Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Elijah

Sayfa: [1] 2 3 ... 39
1
Eğlence & Mizah / Ynt: Video Paylaşımları
« : 26 Mayıs 2014, 22:51:57 »
Celebrities Read Mean Tweets

İzlemeden duramıyorum şu videoyu süper bir şey.

Edit: Eskileri de varmış bunların. #2 (sonu güzel), #3, #4, #5, #6

2
Televizyon / Ynt: Flash’dan İlk Fragman
« : 19 Mayıs 2014, 23:30:30 »
Son zamanlarda süper-kahraman piyasasının giderek aç gözlü ve sömürücü, buna bağlı olarak da düşük kaliteli ve aşırı üretken olduğunu görüyoruz. Marvel'ın başlattığı ardı arkası kesilmez süper-kahraman filmleri serisine cevap olarak DC Comics'in de hareketlenmesinin son adımıdır Flash. Her ne kadar çatışmaların piyasayı kızıştırarak güçlendirdiği söylense de ben aynı fikirde değilim. Neden bilmiyorum ama çıkan her yeni film ya da dizinin "nasıl olsa takip edecek" kafasıyla seyircinin, yani tüketicinin önüne daha sık ve kalitesizleştirilerek sunulması bana sömürülüyormuşum hissi veriyor. Bu sebeple bu ve bundan sonra gelecek projelere pek ısınamadığımı biraz da kendime ve sizlere itiraf etmek zorundayım.

Onu geçtim, çizgi-roman sermayesi bize en başta çok uğraşılmış ve iki üç yılda bir karşımıza çıkan film serileri sunmuştu. Şimdi gelip de önümüze efektleri filmdekilerle yarışamayacak, kurgusu ve senaryosu seyirciyi o hafta için doyurmasına yetecek seviyeye inen diziler sunulunca, benim açımdan tatmin olmak imkansız hale geliyor. Onu da geçtim, bu dizilerin süper-kahraman kimliklerini bir kenara bırakıp normal dizi gözüyle bakalım; e yine kalitesiz. Hayatımda Arrow'daki başrol oyuncusu kadar boş ve kalas bir oyuncu daha görmedim. Ya da seyirci kitlesini elinde tutmak için her bölüm ölmüş karakterleri hortlatarak, yeni yeni aşk üçgenleri oluşturarak ya da izleyenlerin "yok artık" çekip heyecanla yeni bölümleri beklemesi için ters köşeler yaratmaya çalışan senaristler kadar acınası senaristler görmedim. Ayrıca daha önce bahsedildiği gibi Polat Alemdar sendromuna yakalanmış kahramanların boyuna şişirilmesi, süper-kahraman yapımları için bile gerçeklikten uzak hale sokuyor diziyi.

Ama sonuç olarak bunlar eğlencelik ve vakit geçirmelik şeyler, o yüzden dert edilecek tek şey yapımların bu iki şeyi başarıp başaramaması. Sorunun cevabı evet olduğundan ben ekşici moduna girip vaktimi iki paragraf eleştiri yazmaya ayıracağıma iki bölüm daha Arrow seyredeydim daha güzel olurdu. İlla bok atıcaz anasını satayım, kendi kendime kızdım.

Flash'ın Marvel'daki karşılığı olan Quicksilver'ı da X-Men serisinin çıkacak son filminde görmek mümkün. Hızlı tipleri sevenlere not düşmüş olayım. Ayrıca anladığım kadarıyla fragmanda Ferris Air tabelasıyla Green Lantern kapılarını aralamışlar. Güzel olacak gibi, beklemedeyiz.

3
Düşler Limanı / Ynt: Yanan Boğazın Çekiciliği
« : 10 Mart 2013, 13:32:33 »
Edebi şeyler yazmakla saçmalamak arasında ince bir çizgi vardır, işte sen o çizgiye tecavüz etmişsin.

4
Sinema / Django Unchained
« : 15 Şubat 2013, 19:05:23 »

DJANGO UNCHAİNED

Yapım: 2012 - ABD

Tür: Macera, Dram, Western

Yönetmen: Quentin Tarantino

Oyuncular: Jamie Foxx, Christoph Waltz, Leonardo DiCaprio, Samuel L. Jackson

Senaryo: Quentin Tarantino

Konu: Amerikan İç Savaşı'ndan iki yıl önce başlayan hikaye geçmişinde eziyet çekmiş bir köle ile Alman avcı Dr. King Schultz'un yüzleşmesini merkezine alıyor.
Brittle kardeşlerin cinayetiyle suçlanan Schultz'u özgürlüğüne kavuşturmak Django'ya bağlıdır. Zira Schultz özgürlüğüne karşılık, Django'dan zorlu bir görev ister. Görevi başarıyla tamamlayan ve özgürlüğüne kavuşan Django gene de Schultz'un yanından ayrılmaz; üstün avcılık yetenekleriyle şimdi ki hedefi Broomhilda'yı bulmak ve köle tüccarlarının elinden kurtarmaktır

Yorum:
Filme genel olarak baktığımızda klasik bir Quentin Tarantino filmi diyebiliriz. Yine uzun soluklu bir intikam hikayesi, litrelerce kanla süslenmiş şiddet ve gerçekçiliğin dışına çıkan epik anlatım. Fakat diğer Tarantino filmlerine nazaran bu film biraz daha ilginç, biraz daha klasik ve biraz daha kült olma özelliği taşıyor.

Zaten daha başlarken çalan şarkıdan, filmin havasından ve gidip gelen zoomlardan filmin western, hatta spaghetti western olacağını anlıyorsunuz. Tabi western türünde görmeye pek alışık olmadığımız bir tema düşünmüş yönetmen, o da ırkçılık. Yüzlerce Amerikan filmine konu olmuş olmasına rağmen, “bir de ben yapayım” demiş sanki, zaten bir önceki filminde yine ırkçılığı ele almamış gibi. Önceki filminde II.Dünya Savaşı’ndaki ırkçılığa değinmişti, yani biraz daha evrenseldi. Bu filmde de ırkçılığın başka bir yüzü olan kölelikle karşımıza çıkıyor. Bu açıdan Django, konu ve zaman ne kadar uyuşmasa da önceki filmin devamı izlenimi veriyor. Bu izlenimimi Tarantino imzalı bu iki filmin ortak yanlarıyla destekleyeyim:

İki filmde de ağır basan duygu intikam ve iki filmde de Alman-Amerikan çatışması var. Bastards’da kanımız Amerikalı Yahudilere kaynarken, bu filmde Alman kelle avcısı Shultz’a kaynıyor. Diğer bir ortak nokta da iki filmi de alıp götüren ve film boyunca parlayan Avusturyalı oyuncu Christopher Waltz. İki zıt karakteri de birbirine yakın bir oyunculukla oynaması ve bunu yaparken de bir an bile sırıtmaması Oscar’a aday olmasını sağlamış bence, izleyince siz de hayran kalacaksınız. Son ortak nokta ise Tarantino filmlerinin vazgeçilmezi ve yönetmenin imzası niteliği taşıyan Tarantino şiddeti. Ben diyim domates salçası, siz diyin ketçap. Koca malikaneyi boyamaya yetecek kadar var, o kadar söyleyeyim.

Konuya değinirsek, hikaye anlaşılacağı gibi 18. Yy Amerika’sında geçiyor. Django adında özgür bir siyahinin Candyland malikanesinde kölelik yapan karısını kurtarışını anlatıyor. Tabi baş kahramanımız yalnız değil, yanında harika bir oyunculuk çıkaran Christoph Waltz’ın canlandırdığı dişçi[*]sözde[/*] Shultz var. İkili birlikte üç beş işi hallettikten sonra asıl mevzuya, yani Django'nun karısı Broomhilda’yı kurtarmaya koyuluyor. Şöyle bir bakınca konu klasik western tarzında diyebilirsiniz, ki öyle de zaten. Fakat film işlenirken siyahilere yapılan zulmün biraz bol keseden gözümüze sokulması ve bu gibi durumlar western tarzına pek uymuyor. Ayrıca izlerken oldukça şaşırmanıza yol açacak bir müzik seçimiyle karşı karşıya geliyorsunuz; rap müzikle! Müziğin o anki sahneye gayet güzel uyduğu bir gerçek fakat western tarzına uyularak yola çıkılan bir filmde rap müzik seçiminin ne kadar doğru olduğu tartışılır. İşte bu gibi nedenlerle film, konusu ve işlenişi bakımından klasik western kalıbına pek uymuyor.

Oyunculuklara değinmek gerekirse, başrol oyuncusu Jamie Foxx’tan başlamak gerek. Aslında yönetmen Django karakterini önce Will Smith için düşünmüş, fakat sonra ne hikmetse Jamie filme dahil olmuş ve bunun doğru bir seçim olduğunu da kanıtlamış bence. Oyunculuğuyla olmasa da karizması, duruşu bakışlarıyla film boyunca kendini etkilemeyi başarmış ve ortaya uzun süre konuşulacak bir karakter çıkarmış. Jamie ile birlikte filmin bir diğer başarılı ismi de Leonardo DiCaprio olmuş. Kötü adam rolüyle müthiş bir oyunculuk sergilememişti fakat birkaç sahnede öyle hareketler yaptı ki, kendini hayran bırakmayı başardı. Mesela “Where is my beautiful sister? There she is! Whooohow!” diye bağırdığı sahneyi geri sarıp tekrar tekrar izledim ve defalarca güldüm. Bu sahneyi gördükten sonra emekli olmadan Oscar ödülü almasını istediğim bir başka oyuncu oldu kendisi, umarım bunu başarır. Son olarak değineceğim isim oyunculuğuyla filmdeki herkesi sollamış Samuel L. Jackson. Makyajın da yardımıyla alışık olduğumuz Jackson’dan oldukça farklı bir yaşlı bunak çıkmış ortaya. Efendisine sadık köle rolünü o kadar iyi canlandırmış ki, film boyunca herife küfür etmeden alamıyorsunuz kendinizi. Ayrıca canlandırdığı tip, köleliği kabullenmiş ve bunu yaşam biçimi edinmiş tüm siyahileri temsil eder nitelikte, yani aynı zamanda alt metninde eleştiri barındıran bir karakter ve usta oyuncu da bu karakterin altından başarıyla kalkarak, Christoph Waltz ile birlikte diğer iki ismi gölgede bırakmış.

Son olarak müziklere değinmek gerek. Müzikler filmin en iyi yanıydı bence. Sahne-müzik uyumu film boyunca kusursuzdu ve filmin o western havasını izleyiciye en iyi belli eden tarafıydı. Tabi rap müzik gibi bazı istisnalar da yok değildi. Sanırım yönetmen siyahileri konu alan filmde siyahilere göre müzik seçimi yapmayı ve çoğu türden müziği tek bir filmde toplamayı tercih etmiş. Zaten yaptığı açıklamada müzikleri kendi plak koleksiyonundan seçtiğini belirtmişti. Birkaç tanesini paylaşayım, beğenmek sizlere kalmış.


1)Freedom

2)Too Old To Die Young

3)Black Coffins (istisnalardan biri)

4)Ancora Qui

5)Titoli


Sadede gelirsek, her Tarantino hayranının ve zamanında TRT’de gösterilen western filmlerin özlemini çekenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film. Pişman olacağınız sanmıyorum, en kötü "film çok uzun sürdü" dersiniz. Bir de filmde gerçekçiliğin aranması biraz anlamsız, çünkü Inglourious Bastards’taki gibi yine alternatif tarih var ve anlatım biraz epik. Yani ahı gitmiş vahı kalmış bir kölenin bir anda “batının en iyi silahşörü” ünvanını kazandığı, aynı kölenin atın eyerini yere fırlatarak ata eyersiz bindiği[*]ki sonuçları belli[/*], yerde yatan bir ölüye denk gelen kurşunlarla birlikte bir varil dolusu domates salçasının etrafa saçıldığı ve sağ tarafından vurulan birinin o etkiyle gerisingeri uçtuğu bir filmde mantık ararsanız, üzülen taraf siz olursunuz. Ha bir de bu filmde öğreniyoruz ki, Tarantino saf ve salak adam rolünü gayet güzel canlandırıyormuş. “En iyi cameo ödülü” falan olsaydı, herif silip süpürürdü hepsini.

5
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 15 Şubat 2013, 15:39:53 »
Bende Tuhaf Kurgu'ya girebilecek bir tek Şehir ve Şehir bulunduğundan, pek objektif davranamayarak Şehir ve Şehir diyeceğim.

6
Güncel / Ynt: 12.12.12
« : 12 Aralık 2012, 22:19:02 »
Ben saat 12.12 sularında Matematik sınavı oluyordum ve tam o sıralarda pikaçu gibi yanaklarım ve kulaklarım kızarmış bir şekilde logaritmaları karşıdan karşıya atarak herhangi bir sonuç aramaktaydım. Hatta tam 12.12 de bir sorunun cevabını 10 üzeri kök 2 bulmuştum. Bayağı bir saçmalamıştım yani, en azından saçmalayarak günün anlam ve önemine değinmiş oldum. Mutluyum.

7
Buz ve Ateşin Şarkısı / Ynt: Kargaların Ziyafeti
« : 01 Aralık 2012, 17:16:38 »
Sonunda, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen 860 sayfayı bitirebildim. İlk kısımdaki olayların gidişatı ve karakterlerin durumu, ikinci kısıma beslediğim beklenti ve umutları tetikledi, fakat yanıldığımı kitabı bitirdiğimde fark edebildim. Tam "aha başlıyoruz" dediğim yerlerde bölümler bitti ve sayfaları çevirdikçe o karakterin bölümlerine bir daha rastlayamadım. Haliyle kitabı müthiş bir boşluk hissi, düzinelerce soru, onlarca teori ve bir avuç sinir eşliğinde bitirmiş oldum. Benim için kitabın tek olumlu yanı, serinin diğer kitaplarında yaşanan trajik ve saç baş yolduran olayların daha az bulunmasıydı.

Bu arada Martin, büyük beklentilerle kitabı okuyup bitirmiş fakat aradığı karakterleri bulamamış okuyucularla empati kurmayı başararak bir not bırakmayı da ihmal etmemiş. Notunda kısaca Tyrion, Jon, Dany, Davos ve  Stannis gibi karakterlerin 5. kitapta bulunacağına değinmiş ve nedenini açıklamış. Bu da 4. ve 5. kitapların bir müddet paralel devam edeceği anlamına geliyor. Tüm karakterleri tek bir kitaba sığdırmayı abes bulan yazarımız böyle bir çözüm düşünmüş, iyi de yapmış.

Kitabın içeriğine değinmek gerekirse, şöyle özetleyebilirz: Büyük bir savaşa, trajik olaylara, stratejik ihanetlere ve affedilmez günahlara sahne olmuş Batıdiyar, bu zaman diliminde komploları ve yeni savaş planlarını gizleyen bir sessizliğe bürünmüş ve savaş sonrası ziyafet için toplanan insan suretindeki kargalarla dolmuştur. Gelişen olaylar kimi okuyucuyu üzecek şekilde sadece Kral Toprakları odak alınarak anlatılmış; yani kitabın en çok yoğunlaştığı hanedan, pek fazla sevilememiş Lannister Hanedanı. Fakat korkmanıza gerek yok, önceki kitaplara nazaran bu kitapta Castamere Yağmurları pek fazla çalmıyor.[*]ehe[/*]

Geri kalan kısmı spoiler vermeden anlatmak imkansız, o yüzden alttaki kutucuğa buyurun.

Spoiler: Göster
Her şeyden önce, etraftan duyduğum bir teoriyi paylaşmak istiyorum sizlerle. Aslında teoriden çok bir tahmin: Kitabın giriş bölümünde, üstatlara yaverlik yapan Pate isim bir genç, bölümün sonunda kimliği belirsiz biri tarafından bayıltılmış ya da bir ihtimal öldürülmüştü. Eğer kitaptaki kimliği belirsiz kişinin tasvirlerine bakacak olursak, Jaqen H'ghar'ın son haline oldukça benzediğini göreceğiz. Bu tahminin doğruluğunu güçlendiren bir diğer durum da, kitabın son bölümünde Pate isimli çocuğun yine ortaya çıkmış olması. Yani son bölümdeki Pate, aslında gerçek Pate'in yüzünü almış bir faceless man, yani Jaqen H'ghar olabilir.

Aklıma takılan bir diğer konu da Azor Ahai'nin kim olduğu, hatta olup olmadığı. Bilindiği üzere bir takım teorilere dayandırılarak Azor Ahai Jon dendi, Melisandre'nin yardımıyla R'hllor'u arkasına alan Stannis dendi ve son noktayı Aemon Targaryen koyarak, Azor Ahai Daenerys'dir dedi. Üstadın bu düşüncesindeki dayanağı da Valyrian dilinde yazılmış kehanette geçen "prens" kelimesinin, o dilde erkeklerin yanında kadınlar için de kullanılabilmesiymiş. Sonuç olarak adaylar git gide artıyor. Kimin ne kadar haklı olduğu bilinmez ama, karşımızda şaşırtmaya bu kadar bayılan bir yazar olunca Azor Ahai dedikleri herif Hodor bile olabilir. Önümüzdeki kitaplara bakacağız.

Ayrıca bir söylentiyi daha paylaşmak istiyorum. Söylenti Cercei ve Kurbağa Maggy'nin kehanetleriyle ilgili. Hatırladığım kadarıyla kan büyüsüyle geleceği gördüğünü iddia eden Maggy, Cercei'nin katilinin küçük kardeş anlamına gelen valonqar olacağını söylemişti. Şimdi küçük kardeş diyince herkesin aklına Tyrion geliyor, Cercei de doğal olarak Tyrion'dan korkuyor fakat Jaime gibi bir seçeneği de gözden kaçırmamak gerek. Hangi kitapta ve neresinde bahsedilmişti bilmiyorum ama, Jaime'nin Cercei'den hemen sonra doğduğu bir gerçek, yani teknik olarak Jaime de küçük erkek kardeş. Aslında benim için pek bir önemi yok, ikisinden biri Cercei'yi öldürsün yeter. Maksat kehanet gerçekleşsin.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar, eğer bu tahmin ya da teoriler hakkında herhangi bir bilginiz varsa duymak isterim. Varsın spoiler olsun, siz yine de söyleyin.
 


Sıradaki kitap henüz çevrilmediği için biz de kafa patlatıyoruz işte. Bu arada çeviriden falan bahsetmişken Sibel Alaş'ın hakkını da vermek lazım, kelime oyunları gözünden kaçmamış ve önceki kitaplara göre çevirmenin notuna daha sık yer vermiş. Ortada böylesine karmaşık ve geniş bir fantastik evren varken, çevirinin önemi de oldukça artıyor tabi. Epsilon'a kapak konusunda ne kadar isyan etsem de, çeviri konusunda diyecek bir sözüm yok.

Tekrar kitaba dönersek, üzülerek söylemeliyim ki serinin şu ana kadar ki en sıkıcı kitabı oldu benim için. Fakat bunu kitap kötüydü anlamında söylemiyorum. Sadece bitmek bilmeyen betimlemeler, tasvirler ve özel isim bolluğu yordu beni, o kadar. Bunun dışında okuyucuda bol bol soru işaretleri de bıraktı, Martin pası resmen 5. kitaba attı da diyebiliriz. A Dance with Dragons'da bizi neler bekliyor bilmiyorum ama, yazarın daha çok Daenerys ve Sur'a yoğunlaşacağından eminim, özellikle Daenerys. Spoiler vermek gibi olmasın ama, Westeros haritası üzerindeki tüm hayali oklar bu genç kızı gösteriyor şu an, o kadar yani. Boşuna Dance With Dragons denmemiş ismine.

8
Kargaların Ziyafeti Kısım 2'yi okumaktayım ve ufak bir diyalog çok dikkatimi çekti. Bu bölümü geçeli çok oldu fakat benim kafa bu diyalogda takılı kaldı. Ben son derece ilginç buldum ve ne olur ne olmaz diyerekten not almıştım. Sizlerle de paylaşmak istiyorum.

...

"Artık biliyorum." Cersei'nin sabrı tükenmek üzereydi. "Başka bir şey var mı?"
"Bir şey daha. Küçük bir mesele." Qyburn özür diler gibi gülümsedi ve şehrin sıradan insanlarının arasında popüler hale gelen bir kukla gösterisinden bahsetti; hikaye, kibirli aslanların saltanatıyla yönetilen bir hayvan krallığından bahsediyordu. "Bu hainlik dolu hikaye ilerledikçe, kukla aslanlar daha açgözlü ve daha kibirli oluyorlar, sonunda kendi kullarını yemeye başlıyorlar. Soylu geyik buna itiraz ettiğinde, aslanlar onu da yiyorlar ve hayvanların en kudretlisi olarak bunu hak ettiklerini söylüyorlar."
"Hikaye böyle mi bitiyor?" diye sordu Cersei neşeyle. Doğru ışıkta bakarsan, bu faydalı bir ders bile olabilirdi.
"Hayır Majesteleri. Hikayenin sonunda bir yumurtadan ejderha çıkıyor ve bütün aslanları yok ediyor."

...

Benim bu paragrafın üzerinde çok durmamın nedeni elbette ki Martin'in seriyle ilgili çok önemli sayılabilecek, hatta serinin kaderi olarak adlandırabileceğimiz bir bilgiyi satır aralarına serpiştirmiş olabilme ihtimali.

Sizce de ilginç değil mi? Fikirlerinizi öğrenmek isterim açıkçası.

Diyaloğu ilk gördüğümde bana da ilginç gelmişti ve okumama ara vererek biraz düşünmeme sebep oldu. Fakat ben George Martin gibi bir yazarın basit bir alegorik anlatımla tüm seriyi özetlediğini düşünmüyorum. O yüzden merak ettiğim şey hikayenin içeriğinden çok, hikayenin sahibi oldu. İki ayaklı aslanların kaynadığı Kral Toprakları gibi bir yerde kim ve neden böyle bir kukla gösterisi yapmak istesin, açıkçası çok merak ediyorum.

Fakat tabi bu kısacık hikaye bile, içinde serinin geleceğine dair ipuçları ve hayvanlar tarafından temsil edilen hanedanları yerine koyunca okuyucuya göz kırpacak bir sonuç barındırıyor olabilir. Şimdi bu konu hakkında oturup uzun uzun kafa yormak isterdim fakat sabırsız yanım "aç kitabı bir solukta oku, öğrenirsin zaten" diyor. Ben de öyle yapacağım sanırım.

9
Kargaların Ziyafeti I

Dört-beş gün önce Tüyap'tan almıştım, şu an kitabın 250. sayfalarındayım. Aslında okumadan önce çoğu kişinin olumsuz eleştirileri nedeniyle kitabı geçiş kitabı olarak görmüştüm. Fakat beklediğim kadar sıkıcı ve kötü çıkmadı. Ne kadar önceki kitaplar kadar tempolu başlamasa da pek sıkmıyor. Ayrıca nerden duydum bilmiyorum ama önemsiz karakterlerin bölümleri var denmişti, fakat şu ana kadar Cercei, Jaime, Asha, Arya, Sansa, ve Brienne'nin bölümlerini okudum. Bunlar da oldukça önemli karakterler olduğu için merak uyandırıyor ve sayfalar su gibi akıp gidiyor. Gerçi Martin'i oldukça eleştirdiğim yerler de vardı. Daha önce de bahsettiğim gibi, gereksiz bilgilere fazlaca yer vermesi gibi. Araya sıkıştırılan uzunca paragrafların arasındaki gereksiz hanedanlarla ve insanlarla okuyucu yoruluyor ve ayrıntıların arasında kaybolup gidiyor. Biraz daha yüzeysel anlatmaya çalışsa hem kendi yorulmayacak, hem de okuyucuyu yormayacak. Herif karakter ve isim bulmaktan/uydurmaktan şişmiş, yeni kitabına başlayamıyor.

Şaka bir yana hem sitem ettiğim, hem de sevdiğim bir yazar George Martin. Bu yüzden onun kitaplarını okumak ayrı bir zevk veriyor. Gerçi kitabın sonunda okuyucuları yine hüzün ve sinir krizleri bekliyor, orası belli fakat başladık bir kere, bırakamıyoruz. Az çok mazoşist olan herkese tavsiye ediyorum bu seriyi. Buz gibi kesiyor, ateş gibi yakıyor.

10
Duyurular / Ynt: 31. İstanbul Kitap Fuarı 2012
« : 18 Kasım 2012, 21:14:40 »
O değil de, İthaki'nin o sıcak havasını gittiğim hiç bir yayınevinde göremedim. Daha standa yaklaşır yaklaşmaz bir hoşgeldiniz eşliğinde sohbete başladık oradaki çalışanlarla. Önümüzde ne kadar kitap varsa hepsinin içeriğini ve kalitesini öğrendik, bol bol öneri aldık. O öneriler nedeniyle haftaya alacağım kitapları almaya yeltendim bir an, tabi sonra vazgeçtim. Bir de farkında olmadan eretrusilden'le de sohbet etmişim, o olduğunu sonradan öğrendim, böylece onunla da tanışmış olduk. Bir daha ki Pazar yine aynı yerde, tekrar bol bol sohbet etmek dileğiyle.

Bu arada yapılan %25'lik indirim biz öğrencilere pek cazip gelmedi tabi ki. O yüzden ben de haftaya tekrar uğrayacağımı ve herhangi bir topluluğa ya da alınan toplu kitaplara daha cazip indirimler yapılıp yapılmayacağını sordum. Cevap tabi ki olumlu oldu. Rıhtımca geldiğimiz zaman %25 indirim unutulup gidilir yani [*]:P[/*]. O da olmadı "Fırtınakıran elimizde, şartlarımızı derhal yerine getirin" deriz.

Söylenecek çoğu şeyi LegalMc söylemiş zaten. Son olarak şunları da eklemek istiyorum; Gidecekseniz oraya kesinlikle hazırlıklı gidin. Bir sırt çantası, yiyecek, su ve neyin nerede olduğunu gösteren bir broşür eşliğinde salona girin. Aksi takdirde kendinizi LegalMc ve benim gibi ağzınız kupkuru, karnınız bomboş ve herhangi bir yayınevini uzuun uzun ararken bulabilirsiniz. Benden söylemesi.

Ben de Pegasus standını karşıma alıp ağır ağır eleştirdim yayınevini. Tabi kimse duymadı.

11
Televizyon / Workaholics
« : 15 Kasım 2012, 00:32:12 »

Yapım Yılı: 2011

Oyuncular: Blake Anderson, Adam DeVine, Anders Holm, Jillian Bell, Maribeth Monroe, Kyle Newacheck

Konu: Aynı üniversitede okuyan üç erkek arkadaş, mezun olduktan sonra aynı işyerinde çalışmaya ve aynı evde yaşamaya başlar. Blake, Adam ve Ders adlarındaki bu üç “deli”kanlı, bir telemarket şirketi olan TelAmeriCorp’ta sabah 9’dan akşam 5’e kadar aynı odada çalışmakla kalmıyorlar, akşam 5’ten sabah 9’a kadar da bir partiden diğerine gecelere de hep beraber akıyorlar. Bu ortak yaşamdaki en büyük sorunları; henüz hiçbirinin yeterince olgunlaşmamış olması. Zaten başlarına ne gelirse, karşılaştıkları sorunlara hep çocukça çözümler üretmekten geliyor.

Yorum: Bu diziye televizyonda gezerken şans eseri e2'de denk geldim ve ilk bölümüne yarım yamalak göz gezdirdikten sonra her hafta yayınlanacağı günleri iple çeker oldum. En baştan kafanızda bir fikir oluşturması için, İşler Güçler'in yabancı versiyonu diyebiliriz.

Dizi, diğer Amerikan komedilerine göre oldukça farklı, hatta tüm komedi dizilerinde farklı. Tam olarak komedi dizisi olduğundan bile emin değilim. Aşırı mimiklerle ve yüksek sesle esprilerin patlatılmadığı gibi, yapılan esprinin ardından tiksindirici gülme efektleri de yok. Hatta ortada bunları düzenleyip derleyecek bir yönetmen bile yok. Dizinin yaratıcıları ve yöneticileri başroldeki üç arkadaş, ki bu arkadaşlar dizide de gerçek isimlerini kullanıyorlar, bilmem tanıdık geldi mi?
Kendi isimlerini kullanmalarının yanı sıra oyunculuk yapmaktan çok, üç işkoliğin günlük hayatlarında başlarına gelebilecek olayları konu alarak doğaçlama yapıyorlar. Farklı derken ne demek istediğimi anladınız herhalde.

Farklı olmasının yanı sıra, oldukça da boş bir dizi. Hatta şöyle genel olarak baktığınız zaman, Türkçeyle saçmalık, İngilizceyle de bullshit diyebilirsiniz. Ortada bir senaryo yok, halihazırda diyaloglar yok, güldürürken düşündürme yok, düşündürme yok, mesaj kaygısı yok, güzel kız ya da yakışıklı erkek yok, afedersiniz ama pek bir bok yok yani. Ki bana kalırsa diziyi güzel yapan en büyük etmen de bu kadar boş, bir o kadar da hoş olması. Sadece arkanıza yaslanıp Adam'ın böbürlenişlerini, Anders'ın ipi koparmama çabaları ve Blake'in aşırı saçma konuşmalarını dinliyorsunuz ve dizi bittiği zaman da, elinize hiç bir şey geçmiyor. Bu arada Blake demişken, dünyadaki her insanın Blake gibi bir dostu olsaydı, hayat daha güzel ve katlanılabilir olurdu. O dalgalı saçı, eğreti bıyığı ve embesilce konuşmalarıyla kafa insan tabirinin altına imzasını atıyor.

Sonuç olarak saçmasapan ve güzel bir dizi. İzleyin de demiyorum, izlettirin de demiyorum. Keyfinize kalmış, e2'de denk gelirseniz bir göz atın. Şu sözlerle bitireyim; Şu ana kadar izlediğim tüm dizi ve filmlerin arasında, en çok bu üç işkoliğin hayatına imrendim. Böyle de boş bir insanım.


12
Televizyon / Ynt: Misfits
« : 14 Kasım 2012, 21:02:52 »
Yeni sezonun 3. bölümünü izledikten sonra,  bu diziye neden bayıldığımı tekrar hatırladım. Tabi ki ellerinde kalan bir avuç izleyiciyi tutmak için yapılmış seks sahneleri değil de, son on dakika beni benden aldı. En can alıcı sahnelere de "They All Dead" konulunca, bize sadece oturup mest olmak kaldı. Çok fazla dizi izlemem ama şimdiye kadar gördüğüm en orjinal ve en ilginç dizi diyebilirim. Absürd kelimesi hafif ve küçümseyici kalıyor bu dizinin yanında. Öyle işte.

Neyse, sonuç olarak bu yeni jenerasyondan hala umudum var, ortaya hala güzel şeyler çıkabilir. Tıpkı Nathan'ın efsane konuşması, ya da Simon'ın hüzünlü paradoksu gibi.

Bu arada Kelly'nin kulaklarımızın tüm pasını pisliğini temizleyen aksanının yokluğunu, yeni karakter Finn'in alışılmadık Irish[*]sanırım[/*] aksanı kapatmış. Married'e "marid" diyor. Gerçekten.

13
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 10 Kasım 2012, 21:12:00 »
Frankenstein dopingli arkadaşlar haksız rekabet var.

14
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 10 Kasım 2012, 12:49:04 »
Sapık'tan daha komik, P. G. Wodehouse'un hikâyelerinden daha sakin ve Savaş ve Barış'tan daha kısa bir kitap önereyim ben de; Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati. Okuyan mutlaka bir çok kişi vardır fakat kitap ilgimi çektiği için, yazayım dedim.

15
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 07 Kasım 2012, 23:04:07 »
Biraz bencilce bir istek olacak ama benimle aynı durumdan muzdarip insanların da olduğunu umut ederek soruyorum; Tartışmaya Tüyap'tan sonra başlasak?

Edit: Şöyle bir baktım da, kimse Tüyaptan önce olmasını istememiş zaten, durduk yere panikledim.

Sayfa: [1] 2 3 ... 39