. Kısa bir an sonra kolunu boydan boya kesen görünmeyen bir bıçağın izini sürerken “Mickal!” diye acıyla fısıldadı.

Bendol’e kafa tutmasının bedelini Mickal ona bu şekil de mi ödetecekti? Aklını dağlayan düşüncelerinin arasında odasını hızla terk etti. Vaktin geç olmasına rağmen koridorlarda karşılaştığı birkaç hizmetçinin önünden fırtına gibi geçerek iki kuleyi birbirine bağlayan taştan köprüye açılan kapının önünde buldu kendisini. Sırtını yol yol kesen bıçakların keskin acısı, koridorlar boyunca peşini bırakmamıştı. Şimdi ise rüzgârın cirit attığı taş köprünün kavisli ortasına ulaştığında Kiana, iki büklüm kıvrılarak inledi; karnında etini dağlayan görünmeyen sıcak metal nefesini kesmişti.

Taştan korkuluklara tutunarak zorlukla doğrulurken “Rüzgârın efendisi! Benim aciz kulun Kiana. Kapına dayanan bu köleni geri çevirme.” diye fısıldadı gökyüzüne. Konuştukça acıya direnci arttı, sesi daha bir melodik olarak karıştı hırçın esintilere. “Eceme duyur sesimi ki beni yalnız bırakmadığını bileyim.” Cadı’nın saçları yüzünü döverken elbisesi uzun boylu bedenin etrafına şefkatle dolandı.

Sonunda arzuladığı o sesi rüzgâr uzaklardan, kuzeyden alıp kulaklarına eriştirdi. “Sevgili Kiana!” dedi bir ses sahte bir şefkatle. 

 “Ecem.” dedi Kiana rahat bir nefes alarak. Bedenindeki acılar bir solup bir kaybolurken mırıldandı. “Mickal’a engel ol.” diyebildi sadece.

Birkaç dakika köprüde havanın uğultusundan başka bir ses duyulmadı. “Ne oldu Kiana?” diyen kadının rüzgârlı sesi, Ece’sinin onu terk ettiğini düşünen Kiana'ya rahat bir nefes aldırdı.

“Mickal, Kieran’a işkence yapıyor. Lütfen durdur onu.” diye Kiana yalvardı kraliçesine. “Kardeşime eziyet ediyor.”

“Endişelenme." Kadının sesi bir yükselip bir dağılırken Kiana en son “… Sevgili Cadı’m.” Kelimelerini yakalamıştı.

Kiana ellerini dayadığı taş korkulukların üzerine doğru eğilirken nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Kardeşi ile arasındaki bağa ulaşmayı denediğinde az önceki acıdan geriye kalan soluk izlerden başka bir şey bulamadı. Bendol, bir adamını öldürerek askerleri korkuttuğunu ve generalin karşısında sergilediği eğilmez tavrı Mickal’e yetiştirmiş olmalıydı ki o da Kiana’ya olan hıncını elinde tuttuğu kardeşinden çıkaracak kadar ileri gitmişti işte. Mickal'ın kardeşine eziyet etmekten öteye gidemeyeceğini onu öldüremeyeceğini biliyordu çünkü Kiana’ya istediklerini yaptırabilmesi için Kieran'ın hayatta olması gerekiyordu. Kieran yoksa Cadı da yoktu. Güneyi fethetme planlarında bu raddeye gelmişken Cadı’sız bir Sedar ordusunun, sayıca az ama vatanlarını savundukları için güçlü Zedana karşısında hiçbir şansı yoktu.

“Kiana? İyi misin?”

Kiana, ismini söyleyen boğuk ses ile rüzgâra karşı başını kaldırırken Aghon çoktan yanına gelmişti. Elini karnına bastırarak derin bir soluk alan kadın, adamın ne zamandır orada olduğunu merak etti. Bakışlarını endişeli kahverengi gözlere çevirirken bu gece yüzündeki tüm ifadeleri temizlemekte zorlandığını hissediyordu.

“İyiyim.” dedi Kiana, gerçekleri arasına katarak eliyle saçlarını arkaya attı. “Temiz hava almak istedim sadece.”

Bir kaşı şüpheyle yükselen Aghon “Pelerinsiz mi? Buna inanmamı bekleme.” dedi kuşkularını açık ederek.

Kiana adamın yanından geçip gitmek için hareketlenirken “Neye inandığın umurumda değil.” dedi düz bir sesle. Fakat atabildiği bir kaç adımın sonunda karnında beliren yeni bir sancı ile adamın önünde iki büklüm kıvrıldı. Acı nidasını dişlerinin berisinde tutmaya çalışırken endişe ile yanına eğilen omuzlara ellerini gömdü.

Çektiği ızdırapla eğilmiş Cadı’nın solgun dudaklarından çıkacak bir söz bekleyen Aghon, kadının omzunun üzerinden köprünün diğer ucunda bir kıpırtı yakaladığında ayağa kalkarak Kiana’yı şaşkınlığa boğan bir hızla arkasına aldı. Ayakta durabilmek için önünde geçit vermez bir duvar gibi dikilen adamın sırtına yaslanan Kiana, köprünün diğer ucunda gölgelerin arasında bir kaybolup bir görünen ince bir siluetin fütursuzca tamamen ortaya çıkışını izledi. Cadı'yı nefretle süzen siyahlar içindeki kadın sanki biraz sonra olacakların failinin maktul tarafından bilinmesini istercesine onu gafil avlamanın avantajından çoktan vaz geçmiş görünüyordu.

Kiana bir yandan Mickal'in işkencesine dayanmaya çalışırken kadınla yüzleşebilmek için adamın geniş gövdesinin arkasından çıkmaya çalıştığında baş edemeyeceği bir direnişle karşılaştı. Aghon'un görevinin Mickal'in Cadısı’nı korumak olduğunu bilmesine rağmen hayatı pahasına önüne geçilmesi karşısında ne hissedeceğini kestiremiyordu. O anda kadından korkmak aklına gelmezken Aghon'un varlığı Cadı'yı daha fazla dehşete düşürüyordu.

Yabancı kadın olduğu yerde ellerini önünde ve başının üzerinde oynatarak sessiz bir oyun sergilerken avucundan fırlayan metaller rüzgâra muhalefet ederek Kiana ve Aghon'a doğru hücuma geçti.

Gördükleri karşısında “Kadın bir Kam!” diye fısıldayan Kiana, şaşkınlıkla soludu.

Metaller etraflarında bir kaç tur atarak sızacak bir gedik ararken Aghon "Merak etme. Arkamda kalmaya devam et." dedi kendinden fazla emin bir şekilde.

Kadın yeni bir seri harekete başlarken metallerinin işe yaramamasına duyduğu öfkesi karanlığa rağmen gözle görülecek kadar yüzüne yansımıştı.

Kiana son acı dalgası ile bayılmadan önce "Onların uzun zamandır saklandıklarını sanıyordum." diye mırıldandı.

Aghon omuzlarından kayan ellerin, arkasında yere yığılan bedenin farkındaydı fakat Kiana ile ilgilenmek yerine bir kaç adım atarak öne çıktı.

"Cadı ile arama girme, insan." diye tehdit eden kadın da bir kaç adımla köprünün üzerindeydi artık.

"Onu sana asla vermem!" dedi Aghon. Bir dilsiz ile konuşurmuş gibi iri elleri seri bir kaç hareketi ortaya serdi.

Kadın ne olduğunu anlayamadan göğsüne hücum eden suyun darbesi ile arkasındaki taştan duvara savruldu. Az önce onun bir Kam olduğunu anlayan Kiana'nın şaşkınlığını aratmayan bir şok ile doğrulmaya çalışırken "Seni hain! Kendi ırkına ihanet edip bir Cadı'yı mı koruyorsun?" diye sordu.  Elleri öfkeli şekiller çizerken köprünün taşları sallanmaya başlamıştı.

Aghon "Seni kaleye kim soktu?" diye sordu kadına cevap vermek yerine. Hem yürüyor hem de elleri kadınınkiler kadar hızlı hareket ediyordu.

Üzerine gelen buzdan parçalar büyüsünü tamamlamasına engel olacak şekilde hançerler gibi saldırmaya başladığında bir Kam ile hem de gücü azımsanmayacak birisi ile karşılaşmayı beklemeyen kadın, çareyi kaçmakta buldu. Gittikçe yaklaşan adamdan kurtulmak için hızla köprünün korkuluklarına zıpladı, oradan da kendisini metrelerce aşağıya bıraktı. Aghon hızla korkuluklara abandı. Kadın avuçlarını duvara vermiş sanki görünmez bir kızakla kulenin duvarlarından aşağıya kayıyormuş gibi kolayca yere indiğinde kısa bir an yukarıya, adama baktı ve hızla kalenin arkasına dolanarak karanlığın içinde kayboldu.

Aghon, suikastçıyı takip etmek yerine Kiana'nın yanına koştu. Hala baygın olan Cadı'yı kucakladığında kadının nasıl olup da toprak üzerinde bir yer kapladığına hayret etti. Köprünün sonundaki geldikleri kapıyı omzu ile itip koridorları arşınlarken sonunda Kiana'nın gözleri aralanmıştı.

"Kadın?" diye soran Kiana bir an neden Aghon'un kucağında olduğunu anlayamadı. Doğrulmaya çalışırken adamın onu göğsüne bastıran kollarına direnmek yerine kendisini bıraktı. Bıraktı ki hayatında bir kez olsun birisi onun için endişelensin, kısa bir an için de olsa yükünü sırtlansın. Direnmedi ki gücünü yeniden topladığında savaşmaya dermanı olsun ve kardeşi için devam edebilsin.

"Kaçtı." dedi Aghon kısaca.

Kiana "O bir Kam'dı." diye keşfini tekrarladı. Başını adamın omzuna yerleştirmek için oynatırken Aghon'un nefesini tuttuğunu fark etmedi.

"Yüz yıllardır görülmediklerini sanıyordum." dedi Aghon sırf konuşmuş olmak için.

"Cadılar onları güneye sürdüklerinden beri." diyerek adamı doğruladı Kiana.

Altında hareket eden adımlar yavaşlayıp kısa bir süre sonra durduğunda Kiana Aghon'un neden yürümediğini anlamak için başını kaldırdı. Fakat adamın gözlerinden taşan duyguların yoğunluğuna hazırlıklı değildi. Neden durduğunu sormak için aralanan dudaklarından dökülecek kelimelerin yolunu tıkayan Aghon dudakları oldu. Kadının itiraz etmediğini hisseden Aghon, öpüşünü daha da derinleştirirken merdivenlerin başına gelmişti. Dudaklarını çekerken Kiana'nın sonuna kadar açılmış kara gözlerine baktı.

Aghon gördüğü heyecanlı pırıltıları yanlış anlayarak "Hasten'e yaptığın gibi beni de kızartacak mısın?" diye alayla sordu.

"Denemiştim, unuttun mu? Ama sen de işe yaramamıştı." diye mırıldanan Kiana bakışlarını aşağıya indirerek adamdan kaçırdı. "Kim olduğunu söyleyecek misin?"

"Belki bir gün." diye mırıldanan Aghon, merdivenlerden inerek Kiana'yı odasının önüne kadar tek kelime etmeden taşıdı.

Kiana içeri girmeden kısa bir an kapısının karşısında dikilen Aghon'un neden durduğuna anlam veremezken tekrar bakışlarını adama kaldırdı. Meşalelerin ışığında daha canlı görünen saçları alnının çoğunu kaplarken çatık kaşlarını örtmeye yetmiyordu. Düzeltmek için elini sarı perçemlerin arasından kaşlarına doğru kaldırdı fakat o kahverengi gözlerdeki tereddüdü hissedince parmakları yavaşça adamın yanaklarına kaydı.

Kiana o gözlerdeki soruyu biliyordu, çenesini yukarıya kaldırarak adamın dudaklarına uzandı. Aghon, aldığı sözsüz ama daha etkili cevabı, şefkat ve arzuyla karışık öpücüğü ile kadına iade ederken Cadı'nın kapısını dirseği ile açtı. Geceyi, köprü üstünde yaşananları Kiana'nın bir Cadı kendisinin ise bir Kam olmasını, bu gerçeği yüzüne vuran suikastçı kadını arkada bırakırken sadece önüne bakma arzusu ile içeri girdi.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #12 : 29 Haziran 2016, 08:59:37 »
Beline dolanmış ağır kolun karnındaki baskısı ile uyanan Kiana, daha gözlerini açmadan dün gecenin görüntüleri zihnine üşüşürken huzursuzca kıpırdandı. Hala yanında uyuyan Aghon’u fark ederek bir süre nefes alamaya dahi çekindi. Perdeler kapalı olmasına rağmen içeri sızan güneşle oda aydınlıktı, dışarıdan gelen sesleri de dikkate aldığında vaktin hayli ilerlemiş olduğunu anladı.  Sırtı üstü uzanırken gözlerini yavaşça açtı ve yanını kontrol etti. Yüzüstü uyuyan adamın belden yukarısı yorganın dışındaydı, her soluğu yüzüne yayılan saçlarını oynatıyordu. Kiana yatmaya devam ettikçe karamsarlığa daha fazla gömüldüğünü hissediyordu. Onunla yüz yüze gelmek şuanda, hele ki yatakta isteyeceği en son şeydi. ‘Ne diyecekti, olanlar bir hataydı mı yoksa çok eğlendim arada uğra mı?’

Uyandığında en azından yatakta olmamalıydı. Aghon’un kolunu üzerinden yavaşça kaldırırken adamın dağılmış saçları arasından görünen yüzünü kontrol etti. Gözlerinin açılıp da bir gece öncesinde o kahverengi gözlerde gördüğü ateşle karşılaşmaktan korkuyordu.

Sonunda Kiana adamı uyandırmaksızın, yataktan kalktı. Sandalyedeki kalın sabahlığını üzerine geçirip, geniş eteklerini ve uzun kollarını kendisi ile birlikte sürükleyerek pencerenin perdelerini temkinle araladı. Askerler ve hizmetliler günlük telaşeleri ile kalenin meydanında koşturuyorlardı. Kapı tıklatılmadan açıldığında perdeyi aynı hızla örterek arkasına döndü.

Taşıdığı ağır kahvaltı tepsisinden dolayı sırtı bükülmüş olan Daria sırtı dönük olarak odaya girdi. Genç kız tam ağzını açıp günaydın diyerek hanımını uyandırmaya niyetlenmişti ki, Cadı’nın geniş yatağına yayılmış yüzüstü uyuyan bir adam görünce olduğu yerde kaldı. Ağzı bir karış açık etrafını incelerken yanlış odaya geldiğini düşünüyordu ki Kiana’nın dün gece giydiği elbisesini yatağın yanında yerde görünce bakışları tekrar yataktaki yarı çıplak adama kaydı. Pencere önündeki kıpırtı ile dikkati dağılan Daria, Kiana’yı her an kendisini kapı dışarı edecekmiş gibi kaşları çatılmış bulunca telaşla doğruldu.

Gördükleri karşısında utanarak kızaran kız, artık iyice ağırlaşan tepsiyi masaya bırakmak için yöneldiğinde arkasından gelen kalın ses ile zınk diye durdu ama geriye dönüp de Aghon’a bakamadı.

“Benim kahvaltımı da buraya getirir misin, Daria?”

Daria “Elbette efendim.” derken, Kiana’ya kısa bir bakış attı.

Cadı, omzunu silkip pencerenin pervazına oturarak uzun bacaklarını öne uzatırken kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. Daria, gülümsemesini saklamaya çalıştığı için odadan tuhaf bir yüzle çıkarken Kiana tıpkı Aghon gibi gözlerini kaçırmadan adama bakıyordu.

Kapanan kapı ile üzerindeki örtülerden kurtulan Aghon çıplaklığından utanmadan yataktan kalktı. Pantolonunu dağınık kıyafetlerin arasında ararken “Bakire kızlar gibi odadan kaçmadığına sevindim.” dedi alayla.

“Fark ettiysen burası benim odam.” dedi Kiana, bulduğu pantolonunu giyen Aghon’a aynı alaycı tonla.

Oda uzun süredir yanmayan ocak nedeniyle soğuk olmasına rağmen Aghon, üzerine gömleğini giymeye gerek duymadan gelip Kiana’nın önünde durarak kadına yukarıdan gülümseyerek baktı. “Kavga etmek niyetindesin ama başaramayacaksın.” dedi ve kadını kollarından tutarak ayağa kaldırdı.

Aghon öpmek için eğildiğinde Kiana parmaklarının ucu ile adamın dudaklarına hızlı bir set çekti. "Kavga etmek niyetinde değilim." derken gevşek kolların arasından sıyrılarak masaya doğru ilerledi. Kurutulmuş meyvelerden birini alarak ısırdı ve bıraktığı yerde, gözlerini kısarak kendisini izleyen adama döndü. "Ama bir sevgiliye de ihtiyacım yok." dedi.

Ne düşündüğü anlaşılmayan gözlerle Kiana'nın önüne gelen Aghon, kadının elindeki yarısı yenmiş kuru meyveyi alarak ağzına attı. "Kolay kolay pes etmem Kiana."

Adam, kadının geçit vermeyen siyah gözlerindeki iradeyi nasıl kıracağını, Cadı ise adamın kararlılıkla parlayan gözlerindeki ateşten nasıl kurtulacağını planlarken kısa bir an aralarında asılı kalan sessizlik kapının çalınması ile bozuldu. Daria bu sefer üçüncü bir gözün şahit olması uygun olmayan bir durumla karşılaşmamak için dışarıda bekliyordu.

Kiana'nın içeri gelmesini söylemesinin ardından ağır bir tepsiyle daha içeri girdi. Kiana ensesini ovalayarak odada yürürken Aghon yarı çıplak bir şekilde Cadı'nın kahvaltısına başlamıştı bile.

"Pastırma bile koymuşsun." Daria'nın bıraktığı tepsiyi kontrol eden Aghon, kıza göz kırptı.

"Sizin için Orist hazırladı, efendim." diyen Daria kızararak gülümsedi.

"Daria!" Kiana'nın bağırması ile Aghon kaşlarına çatarak, Daria endişe ile Cadı'ya dönmüştü. Onun burada olduğunu unutarak aralarında konuşmalarına mı yoksa başka bir şeye mi kızdığı anlaşılmıyordu. "Aghon'un odamda olduğunu tüm kaleye ilan etseydin."

"Özür dilerim, düşünemedim." diyen Daria'nın yüzünde eskilerden kalma korkuyu gören Kiana, sözlerinden çoktan pişman olsa da Aghon'un yanında geri adım atamazdı.

"Orist'ten laf çıkmaz." dedi Aghon ve kıza başıyla çıkmasını işaret etti. Daria'nın üzgün yüzünün ardından kapanan kapı ile genç adam kaşlarını çatarak Kiana'ya döndü.  "Senin hakkında ne düşündüklerini umursamadığını sanıyordum?"

'Bendol'ün öğrenmesini istemiyorum.' diyemedi Kiana. ‘Bendol öğrenirse Mickal öğrenirdi. Mickal Aghon'u öğrenirse, onu da kardeşi gibi kendisine karşı kullanırdı? Kullanırsa umurunda olur muydu?’ Kiana sorular kafasına üşüştüğünde pencerenin önünde durarak kapalı perdeleri boş boş izledi. Aghon'a zarar gelse ne hissederdi? Üzülür müydü? Kalbinin sıkıştığını hissederek sol yanını avuçladı, başı göğsüne düştü bir an.

"Çık dışarı." dedi Kiana. İlk anda sesi normal çıkarken başını kaldırdığında "Çık dışarı!" diyerek sesini yükseltmişti.

Yeni gelen tepsiye dokunmak yerine masaya yaslanmış kadını izleyen Aghon, eşyalarını toplamak için eğilip kalkan Kiana'yı sakin bir şekilde takip etti. İş kılıcına geldiğinde bir an tereddüt eden kadın kabzasından tutmak yerine kını kavradı ve tüm eşyaları ile birlikte adamın göğsüne sertçe bıraktı.

Aghon'un sorarcasına bir kaşı kalkarken Kiana, sahiplenilmeyen eşyaları bırakarak adamın ayaklarının dibine düşmesine izin verdi.

"Kimin ne dediği umurumda değil çünkü bir daha böyle bir şey olmayacak." dedi kapıyı işaret ederek.

Hiçbir şey söylemeyen Aghon, Kiana’yı kollarından yakalayarak bir adımda kadınla yer değiştirdi. Şimdi Kiana bacaklarına baskı yapan masanın kenarına tutunarak adamın karşısında dik durmaya çalışıyordu.

Cadı sıkıştığı durumdan kurutulmak için herhangi bir büyü yapmaya yeltenmedi. En son bunu denediğinde işe yaramadığını bildiğinden sadece Aghon’un bakışlarının karşısında buzdan bir heykel gibi dikiliyordu.

“Kuzey’de takıldığın oğlanlara benzemem, Kiana. Kolay kolay da pes etmem.” dedi Aghon öfkeyle.

“Daha ne istiyorsun, Aghon?” diye sordu Kiana, alayla.

“Zamanı gelince öğrenirsin. Belli ki hazır değilsin.” diyen Aghon, Kiana’nın kollarını bıraktı hırsla. Ayaklarının dibindeki eşyalarını toplayıp kadının karşısına dikildi, öfkeli bir bakışın ardından üzerindeki tek kıyafeti olan pantolonuyla odayı terk etti. Yan odanın çarpılan sesini duyan Kiana rahat bir nefes alacağını düşünürken “Kahretsin!” diye söylendi.



***

“Yirmi gün önce güney Dokoran’da görülmüş ve bir grup adamıyla birlikte Etmere sahilindeki bir kıyı kenti olan Fronar’a gittiğini yaymış etrafa ama pek inandırıcı değil.” General Bendol, geniş masasının bir kısmını kaplayan haritanın üzerindeki birkaç noktayı parmağı ile gösterirken Kiana, sadece dinliyordu. “Senden bu adamın yerini bulmanı istiyoruz.” diyen General yüksek arkalıklı sandalyesine yaslanarak Cadı’nın belli olan cevabını sabırla bekledi.

“Neden bu adamı istiyorsunuz?” diye soran Kiana, aslında kendisini ilgilendirmediğini düşünüyordu.

“Lurd, Zedana’nın önemli komutanlarından birisi. Muharebe alanında da iyidir ama asıl uzmanlığı kadırgalardır. Kaptanlığı ile boy ölçüşecek bir asker ne yazık ki ordumuzda mevcut değil.”

Kiana alayla “Belki topraklarınızın denize kıyısı yok olmamasından.” derken harita üzerine eğilerek Sedar’ın sınırları boyunca gözlerini gezdirdi.

“Haklısınız Sedar’ın yok ama…” General, Cadının parmağını daha kuzeye kaydırarak denize paralel gezdirdi. “Serin Sular’ın buzdan dalgaları Phemedes’in kuzey kıyılarını dövüyor.” dedi altta kalmamanın tatminiyle.

Kiana, kendi yurdunun üzerine Bendol’un bıraktığı parmağını, kâğıdın üzerinde yükselen kulelerle örülü şehrin sembolüne iki kere vurduktan sonra geri çekti. General’in dokunuşundan kurtulmak için elini eteğinin kıvrımlarına silmemek için kendisini tutarken “Lurd’un bile Serin Sular’ın buzunu kırıp Phemedes’e varmaya gücü yetmez. Şu zamana kadar da hiçbir ölümlü bunu başaramadı.” dedi Cadı kibirle.

“Kraliçe Biritriel’in arzusu bu yönde.” diye açıkladı Bendol. “Dünyadaki en iyi denizciyi yok etmek istediğine göre Kraliçe’niz sizinle aynı fikirde değil.”

“Ecem’i yeteri kadar takdir edemediğiniz ortada. Muhakkak ki bir bildiği vardır.” diyerek Kiana adamı düzeltti.

General Bendol “Elbette.” derken gülümsüyordu.

Kiana, adamın yüzündeki kendini beğenmiş ifadeyi silmek için neler vermeyeceğini düşünürken General, ceketinin iç cebinden çıkardığı eflatun kadife bir keseyi haritanın üzerindeki bibloları hareket ettirmek için kullanılan çubukla kadının önüne sürdü.

Kesenin bağlarını açıp eline ters çeviren Kiana, ortaya çıkan mavi taşlı küpe tekini iki parmağı arasına alarak ikindi güneşinin vurduğu odanın camına tuttu.

Bendol “Lurd’un küpesi.” diye açıklarken kadının tepkisini bekledi.

“Yer bulma büyüsü için bir yere ihtiyacım var.” Tekrar kesenin içine attığı küpeyi avucunda sıkan Kiana bakışlarını haritaya çevirdi. “Küpe yeterli değil. Bu denizcinin ayağını bastığı bir yer olmalı. Havasını soluduğu…”

“Birinin nerede olduğunu bulmanın bu kadar ayrıntılı olduğunu bilmiyordum.” General, kirli sakalını kaşıyıp çenesindeki birkaç kılı yolmak istercesine uğraşırken mırıldanmıştı. “Bana birkaç gün verin. İstediğiniz gibi bir yer bulacağıma eminim. Gerekirse orduyu daha da güneye indiririm.” Son cümlesi ile kendine kendine güldü.

Kiana, başını hafifçe eğerek kabul ettiğini bildirdi. Tam kalkıp ayrılacakken adamın sözleri ile gözlerini birkaç kere kırpıştırdı.

“Hem siz de bu arada korumanızla birkaç gün daha baş başa kalabilirsiniz.”

‘General’in kaledeki her şeyden haberim var deme şekli bu muydu?’

“Beni mi gözetliyorsunuz, General?” diye soran Kiana masaya dayadığı ellerinin üzerine abanırken gülümsüyordu.

“Mickal’ın emri. Kişisel algılamayın lütfen.”

“Bu soğuk ve uzun geceler yalnız geçmiyor, General. Siz de çok iyi biliyorsunuz. Yeni bir muharebeye kadar buradaki hizmetçilerin tadını çıkarın.” diyen Kiana, doğrularak elindeki keseyi atıp tuttu. Adamın beklemediği cevap ile yüzü kızarırken Kiana, keyifli bir gülümseme gönderdi. Çıkmadan önce geriye dönerek “Benim kiminle eğlendiğim Mickal’i ilgilendirmez, sizin ki de beni General. Daria’ya dokunmadığınız sürece elbette” dedi. Sesi Aghon umurumda değil Daria’ya elini sür de göreyim der gibiydi.

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #13 : 10 Temmuz 2016, 15:22:45 »
Köşe Kapmaca
Hava kış aylarının yalancı baharlarını önlerine seren aldatıcı bir güneş ile ılıktı. Otuz kişilik gruptaki her bir kişi, her bir asker bunun bilincinde ama gönüllü olarak kandırılmanın keyfindeydiler öyle ki aralarında millerce ötedeki denizin kokusunun onlara ulaştığını iddia edenler bile vardı. Yine de okyanusa ulaşmaları için aşmaları gereken bir dağ önlerinde yükselirken denizin kokuları, sadece üstlendikleri göreve ve tüm soğukluğu ile onlara eşlik eden Cadı’ya rağmen var olan neşelerinin ürünüydü.

Daria, idaresi kolay küçük beygirini Kiana’nın iri siyah atının yanında sürerken yorgunluğunu göstermemeye çalışıyordu. Cadı ise atının üzerinde dimdik otururken bakışlarını ileride ve her şeyden ilgisiz tutuyordu. O sabahtan beri dört gün geçmiş fakat Aghon ile Kiana’yı sadece bu sabah yolculuğa çıkmadan önce ahırların önünde konuşurken bir arada görmüştü; o da yolculuğun detayları ve buna sonradan dâhil olan Daria hakkındaydı.

Mola verdiklerinde hiçbir iş yapmadan oturmaya alışkın olmayan Daria, Kiana’nın atını alan askere kendininkini de verirken terlemiş ellerini kalçalarına siliyor bir yandan da kimi ateş yakan, kimi hayvanlarla ilgilenen, kimi öğlen pişirilmeyen aşın akşam kaynatılması için hazırlanan askerlerin arasında şaşkınlıkla kendi çevresinde dönerek etrafı izliyordu. Cadının yanına çağırması ile sonunda işe yarayacağını düşünen Daria beklediğini bulamadı; Kiana, onu sadece yakınlarda bir su kaynağı olup olmadığını öğrenmesi için görevlendirmişti.

Orist’in gönderdiği askerin tarifine göre, gürgen ağaçlarıyla kaplı ilerideki bayırın dibinden akan küçük çayı bulmaları zor olmamıştı. Bütün gün at sırtındaki yolculuğun kirinden kurtulmak için iki kadın botlarından ve çoraplarından kurtulup serin suya girdiklerinde Daria’dan ufak bir çığlık koptu.

“Şişt!” diyerek kızı uyaran Kiana, “Bizim hakkımızda konuşuyorlar.” dedi. Nedense, konuşulmaktan rahatsız olmak yerine gelip gözetlesinler de birilerinin canı yansın diye bekliyor gibiydi.

Daria ıslanmaması için kaldırdığı eteklerine sahip olmaya çalışırken bir yandan ayağına batan çakıl taşlarının üzerinde temkinle yürüyordu. “Bu mesafeden ne dediklerini duyabiliyor musun?” diye sordu.

Kiana, çayın kenarındaki alçak bir kayaya oturduktan sonra ayaklarını suyu havalandırarak salladı. “Osuruklarını bile duyabiliyorum.” dedi yüzünü memnuniyetsizlikle buruşturarak.

Daria koca ormanı çınlatan bir kahkaha atarken ellerinin arasından kayan etekleri suyun akış yönünde bacaklarına dolanıyordu. Gülmekten doğan gözyaşlarını silmeye çalışırken “Gücün kötü tarafları da varmış.” dedi kendince dalga geçerek.

Başını yana eğerek ensesini serinletmek için aldığı bir avuç suyun üzerinden düşünceli bir şekilde Daria’yı süzen Kiana, “Bize imrenen o ahmak köylülerden olmadığını umarım.” dedi.

Kumral saçlarındaki örgüleri çözen kız başını olumsuzca sallarken sırıttı. “Güce ihtiyacım yok ki. Cadı bir arkadaşım var zaten.” diyen Daria, kendi cesaretine kendisi bile şaşarken kayanın üzerindeki kadına çekingen bir bakış attı.

Bu defa ormanda Kiana’nın kahkahaları yükselirken yukarıdaki askerler ilk defa duydukları bu ses ile bir an meraklarına yenilseler de yerlerinde kaldılar. Neşeli pırıltıların arasındaki melodi hoşlarına gitse de Cadı’nın sert yüzüne bu gülümsemeyi bir türlü oturtamamışlardı.

Kiana, tepede kendilerine dikkat kesilmiş kulaklara omzunu silkerek suyun içindeki ayağını yukarıya savurdu. Daria’yı ıslatmaya çalışırken, bir zamanlar efendi ve hizmetçi konumlarını arkada bırakmışlar, arkadaş olamasalar da abla kardeş olmaya yaklaşmışlardı.

Daria, damlaların soğuk hücumundan kurtulmak için emdiği su ile ağırlaşmış eteklerinin izin verdiği ölçüde geri geri giderken kıkırdıyordu. Kiana, kızın son zamanlarda yaşadıklarının izlerinin kaybolup kendini toparladığını görebiliyordu. Daria’nın kendini iyileştirme sürecine hayran olsa da hala dışarıdan gelebilecek her türlü zorbalığa açık ve zayıftı. Bunun bilinciyle bakışları tekrar kararan Kiana, su fırlatmayı bırakarak ayaklarının üzerinden akıp giden çaya gözlerini dikti.

“Her zaman yanında ben olmayacağım.” dedi kadın, kötü zamanların habercisi bir sesle.

Daria’nın coşkun ifadesi solsa da dudaklarındaki tebessüm Cadı’nın karamsarlığını paylaşmıyor gibiydi. “Biliyorum.” Dağılan saçlarını tekrar toplayıp örmeye başladı.

 “Kendini korumayı öğrenmelisin.” Kiana, kızın keyfini kaçırdığını görse de devam etmek zorunda hissediyordu kendisini.

“Büyü yapmak için cadı olarak doğmak gerekmiyor mu?”Daria hevesle Kiana’nın vereceği cevabının hayır olmasını beklese de aslında içten içe gerçeği biliyordu.

“İnsanlar da büyü yapmayı öğrenebilirler ama bunun için bir cadının dizinin dibinde bir ömür gerekir ve sonunda elde edebildikleri güç sahilde bir kum tanesinden farksız olacaktır.” Daria’nın hevesle ağzını açtığını görünce eline aldığı bir avuç suyu kıza fırlattı. “Hayır, sana bir ömür dizimin dibinde katlanamam. Kendine yazık edersin.” dedi. Daria, bir büyücü kulesinde öğrenmek için gereken katı disiplinle ömür geçirebilecek bir insan değildi, diğer basit insanlar gibi kendisini koruyacak bir erkek bulmalı ve kendisine benzeyen çocuklar büyütmeliydi ancak o zaman mutlu olabilirdi.

Daria, Kiana’nın sözleri ile önce heyecanlanıp ardından yere hızlıca inerken “Peki o zaman kendimi nasıl koruyacağım?” diye sordu.

“En azından bir bıçağın ekmek kesmekten başka işlere de yaradığını öğrenmelisin. Hatta en iyisi eline bir kılıç alman.”

Daria’nın dehşetle açılan gözlerinde, büyü öğrenmenin kılıç kullanmaktan daha kolay olduğunu düşünen bir ifade vardı. “Ben kılıcı kaldıramam bile, çok ağır.”

“Gidip de Orist’in kılıcını kullan demedik. Bu kadar askerin elbet sana uygun bir kılıcı, bir hançeri vardır.”

Daria “Sen mi öğreteceksin? Kılıç kullanmayı biliyor musun?” diye atıldı.

Kaşlarını alayla çatan Kiana “Elbette hayır!” diye güldü. Bir kılıcı eline almayı hakaret addettiği belliydi. “Orist’ten rica ederiz.”

 Daria, Kiana’yı bir askerden bir şey rica ederken düşününce hele ki bu iri yarı Orist olunca kıkırdadı.

“Eminim sana yardım etmek isteyecektir.” Kiana, imasını anlayan kızın, kızarmasını izlerken ayağa kalkarak uzun boyunu sergilercesine gerindi. “Güzel kokular geliyor, yemek hazırdır umarım. Sen de çık artık sudan, üşüteceksin.”

Cadı’nın hiç olmadığı kadar konuşkan olmasına mı, yoksa sağlığını ve yararını düşünerek verdiği önerilere mi şaşırsın bilemeyen Daria, otların arasındaki çorap ve botlarını ayağına geçirerek Kiana’yı yüzünden aptal bir gülümseme ile tepeye doğru takip etti.


***

Orist, seyrek kısa saçlarının arasından sinirle elini geçirirken “Kılıcı biraz daha kaldır!” diye bağırdı.

“Ama biraz daha böyle tutarsam on dakika sonra kolumu kullanabileceğimden emin değilim.” diye sızlanan Daria, elinde iğreti duran silahını indirirken sırtını doğrulttu. O anda omzuna inen sopa darbesi ile ciyakladı.

Orist ikinci bir darbe için bir bilek hareketi ile iki parmak kalınlığındaki yaş dalı kaldırdı, bir elini iri gövdesinin arkasına saklarken bir ayağı vurup kaçmak için önde ve tetikteydi. Cüssesinden beklenmeyecek bir çeviklikle hamle ettiğinde Daria, tuhaf bir nara ile öne atılmış darbeyi karşılamak için kolu uzunluğundaki ince ve kısa kılıcı iki eli ile kavramıştı. Yukarıdan beklediği saldırı dizlerinin arkasından gelip onu sırt üstü yere düşürdüğünde bir an acıyla nefesi kesildi.

Birkaç adım uzakta bir ağacın kalın gövdesine omzunu yaslamış, ikilinin birbirlerini deli etme mücadelesini izleyen Kiana, Daria yere düştüğünde tek gözünü kapayarak yüzünü buruşturdu. Kızın dövüşmeye yeteneği olmadığı apaçık ortadaydı ama Orist bu gerçeği Cadı’nın önünde alenen ifade edemezken sinirine hâkim olmaya çalışarak bu işten kurtulmanın en kolay yolunun Daria’yı bezdirmek olduğunu düşünüyor gibiydi. Yerde kalmakta inat eden kızın başına gelip çömelen Orist, nerede hata yaptığına dair birkaç ipucu sıralarken Kiana, yanına gelip duran Aghon’un varlığını ziyadesi ile hissetti.

“Bu dâhiyane fikir senden çıktı sanırım.” diyen Aghon, gözlerini kısmış bakışlarını kızı yerden kaldıran adamına dikmişti.

“Kendini korumayı öğrenmesi lazım.” dedi Kiana, yanına kaçamak bir bakış atarak. Aghon, tek kelime ile suratsızdı. Bu yedi ay boyunca ne söylerse söylesin kayıtsızlık ile alay arasında bir yerlerde dolaşan Aghon, onu odasından kovmasından sonra bariz bir memnuniyetsizliğe bürünmüştü.

Aghon, Orist’in sopasını durduran ama bir santim bile geriye kaydıramayan Daria’nın titreyen kollarını Cadı’nın da fark ettiğinden emin “Beyhude yere uğraşıyorsunuz.” dedi.

Kiana, Daria’ya duyulan güvensizliğe hissettiği öfke ile adama döndü ve  “Beyhudeler senin işin sanırdım.” dedi. O sabah sürekli pes etmeyeceğini söyleyen Aghon’a kendi vaatlerini hatırlatarak onu da sinirlendirmek istiyordu. Saçlarını yine küçük bir topuzla tepesinde toplamış, genel de tıraşsız gezmemesine rağmen sarı kirli sakallı profilini süzdüğü adamın yukarı kayan dudağı neşesiz bir gülümsemenin izlerini yansıtırken, Kiana yolculuk boyunca gerekli olmadıkça onunla tek kelime etmeyen adamı kışkırtmayı çaresizce istediğini fark etti. İmasından çoktan pişman olmuştu ama artık çok geçti.

“Ben nerede duracağımı iyi bilirim, Kiana.” dedi Aghon sakin bir sesle.

Kiana kısa bir an daha adamın profilini süzdükten sonra tekrar aldığı bir darbe ile omzunu kavrayan Daria’ya döndürdü bakışlarını. Aghon’un pes ettiğini söylemeye mi çalıştığını anlayamazken en iyisinin daha fazla konuşarak hislerini açık etmemek olduğuna karar verdi. “Bendol’e o kadından bahsetmemişsin.” dedi eski ilgisiz sesine dönmeye çalışarak.

Aghon bir süre sessiz kalmıştı, Kiana nerdeyse cevap vermeyeceğini düşünürken “O mesele benim sorumluluğumda. Kadını içeriye kimin soktuğunu bulduğumda General’in de bundan haberi olacak.” dedi.

“Kadın bir kamdı ve onunla nasıl baş ettiğini hiç anlatmadın.” dedi Kiana.  Sesinden Aghon’u bir şeylerle suçladığı anlaşılıyordu ama ne olduğuna karar veremiyor gibiydi.

Sonunda tüm bedeni ile Cadı’ya dönen Aghon, “Seninle nasıl baş ettiysem.” dedi ve soğuk bir gülümseme ile dudakları aralandı.

Adamın kahverengi bakışlarına hâkim olan bükülmez öfkeyi gören Kiana ilk defa ne diyeceğini bilemedi.

Aghon, gözlerini Kiana’dan çekmeden hala didişen Orist ve Daria’ya seslendi. “Bugünlük bu kadar yeter Orist. Sabaha orada olmak istiyorsak hareket etmemiz lazım. ” dedi ve kadına dönüp bakmadan ağaçların arasında kayboldu. 

Çevrimdışı Berweuli

  • **
  • 79
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Cadı
« Yanıtla #14 : 24 Temmuz 2016, 23:58:28 »
***

Otuz üç atlı bir insan boyundaki taş duvarların sınırlarını çizdiği,çıplak ağaçların arasında sahipsizlikten bodur dikenli çalıların hüküm sürdüğü bahçenin girişinde durduğunda güneş, hırçın denizin üzerinden doğmak üzereydi. Sis, ince ince yağan yağmurun etkisiyle yavaşça dağılırken denizin tuzlu kokusu, atların toynakları altında ezilen ıslak çimenlerin rayihasına karışıyordu. İki gündür onları kandıran yalancı güneş bugün doğsa bile gri karanlık bulutların arkasında kalacak gibiydi. Ormandan çıktıktan sonra uçsuz bucaksız ve tek bir canlının görünmediği çayırlardan geçerken olduğu gibi şimdi de atlarından inerken aynı şekilde suratsız ve bir an önce ayrılma isteği ile keyifsizlerdi.

General’in yanlarına kattığı kısa boylu adamın rehberliğinde Poran liman kasabasının kuzeyindeki yüksek kayalıklar olarak da bilinen Zidar falezlerine, yerleşim yerlerinden uzak durmanın bedeli olarak yolu uzatarak iki günde gelmişlerdi. Savaş zamanı onları durdurup soru soracak yürekte çok az kişi olsa da gizliliğin perdesine sığınmak, köylü zihinler de bile amaçlarının sorgulanmasını engelliyordu.

Ortadan kaybolmasını engellemek için Aghon rehberi iki adamına teslim etti ve adamlarının yarısını bahçenin dışında bırakarak duvar boyunca nöbete dikti. Atlarını geride bırakarak yıllardır el değmemiş, ayak basılmamış bahçeye girdiğinde Kiana’nın adımlarını yanı başında hissetti. Fakat Cadı konuşmak yerine ilgiyle etrafı inceliyor sanki Lurd’un kokusunu almaya çalışıyordu. Dikenli çalılar, bir el büyüklüğündeki taşların toprağın içinde yer yer kaybolduğu evin girişine giden yolda çok fazla ilerleyemeden karşılarına dikildiğinde birkaç adamı öne çıkarak baltalarla yolu açmaya girişti.

Lurd’un çocukluğunun geçtiği söylenen evin ve bahçenin viraneliği her adımla önlerine serilirken Kiana, adam hakkında bilgi kırıntılarını yakalayabiliyordu; hali vakti yerinde soylu bir aile fertlerinin mutsuz adımları toprağın her bir santiminde mutsuz izler bırakmıştı. Şimdi bir donanmanın yüksek komutanlığına ulaşmış o adam, bir zamanlar korkularından kaçmak için bu bahçenin kuytu köşelerine sığınmıştı. Kiana, önüne serilenlere şaşkın ama ne düşündüğünü belli etmeden evin önüne kadar gelip durdu.

Sırtını uçuruma vermiş iki katlı ama enine geniş, taştan evin çatısının bir bölümü yıkılmıştı. İki kanatlı yüksek kapılarından birisi de ev ile olan bağlantılarından kurtulmuş merdivenlerin başında yerdeydi. Kiana eve girmek için basamaklara hamle yaptığında Aghon’un kolunun engeli ile karşılaştı.

“Önden biz gidelim.” diyen Aghon, başıyla Orist, Ikar ve birkaç sağlam adamını öne çıkardı.

Daria, Kiana’nın yanında kalırken neden bu kadar temkinle hareket edildiğini anlamadığı çevresini inceleyen boş bakışlarından anlaşılıyordu.

“Ben içerideyken Orist ile kal. Adamın yanından ayrılma.” diye kızı uyaran Kiana, uzun yeşil eteklerinin yılların tozu ile kaplı gri mermerleri süpürmesine izin vererek içeri girdi.

İkinci kata kadar ulaşan yüksek tavanda evin yeni sahipleri olan birkaç deniz kuşu havalanırken Daria, korkuyla irkildi. Evin zemini gibi girişin iki yanından üst kata çıkan basamaklarda mermerdendi. Girişte duvarlarda ne bir tablo, yerlerde ne bir halı mevcuttu. Sadece rüzgarın getirdiği çer çöp ve kırık dökük eşyaların parçaları vardı. Kiana üst kata gitmesi gerektiğini hissederek merdivenlere yöneldiğinde keskin duyuları evin çeşitleri yerlerinde gezen Aghon ve adamlarının ayak seslerini yakaladı.

“Burada bekle Daria.” dedi Kiana, kızı yanında istemediğini belirterek.Etrafında bir tur dönen ve ne yapacağını bilemeyen Daria sadece başıyla Cadı’yı onayladı.

Üst katta çıkınca soldaki koridora yönelen Kiana sağ kanadın çöken çatı ile kapalı olmasının bir şans olduğunu düşünüyordu. Çünkü Lurd’un odası evin sol kanadındaydı. Elindeki keseyi sıkarken emin adımlarla kilimsiz koridorda ilerledi ve Aghon’u aradığı odada Adam ahşap bir dolabın önünde bulduğunda şaşırmadı.

Kiana, bir an adamın geniş sırtını sessizce inceledikten sonra “Daria ile Orist ilgilensin.” dedi varlığını belli etmek için.

Aghon arkaya dönmeden “Aşağıda beklemeni söylemiştim.” dedi. Elindeki her ne ise cebinin için de kaybolmuştu artık. Kiana bunu fark etse de aldırmadı.

“Gereksiz bir tedbir.” dedi Kiana, odaya girerek etrafını incelerken.

Küçük bir yatağın demirden iskeleti pencerenin karşısındaki duvarın dibindeydi. Solundaki bir duvarda küçük bir şöminenin içine atılmış eşya kalıntıları adeta yanmayı bekliyordu. Bir kitaplık, içindeki az sayıda kitaplarla birlikte pencerenin yakınında devrilmişti. Duvarlardaki perileri ve ejderhaları tasvir eden çocuksu resimler kırık pencerelerden içeriye giren yağmur, rüzgâr ve tozların el birliği ile bozulmuş, yer yer yok olmuştu. Sağdaki pencereden ufukta doğmakta olan güneşin gri bulutları kızıla boyaması seçiliyordu. Tüm kire ve terk edilmişliğe rağmen Kiana, bir zamanlar bu odanın çocuksu ihtişamını görebiliyordu.

Kiana, o odayı incelerken kendisini izleyen Aghon’un meraklı bakışlarına döndü. “Şanslı çocukmuş.” dedi. Tüm bu zenginlikler içinde Lurd’un mutlu bir çocuk olmadığını sezmesine rağmen sesindeki alayı gizlemedi.

“Çocukken senin daha mutlu olduğuna bahse girerim.” dedi Aghon. Eli cebinde az önce aldığı şeyi kavramış gibi yumruk halindeydi.

“Ne üzerine?” diye soran Kiana, adamın yanından geçerek az önce incelediği dolabın önüne gelip durdu. Soğuğun bin bir çeşit işkencesini zihninden uzaklaştırmak için yanındaki Aghon’un varlığına tutunurken raftaki devrilmiş küçük biblolardan bir tanesini elini alarak inceledi. Büyük bir maharetle oyularak bir su ejderhasının yılan vari kıvrımlarına dönüştürülmüş olan ahşap, yeşile boyanmıştı. Üzerindeki tozları parmakları ile silerken Aghon’un omzunun üzerinden elindekine baktığını fark etti.

Ejderha biblodan bakışlarını ayırmadan “Bir geceye…” dedi Aghon. Kalın sesi odanın ortasına düştüğünde sessizlik uzadıkça uzadı.

Kiana, kalp atışlarının ani hızını kontrol etmeye çalışırken omzunun üzerinden adama bakmamak için kendisini zorluyordu. Parmakları ahşabın üzerinde kıvrılırken bakışları dolabın tozlu raflarında kendi geçmişine gömülmüştü. O soğuk gün ve gecelerde maruz kaldığı işkencelerin, şu anda bu virane odada bir iddianın şanlı zaferi olacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Yine de galip olduğunu bilmesine rağmen gülümsemesi dudaklarında yayılırken mırıldandı. “Sen kazandın.”

Aghon, derin bir nefes alırken kadına dokunmadan birkaç adım geriye gitti. “Ne kadar zamana ihtiyacın var?” diye sordu.

Kiana adamın büyüyü kast ettiğini biliyordu. “Yarım saat.” dedi kısaca.

Uzaklaşan ayak seslerinden Aghon’un ayrıldığını anladığında artık boş olan odaya döndü. Ne yapmıştı böyle? Aghon’a bir gece için söz mü vermişti? Peki ya ona ne demeliydi, odasından kovduğu için ona hala öfkeli değil miydi? Ondan vaz geçmediği düşüncesi Kiana'nın yüreğini  kanatlandırmıştı. Doğru muydu yaptığı? Hislerinin doğruluğundan emin olsa da son zamanlarda hep yanlışları yapıyordu.

Pelerininden kurtulurken içinden çıkılmaz soruları zihninden uzaklaştırdı, daha sonra düşünecek ve endişelenecekti.Dertop edip kire aldırmadan odanın ortasına koyduğu pelerinin üzerine diz çöktü. Şimdi yapması gereken bu Lurd denilen denizcinin yerini bulmaktı. Bir elinde küpe diğer elinde ejderha biblosu ile yüzünü şömineye dönen Cadı, büyü için gerekli olan sözleri fısıldarken evin etrafında artan rüzgârın uğultusu ile yağmur damlalarını nöbetteki adamların yüzlerine vuruyordu. Yıllardır yanmayan bacadan tekrar duman çıkarken Kiana, alevleri yükselten sözleri ardı ardına sıraladı.

Gece kadar kara saçların görüşüne girmesi ile dağlarda baharda açan çiçeklerin kokusunu ona kadar ulaştı. Güney’de bahar erken gelmiş olmalıydı. Ahşap kır evinin kapısı açılırken ufak tefek sarışın bir kadın kara saçlı adamı sevinçle karşıladı. Adam avladığı birkaç yabani tavuğu merdivenlere bıraktıktan sonra sarılıp sarmaladığı kadına sıcak bir öpücük sunuyordu.

Kiana, siyahı kaybolup kırmızıya dönmüş gözlerini hızla açtı. Nerede olduğunu bulmuştu. Gözleri her zamanki haline döndüğünde birbirine sarılmış bedenlerin mutlu yüzlerini kafasından uzaklaştırdı. Ayağa kalkarak hala yanmaya devam eden ateşe küpeyi ve bibloyu attı; söyleyeceklerini söylemişlerdi, artık işine yaramazlardı. Alevler iştahla bağrına bırakanların üzerine kapanıp yutarken Kiana, büyü esnasında odada olmayan ama şimdi arkasındaki gölgelerin  içine sığınan kadının varlığı ile bir süre kıpırdamadan şöminenin önünde dikildi.



Evin önünde güneş doğdukça aydınlanan bahçeyi ve ardını gözleyen Aghon, şiddetlenen yağmur nedeniyle Daria’yı evin içine girmesi için ikna eden Orist yanına geldiğinde, arkadaşının etli yüzünün tedirginlikle gergin olduğunu fark etti. Tıpkı kendisi gibi Orist de bu tekinsiz sessizlikten hoşlanmamıştı.

Evin içinden gelen gümbürtüyle eş zamanlı, ardı ardına atılan okların rüzgârı, iki tecrübeli adamın birbirlerinden aksi yönde kaçmalarına sebep oldu. Bahçenin içinde ve dışında başlayan arbede sesleri arasından Aghon, Kiana'nın olduğu evin üst katında devlerin tepiştiğine yemin edebilirdi. Tuzağa düşmüşlerdi, bunun hafifletici hiç bir açıklaması olamazdı. Kendisini savurduğu yerden kalkıp hızla eve girmek istediğinde Daria'nın boğazına dayanan hançer ile bir süre alıkondu.



Kiana, Kam kadının hareketlerini izlerken avucunda ortaya taşlarını kavradı.

"Kuzeyin fahişesi." Kadının dudakları nefret ile kıvrılırken elleri aynı hızla hareket etmişti.

Kiana, kendisini hedef alan metallerin soğuk yüzeyinde şöminedeki ateşin yansımaları görebiliyordu.

Bir kaç sözcükle önünde oluşturduğu rüzgardan kalkan ile onları duvarlara saçarken Kiana'nın taşları aynı hızla kadına yönelmişlerdi.Kam kadın Cadı'nın aksine hızlı hareket ediyordu. Hem kamların fiziksel yetkinliğe cadılardan daha fazla önem vermeleri hem de kadının erkek gibi giyinmesi sayesinde taşlar hedeflerini bulamazken daracık odada kendini sıkışmış gibi hisseden Kiana, ayaklarının dibindeki döşemeleri yerinden oynattı.

Lurd'un çocukluk odası bir alt kattaki büyük odaya indiğinde Kiana, ayaklarına doladığı rüzgar ile düşüşünü yavaşlattı. Kendisi gibi yere sağlam inen Kam'ın elleri boş durmamıştı, kadının çizdiği büyünün etkisi ile Cadı arkasındaki duvar tarafından mıknatıs gibi çekildi. Bir yandan metaller üzerine gelirken diğer taraftaki çekime kendisini bıraktı,  sırtı duvara çarptığında Kiana'nın önünde rüzgar bir fırıldak gibi dönüyor ve sivri metalleri ondan uzaklaştırıyordu.

Rüzgardan kalkanı karşısında Kam'ın şaşkınlığını fırsat bilen Kiana,yapıştığı duvardan kurtulamasa da sözlü bir emri ile elinde peyda olan ateş topunu kadına gönderdi. Göğsüne çarpan yakıcı sıcaklık ile savrulan Kam bir kaç metre geriye sürüklenirken sonunda serbest kalan Kiana üç taşını da avuçlarına çağırdı.

Taşları, kendisine gelmesine izin vermeden kadını kıskıvrak yakaladı. Kiana, ateşten bir halatla bağlıymış gibi kıvranan Kam'ın önüne eğildi ve "Güney'in sürtüğü?" dedi. Cadı isim konusunda karar veremiyormuş gibi gözlerini kıstı, ardından sırıttı. "Her neysen? Yakında senden geriye bir şey kalmadığında isimlerin de bir önemi olmayacak."

"Lanet olsun! Rüzgarı kontrol edememen lazımdı." diye inleyen kadın, ellerini büyü için çaresizce hareket ettirmeye çalışıyordu.

"Senin de burada olmaman gerekiyordu." Kiana, gömleğinden kavradığı kadının yüzünü yüzüne yaklaştırdı. "Saklandığınız ininizden çıkma cesaretini ne zaman gösterdiniz?" dedi tükürürcesine.

Halatı daraldıkça ağzından kan gelen Kam, kızıl dişlerini öne seren bir kahkaha ile tüm evi çınlattı. "Bir Kam ile geziyorsun ve onun ne olduğundan haberin bile yok."

Kiana, önce kadının ne demek istediğini anlamadı, anlamak istemedi. Ardından tüm iplerin uçları yavaşça zihninde birleşirken gözleri önce şaşkınlıkla büyüdü, ardından kandırılmış olmanın öfkesiyle kısıldı.

Kam, kan öksürürken "Sonunda anladın." dedi hırıltılarının arasından. "Aşığın kendi halkına ihanet eden bir Kam." Hala onun gömleğine yapışmış olan Kiana'nın şaşkınlığından yararlanan kadın hançerini elinin altındaki Cadı'nın karnına soktuğunda fısıldadı. "Ya da sana ihanet eden bir Kam. Seni benim ellerime getirdi."

Kiana sağ böğründe hissettiği acıya hazırlıklı değildi ama canını daha da çok yakan uğradığı ihanetti.