Bölüm 9,5 = Yabancılar
Üç küçük kız, üç arkadaş; masum, ancak omuzlarında ağır yükler barındılar üç kız, başkaları tarafından görülemeyen yüksek binadan çıktılar.
Şehrin sluk ışıkları uzaktan onlara göz kırpıyordu. Yalnızdılar. En azından görünürde. Görünürde, arkadaki yüksek binadan ve ağlardan başka bir şey yoktu. Tabii bir de, şimdi çok eskilerden kalma bir anı olan şehrin solu silueti.
Üçünün de ayrı yaşantıları vardı. Kendi aileleri, dostları ve kendi hayatları. Oysaki onların kaderi aynıydı. Savaşmaları gereken koskocaman bir dünyayla karşı karşıyaydılar. Ve onları buraya toplayan da aynı amaçtı: içlerinden biri ölüyordu ve onu kurtarmalıydılar.
Dilara huzursuzdu. Yıllarca sakladığı sırrının ortaya çıkmasından mı, en iyi dostlarının ölemekte olduğundan mı, kaderin yükümlülüğü artık kendini hissettirmeye başladığından mı, bilmiyordu. Bir şekilde huzursuzdu, ortam daha da huzursuzdu ve bu hoşuna gitmiyordu.
Alara Dilara’ya bakmıyordu. Çok kızmıştı ona. Nasıl olur da böylesine bir şeyi saklardı ondan? İçinde bir öfke patlamış, yükselmiş gidiyordu. Bir de ufak bir endişe dalgası (ya başaramazsak?) ve de buruk bir acı…
Nesil düşünme yetisini kaybetmişti. Aklında sadece tek bir düşünce vardı: Başaracaktı. Seda’yı ölüme terk etmeyecekti.
“Kendinize fazla güvenmeyin!”
Üçü de aynı anda sıçradı. Bir kadın sesiydi bu. Belirli bir kaynağı yok gibiydi, sanki her yerden geliyordu.
Nesil’in kalbi deli gibi çarpıyordu. Bu ses ona bir yerden aşinayde, ama nereden?
Ve ses tekrar duyuldu.
“Başaramayacaksınız. Güçsüzsünüz. Zayıfsınız. Ne bir silahınız var elinizde, ne de sihir gücü. Un ufak edebilirim sizi, hemen, şimdi.”
“N-Nereden biliyorsun?” dedi Alara. Güçlü bir kahkaha attı kadın.
“Zihnin bana kendini olduğu gibi gösteriyor, küçük. Korumasızsın, acınacak haldesin! ama anlamıyorum, neden-”
“yenileceklerini bile bile savaşıyorlar? Çünkü sevgi denen o zavallı batıla inanıyorlar.”
Bu bir erkeğin sesiydi, daha genç ve kendine daha fazla güvenen bir ses.
Nesil soluğunu hızla içine çekti.
“Sen!”
“Hayır, biz!”
Ve yabancılar kendini gösterdi.
xxx
İkisi de baştan aşağıya simsiyah giyinmişlerdi. Yüzlerinde de siyah birer maske vardı.
“Çok merak ediyorum, acaba bize karşı ne yapmayı planlıyorsunuz?” dedi erkek olanı.
Hiçbiri cevap vermedi. Ama Alara’nın içinde onların bir şeyi bilmek için söylenmesini beklemeyecekleri yönünde bir his vardı.
“Çok haklısın küçük koruyucu.” Dedi, Alara’nın şüplerini doğru çıkararak.
“Kimsiniz siz?”
“Ah, söyleyelim de bizi şıp diye tanıyıverin değil mi? Hiç sanmıyorum. Kafa yormalı, çabalamalı, emek harcamalısınız. Zihninizin harap oluşunu görmeyi iple çekiyorum. Sizi bitireceğiz koruyucu, yemin ederim.”
“Bunu kastetmemiştim. Kime karşı savaştığımızı bilmek istiyorum. Kimsin sen?”
“Ben, Siyah’ım. Siyah da ben. Biz artık bir bütünüz. O bana –bize- güç veriyor biz de onun adına savaşıyoruz-”
“Yeter bu kadar saçmalık, haydi öldü-”
“Saçmalıyorsun Xars! Buraya kadar gelmişken onları öldürecek miyiz? Hayır, henüz değil. Henüz zamanı değil. Bırakalım, gitsinler. Zamanı gelince, bize kendi ayaklarıyla dönecekler.”
Kadın hırlayama benzer bir ses çıkardı ve gökyüzünde birkaç şimşek parladı.
“Sen oyalan aptal! Ben, efendimin emrini bu gece yerine getireceğim!” ve Xars, elini tehditkar biçimde yukarı kaldırdı.
“HAYIR!” çocuk da aynısını yaptı; Xars’ın eli bir an havada dondu; bu donuşun verdiği şaşkınlıkla da iki saniye kadar öyle kaldı. Sonra, eskisinden daha şiddetli bir öfkeye karışan el, hayali buzlarından kurtulup savunmaya hazırlanan çocuğun üzerine birbiri ardına büyüler göndermeye başladı.
Kızlar, koşmaya başlamadan önceki saniye çocuğun yere düştüğünü gördüler; “KAÇIN!” diye bağırdı çocuk, ve ardından savunmaya geçti.