Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - ada sahilleri

Sayfa: [1] 2 3
1
Güncel / Ynt: Sbs
« : 13 Haziran 2013, 12:32:15 »
Gençler sıralama sınavı yahu, "bu seneki çok kolaydı" diyeni duymadım zaten, puanlar düşecektir, moral bozmaya gerek yok.

2
Kurgu İskelesi / Ynt: Katunya Otobüsü
« : 10 Haziran 2013, 17:11:25 »
Yazıda herhangi bir görüşü kötülemedim de övmedim de. Sadece gördüklerimi yazdım, "yolcular çok iyi yaptı Ali gününü gördü işte oh olsun" anlamına gelebilecek hiçbir şey yok. Bir taraf tuttuğumu yazıdan çıkarmanın benimle alakası yok. Tartışmanın uzamasını da istemiyorum başka cevap yazmayacağım, eleştiri için teşekkürler.

Ali nin camdan atılması mevuzuyla neyi kasdettiğiniz bilmiyorum, yada siz de bilmiyorsunuz. tartışmanın uzaması yada uzamaması, sizin cevap verip vermemeniz beni bağlamaz. Siz nasıl ki yazınızda Ali' ye yaptıklarını camdan atarak ödettiyseniz, ben de bir okuyucu olarak önüme sürülen bu yazıdan istediğim çıkarımı yapıp, istediğim yorumu terbiye kuralları dahilinde ifade etme hakkına sahibim. "Lan" lı "Lun"lu konuşan Ali nasıl hol karşılanmadı ise, kafana silah dayamadım ( okumasaydım kardeşim) ifadenizi de ben hoş karşılamadım ve yazınızı camdan uzay boşluğuna atma hakkımı saklı tuttum.

Teşekkür ederim.

3
Kurgu İskelesi / Ynt: Katunya Otobüsü
« : 10 Haziran 2013, 17:01:24 »
Yazıda herhangi bir görüşü kötülemedim de övmedim de. Sadece gördüklerimi yazdım, "yolcular çok iyi yaptı Ali gününü gördü işte oh olsun" anlamına gelebilecek hiçbir şey yok. Bir taraf tuttuğumu yazıdan çıkarmanın benimle alakası yok. Tartışmanın uzamasını da istemiyorum başka cevap yazmayacağım, eleştiri için teşekkürler.

4
Kurgu İskelesi / Ynt: Katunya Otobüsü
« : 10 Haziran 2013, 16:45:04 »
Valla kimsenin kafasına silah dayayıp "okutmadım". Kelime seçiminiz yanlış. Fantastikten çok bilim kurgu olarak değerlendirilebilir, o konuda da bir sorun yok. Siyasi bir ideolojiyi de savunduğumu düşünmüyorum, "toplumsal eleştiri" yapmak kadar doğal bir şey yoktur. Gırgırına yaptığım doğrudur, yaklaşık yirmi dakikamı aldı yazmak.

5
Kurgu İskelesi / Katunya Otobüsü
« : 10 Haziran 2013, 00:23:17 »
 Ali, gençliğini futbol oynayarak geçirmiş, son zamanlarda şoförlük yapmak isteyen orta yaşta bir vatandaştı. Yaşadığı ülke olan Katunya'da şoförleri patronlar seçmezdi, otobüse binen yolcular oylama yaparlar ve birinci çıkan kişi şoför olurdu. Katunya çok demokratik bir ülkeydi.

 Ali, gerekli eğitimden geçmiş, gerekli belgeleri almış ve gururla şoförlük için başvurusunu yapmıştı. Otobüsün önceki şoförü zamanında çok çalışmış ama artık yaşlandığı için verimli olamayan bir eski topraktı. Katunyalı yolcular Ali'yi görünce çok sevmiş, karizmasından, söylemlerinden etkilenmiş ve şoför olarak seçmişlerdi. Ali de son derece büyük bir gururla direksiyonun başına geçmiş, emektar otobüsü sürmeye başlamıştı. Rotaları Space-xy103 gezegeniydi, otobüs havalandı ve yolculukları başladı.

 Birkaç gün yolculuk devam ettikten sonra yolcular neler olduğunu merak etmeye başlamıştı, çünkü haritada gösterilen yol ile gittikleri yol aynı değildi. Ali yanlış yerden sapmıştı, yolcuların bir kısmı fısır fısır tartıştıktan sonra etrafı izlemeye devam ettiler. Aradan birkaç gün daha geçti, artık dayanamayacak seviyeye geldiler ve yolculardan biri "doğru yolda olduğumuza emin misin?" dedi, akabinde bir diğeri "haritayı kontrol et kaptan" diye bağırdı. Ali'ye oy verenler yolun doğruluğundan emindi, "adamın bir bildiği vardır, okumuş şoför olmuş, susun da uyuyalım canım" diyerek yolculuğa devam ediyorlardı. Ali kendisine verilen destekten memnun, gazı kökledi.

 İlk başta kendisine bağıranların tostu artık tek kaşarlıydı, bu yolculuğun keyfini çıkaranlara ise her sabah çift kaşarlı gelmeye devam ediyordu. Osman, "benimki neden tek kaş.." derken muavin sopasını kafasına indiriverdi. Sesini yükselterek diğer yolcuların huzurunu bozmasına gerek yoktu! Arka dörtlüde oturan delikanlılar "yazık değil mi adama?" dedikten sonra ayağa kalktılar, muavin onlarla baş edemeyeceğini anlayınca gazzum bombalarını çıkardı, sıktı arka tarafa, sıktı arka tarafa. Gençler iki adım atamadan oturdular. Bir yolcu da gençlere kızıyordu, "ne keyfimizi kaçırıyorsunuz yahu, oturun gidin efendi efendi, şoförün dikkati dağılmasın".

 Aradan birkaç gün daha geçti, yolcular baktılar ki olacak gibi değil, Ali otobüsü diğer araçların üzerine üzerine sürüyor, ya son anda sürtüyorlar ya da karşıdaki şoförün manevrasıyla kazadan kurtuluyorlardı. Otobüsün yarısı ayaklandı, "birader biz bu otobüsü bu hale getirene kadar neler çektik biliyor musun?" dediler. Ali kendinden emin, "beni siz seçmediniz mi lan, istediğim gibi kullanırım otur oturduğun yere çapulcu seni" diyerek muavini dürtükledi. Gazzum bombaları otobüsün her tarafını sarmış, nefes alacak yer kalmamıştı. Arkada oturan delikanlılardan biri o hengamede öldü. İnsanlar homurdanarak yerlerine oturdu. Çok değil, birkaç dakika sonra yapılan ani bir frenle yolcular yeniden "sarhoş musun be adam!" diyerek ayağa kalktı. Ali bu ani frenleri her gün yapardı ama bu defa nedense herkesi ayaklandırmıştı. Muavin gazzumu salladı, gazzumu salladı ama bu defa yolcuların oturmaya niyeti yoktu. Ali koltuk arkası televizyonlara penguen belgeseli koymuş, bir kısım yolcuya bunu izleterek sürmeye devam ediyordu. Yolcular muavinin üzerine yürüdükçe yürüdüler. Yedek şoför Ali'ye "insanları sakinleştir, bu işin önünü alamayız" dedi, Ali de "sus lan, ben seçildim ben bilirim" diyerek karşılık verdi. Penguen belgeseli izleyenlere "ne duruyorsunuz huzurunuzu bozanlara karşılık versenize" anlamına gelen cümleler kurmaya devam ediyor, bir yandan da sigarasını yakıyordu. O sırada bir cam kırıldı, daha sonra ikinci, üçüncü cam.. Otobüs sallanmaya devam ediyordu, yolcular gazzum bombalarını alıp muavine atıyor, onu iyice köşeye sıkıştırıyordu. Derken kırılan camlardan bir yolcu düştü ve insanlar iyice hırslandı. Ali bu arada "beni seçtiniz oğlum, haddinizi bilin" demeye devam ediyordu. Yolculardan biri artık bayılacak duruma gelmiş muavine kafa attı ve Ali'nin yanına geldi, kolundan tuttuğu gibi kırılan camların birinden aşağı fırlattı. Camlar kırılmış, koltuklar parçalanmıştı. Ali uzay boşluğuna bırakıldı ama ardında harap olmuş bir otobüs bıraktı. Bunun eski haline gelmesi yıllarını alacaktı. Yeni şoför seçildi ve yavaşça sürmeye başladı.

O kırılan ilk cama haylaz çocuk Mine pastel boyasıyla "Gezi Parkı-Taksim" yazmıştı.

6
Tartışma Platformu / Ynt: Nüfus Konusu
« : 09 Haziran 2013, 21:20:11 »
Bunun belli bir cevabı var mı sence? 8976854684 milyara kadar çıkabilir, fantastik edebiyat ya hani.. Fantastik olmayacaksa şu anda var olan ülke nüfuslarını inceleyebilirsin.

7
Genel Kültür / Ynt: Kolanın Faydaları
« : 04 Mayıs 2013, 22:51:40 »
Vücuda zararları vardır ama "Allah Muhammed bilmem ne" yazması hakkaten komik. Benin kullanıcı adımı da saat yönünde 85 derece çevirdikten sonra y eksenine göre simetriğini alıp ucundan kıvırıp aynadan tersine bakınca "Allah yoktur dinler yalan" yazıyor.. Nasıl baş etmeliyiz bu sorunla?

8
Liman Kütüphanesi / Ynt: Çeviri ve Çevirmenler Üzerine
« : 24 Nisan 2013, 13:41:54 »
Rus edebiyatını sevenler için Nihal Yalaza Taluy hazine niteliğindedir. İş Bankası Kültür Yayınlarından klasik çevirileri var, diğer eserlerde görmedim ama rahatlıkla şimdiye kadar gördüğüm en iyi çeviriler olduğunu söyleyebilirim.

Bir dergi için yazdığı yazıdan: "Hiç olmazsa klasik eserlerin tercümesinde laubali olmayalım. Çünkü onları okuyacak olanlar yalnız yolculuk esnasında trende ve vapurda vakit öldürmek veya bir şey okumuş olmak için alınan 25 kuruşluk kitap serilerinin dalgın ve müsamahakar karii değil, dünya edebiyatını öğrenmek isteyenlerdir. Bunlar arasında bilhassa da genç nesil vardır. Onlara, her şeyin en iyisini, en temizini ve en doğrusunu vermek borcumuzdur."

9
Başka Kurgular / Ruhi Mücerret - Murat Menteş
« : 17 Nisan 2013, 20:47:22 »

Son birkaç yılın en çok dikkat çeken Türk romancılarından Murat Menteş'in yeni kitabı. 100 yaşındaki İstiklal Savaşı gazisinin başından geçen olayları anlatıyor. Sayfalarına aforizmalar serpilmiş, kahkaha attırdıktan birkaç saniye sonra uzun uzun düşündürebiliyor. Ruhi amcamızın psikolojisini çok güzel çözümlemiş, güldürüyor, düşündürüyor. Güldürürken düşündürmüyor ama; önce güldürüyor, sonra düşündürüyor.

Yeni Hayat, "bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti" diyerek ilk cümlede okuru kendine getirir. Yeraltından Notlar, "ben hastalıklı bir adamım" cümlesiyle başlar. Yabancı, "annem bugün öldü, dün de olabilir, emin değilim." diyerek ilk cümlesiyle çeker. Ağır Roman "Kolera Sokağı'nın en kral kevaşesi Eda, yatıştan sonra apış arasını yıkadığı suyu, hurdaya çıkmış metal artıklarından yapılma kerhanenin pencere iskeletinden şık bir figürle boşluğa saldı" diyerek ilk cümlesinden ağırlığını koyar. Bence, Ruhi Mücerret de en az bunlar kadar şık ve çekici bir diyalogla başlıyor:

- Hayat nasıl gidiyor?
- Yaşayan birine sor.

Balçiçek İlter'in konuyu edebiyattan uzaklaştırma çabalarına rağmen izlenebilir. Karşında Murat Menteş var ve sen konuyu ısrarla akil adamlara getiriyorsun.. İlginç vesselam.

http://www.youtube.com/watch?v=WcjquYoD68A

10
Sadece Kara Elf ve Buzyeli Vadisi serilerini okuyan biri olarak "Gümüş Damarları" diyebilirim. Okuduklarımın hemen hemen hepsini beğendim sadece Buçukluğun Mücevheri'nde "öeh" demişimdir.

11
Wulfgar ilk defa Luskan'ı gördüğünde büyüklüğü karşısında nasıl şaşırdıysa ben de şu anda öyle şaşırıyorum. Ya da hayatı boyunca köyünde yaşamış birinin İstanbul'u gördüğü zamanki hisleri.. Sabaha kadar harita incelerim şimdi :)

12
Drizzt ve Wulfgar Calimportt'a gitmek için yola çıkıyor. Yani Regis'i kurtarmak için gidecekleri yer "Calimportt." Tabi kitap sadece Calimportt'da geçmiyor. Yolda çokça macera yaşıyor kahramanlarımız.

Teşekkür ederim, tahmin ettiğim gibi.

Sana tavsiyem güzel bir 3. edition haritası edin. bilgisayarında dursun. Merak ettikçe açıp bakarsın. Yoksa kitap haritaları güzel değil. Laika Yüzüklerin Efendisi 2. kitaptaki gibi bir poster bastırıp sataymış güzel olurmuş.

Mesala bu harita güzel ve yeterince büyük. http://www.wizards.com/dnd/images/wd_maps/FRposterLarge_150.jpg Bunu kullanabilirsin. Bazı şehirleri Türkçeye çeviriyorlar unutma. Mesela Derinsu "Waterdeep", Mumkale "Candlekeep", Kara Kale "Dark Hold", Caliskele "Calimport", Uzunsemer "Longsaddle", Neverwinter "Kışgörmez" gibi.

Sana katılıyorum. Haritaya bakmak çok zevkli. 

Size harita için ayrıca teşekkür ederim ama çok şaşırdım yahu. Diyarları daha küçük sanıyordum, tahmin ettiğimden kat kat büyükmüş.

13
Unutulmuş Diyarlar / Buçukluğun Mücevheri'ndeki Harita
« : 27 Mart 2013, 20:41:26 »
Sorum kitap hakkında bilgi içeriyor. Sonra "vay efendim uyarmadan spoiler vermişsin" diye gelmeyin :)

Kitabın başındaki haritada sadece Uzunsemer haritası var. Önceki kitaba göre Drizzt ve Wulfgar'ın güneye doğru gitmesi gerekiyor. Bütün kitabın bir köy içinde geçmesi de son derece mantıksız geldi. Sık sık haritaya bakmayı seven biri olarak soruyorum, kitaptaki olaylar nerede geçiyor? "Oku görürsün" demeyin, önümüzdeki birkaç hafta elime kitap almaya fırsatım olmayacak ve içimde bu merakla duramam, patlarım efendim :)

14
Kurgu İskelesi / Hayri Beni Öldürdü
« : 25 Mart 2013, 17:56:49 »
Bodrum katında oturuyorum.

       Yazıma “ben hasta bir adamım” ya da “bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” gibi bir cümleyle başlamak isterdim ama o kadar alengirli yazabileceğimi sanmıyorum. Öğrenciyken biraz parasızlıktan biraz da umursamazlıktan burada oturmaya başlamıştım. Devletin verdiği krediyle geçinip gidiyordum, en azından kiramı ödemeye yetiyordu. Fazla harcamam olmazdı zaten, arkadaş çevrem dardı. Daha doğrusu her gün “günaydın” dediğim Ali’yi saymazsak hiç arkadaşım yoktu. İçkim, sigaram da yoktu, arkadaşlarımın az olmasının en büyük yararı buydu sanırım, çevremde kötü alışkanlıklar edinmek için özenebileceğim kimse yoktu. Okuldan eve gelir, yine okula gidene kadar çıkmazdım. Deniz manzaram yoktu, ayakkabıları izlerdim; pöfür pöfür esen balkonum yoktu, ciğerlerime şehir kokan tozları çekerdim. Bir gün çalışmaya başlayınca çok daha iyi yerlerde oturacağımı düşünüp avuturdum kendimi. Mezun oldum, çalışmaya başladım, aldığım kredilerin geri ödeneceğini fark ettim. “Daha iyi yerlerde oturma” planımı dört beş sene erteleyebilirdim, ertelemek zorunda kaldım.  Sağlık olsun.

   Sabah sekizde evden çıkıyorum, altıda işim bitiyor. Akşamları The Godfather izleyerek çay içerim. Serinin ikinci ve üçüncü filmlerini sevmem, sadece ilk filmi izlerim.  “Küf” denilen şey olmasaydı çok daha mutlu olabilirdim ama şimdi de halimden şikayetçi değilim. Eskiden çok kitap okurdum. Kitaplığım olsaydı bütün duvarları doldururdu, olmadığı için yerde üst üste duruyordu kitaplarım. Birbirimizi anlıyorduk, ben onları seviyordum, onlar beni odamdan alıp zamanın ötesine götürüyorlardı. Üstad diyor ya: “Ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı”. Öldüler. Baal’ın gazabına uğramış olmalıyım ki bir gün penceremden sular girmeye başladı. Daha öncekilerden hızlıydı, ne olduğunu anlamadan bütün kitaplarımı öldürdüler. Bari okuduğum yarım kalmasaydı, sonunu da merak ediyordum ya.. Sağlık olsun.

   Böceklerim vardı bir de. Onlara karışmazdım, onlar da bana bulaşmazdı. Ortak çalışıyorduk diyebilirim aslında, ben çeşitli kimyasallar kullanmayıp onların huzur içimde yaşamaklarını sağlıyordum; onlar sivrisinekleri öldürüp benim huzur içinde yaşamamı sağlıyordu. Çayımın içine girmeseler çok daha iyi olabilirdik ama onlar da seviyor sanırım. Takdir edersiniz ki demlemek üzereyken siyah çayın içinden cins cins böceklerin çıkması pek hoş olmuyor. Neyse ki diplomatik bir sorun çıkmadan –hoşgörüm sayesinde- bu tatsız olayı da atlattık. O kara günden, katliamdan sonra böceklerde bir değişiklik sezmiştim. Kitaplarımın gittiği yerlerde toplanıp birbirlerini yiyorlardı. İlk günlerde iç savaş olduğunu düşündüm ve iç işlerine karışmaya hakkım olmadığı için uzaktan izlemekle yetindim. Aradan günler geçti, Godfather’ı izlerken birden görüntü kayboldu. Televizyonun arkasındaki böcek kabloları kemiriyordu, sinirlendim ve televizyonu kaldırdığım gibi üzerine fırlattım. Elli santimetreye yakın boyu olmasaydı terliğimle ezebilirdim ama o kadar uğraşmak istemedim. O günden itibaren televizyonum da yok. Sağlık olsun.

   O günden sonra her şey ters gitmeye başladı. Bazen odamın kapısının ağlarla kaplandığını görüyordum, bazen halımın bir kısmının yok olduğunu.. Sıcak bir yaz günü uyandığımda odamda karşılaştığım manzarayı hala unutamam. İki akrep, bir örümceği midelerine indirmek suretiyle kahvaltı yapıyordu. Son zamanlarda boyutlarının git gide artmasından şüphelenmiştim ama bu kadar büyüyeceklerini de tahmin etmemiştim açıkçası. Daha sonra sağdaki akrep bana doğru gelip ağzını hareket ettirmeye başladı. Ne olduğunu anlamamıştım ama içimde kötü bir his vardı, kıskacını ısırıp kaçmaya başladım. İntihar saldırısıydı bu, normal şartlarda ben kıskacını ısırmadan onun beni yemesi gerekirdi, nedense beceremedi. Ama bunları düşünmeye vaktimin olmadığını biliyordum, binanın dışına çıkar çıkmaz düşünmeden koşmaya devam ettim. Akrepler arkamdaydı, önüme baktığımda az önce top oynayan çocukların üzerime doğru koştuğunu gördüm. Elleri, ayakları, kafaları birden değişti ve salyalar saçan böceklere dönüştüler.Sağa döndüm, her gün ekmek aldığım Hayri’nin yerinde koca bir hamam böceği duruyordu, beni görür görmez koşmaya başladı. Odamı savaşmadan kaçıp gittiğim için kendimi bir korkak gibi hissediyor, onurlu bir savaşçı gibi savaşarak ölmek yerine korkak bir çocuk edasıyla kaçtığım için utanıyordum. Düşman bu kadar kalabalık olmasaydı belki savaşabilirdim ama gerçekten korkmuştum. Hayri sanırım beni yakaladı, evet evet koluma yapışan iğrenç böcek ekmekçiden başka biri olamaz. Akrep, akrep de çullandı üzerime kanayan kıskacı ağzıma geliyor, keşke ısırmasaydım. Sağlık olsun.



15
Mızıka çalıyorum, sesine aşığım diyebilirim. "Bir haftada öğrenilir" türü cümleleri de esefle kınıyorum  :inca  ;D

Şaka bir yana bir haftada basit şarkıları çalabilecek seviyeye gelebilirsiniz. Onun dışındaki teknikleri öğrenmek sizi son derece sıkabilir, hatta mızıkayı bırakanların çoğu da bu aşamada "başlarım tekniğine" diyerek bırakır. Birkaç haftalık çalışmanın ardından istenilen sesi çıkarabilmenin verdiği zevk ise paha biçilemez.

Dezavantajı da mızıkanın "çocuk oyuncağı" olarak görülmesi. Çocukken hepimizin basit bir mızıkası olmuştur. O yüzden insanların zihninde "kafa şişirmeye yarayan oyuncak" olarak yer edinmiş durumda. O yüzden birine "mızıka çalıyorum" dediğinizde "hmm, peki gerçekten çaldığın alet var mı?" sorusunu duyup kudurabilirsiniz.

Bence iki dakikanızı ayırın: http://youtu.be/qIf577IaD3Y

Sayfa: [1] 2 3